Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 07 7/2/08 16:33 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 9 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ 7 Kâzım, aramızdan geçip gitmiş olmasın diye.. K aradeniz’in ama Türkiye’nin, hem de dünyanın isyancı müzisyeni Kâzım Koyuncu’yu ne yazık ki genç yaşında 25 Haziran 2005’te kaybettik. Anısına bir şeyler yapmak isteyen de çoktu, Kâzım’a layık olup olmayacağına kuşkuyla bakan sevenleri de çoktu. Kâzım’ın dostları Ümit Kıvanç’ın bir belgesel çekmek istediğini, elimdeki fotoğraf ve röportaj kayıtlarını verip vermeyeceğimi sorduklarında hiç tereddüt etmedim. Kıvanç’ın kitaplarını, yazılarını biliyordum. “Kızlar ve Kökler”, “Filistin 2003”, “Bitti Derken Başladı”, “Bir Dakika Karanlık”, “Naze” belgesellerinde imzası vardı. Ümit Kıvanç, Kâzım’ın ölümünden birkaç ay sonra gelişigüzel kaydedilmiş 100 saatlik görüntü, 12 saatlik ses bantları, binden fazla fotoğraf üzerinde olağanüstü bir gayretle çalıştı. Hopa’ya gitti, Koyuncu ailesiyle dost oldu. Yarısından fazlasını tamamladığı film, evine giren hırsızın çaldığı bilgisayarıyla birlikte bir anda elinden gitti. Bu sırada sevgili dostu Hrant Dink’i kaybetti. Kıvanç, tam belgeselinin basım işleriyle uğraşırken Hrant’ın ölüm yıldönümü geldi. Birçok sanatçı dostunun da desteğiyle Hrant Dink’i anma gecesine yetiştirdiği “Hrant İçin Adalet İçin” belgeselinde, cinayete nasıl göz yumulduğunu bir kez daha ortaya koydu. Her şeye karşın tamamladığı Kâzım belgeseli, geliri Umut Çocukları Derneği’ne aktarılmak üzere geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik’ten 3 DVD halinde yayımlandı. Üç buçuk saatlik film adını Patika grubunun “Aşk Beni Büyütmedi” albümünde Kâzım’ın söylediği “Ayrılık Şarkısı” parçasının bir dizesinden alıyor: “Şarkılarla Geçtim Aranızdan..” Ümit Kıvanç’ın bir sinema filmi tadı veren belgeselinde birkaç sahne dışında Kâzım’ı sadece “müzisyen, Karadenizli ve hepsinin ötesinde devrimci” Kâzım kendisi anlatıyor. HATİCE TUNCER Belgesel filmci, yazar Ümit Kıvanç’ın Kâzım Koyuncu anısına yaptığı “Şarkılarla Geçtim Aranızdan” belgeseli DVD formatında Kalan Müzik tarafından yayımlandı Neden Kâzım belgeseli çekmek istediniz? Ben Kâzım’ı hep bir arkadaşımmış gibi hissettim, öldüğünde de arkadaşımı kaybetmiştim sanki. Hiç tanışmadım ben Kâzım’la. Filmi yaparken daha da arkadaş oldum. Şimdi en yakınındaki insanlar filmi gördükten sonra derin bir hayret içerisindeler. “Sanki sürekli Kâzım ile berabermişsin gibi” diyorlar. Çünkü benim Kâzım’la kafa bakımından çok garip birtakım ortaklıklarım var. Kafamızın derinlerdeki bir şeylerin neredeyse aynı olduğunu ben düşünüyorum. Gündelik hayat içerisinde kullandığımız birtakım kelimeler bile aynı. Kâzım öldüğünde kendi albümleri dışında “onu yaşatacak illa bir şey yapayım” diye düşündüm. Ya film yapacaktım ya kitap yazacaktım. Zuğaşi Berepe’yi beraber kurdukları, grubun solisti ve şarkı sözlerini de yazan Memedali Barış Beşli’nin Yaşam Radyo’daki programına gittiğindeki birkaç saatlik ses kaydı elime geçti. Gördüm ki bir şeyler daha bulursak, sadece Kâzım’ın konuştuğu bir film yapılabilir. Kâzım bize bu imkanı verdiği için yapabildik. Malzemeleri nasıl topladınız? Koyuncu ailesi ilk gittiğim andan itibaren son derece sıcak davrandı. Evlerinde kaldım, otelde kaldığımda da mutlaka kahvaltıya çağırıyorlardı. Kâzım’ın ağabeyi Hüseyin bizimle beraber çalıştı, kamera ayağı taşıdı. Son derece sıcak ve yakın, bir aile dostu gibi davrandılar. Bir kutu dolusu fotoğraf, belge, film için çok malzeme verdiler. Kâzım’ın etrafındaki herkesle sırayla tanıştım. Benim bunu yapabileceğime güvendiler ve herkes de yardım etti. Zaten bir buçuk yıl boyunca çok tesadüfi bir şekilde malzeme topladık. Mesela çok önemli olmayan bir konserin üç tane kaydı var ama çok önemli bir konserin hiç kaydı yok gibi bir durum var ortada. Ya da, çok güzel çekilmiş bir konser var, ses yok. Ses kaydının nadiren kulllanılabilir olduğu çekim var, onda da çeken aynı zamanda dans ediyor. Bulunan malzemeye biraz tabi olduk. Hayatımda bir daha böyle bir şey yapar mıyım bilmiyorum. Kâzım kadar önemseyeceğim birisi olursa tabii yapmak isterim ama dünyanın öbür ucuna gidip kendim çekmeye razıyım. Filmde bazen 2 saniyelik görüntü ya da ses için günlerce uğraştım. Nasıl bir Kâzım anlatmaya karar vermiş miydiniz? Kâzım’ın Hopa’yla Karadeniz’le ilişkisini ve yani hem oralı biri olması hem de oraya mesafesini anlatmak lazımdı. Çünkü onun hayatındaki en önemli problemlerden biri bu. İkincisi adamın içinde yaşadığımız düzenle olan derin ve köklü problemini anlatmak lazım. Tamam Kâzım solcu, devrimci, herkes biliyor ama nasıl solcu? Kâzım rastgele bir solcu değil. Bir de müziğini anlatmak lazım. Dinmeyen, Zuğaşi Berepe ve son olarak kendi grubuyla yaptığı ayrı bir müzik var. Yani ben niye bu kadar özel bir anlam yüklüyorsam, onun ortaya çıkmasını sağlamak lazım. Çok radikal, içinde yaşadığımız duruma kökten karşı bir adam ama bunu çok güzel, çok esprili, çok zekice müzikle ve önceliğin bunda olduğu duygusunu hiç kaybetmeden yürütebilen bir insan. Bu kadar donanımdan geçerek geldiği şu noktada Kâzım artık çok özgün, çok önemli bir şeyler yapabilecekti. Çok yazık oldu. Kâzım çok muazzam bir müzisyen değil, onun müzikle ilişkisi başka bir ilişki. Öldükten sonra “gitar ustası” gibi laflar bile ettiler. Öyle değil ama onun gitarı eline aldığı zaman yaptığı şeyde bir özgünlük ya da bir yükseklik var. Genç, muhalif, sorgulayıcı Hüseyin Sağ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi. Kılık kıyafetinin yanı sıra meclis gündemine gelen dosyaları bir dedektif gibi incelemesi ve tek başına muhalefetiyle göze çarpıyor. Kamu yararına aykırı ne varsa üstüne giden Hüseyin Sağ, fırsat verilmesi halinde gençlerin siyasette nasıl bir duruş sergileyeceğini gösteriyor. Kulağında küpesi, uzun saçları, James Dean tarzı deri montu ve motosikletiyle onu görenlerin boyu kadar çocukları olan, üstelik siyasette aktif görev yapan birisi olarak düşünmesi biraz zor. Siyasetçi dediğin kişinin koyu renk takım elbiseli, abus suratlı, bir dudağı yerde diğeri gökte, saçları geriye doğru özenle taranmış bir tipolojisi olur. Motosiklete binmek de ne demek? Günümüz politikacısı için hafif kaçar. Şöyle geniş şaseli koyu renk bir araba daha yakışır. Siyasetteki dengeleri ARZU hesap etmeden öyle her olaya karşı çıkmak, akçeli ÇELEBİ işlerde hemen bir bit yeniği aramak, genelin eğilimine bakmadan tek başına hareket etmek ancak bu işte ya acemilerin ya da gelecek kaygısı taşımayan bir dönemlik siyasetçilerin sergileyeceği bir davranış şeklidir. Tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Hüseyin Sağ gibi... Duruşuyla, sergilediği tavırla ve sıra dışı tipiyle olanak verildiği takdirde gençliğin siyasette nasıl bir değişim sergileyeceğini gösteriyor. Siyasete erken yaşta başlamış. Lise öğrenciliğinde sol örgütler içinde yeralan Sağ, ilk eylemini de lise yıllarında gerçekleştirmiş. O günlerini şöyle anlatıyor: “Siyasete önce 78 kuşağından olan her genç gibi 1980 öncesinde sol örgütlere sempatizanlıkla başladık. Ben Üsküdar Çiçekçi’de büyüdüm. Kurtuluş fraksiyonunun sempatizanıydım. Kadıköy Marmara Koleji’ne gidiyordum. O zamanlar iki tane özel okul vardı. Biri Moran Koleji biri de Marmara Koleji’ydi. Ben Marmara Koleji’nde öğrenci iken Deniz Gezmiş’in ölüm yıldönümünde Tuncelili bir arkadaşımla ilk kez belki bir özel okulda derslere girmeyerek boykot yaptık. Zaten okul zengin öğrencilerin gittiği bir eğitim kurumuydu. Bu Tuncelili arkadaşımla ben okulun alt gelir grubuna mensup öğrencilerindendik. İlk eylemim o oldu.” Öğrencilik yaşamı bitip iş hayatına atıldıktan sonra da ailesinin bir çok üyesi gibi siyasete CHP’ye kaydolarak başlamış. Siyasete yabancı olmayan bir aileden geliyor. Sanatçı ve eski CHP milletvekili Arif Sağ’ın yeğeni.. CHP’de 1617 yıl süren üyelikten sonra “artık aktif görev yapma sıram geldi” diyerek Kadıköy’den belediye meclis üyeliğine aday olmuş ve önseçimi ikinci sırada kazanmış. Hüseyin Sağ, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki aykırı meclis üyelerinden biri. Aykırılığını sadece kılık kıyafetiyle sergilemiyor. Meclis gündemine gelen ve bir kalem oynatmayla milyon dolarlık rantların yaratıldığı dosyaların hukuka uygunluğunu sorgulayan, adeta dedektif gibi iz süren, usulsüz uygulamalara karşı oy kullanan, gerektiğinde de yargı ve basın yoluyla muhalefet etmeye çalışan sıra dışı bir üye. İş takipçilerinin belalısı. Dosyaları araştırırken Levent Kırca’nın “Olacak O kadar” programındaki “Tam teçhizatlı muhabir Cevat Kelle” tiplemesini andıracak kadar donanıma sahip. Gerektiğinde olay mahalline gidip görüntülüyor, arşivdeki dosyalardan geçmişteki durumunu araştırıyor ve usulsüzlük saptadığında ise nokta atışını yapıyor. Önce Belediye Meclisi’ndeki askı süresinde itiraz ederek süreci uzatmaya çalışıyor, sonra meclisteki oylamalarda karşı oy kullanıyor, bunu da yeterli görmezse dava açıyor ve konuyu basına taşıyor. Dedektif gibi iz sürmekten hoşlandığını söylüyor. “Dedektif gibi çalışmaktan büyük bir zevk alıyorum. Bu rantları götürenlere eğer atabilirsem bir çentik atmaya çalışıyorum. Benim kendime has bir arşivim var. Kendi partimin genel merkezine bile bir dosya lazım olsa benden istenir. Bir dosya geldiği zaman ben o dosya hangi tarihte gelmiş, hangi aşamalardan geçmiş, şu anda ne durumda hepsini bilirim. Bir hafiye gibi gece üçlere dörtlere kadar kendi işime vermediğim zamanı bu işe ayırıyorum. Bu işte de gayet başarılı olduğumu hissediyorum. Geçen gün hangi dosyalarla ilgili çalışma yaptıysam onları arşivledim. Her dosyayı, satır başlarıyla listeledim. Yaklaşık 25 sayfalık bir döküm çıktı.” Akçeli işlere çomak soktuğu için tehdit alıp almadığı sorusuna, “Tehdit direkt olarak almıyorum ama moda deyimle mahalle baskısından muzdaribim” yanıt veriyor. Meclis üyeliğine seçildiğinden beri günü ikiye bölmüş. Günün yarısını siyasete yarısını işine ayırıyor. Seçildiğinde ortağı ile anlaşmış. Mesaisinin yarım gününü meclis çalışmalarına ayıracağını, bunu kabul etmesi halinde ortaklığı sürdürebileceğini söylemiş. Yetişkin iki oğlu da işlerini yardım ederek kendisinin açığını kapatıyormuş. Hüseyin Sağ, 46 yaşında. Ancak en büyüğü 27, ortancası 20, en küçüğü de 7 yaşında olan üç oğlan babası. Yalnız siyasete değil evliliğe de erken adım atmış. Eşini 19 yaşında iken kaçırıp evlenmiş. Aynı yıl baba olmuş. Belediye meclisindeki ilk küpeli üye, Hüseyin Sağ. Giyim kuşamıyla ilgili aldığı tepkilere değinirken şöyle diyor: “Ne yalan söyleyeyim. Önce ailemin tepkisinden çekindim. En çok da Arif amcamdan. Küpemi takıp, yanına gittim. Ancak sesini çıkarmadı. O zaman rahatladım. Meclise küpeli gittiğimde de tepki gelebileceğini düşünmüştüm. Ancak tersine olumlu tepkiler aldım. AKP’li üyelerden de küpeme destek geldi. Her alanda olduğu gibi giyim kuşamda da statükoyu sevmiyorum.” Atmacaya benzemiyor mu Kâzım sence? 1990’da gözaltına alındığı belgelere nasıl ulaştınız? Mehmetali Barış Beşli, aynı zamanda ailenin avukatı. Kazım’ın arkadaşlarından Arzu Kal da avukat. Dava dosyasını onlar buldu. Türkiye işte. Adam bildiri dağıtırken yakalanmış 3 ay içerde kalmış. Zaten Hopa’dan yeni gelmiş 17 yaşındaki çocuğun ne örgütü olacak. Kazım’la atmaca arasında nasıl bir ilişki nasıl kurdunuz? Atmacaya benzemiyor mu Kazım sence? Madem Lazlardan bahsediyoruz, atmacasız olmazdı. Vizörden o atmaca ile başbaşa kalınca “Bu atmacanın bu filmde bir başrolü olacak” diye düşündüm. Filmde Zuğaşi Berepe döneminde atmacacı ile konuştukları bir sahne var. Garip bir bağlantı ama Mehmetali ile Fındıklı’da bulup çektiğimiz yine aynı atmacacı adamdı. Her şey güzel giderken bir anda hastalığa tüyler ürpertici bir geçiş yapmışsınız. O işte biraz hayatta olanı çağrıştırıyor. Hiç kimsenin beklemediği bir anda ortaya çıkan ve bir anda Kazım’ı alıp götüren bir hastalık var. O geçişi ilk başladığımda yapmıştım. Fakat sonra ilerlemesi gerekiyor, ilerlerse Kazım ölecek.. Döndüm dolaştım, 23 hafta sürdü. Allah’tan o son Trabzon konserinde bile yine bir sürü komiklik yapıyor, insanı o havadan çıkartıp kandırıyor. Yoksa daha da sürünebilirdi. Eviniz soyulunca bir an işi bırakacağınızı düşünmüştüm. Yapmasam bundan sonra hayatımı aynı şekilde sürdüremezdim. Tamamladığım iki saat 7 dakikalık kısmı yeniden yapabilmiş olmak bana gurur verdi. İzleyenler için söylüyorum... Munzur konserinin sonuna kadar yapmıştım. Sonraki bölümlerde kullanacağım temizlenmiş sesler, görüntüler de gitti. Elimde bir tek ham kasetler kaldı. 12 Aralık günü hırsız girdi. Ocak ayının ilk haftasının sonlarında Dünya Sağlık Örgütü’nün bir belgeseli için Vietnam’daydım. İşi bitirdiğimiz gün Hrant’ın öldürüldüğü haberi geldi. Ondan sonra herhangi bir şey yapmak zaten çok zor oldu. Geçen yıl sanıyorum yaz aylarının sonuna doğruydu ben yeniden yapmayı başardım. Çalınan kısmı yapınca bitecek zannettim halbuki daha Kazım’ın solo döneminin başlangıcındaydık. 3.5 saatlik belgesel seyreder mi insanlar? İstemiyorlarsa seyretmezler. Önceden gösterdiğim arkadaşlar 3.5 saat mıh gibi izledi. Ben bunu para kazanmak için yapmadım. En küçük bir tartışmaya, şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde yapmak istedim. Paranın da gideceği yeri Kazım’a göre belirlemeyi düşündüm. Adamın en büyük iki derdi yoksulluk ve çocuklar, gençler. Bu ikisinin bir araya geldiği nokta da sokak çocukları. Umut Çocukları Derneği de bildiğimiz bir yer. Başkanı Yusuf Kulca senelerdir uğraşıyor. Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık bugüne kadar yaptığı işlerle güvenilir bir adam bizim açımızdan. Bu konuyu anlatır anlatmaz kabul etti. Televizyonlar göstermek isterse başka belgesellere ne ödüyorlarsa onu ödemek zorunda. 1 dakika bile kısaltmam. Kemençecinin ağıtı yürek dağlayıcı.. İsmanapaşa adıyla bilinen bir zamanların tanınan kemençecisi Ali Paşa Avcı. Ama çok uzun zamandır eline kemençe almamış. Kazım için bu ağıdı yakmış. Kendisi de genç yaşta oğlunu kaybettiğinden Kazım’la paralellik kurmuş. Hopa’dan çıkmış, ama kendini tam da oralı değil, daha çok İstanbullu sayan rock müziğinden gelen bir Kazım ölüyor. Bir eski kemençe ustası, sesi zor yetişerek ona Lazca ağıt yapıyor. Ölüp gidecek bütün bu diller, çünkü gençler konuşmuyor. Yazık bunlar ciddi zenginlik. Mesela Almanya’da böyle bir şansları yok. Yani film böyle bir şeye de hizmet etsin istiyorum ben. Filmde de Kazım’ın ağzından bunu duyuyoruz. Didou Nana’nın anlamını kaç kişi biliyor da Kazım’la bir ağızdan söylüyor? Bir müzik geliyor, insanlar öyle bir etkileniyor, öyle bir söylüyorlar ki gücü birçok şeyi aşıyor. İnternette www.kazimkoyuncufilmi.com diye site kurduk. Şeysel adalarından bile giren var. Kimbilir Türkiye’den gitmiş birileri var oralarda demek ki. Neden bu adı koydunuz? Kazım öldükten sonra dinlenmesi çok zor bir şarkı. Oradan söylüyor gibi adam. Çok garip sözleri. Sanki bütün bunlar bilenerek yazılmış gibi. Şiirin yazarı Mehmet Çetin de Kazım’ın arkadaşı. Yalan mı, aramızdan geçti yani. Ben de bu filmi aramızdan geçip gitmiş olmasın diye yaptım.