Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 12 NİSAN 2008 CUMARTESİ Köyün delisi olmayı Yüzü daha çok televizyon dizilerinden tanınan Emre Kınay, Yılan Hikayesi dizisindeki Erkan Ağa rolüyle ulaştı ilk olarak izleyiciye. Şimdilerde İki Aile dizisindeki rolüyle dikkat çekse de Emre Kınay yıllardır tiyatro yapıyor. Hatta tiyatroya o kadar büyük bir tutkuyla bağlı ki, söylemek istediklerini söyleyeceği yerin aslında tiyatro sahnesi olduğuna karar vererek gerçekleştirdi hayallerini. Duru Tiyatro‘yu kuran ZUHAL Kınay, pek çok zorlukla savaşmasına karşın umutlu söylüyor. Samimi bir tavrı var Kınay’ın. AYTOLUN olduğunu Söyleyeceği sözü esirgemiyor. ‘Köyün delisi olmayı severim. O yüzden de söylerim’ diyen Kınay, Türk Tiyatrosu’nda en büyük sorunun iktidarlar değil, tiyatrocuların birbirlerini sevmemeleri olduğunu söylüyor. Ocak ayında Kadıköy Anadolu Lisesi Maarif Kültür Merkezi‘nde kendi salonuna geçen ve Bana Bir Picasso Gerek, Kara Sohbet, Kaset ile Pelin Körmükçü, Sait Genay, Bahar Yanılmaz ve Cem Yanılmaz‘la birlikte rol aldığı Aşk Her Yerde‘yi sahneleyen Kınay’la oyun üzerinden kimlik sorununu ve Türk Tiyatrosu’nu, tiyatrocuların birlik olamayışını ve bu sorunun arkasındaki nedenleri konuştuk. Toplumsal roller ve cinsiyete değiniyor oyun. Bu roller insan yaşamını nasıl etkiliyor? “Bu toplumdan bahsediyorsak, kadın olmak da zor, erkek olmak da, arada olmak da... Bir diğeri olmak da zor. Bu ülkede zaten her şey zor. Kolaylaştırılmıyor da ayrıca. Duru Tiyatro olarak kimlikle ilgili bir sorunumuz olduğunu düşünüyorum. İnsan olmak, kendini ifade etmek, dürüstçe ve olduğu gibi iletişim kurabilmekle ilgili bir sorunu var.” Konuşan seviyorum çok icracı yok O halde yalnızca hükümetin politikası değil, kendi içinizde de böyle bir desteksizlik var. “Çok var hemde. Baktığınızda çok destek var ama icracılar yok. Dürüst davranmak gerekir. Tiyatrocular birbirlerini sevmezler. Tiyatronun aslında en büyük sorunu iktidarlar filan değildir. Bu benim görüşüm tabi. Tiyatronun en büyük sorunu, tiyatrocuların birbirini sevmemesidir.” ANADOLU İNSANI GİBİ DEĞİLİZ zaman sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ şeklinde başlıyor konuşmalar. Ya da dönüyor ‘Sen onun kim olduğunu biliyor musun? O tukaka’ diyor. Onun alt kültüründeki biri tukaka dediğini yok ediyor, ya da yok etmeye ‘Bireysel çalışıyor. Bir diğeri ona öfke özgürlüğüne duyuyor. Bütün çatışma, belki de kavuşamamış hiçbir drama oradan çıkıyor.” Duru Tiyatro hep kimlik devrimin başarılı olacağını sorunu üzerine oyunlar mı düşünmüyorum’ diyen sahneleyecek? “Çok tercih ettiğimiz bir Emre Kınay, yaşamındaki her şey değil aslında. Bana Bir kararı da cesurca aldığını Picasso Gerek oyununda tüm diğer meselelerinin yanı sıra, söylüyor artık; kızına sanatçı duruşuyla ilgili bir tavır yaşayabileceği aydınlık ile o duruşu kırmaya çalışan bir bir ülke bırakabilmek erk var. O erke her şeye rağmen direnen irade var. Diğer yanda için... Kaset oyununda cinsel, toplumsal ve sosyal sınıflarla ilgili bir hazım hazımsızlık, kabullenme kabullenememe var. Kara Sohbet oyununda bu işin psikiyatrik çözümü ya da çözümsüzlüğü söz konusu. Aşk Her Yerde de ise kendi adına kendi olarak söyleyemediği şeyleri bir başkası, üstelik bir başka cinsel kimlikle söylemesi durumu görülüyor. Evet baktığında durum bu gibi. Yalnızca ben değil, tiyatro olarak bakışımız bu yönde. Ayrıca ben böyle olmasından da memnunum. Çünkü bireysel özgürlüğüne kavuşamamış hiçbir devrimin başarılı olacağına inanmıyorum. Dolayısıyla da Türkiye’nin de sorunu da budur. Öncelikle buradan başlayıp, toplumsallaşabiliriz diye düşünüyorum.” Tiyatroya ilgi nasıl size göre, duruma izleyici açısından bakarsak? “Seyirci artışı olduğu söyleniyor ama bu doğru değil. Yunanistan’ın nüfusu 15 milyon iken 11 milyon tiyatro bileti satılıyorsa, Türkiye’nin nüfusu 70 milyon iken 2.5 milyon tiyatro bileti satılıyorsa ve önceki Ne gibi hayal kırıklıkları yaşadınız? yıldan bu yana 300 tane artış varsa, biz burada izleyici sayısı artmış “Kocaman kocaman dağların aslında o kadar da kocaman olmadığını gördüm. Öyle bir zaman geldi ki diyemeyiz. Bunların hepsi net rakamlardır. Bu ülkenin başına gelen söylemek istediklerimi söyleyeceğim yerin o zamanlarda her şeyden bu ülkenin aydınlarını sorumlu tutuyorum; korkak bulunduğum yerler olmadığını anladım. O dönem Arzu aydınlarını. Her şey onların yüzünden; masa başı konuşmalar, Bigat Baril ve Arif Akkaya‘yla, aynı olan dertlerimizden yola televizyondaki katarsisler, ateşli anlatımlar, rahatlamalar. Bu ülkenin çıkarak kararlar verdik.” demokrasisini ve gelişimini böyle görüyorum. O yüzden herkesin Nasıl zorluklarla savaştınız? Persepolis filmini izlemesini tavsiye ediyorum. Hatta yayın haklarını “Ben bar mesaisi olmayan tiyatroculardanım. Çözüme alarak gazetelerin tencere tava gibi dağıtmasını istiyorum.” yönelik düşünmeyi yeğlerim. ‘Eleştirmek değil, yapmaktır Bir tarafta tiyatro salonlarını yıkan bir zihniyet var, diğer yanda da senin işin’ diyerek harekete geçtik. Tiyatro kurmak bir ütopyaydı ama hiç öyle olmadığını gördük. O yüzden tiyatroyu ayakta tutmak adına çabalayan insanlar. Neler yaşadınız arkadaşlarıma mahallelerde dahi tiyatro kurmalarını Duru Tiyatro’yu kurarken? öneriyorum. Yeterince samimilerse seyirci onlara destek “Çok zordu. Yani şimdi tebessüm ediyorum ama çok zor bir süreç veriyor. İzliyor, eleştiriyor, size çekidüzen veriyor. geçirdim. 2003’ün mayıs ayında ustalarımla ilgili hayal kırıklıklarım Televizyondan biriktirdiklerimle bir salona girdik Duru olduğunda, o hayalkırıklıklarının mesleğimle ilgili olmadığını Tiyatro’yu. Ama orada aldatıldık. Bir meslektaşım anladığım zaman karar verdim bu tiyatroyu kurmaya.” tarafından hem de... Şimdi yeni salonumuzdayız. Maddi “Türban meselesi, Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası, çeteler, Ergenekon, bütün bunların çok derin, ciddi, karmaşık ve fakat büyük bir Bu kimlik çatışmasını neye dayandırıyorsunuz? Shakespeare oyunu olduğunu düşünüyorum. “Bu benim tespitim. Meselemiz, siyasaldan çok Yönetmeni çok akıllı olan ve çok figüranlı, müthiş prodüksiyonlu bir oyun ortaya koyduğunu kimlikle ve insan olmakla ilgili. Hepimiz için geçerli düşünüyorum. Oyunun aktörlerinin de, bu oyunun ne söylediklerim. Elitist bir bakış açısıyla söylemiyorum. olduğunu bildiğini biliyorum. Oyunun biletlerinin Anadolu insanı gibi değiliz. Anadolu insanı, kabını satıldığını biliyorum ve hatta yerler bitmek üzere... kacağını, tarlasını çiftini, çubuğunu biliyor. Ne kadarla Anlatabiliyor muyum? O yüzden artık hepimizin aklını yetineceğini, ne olacağını ya da ne olmayacağını biliyor. yeterince kullanması gerekir. Hiç kimseye çağrım yok Büyükşehire gelenler kök taşralı ve kök taşralılıktan açıkçası. Haddim de değil zaten. Sanatçı mıyım gelip başka bir kimlikle karşılaşıyor. O kimliğe bilmiyorum. Onunla ilgili de kaygılarım var. Ama bürünmeye çalışıyor. Bu kimlik sorunları da birçok yerde bir uyarı borcum olduğunu biliyorum. Çocuğum açığa çıkıyor. Bazen tiyatroda cep telefonunu olduktan sonra daha cesur düşünüyorum. kapatmamakla çıkıyor, bazen ‘Kart hamili yakinimdir’le. Çünkü onun yaşayacağı ülkenin çok Alnında tabelayla dolaşamayacağı için, hazmedemediği şeyi aydınlık bir ülke olmasını fırsat bulduğu yerde döküyor ortaya. Bence sorun burada. ‘O istiyorum.” Bar mesaisi olmayan tiyatroculardanım zorluk çok yaşadık, hala da yaşıyoruz. Tiyatro’nun açılması kararı 2003 yılında alındı, 2005’te prömiyer yaptık, 2008 Ocak ayında da kendi salonumuza geçtik. Baktığınızda bu süreçlerden geçmiş ve aynı sezon içinde 3 prodüksiyon tiyatrosu çıkarmış başka bir örnek yok. Umudum var. Cumhuriyet Gazetesi de çok şey yaşadı. Düşünün ki tiyatro en az 5 katını yaşıyor. Sizin elinizde kalem var, yazabiliyorsunuz. Ama biz sesimizi duyuramıyoruz.” Hiç mi destek almadınız? Örneğin tiyatro ustaları hiç mi desteklemedi sizi? “Olmadı hiç. Çağırdığım hiçbir hocam, ustam, bu salonda gelip bir oyun oynamadı. ‘Salonun tavanı alçak’ diyorlar ya da başka yerlerine kusur buluyorlar. Seyre gelebilirlerdi, gelmediler. Açılışa gelebilirlerdi, ona da gelmediler. Hiç umrumda da değil açıkçası. Aldık yürüdük, konuşuyoruz gibi algılanmasın. Beklentim yok artık. Olsaydı devletten beklerdim. Ne yapabileceğimize bakıyoruz, o güçle yola devam ediyoruz.” Hangi temele oturtuyorsunuz bu görüşü? “Bunu benim görüşüm olarak anlamlandırın lütfen. Sevmeyiz yani. Sevmezler, gelmezler. Genelleme yapmak istemem ama benim görmek istediğim bu değil. Temelinde ne var bilmiyorum. En büyük desteği Haluk Bilginer‘den aldık. Duru Tiyatro’ya sahne açmıştır Oyun Atölyesi. Şimdi zor durumda olduğunu bildiğim bir arkadaşım gelse, ben de açarım kapılarımı. Tiyatrocuların birbirini sevmediği bir gerçektir yine de. Herkes bilir ama ifade etmez. Ben köyün delisi olmayı severim. O yüzden de söylerim. Sever gibi görünürler yalnızca. Evde konuşulur bunlar. Ama belki de mimarlar ya da belki gazeteciler, siyasiler de birbirlerini sevmezler.” Ama sanatın ve sanatçının toplumsal bir duyarlılığı olmalı. Böyle bir birliğe ihtiyacı var sanatın. “Eğer böyle bir birlik olsaydı, bugün Muhsin Ertuğrul Sahnesi boşaltılıyor olmazdı. Eğer öyle bir şey olsaydı, bugün bir heykeltraşın heykeli kırılmazdı. Eğer öyle bir şey olsaydı, bundan yıllar önce çatısı çöken devlet tiyatrosunun salonu başka türlü onarılırdı. Eğer öyle bir şey olsaydı, bizim kitleselleşmiş bir seyircimiz olurdu. Bir cadde üzerinde 3 tiyatro salonu olurdu ve o salonlarda bir metnin farklı yorumlarını izliyor olurduk. Öyle bir şey olmadığı için bugün bahsedilen siyasi erk balyozu önce sanat kurumlarının üzerine vuruyor. Çünkü karşısında duracak bir birlik asla yok. O birlik yalnızca devlet yardımı gibi ekonomik konular söz konusu olduğunda bir araya gelmeye çabalıyor. Sendikal birlik söz konusu değil. Ayrıca bunu dosyalaştırıp araştırmayan bir basın var. O zaman bu ülkenin, aydın köşe yazarları da sorumludur, aydın tiyatrocuları da. O zaman herkes sorumludur. Bunu söyleyen deli olmaktan da çok memnunum.” Bizde sendikalaşma da yok tabi. “Bizde yok. 1963’ten beri meclisin önünde bekleyen tiyatro yasamız var. Bu önemli bir sorun ama çok da önemli değil. İsteyen yapıyor. Kendi imkanlarıyla yapmak istiyorsa mücadele ediyor. Yapabildiği yere kadar da yapacak, yapamadığı yerde teslim olacak.” Teslim olur mu? “Elimizden geldiği kadar mücadele edeceğiz. Ama gücümüz bittiği an teslim oluruz. Yapacak bir şey var mı? Bu ülkenin gazeteleri 5 gün boyunca siyah sayfa bassalardı bugün 301 değişirdi. Tiyatrocular, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü‘nde sahnede mum yakıp, izleyici koltuğunda otursalardı, belki de bir şey olurdu. En azından tarihe geçerdi. ‘2008 yılının 27 Mart’ın da tiyatrocular, siyasi erkin tiyatro üzerindeki baskısına karşı ilk defa sadece bildiriyi okuyup oturdular seyirci koltuğunda’ diye. Ya da başka bir şey. Ama demokratik olmayı herkese göre farklı yorumlanan bir şey sanıyoruz. Aslında demokrasi başka bir şey. Hepimiz ne olduğunu çok iyi biliyoruz ama nedense hiçbirimizin işine gelmiyor.” C MY B C MY B