19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 MART 2008 CUMARTESİ 7 Bazen elektrikler kesilse de sohbet etsek diyorum Şaşırma duygumuzu yitirdik Ebru’nun da yaşadığı gibi kapitalist sistemin çarkları insanları eziyor, bastırıyor. Gün geçtikçe sistem daha da acımasızlaşıyor. Umutlu musunuz geleceğe dair? “Ben her zaman umutluyum. Çünkü karamsarlığın bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Her zaman yapacak bir şey vardır. Ne kendi bireysel yaşamım için, ne de ülkem için, ne de dünyadaki sistem için alternatifsiz kaldığımı hissetmedim. Çok çaresiz anlarım oldu tabiiki, ama bunlar kısa sürdü. Özellikle benim kuşağım, öyle bir devrin içindeyiz ki... Belli bir yaşa kadar, annelerimizin babalarımızın birbirlerine yazdıkları mektupları, dolaptan aşırarak gizli gizli okuduk. Postacıları tanırdık. Her şey birden bire o kadar hızlı bir şekilde değişti ki. Bizlere kısa bir fragman gösterildi, sonra her şey elimizden alındı. Belki bizden sonraki nesil daha şanslı. Çünkü öncesini bilmedikleri bir düzenin içine doğdular. Ama bizim bulunduğumuz zamanın içinde değişti çağ. Artık insan ruhuna aykırı davranıyoruz biz, bunu hissediyorum. Ben eminim ki birden bir kırılma noktası yaşanacak. Zaten yavaş yavaş bunun çatlak sesleri de çıkmaya başladı.” Ebru’yu hangi noktadan yakalayıp canlandırdınız? Ebru 1984 yılında yaşadı bu olayları, 2008 yılında hala yaşanıyor. Tam bu noktadan yakaladım. Biz böyle bir devrin içinde yaşıyoruz. O kadar çok pompalama yaşıyoruz ki . Bizim bir kalbimiz, bir ruhumuz vardı. Hayatta zevk aldığımız anlarımız vardı. Neredeler peki? Bu beni bazen aşırı bir geçmişçilik duygusuna bile sürüklüyor. ‘Aman bıktım teknolojiden be, şöyle bir elektrik kesilse de sohbet etmek zorunda kalsak’ diyorum ama artık o da olmuyor çünkü daha önceden şarj ettiğimiz bilgisayarlarımız var.” Yaşam, tutmaya çalışsak da hızlıca akıp gidiyor bu arada. “Üretmek insana haz veren bir duygu. Ama biz şunu karıştırdık. Tamam, ürettin, dur bi onun mutluluğunu yaşa. Ondan da vazgeçtik. ‘Hazzı ertelemek’ diye bir tabir var son dönemde. Kapitalist sistemin getirdikleri içinde boğulup gidiyoruz. Bir dakika ya, durun. Ne alkışlamayı biliyoruz, ne alkışı almayı. Koşuyoruz sürekli, nereye koşturduğumuzu bilmeden. Bunları dengeli bir şekilde yapabilseydik eğer, çok daha mutlu olacaktık. Ahkam kesmek istemiyorum. Ben de kendi içimde mutluluğu arıyorum ve yanıtını bulamadığım milyonlarca sorum var. Kimsenin ‘Sen çok biliyorsun’ demesini istemem. Herkesin acısı kendisine büyük. Yalnızca kendimle ilgili kısımlardan bahsediyorum. Hiçbir zaman büyük cümlelerim olmadı benim. Tam olarak da bildiğim bir şey yok. Herşeyi öğrenmeye, anlamaya çalışıyorum. Aslında bir bakıma hayattaki mutlululuğu da sağlayan şey bu. Biz giderek şaşırma duygumuzu yitiriyoruz. Şaşırmak, problem çözmeye çalışmak demek bir anlamda. Devinim halindesin demek.” Türk Amerikan ortak yapımı Meleğin Sırları filminde rol alan Nehir Erdoğan, kapitalist sistemin getirdikleri içinde boğulup gitmekten şikâyetçi. “Ne alkışlamayı biliyoruz, ne alkışı almayı. Koşuyoruz sürekli, nereye koşturduğumuzu bilmeden. Özellikle benim kuşağım, öyle bir devinim içindeyiz ki...” diyor. Meleğin Sırları/Broken Angel geçen hafta vizyona girdi. TürkAmerikan ortak yapımı olan ve tamamı Los Angeles’ta çekilen filmi konuşmak üzere buluştuk Nehir Erdoğan‘la. Filmden de konuştuk, Hollywood’a karşı Türk sinema sektörün duruşundan da. Çekingenliği, ürkekliği, ‘ahkam kesmek istemem’ diyen mütevazı yaklaşımı ile ZUHAL yaşama bakışını da anlattı tüm samimiyetiyle Nehir Erdoğan. umudu gördük gelecekle ilgili konuşurken, AYTOLUN Bakışlarındaki yüzünde her daim beliren gülümsemeyle de gösterdi yaşama sevincini. Babasından söz ederken uzaklara dalıp hüzünlense de sorguladığı sistemi konuşurken nasıl dik durduğu da göstergesiydi inancının. Sanki bir yanıyla sıkı sıkı tutunmuştu olduğu yere, ama bir o kadar da her an gidebilecek kadar eğreti. Yabancı Damat dizisiyle hafızalara kazındı Erdoğan. Şimdilerde vizyonda olan Meleğin Sırları filminde Ebru adında genç bir kızı canlandırıyor. Amerika’ya dil eğitimi için giden, ancak pek çok hayal kırıklığıyla defalarca çöken Ebru’nun hikayesi gerçek hayattan. Aclan Büyüktürkoğlu’nun yönettiği filmde Nehir Erdoğan’ın yanı sıra Nilüfer Açıkalın ve Ayşe Nil Şamlıoğlu rol alıyor. Ayrıca Jay Karnes, Patrick Muldoon ve Zachary Charles da filmde yer alan Amerikalı oyuncular arasında. Her oyuncunun hayalidir Hollywood. Siz nasıl dahil oldunuz filme? “O zamanlar Okul ve Hababam Sınıfı Merhaba isimli sinema filmlerinde rol almıştım ve onlar yeni çıkmıştı vizyona. Telefon, Amerika’da yaşayan yönetmen Aclan Büyüktürkoğlu ve yapımcısenarist Leslie Bates Büyüktürkoğlu’nun Ruba adlı bir arkadaşlarından geldi. Ruba, benim hiçbir filmimi izlememiş olsa da, beni istemiş. Onunla irtibatlandıktan sonra yönetmen ve yapımcıyla tanıştık, konuştuk ve onayladık karşılıklı. 2.5 yıl boyunca alkol üzerine çalışmalar yaptım, okudum, araştırdım. Hep oturup konuştuk, film üzerine hayaller kurduk. Bu arada maddi manevi hazırlıklar sürdü.” Daha önce Amerikan yapımı film teklifi gelmiş miydi? “Bu film için teklif geldikten sonra üç ayrı Amerikan yapımı film teklifi aldım. Üçününde senaryosunu okudum, memnun kalmadığım için kabul etmedim. Hiçbir zaman Hollywod filmi olsun, ne olursa olsun demedim. Öyle bir fikrim hiç olmadı. Teklif gelen filmler kötü değildir belki ama benim içinde olmak istemediğim projelerdi.” Türk sineması ile Amerikan sinemasını karşılaştırma fırsatı buldunuz. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye neresinde kalmış gelişmelerin? “Hep söylüyoruz ama gerçekten orada işleyen sistemi görmeniz lazım anlayabilmek için. Zor şartlarda çalışıyor olsak da herşeyin en iyisini yapmayı hedefliyoruz. Bizim maddi olanaklarımız gelişmiş, endüstrimiz oturmuş değil. Sinema endüstrisine yatırım yapılmıyor. Çünkü yasalar yönlendirici ve motive edici düzeyde değil. Maddiyattan kaynaklanan teknik olanak konusunda bazı eksikliklerimiz olabilir. Kendi çapımızda bir sistem kurmuş olabiliriz ama ana başlıklar altında toplanmış, tıkır tıkır işleyen bir sistemimiz yok. Ancak oyunculuk ya da yönetmenlik anlamında hiçbir eksiğimiz yok. Fazlamız dahi olabilir. Yeteneğin ya da çalışmanın parayla ölçülen bir değeri yoktur çünkü. Hollywood’u bu kadar gözümüzde büyütmemizin nedeni, sektörlerinin çok gelişmiş olması ve dünyaya çok iyi pazarlayabiliyor olmaları. Ama sanıyorum oyunculuk adına mesele Amerika’da doğmak ya da doğmamakla ilgili. Eminim ki buraya bir kepçe gelse, bir dolu oyuncuyu alsa ve Amerika’nın göbeğine koysa, çok da başarılı işlere imza atılabilir. Bu film benim başarım değil. Bir çok başarılı oyuncu arkadaşıma bu fırsat verilse, en iyi şekilde değerlendireceklerine eminim.” Yalnızca maddi ve teknik olanaksızlık mı geride bırakan? “Türkiye’de her alanda, her iş gelir herkesin elinden. Bizlerin pratik zekası gelişmiş. Burada ahkam kesmeyeceğim. Sosyolog ya da ırkbilimcisi de değilim. Ama biz bir savaştan ağır şartlardan çıktık, çalıştık ve hızlı bir şekilde geliştik. Aslına bakarsanız karaladığımız, kötülediğimiz eğitim sistemimiz de o kadar kötü değil. Bizdeki bireysel bilgi Amerikalı öğrencilerde yok. O yüzden buradan oraya okumaya giden öğrencilerimiz birden okul birincisi oluyor. Biz bir şekilde işimizi halletmeyi, başımızın çaresine bakmayı, o bilgiyi işlemeyi biliyoruz. Biz yaşama tutunmayı iyi kavramışız. Biz çalışkan bir millet değiliz bence. Biraz daha çalışkan olsak keşke.” Amerika’da film çekmenin ve Amerikalı oyuncularla oynamanın zorlukları oldu mu? “Oyuncuların kapris yapma durumları yok çünkü her şey onlar adına sistem tarafından düşünülüyor. Çalışma saatleri belli, yemekleri, karavanları hazır. Çalışma saatleri sarkmıyor. Önceden hangi sahnenin çekileceği detay detay veriliyor. Bir de üzerine kapris yapsalar, rahatsızlar derim ki bizim setimizde öyle oyuncular yoktu.” EVSİZLER SİSTEMİ REDDEDİYOR Meleğin Sırları gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazıldı. Ebru ile tanışmış olmayı ister miydiniz? “Ebru, Amerika’da geçirdiği yılların ve yaşadığı olayların ardından yaşamını yitirmiş. Ancak tanışma şansım olsaydı, sanıyorum istemezdim. İpuçlarından yola çıkıp role hazırlanmayı tercih ederdim. Ebru hakkında günlüklerinden yola çıkılarak yazılmış ‘Rüzgarlı Şehir’ adında bir roman ile bir senaryo var okuduğum. Ayrıca yönetmenle birlikte konuşup tartışmalarımız var. Onlardan yola çıkarak bir karakter oluşturdum. Ebru’nun kendisiyle tanışsaydım eğer, mutlaka başka bir şey çıkardı ortaya. Belki daha iyi, belki daha kötü.” Çekim süresince yaşadığınız farklı deneyimler var mı? “Makyajım çok gerçekçiydi. Çekim aralarında kamera yer değiştirirken birilerinden sigara istedim, konuşmaya çalıştım. Ne kamera aradı gözler, ne de güldü. O kadar alışkınlar ki sokakta yaşayan insanlara. Evsiz olmak onların tercihi çünkü. Devlet onlara bir yer tahsis etmiş durumda. Ama onlar, gerçekten sokakta yaşamak istedikleri için orada yaşıyorlar. Nasıl bir ruh hali, ne yaşayıp o hale gelmişler, çözmek mümkün değil. Reddediyorlar sistemi, tüketimi ve toplumdaki herkesi. Öyle ki içlerinde maddi durumları çok iyi olanlar da var. Belli bir kırılma noktası yaşamışlar. Herkesin, hepimizin başına gelebilir. Öyle bir hayatın içinde yaşıyoruz ki her şey aslında bir kırılma noktasına bakıyor. Acaba kim deli? Onlar mı biz mi?” Bir öfke hali olsa gerek. “Mutlaka. Ama hepimizin düşünmesi gereken bir nokta var. Biz de bir gün o ruh haline bürünebiliriz. Hayatta herşey hepimiz için. Aslında biz yaşamdan çok keskin virajlar bekliyoruz ki geçişleri farkedelim. O kadar keskin olmuyor, bir bakıyorsun dönüvermişsin. Aslında hayatın içinde çok yumuşak geçişler var ve biz farkında olmadan yaşıyoruz. Ahkam kesmek istemem. Sosyolojik ve psikolojik açıdan bakmak lazım. Ama bu benim görüşüm.” Peki siz kırılma noktaları yaşadınız mı hayatınızda? “Yaşadığım her şeyi, kendim tercih ettiğime inanıyorum. Olumlu ya da olumsuz. Benim virajlarım keskin olmadı hiçbir zaman. Bir tek babamın ölümü çok acı ve çok keskin bir dönüm noktasıydı. O da benim engel olamayacağım bir şeydi. Onun dışında kendi aldığım kararlar doğrultusunda yaşadım doğruyu yanlışı. İçimdeki cesaretle aldığım için kararlarımı, bana o kadar da büyük kararlarmış gibi gelmedi hiçbir zaman. Normal akış gibi.” Babanızdan söz etmişken, babanızın da bir fotoğrafı var filmde. Sizin için nasıl bir anı? “Hoşluk tabii. Bu durumun filmin sanatsal değerine çok büyük artılar ya da eksiler getireceğini düşünmüyorum. Yönetmenin isteğiydi, bir süre durup düşündüm. İnsanlar acaba ‘Babasını kullanıyor’ der mi diye de düşündüm. Babam hayatta olsa izin vermezdi fotoğrafını filmde kullanmama. Ama içinden isterdi mutlaka. Beni de ikna eden bu oldu. Eminim bir yerlerden görüyor. Onunla ortak bir çalışma yapmışız gibi hissediyorum. Onun anısını da taşıyor film bir taraftan. O yüzden de özel benim için.” Büyük güçler, büyük emeller Amerikalılar Türkiye’yi nasıl görüyor? Orada Türk algısı nasıl? “Bizi bilmiyorlar. Biz kendimizi suçluyoruz ya hep, kendimizi anlatamıyoruz diye. Biraz da onların cehaleti. Bu dünya üzerinde yaşıyorlar, neden öğrenmeye, aslını araştırmaya çalışmıyorlar? Böyle bir ülkenin vatandaşı olarak yaşamlarını sürdürmesinler, boş durmasın, araştırsın öğrensinler, dünyadan bi haber yaşamasınlar. Çoğu bizi kara çarşaflı sanıyor. Tutucu olarak yorumluyorlar. Aslında bizde olan değerlerin bir çoğu onlarda da var. Ama onlar burayı daha farklı algılıyor, görmek istedikleri gibi görüyorlar.” Siz aksi olduğunu anlatmaya çalıştığınızda nasıl tepkiler geldi? “Mesela bir gün kuafördeydim. Orada tanıştığım bir bayan, ‘İstanbulda mı yaşıyorsun? Bar var mı ki sizin orda, nasıl eğleniyorsunuz?’ dedi, ‘Sanırım sadece evlerde parti veriyorsunuz.’ Bende ‘Peki sizin okyanus kenarında barınız var mı?’ dedim. ‘Hayır yok’ dedi. Çünkü yasak orada. Yasakları ve katı kuralları var. Normal kafe, barlar 00.00’da kapanmak zorunda. Gece klüpleri de gece 02.00’de kapanıyor. Çok sinirlenmiştim tavrına. ‘Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boğazın üzerindeki gece klüplerinde, ben sabaha kadar eğlenebiliyorum. Sen yapabiliyor musun bunu?’ dediğimde öylece bakakaldı. Belki de yalan söylediğimi sandı. Ama katı kuralları olan onlar aslında. Öyle ki restoranın dış kısmında içki içmek, içerisinde sigara içmek yasak.” Gerçi biz de o noktaya gidiyoruz. “Evet o noktaya gidiyoruz ama inşallah gitmeyeceğiz şu son gelişmelerle. Özgürlükler ülkesi Amerika dediğimiz yer, aslında çokca kısıtlamalara sahip. Buna rağmen bizi görmek istedikleri gibi görüyor, bakmak istedikleri noktadan bakıyorlar. Orada belki başka şeyler de giriyor devreye. Bizi öyle gösteriyorlar. Bunlar çok da kafamın basmadığı, anlayamadığım şeyler. Büyük güçler, büyük emeller...” Peki bu algı Türk Sineması’nı nasıl vuruyor sizce? “O tamamen bizim elimizde. Biz yavaş yavaş kendimizi farkettirmeye başladık. Nuri Bilge Ceylan Cannes’da ödül alıyor. Bir çok filmimiz Avrupa festivallerine katılıyor, ödül alıyor. Amerika istediği kadar görmezden gelmeye çalışsın, istediği kadar soyutlasın. Türkiye genç nüfusuyla birlikte gelişmeye devam ediyor. Eninde sonunda da doğrusunu öğrenmeye başlayacaklar.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle