12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 MART 2008 CUMARTESİ 7 Benim gözümde mülkiyet esarettir Şevval Sam’ı ilk kez, katledilen meslektaşımız Hrant Dink’in Siyasetin, duruşması için Beşiktaş’ta bekleyen kalabalığın arasında paranın, gördüm. Yağmurlu bir gündü… O ana dek hakkında bildiğim şarkıcı ve oyuncu olduğuydu. Hah unutmadan inançların, şehirlerin herkes kadar, Leman Sam’ın kızı, futbolcu Metin kirinden şikayet ediyor Tekin’in eski eşi gibi bir bilgiye de sahiptim. Konuşunca anladım ki, kendini doğa, eğitim ve Şevval Sam. Yarış atı barışa adayan, hayatı sorgulayan ve ALPER gibi yaşayanlardan elini taşın altına koymaya her an hazır bir kadın vardı karşımda… İlk kaçmak istiyor. Birgün TURGUT güzel izlenimim, ne dediği anlaşılmayan büyük bir karavan alıp mırmır tiplerden değil dobra dobra bildiğini okuyor, lafını asla sakınmıyor. Şevval, sahnede gitmeyi düşünüyor delidolu, fıkır fıkır, gündelik hayatta ise olabildiğince sade, buralardan... doğal, inatçı (foto muhabirimiz Vedat Arık ile tek kare çekim için dökmediğimiz dil kalmadı) ve samimi… O, üstüne basa basa “ben Anadoluluyum” diyor ve Televolelerde ziyadesiyle tanık olduğumuz vıcık vıcık ilişkiler ağına tahammül edemiyor. Karavanıyla çekip gitmek için 11 yaşındaki oğlu Tarık Emir’in hayata tutunması bekliyor. Ve ekliyor; “Mülkiyet esarettir.” Eğitim ile başlayalım. Lise, üniversite, dershane… Belli ki ister söyleşi ister konser olsun, eğitim kurumlarına asla “hayır” diyemiyorsunuz… Eğitimi bir insanın açlığından daha fazla önemsiyorum. İnanın, eğitimsiz insan canavara dönüşüyor. Eğitimli insan öğrenebiliyor. Her türlü okula kapım sonuna dek açık... Onların tekliflerini geri çevirmiyorum. Öğrencileri reddetmiyorum. Çünkü memleketin geleceği bu… 11 yaşında bir oğlum var. Tarık Emir… Anne olmak bakış açımı değiştirdi, geliştirdi. Artık tecrübelerim, kendi cümlelerimi oluşturmama yardım ediyor. Onlara kendimden bir şeyler anlatırken, aktarırken bir yandan da onlardan bir şeyler öğrenebileceğimi biliyorum. Dikkatimi öğrencilerin para getirecek bölümlere yönelmesi çekiyor. İktisat ve işletme en baştaki tercihleri… Doğayla ilgilenmiyorlar, çevre ve ziraat mühendisi olmak istemiyorlar. Güney, Güneydoğu bölgelerini kapsayan geziden yeni döndünüz… İzlenimleriniz neler? Turne, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü haftasına denk geldi. İyi de oldu. Dicle Üniversitesi’nde söyleşi yaptım, mitinge katıldım. Antakya, Adana, Gaziantep, Mersin… Doktorlara konser verdim, dershane öğrencileriyle buluştum. Diyarbakır’ın Kayapınar Belediyesi tarafından yaptırılan Ekin Parkı ve Kadın Eğitim Merkezi açılışında yer aldım. Orada, kardeş olmaya hazır insanlar gördüm. Genç yaşında evlendirilmiş kadınlar, yöresel kıyafetleri içinde benimle yaşıt ancak benden büyük gösteren kadınlar vardı. Çoğu Türkçe bilmeyen kadınlara seslendim; “Dünyadaki en büyük şey sevgi ve saygıdır. Dostluktan hiç bir zaman vazgeçmemenizi diliyorum. Bizi ancak sevgi ve saygı kurtarır. Bende anneyim benimde çocuğum var. Sizin çocuklarınız, yetiştirdikleriniz yarın bu dünyayı yönetecek. Unutmayın. ‘Çoban daima koyunu, onun çıkarlarıyla kendisininkinin aynı olduğu konusunda ikna etmeye çalışır’. Din, dil, ırk ve mezhep ayrımının yapılmadığı bir gelecek diliyorum. Barış için ne yapılması gerekiyorsa ben her türlü görev almaya hazırım. Anladığım kadarıyla oldukça etkilenmişsiniz. Daha önce hiç Güneydoğu Bölgesi’ne gitmemiş miydiniz? “Aşkın dağlarda gezer” adlı dizinin çekimleri sırasında, üç ay Şanlıurfa’da kaldım. 24 yaşındaydım. Gördüklerimi, duyduklarımı, yaşadıklarımı, hissettiklerimi yorumlayamıyordum ki… Ben kendi farkıma ancak 30 yaşındayken varabildim. Şimdi puzzle’ın birinci etabını tamamladım. Dağınık bilgiler toparlandı, hayatı yorumlamaya başladım. Ben Adanalıyım (annem Rize kökenli olsa da) yani Güneyli insanın sıcaklığına birinci elden tanığım. Ama bunca güzellik arasında olumsuzluklar da yok mu? İnsanlar eğitimsiz. Soru sormaktan kaçınıyorlar, düşünmekten korkuyorlar. Ve bunun dışında bölgede, dünyanın en güzel kentlerini, en zevksiz şehirlerine çeviren bir zihniyet hâkim. Grafik mezunuyum, bunun bana büyük etkisi oldu. Özellikle estetik algılayışı konusunda… Çirkin binalarla dolu, kasaba ve köyler görmek çok acı verdi. Gayet şekilsiz kilim desenli evler, sıvasız, boyasız yapılar. Orijinal taşlara beton dökmüşler. Binlerce yıllık sarnıcın yerine bina dikilir mi? Tarihe saygı yok. Tek kelimeyle ucuz. Ve tüm samimiyetimle söylüyorum ki, utandım. Yaşamı yorumlamaya başladığınıza göre, sizden duymak istiyorum. 35 yaşında, geleceğe umutla bakabiliyor musunuz? Umudu ne yazık ki köşe dönücülük olarak bilenler var. Ancak benim umudum, uzun soluklu bir mücadeleden geçiyor. Haklarını savunan kadınları görmek istiyorum. Güvenlik, eğitim, adalet. Her türlü sorun çözülsün istiyorum. Evet, umut uzak bir günışığı… Biliyorum. Dünyada salt boyun eğenler ve dayatılanı kabul edenler yok. Kölelik zamanında direnenler, umudu Biraz da gündelik hayata dönelim. Bir gününüz nasıl geçiyor? kaybetmediler. Yoksa bugün ABD’nin siyahî bir başkan İki yıldır bilfiil çalışmıyorum. Evimde huzur bulan biriyim. Çok adayı olmazdı. gezmem, çok dolaşmam. Çekirdek bir dost grubum var, oğlum Bildiğim kadarıyla ünlü düşünür Nietzsche, “Umut, okuldayken toplanırız. Bunun dışında fotoğraf çekmeyi işkenceyi uzatır” demiş… seviyorum. Sayıları 40’dan fazla olan Türkiye’deki etnik gruplarla Eskiden yüz kişiden biri kansere yakalanıyordu. ilgili kitaplar okuyorum. Sadece dizi dönemlerinde yoğun Günümüzde her 8 kişiden 2’si kanserin pençesinde… oluyorum, muhtaç olmadan çekip gitmek için çabalıyorum. Özellikle Karadeniz Bölgesi, kanser hastalarından Özgürlük ve huzur, “gitmek” ile mi geliyor? geçilmiyor. Herkes hasta herkes kanser... Sevgili Kazım Çocuğum olmasaydı bir an bile durmazdım. Siyaset kirli, para kirli, inançlar kirli, şehirler kirli… Korkunç bir süratle ilerliyor Koyuncu’yu işte böyle kaybettik. Tek kanser de değil. hayat. ‘Şu dağın tepesinde Bizler iyileri erken kaybediyoruz. Uğur Mumcular, Adnan kar var’ derseniz, Kahveciler, Gaffar Okkanlar, Deniz Gezmişler, Metin insanlar, Göktepeler erken gittiler. Hepimiz cezaevindeyiz. gidip Umudumuz, F tipi cezaevinden yarı açık cezaevine onu geçer miyiz de… Aldığımız soluk, bizi boğuyor ve dünyayı açlık bekliyor. Günü gelecek ideolojiler anlamını yitirecek. Çünkü ekonomik, sosyal, küresel bir yok oluş ile karşı karşıyayız. Belki 300 bin yıl sonra plastik eriyecek ama ortada insan da kalmayacak. Veya insanlar animasyonlarda gördüğümüz mutantlara benzeyecek. Garip yaratıklarla dolu bir gelecek uzak değil. Doğanın hayati önemini anlatamıyoruz. İnsan, onun bir parçası olduğunu idrak edemiyor. Yardım edecek insan kalmayınca başka bir dünya nasıl mümkün olacak. Doğa sevgisi benim için vazgeçilmez. Kırıkkale’deki Hasandede Belediyesi’ne ‘bana toprak verin’ dedim. Kızılırmak kıyısında, “Şevval Sam Ormanı” oluşturulacak. 5 bin ağaçlık bir orman bu. Ben de onlara karşılığında 31 Mart günü konser vereceğim. Egzotik ülkenin aykırı markası Yurtdışından bakınca bir hayli egzotik görünen İstanbul bir cevherini daha yurtdışına kazandırdı. ‘Aslı Filinta İstanbul’ adını verdiği markası, Adana’dan New York’a uzanan hikayesi, ekonomi okuduktan ÖZGE sonra moda sektörüne geçmesi KESKİN ve son olarak kendi markasını yaratmasıyla dikkat çeken tasarımcı Aslı Filinta, New York’da çoktan ünlü olmuş. Amerika’da aralarında Calvin Klein markasının tasarım direktörü, Lindsay Lohan, Heidi Klum, Shout Up Louds ve Au Revoir Simone grubu üyelerinin de olduğu pek çok ünlü onun tasarımlarını çoktan keşfetmiş, hatta Forbes dergisinde ‘Türk Tasarımcılar‘ başlığı altında yer almayı başarmış. Adana’da doğan ve üniversite için Ankara’ya giden Filinta, çalışmak için İstanbul’a gelmiş, son olarak da kendi deyimiyle, ‘hızını alamamış‘ ve kendini New York’da bulmuş. İstanbul’da çalışırken ekonomi sektörünün kendisine göre olmadığına karar veren Filinta, bir çok Türk tasarımcının başlangıç noktası olan Vakko’da işe başlamış ve Vakkorama’ya geçmiş. Son olarak da Tuvana Büyükçınar ile birlikte koleksiyon hazırlamaya başlayan Filinta, yaptığı işin eğitimini de almak isteyince New York’da bulunan Parsons the New School’da eğitim almaya karar vermiş. İnsan nereye giderse gitsin kaynağın yine kendisi olduğuna inanan Filinta, fırsatlar açısından New York ve İstanbul’u karşılaştırdığında aralarında çok fark olmadığını ancak New York’da DIY (do it yourself) ‘kendin yap‘ kültüründen dolayı herkesin istediği şeyin peşinden gittiğini vurguluyor. “Müzisyen, tasarımcı ya da oyuncu olacağım dediğinde herkes sana inanıyor. Çünkü herkes başta kendine inanıyor“ diyor. Anneannelerin danteli New York’ta Tasarımlarında tişört, elbise ve şapkaya ağırlık veren Filinta, New York’taki insanların İstanbul’dan geldiğini duyduklarında tasarımlarını çok daha fazla ilginç bulduklarını ve New York’da İstanbullu olmanın çok egzotik olduğunu söylüyor. Moda tasarımları şu anda Amerika’nın New York, Los Angeles ve Seattle şehirlerinde satılan ve yoğun talep gören Aslı Filinta ürünlerinde kullandığı malzemelerinin çoğunu İstanbul’dan alıyor ve tasarımlarında mutlaka İstanbul öğesini kullanıyor. Örneğin ürünlerin etiketlerinin altında minik bir parça dantel var. Sezon moda akımlarına ve renklerine aykırı olmak gibi bir şartı olduğunu da belirten Filinta’nın tasarladığı şapkaların içinde İstanbul yazacak. Tasarımlarını hazırlarken İstanbul’dan da etkilendiğini belirten Filinta, “Bir zaman sonra belirli bir evin, yurdun sınırlarını aşıyorsun ve gördüğün, okuduğun, dinlediğin her şeyden etkilenebiliyorsun. Ama tasarımların, mantığın ve düşüncenin özü her zaman aynı. Mesela etiketlerimin altında eskiden anneannelerimizin, babaannelerimizin televizyonların, masaların üzerine örttüğü danteli simgeleyen minik bir parça dantel var” diyor. Türkiye’deki moda severler Filinta’nın tasarımlarına şimdilik www.aslifilinta.com internet adresinden bakabilir ya da biraz daha sabredip önümüzdeki aylarda Mayadrom A46’da satışa sunulmasını bekleyebilirler. İnançlar kirli, kentler kirli da alırlar. Ne varsa topluyorlar, deli gibi çalışıyorlar. Bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar. Oysa para, aşkı ve cinselliği öldürüyor. İnsan kendine zaman ayırmıyor. Yarış atı gibi yaşıyor. Hayat siyah ve beyazdan ibaret değil. Faşizan gördüğün şeyde insana dair... Zaten benim gözümde mülkiyet esarettir. Küçük bir minibüsüm var. İleride büyük bir karavan alıp buralardan gideceğim. Oğlum hayatını kurduğu zaman ben misyonumu tamamlayacağım. Sizi sinemada pek göremiyoruz. Neden? Ortada bir klan var. Ve bunlar Cihangir’de toplanmışlar, kapalı yaşıyorlar. Onların arasında gezmeyince şansınız pek yok. Ne kimseyi içeri alıyorlar ne de kimsenin gitmesini istemiyorlar. Aidiyet duygusu gerçekten büyük bir zaaf... Kimsenin klanına girmedim. Şimdi ben, eli, yüzü düzgün bir insanım. 15 yıldır oyunculuk yapıyorum. Komedi de dram da oynadım. Ama sinema filmim yok. Bazen abuk sabuk senaryolar geliyor. Beni filmlerine aksesuar olarak koymak istiyorlar. Benim için sinema bu değil. Oyunculuk, oyunculuk haricinde bir şeydir. Psikoloji, antropoloji, sosyoloji… Ne derseniz deyin. Aktör, aktris, karakteri elbise gibi üstüne cuk diye oturtmalıdır. Dün akşam Kolera Günlerinde Aşk’ı izledim. Oyunculuklar çok iyiydi. Türkiye’de ise örneğin erkek oyuncular sağa sola sert bakışlar fırlatarak oyunculuk yaptığını sanıyor. Bu oyunculuk olarak algılanıyor. Önce Türk Sanat Müziği albümü “Sek” ardından İstanbul’s Secrets… Ufukta yeni bir albüm var mı? Yeni albümüm yakında çıkacak. Albümde Karadeniz türküleri ve şarkıları olacak. (Kanser illeti nedeniyle erken yitirdiğimiz Kazım Koyuncu ile yaptığı ve gayet başarılı bulunan düetin ardından insanlar bunu zaten bekliyordu) Müzik hep vardı. Sanırım genetik… Annem Leman Sam, çok önemli bir ekol. Dile ve şivelere yatkınlığım ise ailemden geliyor. Annem ve babam 20, ben de 10 dilde şarkı söyleyebiliyorum. Yeni bir dizi? Kanal D’de yayınlanacak olan “Derman” adlı dizide oynayacağım. Gani Müjde’nin yazdığı Derman, Türkiye’nin sağlık sistemini hicvedecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle