22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Özgürlük Savaşçısı (In the Name of the King) Owe Boll’un yönettiği filmde Jason Statham, Ray Liotta, John RhysDavies ile Matthew Lillard rol alıyor. Çiftçi (Jason Statham) olarak bilinen adamın hayatı, bir Krug çetesinin köyünü yağmalaması, oğlunu öldürmesi ve karısını kaçırmasıyla tamamen altüst olur. Bir zamanlar barış içinde yaşayan bu adam karısı Solona’yı kurtarmak için akıl hocası Norick ile kayınbiraderi Bastian’ı Krug çetesinin peşinden sürükler. Krug kırsal bölgeleri yağmalarken, Kralın büyücüsü Merick onların arkasındaki gerçek gücü keşfeder: eski rakibi, güçlü ve acımasız büyücü Gallian. Gallian ordusu ile Kral Konreid’i tahttan indirip yerine kendi kuklası olan Duke Fallow’u geçirmeyi planlamaktadır. Kralın ordusu Krug ile yüzleşmek için ilerlerken, Çiftçi ve arkadaşları Ehb dağındaki geçitlerden farkedilmeden ilerlerler. Krug kampına yapılan gece baskını Norick ve Bastian’ın ele geçirilmesi ve Çiftçinin hayatını zor kurtarması ile trajik bir şekilde sonuçlanır. ? Kalpazanlar (Die Falscher) Stefan Ruzowitzky’nin yönettiği ve Karl Markovics, August Diehl, Devid Striesow ile Martin Brambach’in oynadığı Kalpazanlar, II. Dünya savaşı sırasında Nazilerin, savaşın tek galibi olabilmek için yaptıkları ahlak dışı işlerden biri olan sahte para basarak diğer ülke ekonomilerini çökertmelerini konu alıyor. Bu iş için kurdukları gruba, el sanatları ve kalpazanlık konusunda çok iyi olan Salomon Sorowitsch’ı da dahil ederler. Kalpazanlar, sefaletten kurtulan yaşamlarına rağmen vicdanlarıyla karşı karşıya gelirler. ? Tanrının Vadisinde (In the Valley of Elah) Paul Haggis’in yönettiği filmde Tommy Lee Jones, Charlize Theron, Jason Patric ile Susan Sarandon rol alıyor. Irak Savaşı‘nda asker olarak görev yapan Mike Deerfield, ülkesine döndükten hemen sonra gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Mike’ın bir savaş gazisi olan babası Hank oğlundan haber alamayınca olayı araştırması için polis dedektifi Emily Sanders ile anlaşır. Oğlunun kayboluşundaki gizemi aydınlatmak için soruşturmaya Mike’ın annesi Joan da katılır. Eldeki kanıtlar çoğaldıkça genç askerin bir cinayete kurban gittiği ortaya çıkmaya başlar. Büyümek istemeyen çocuklar için SELANİK İZLENİMLERİ ABD’den alt kültür portreleri 10. Selanik Uluslarası Belgesel Film Festivali: 21. Yüzyılın Görüntüleri etkinliğinin bu yılki onur konukları Joe Berlinger ve Bruce Sinofsky, 1992’den beri Amerikan belgesel sinemasının öncü sesleri olmayı sürdürüyorlar. Festivale yedi çalışmayla katılan belgeselciler izleyicilere bir de Ustalar Sınıfı yaptılar. ABD’nin önde gelen kanalları HBO, Sundance Channel, Discovery’ye gerçekleştirdikleri çalışmaları dışında TV ve reklam filmleri de çeken ikili atölye çalışmasında ilginç açıklamalarda bulundular. Yaratıcı birlikteliklerini yolunda giden bir evliliğe benzeten Bruce Sinofsky, “Yanlarında yetiştiğimiz Maysles kardeşler gibi birbirimizden güç alarak çarpıcı projeler yapıyoruz, sorunlarımızı paylaşıyoruz. İki farklı kişilik, değişik karakterler olmamıza karşın çok iyi anlaşıyoruz. Joe iyi bir pazarlamacı bense teknik açıdan iyiyim” diyor. Yazar ve fotoğrafçı da olan Joe Berlinger ise aşırı ayrıntıcı olduğunu, Bruce’un ise işi daha geniş açıdan görebildiğini vurguluyor: “Böylece birbirimizi tamamlıyoruz. Soykırım benim çok ilgimi çeken bir temaydı, bu yüzden Gray Matter’ı tek başıma yaptım”. Yönetmenlerin Berlinger ve Sinofsky Brother’ s Keeper (1992), Paradise Lost:The Child Murders at Robin Hood Hills (1996) ve Revelations: Paradise Lost 2 (1999) belgeselleri ABD’ deki yasa sistemini eleştiren çalışmalar. New York Times’da gördükleri bir haberden yola çıkan Berlinger’le Sinofsky Brother’s Keeper’da taşrada gerçekleşen boğulma olayının gerçeküstücü bir analizini yapıyorlar. Altmış yıldan beri çiftliklerinde birlikte yaşayan Delbert, Bill, Lyman ve Roscoe Ward kardeşlerden Bill 6 Haziran 1990’da boğulmuş olarak bulunur. Farklı bir zaman diliminde yaşayan Delbert kardeşini öldürmekle suçlanır. Katil Delbert midir yoksa kasabalıların, polisin sakladığı başka şeyler mi vardır? Belgesel süresince gerçeği sorgulayan yönetmenler nesnel bir gerçek olduğuna inanmadıklarını vurgulayarak bakış açılarını yansıtmadıklarını, kararı sonunda izleyiciye bıraktıklarını belirtiyorlar. Paradise Lost, Arkansas’taki West Memphis kasabasında 1993’te acımasızca katledilip bedenleri sığ bir dereye atılan sekiz yaşındaki üç çocuğun trajik öyküsü. Cinayete karışan bireylerle, ailelerle konuşan, davayı baştan sona izleyen belgeselciler medyanın gücünün toplumun vicdanını nasıl etkileyerek biçimlendirdiğini gösteriyorlar. Film, kurbanların, kuşkulananların, ASLI SELÇUK ailelerinin acılarını, düşkırıklıklarını, umutsuzluklarını yakından izliyor. Heavy metal müzik dinleyip, sürekli siyah giyindiklerinden cinayetle suçlanan Damien Echols, Jason Baldwin ve Jessie Misskelley‘in masumiyetine inandıklarından Revelations: Paradise Lost 2’yi çeken yönetmenler yeniden West Memphis’e dönerek ölüm cezasıyla yargılanan gençleri destekleyen gruplarla görüşüyorlar. Bu devam belgeselini çekerken ölüm cezasını sorgulamaya başladığını söyleyen Berlinger, Amerika’da yasa sisteminin ne denli yanlış olduğunu algılayarak üçüncü bölümü çekmeyi düşündüklerini de açıklıyor. Metallica: Some Kind of Monster (2003), Iconoclasts: Quentin TarantinoFiona Apple (2006), Iconoclasts:Sean PennJon Krakauer’i (2007) TV için çektiklerini belirtiyorlar. Çekimi üç yıl süren Metallica tüm zamanların en çekici heavy metal grubu Metallica’nın ayrıntılı bir portresini çizerken grup elemanlarının birbirleriyle olan ilişkilerini, kişisel sorunlarını, her an değişen müzik endüstrisinin oynaklığını, özel yaşamlarıyla milyon dolarlarla dönen endüstrinin istekleri arasında denge kurmalarını sergiliyor. Iconoclasts: Sean PennJon Krakauer’de yazarın çok satışlı romanı Into the Wild‘ı sinemaya uyarlayan Penn’le Krakauer’in Alaska tutkusunu, romanın kahramanı Chris McCandless‘in serüvenci ruhunu, yaratım sürecini izliyoruz. Günümüzde dijital çekim tekniğinin ve MTV zihniyetinin etkisinin çok yoğun olduğuna da değinen ikili televizyona çalışmanın değişik bir disiplini olduğunu, iyi belgeseller çekebilmek için televizyona çok iş yaptıklarını söylüyorlar. Çekimde herşeyi kaydettiklerini, herşeyi kaydetmezseniz bir şeylerin kesinlikle noksan kalacağını, karakterleri olaylara yönlendirmek için onlarla uzun süre geçirdiklerini vurgulayan Berlinger’le Sinofsky’nin son projeleri de çok ilginç. Sinofsky, ağır suçluların yattığı Saint Quentin tutukevinde beyazlardan, siyahlardan, latinlerden oluşan dokuz cinayet suçlusuna yaratıcı öykücüler olmayı, senaryo yazmayı, film çekmeyi öğretiyor. Berlinger Amazon’u kirleten Texaco petrol şirketiyle ilgili bir belgesel gerçekleştirmekte. “Amazon’da petrol bulan Texaco çıkan zehirli atıkları nehre pompalayarak harcamalarını ucuza getirme yolunu seçti. Böylece yağmur ormanlarını, nehri sorumsuzca kirleterek öldürmeye başladılar” diyen Joe Berlinger bu ünlü Amerikan şirketinin neden olduğu doğa katliamını ele alıyor. Peri Tozu, hala sihrin olduğunu varsayan ve ona tutkuyla inanan kocaman çocuklara özgü bir hikâye… Bu film, acı, tatlı, hayata dair her ne varsa onu gülümseyerek göğüsleyebilenler, kadere postasını koyabilenler ve yarınlara umutla bakabilenlere dair. Aşktan büyük büyü mü var? Peri Tozu, aşk için yaşayanların üstlerine serpilsin, düşler ALPER ülkesinin kapısı ardına dek TURGUT açılsın. ABD’de sinema eğitimi alan genç yönetmen Ela Alyamaç, yaralı kalplere masallar kıvamındaki Peri Tozu’nu hem yazdı hem de yönetti. Tamam, bana sorarsanız senaryo dörtdörtlük değil, hatta hikâye yer yer basit de kaçabiliyor. Yaratıcılıktan yoksun demek emeğe saygısızlık ve hatta insafsızlık olur ancak film şaşırtmaktan da muaf… Şimdi diyeceksiniz ki bunların toplamından kötü bir film çıkar ortaya… Yanıtım; tabii ki hayır olacak. Çocuk yürekli büyükler, bu filmi sevecekler. Melankoli, romantizm ve derin bir hüzün… Evet, aşk… “Dünyanın Orta Yerinde Aşk İçin Ağlıyorum” diye bir film var, belki bilirsiniz… Beklenen gelecekse, buğulu gözler, bulutlu bakışlar, eminim tümden hazır. Toparlamaya çalışayım. Çocuk düşlerimize ipotek koyan Peter Pan adlı hergeleyi, istisnasız hepimiz biliriz. İskoçyalı ünlü roman ve tiyatro yazarı Sir James Matthew Barrie, onu tam 106 yıl önce yarattı. Kanatsız uçabilmek ve olmayan ülkeye gidebilmek için peri tozuna ihtiyaç duyar çocuklar… Ve yılların ağır yüküyle yaşlı bir kadına dönüşen Wendy, gölgesinden bile hızlı hareket eden yeniyetme Peter Pan’ı asla unutamaz. İşte, Peri Tozu, ruhunu birçok kez beyazperdeye uyarlanan Peter Pan’dan almış, hayal çocuk, yine esin kaynağı olmuş. (Johnny Depp ve Kate Winslet’ın rol aldığı, Marc Forster’in yönettiği 2004 tarihli Düşler Ülkesi Finding Neverland, ne hoş bir Peter Pan uyarlamasıydı, anımsatmadan geçemeyeceğim.) AŞKA İNANANLAR... İlk kez “İkinci Bahar”da karşımıza çıkan şirin, sevimli, çıtı pıtı kadın İpek Değer ile “Çemberimde Gül Oya” ile genç kızların sevgilisi haline gelen Mehmet Ali Nuroğlu, Peri Tozu’nun başrollerini üstlenmişler. İpek Değer ile Mehmet Ali Nuroğlu’nun yeteneği geçtim, oyuncu olmak için doğdukları gibi bir izlenim oluştu bende… Umarım gelecekte yanılmadığımı hep birlikte görürüz. Tiyatro, film ve dizilerden yüzlerini hatırladığımız pek çok aktör ve aktris de yan rollerdeler… Barış Yıldız, Serkan Ercan, Damla Özen, Ahmet Uz, Aytaç Öztuna, Kaya Akaya, Devrim Atmaca, Emin Gümüşkaya, Deniz Tunca ve Fuat Onan’ı bir çırpıda sayabilirim. Ve çocuk oyuncular, Naren Sezgin, Fırat Yalçın, Ege Ardıç ve Aleyna Tatlıcı, geriye dönüşlerle (flashback) içinizi ısıtacaklar. En son “Ulak”ta görev alan Bosnalı görüntü yönetmeni Mirsad Herovic işinde zaten iyi… Kurgu, Mustafa Presheva’ya, müzikler ise Emre Dündar’a emanet… 35 Milim Filmcilik dağıtımıyla Kara Kedi Film tarafından vizyona çıkarılan Peri Tozu, 4 Nisan günü sinemalarda… Not; hazır güneş açmış ve bahar kapımızı çalmışken, “Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları” klişesi yine hayat bulur ve artık olmayacak duaya bile âmin denilir. Siz aşka inananlar, bu filmi kaçırmayın… SİHİR ETKİSİNİ GÖSTERECEK Mİ? Boğaz manzaralı bir evde uyanırız. Çocukluk arkadaşları Deniz ve Emre, koca kentin karabasanlarına inat kendi yarattıkları düşsel bir evrende yaşamaya çabalarlar. Onlar, küçük birer çocukken birbirlerine söz vermişlerdir. Hayata pembe gözlüklerle bakmak gibi… Neşeleri hiç eksik olmaz, bu ruh halinden çevrelerindeki insanlar da etkilenir. Onlar için acımasız yaşam (her şeye karşın) ağız dolusu bir kahkahadır… Sonra bir gazetede foto muhabirliği yapan Cem ile tanışırız. Onun dünyası, affedememenin, öfkenin ve nefretin karanlığına mahkum olmuştur. Doludizgin bir umursamama ve sürekli bir tükenme hali… Öylesine yaşamak. O, sevgilisinin bitmeyen ısrarı üzerine evlenme fikrine, “tamam” anlamında kafa sallar. Cem, cadı annesinin kendisinden nefret ettiğini düşünür… Son kez ta küçükken gördüğü babasının evi terk etmesini ise kabullenmemektedir. Ailesiyle bu denli sorunlar yaşayan bir adamın evlenmeye onay vermesi, onu daha da boğacaktır. Neyse… Deniz ve Emre, iki zıt kutup, iki ayrı dünya… Elbette yolları kesişecektir. Tesadüf kaçınılmazdır. Kaderlerini birleştirecek an, Deniz’in hayatının altüst olduğu hastane sürecidir. Çünkü canından çok sevdiği Emre, gencecik yaşında kalp krizi geçirmiştir. Ameliyat sonrasında Emre, komaya girer. Uyanması için bir mucize gerekmektedir. Deniz, Emre ile yıllarca önce gittikleri Kapadokya’yı anımsar. Adı üstünde Peri Bacaları… Peri Tozu için daha uygun bir yer var mıdır dünyada? O inanır ve Cem’i de peşinden sürükler. Yolculuk, şüphesiz onları yakınlaştıracak ve değiştirecektir. Ama acaba sihir etkisini gösterecek midir? Bu sorunun cevabını da ben vermeyeyim. http://alperturgut.blogcu.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle