19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 7/2/08 16:43 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 9 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ Muhafazakâr sanata prim veriliyor Siyasi konularda sanatçıların suskun kaldığını ve gerekli tepkiyi göstermediğini söyleyen Fuat Güner, bilinçli bir toplum yaratmak için herkese bir görev düştüğüne dikkat çekiyor. G etirdikleri yeniliklerle Türk pop müzik tarihinin simgesi haline gelen, Türkiye’nin en önemli ve köklü müzik gruplarından biri olan MFÖ, 7’den 70’e herkes tarafından ezbere söylenen şarkıların sahibi. 1966 yılında MFÖ’nün F’si olarak bildiğimiz Fuat Güner’in elindeki Beatles plağı olmasaydı Türkiye bu grupla belki çok geç tanışacak, belki de Rock’n Roll Reggae tarzındaki şarkıları hiç dinlemeyecekti. Güner’in Beatles Alaturka albümü ve yıllardır beynimize kazınan MFÖ ZUHAL şarkılarında hep bir payı var. AYTOLUN Mazhar, Fuat ve Özkan üçlüsünün en az medyatik olanı Fuat Güner. Daha az konuşan, televizyon ve gazetelere uzak duranı... “Sanatçılar suskun, sanatçı olarak fikrini açık açık beyan edebilecek çok az insan var” diyen Güner’in söyleyecek çok sözü varmış meğer. Güner’le Türkiye’de sanatı, sanatçıyı, sanatçının sosyal yaşam ve politikadaki rolü ile duyarlılığını konuştuk. Yıllardır sanatın içinde çok önemli eserler vermiş biri olarak, yıllar içinde pek çok siyasi olaya da şahit oldunuz. Son yıllarda size göre iktidar sanata nasıl bir bakış açısı geliştirdi? “Onlar da kendi içlerinde çelişki yaşıyorlar. Çünkü sanata bakış açısı geliştirmek için öncelikle onu benimsemiş olmak gerekiyor. Sanatı sevmek gerekiyor. Sanatın pek çok dalı var. Bazı sanat dalları ön plana çıkartılırken, bazıları geri plana itilebiliyor. Böylece muhafazakar sanata prim verilme durumu ortaya çıkabilıyor. Bunu yaparken de çaktırmamaya çalışıyorlar. İnsanlar neyin ne olduğunu bilmiyor ve sadece bakıyor altından ne çıkacak diye. Bunun da tabii kendi içlerinde aşırı uçları var. Ben artık insanların samimiyetine çok fazla inanamıyorum. Türkiye’de nabza göre şerbet verme durumu var. Menfaat üzerine kurulmuş bir dünya...” Bir sanatçı duyarlılığıyla sizce son dönemde hangi konuya dikkat çekmek gerekiyor? “Benim en çok üzüldüğüm şey türban konusunda yaşananlar. Deniz Baykal “Ne oldu da 50 yıldır sorun değildi türban, şimdi kanunlaştırmaya çalışıyorsunuz?” demiş. Baykal’a hak veriyorum çünkü ben de öyle düşünüyorum. Babanelerimiz takardı başörtüsü. Ama türban sorunu diye bir sorunumuz yoktu. Olmayan bir şeyi toplum içine soktular. Benim gibi düşünen pek çok insan var. Ben de Müslümanlığı sonuna kadar benimsemiş ve inanmış bir insanım. Ama bu durum bir şekle sokulmamalı. Herkes inancını içinde yaşar. Ama durup dururken nerden çıkıyor üniversitede ya da kamusal alanda türban takılma konusu? Bikiniyle üniversiteye gidilirse ne diyecekler? Ona da karşıyım, buna da... Herşeyin bir ‘olması gereken’i vardır. İnsan hakları deniyor. O halde herşeyi insan hakları sınıfına sokup yasallaştıralım. Delirmiş olmalıyız. Memlekette onca sorun varken, çene altından bağlama konusu tartışılıyor. Nasıl böyle bir hırsa kapılabiliyor insanlar? Bundan 15 yıl önce bu kadar kara çarşaf yoktu Türkiye’de. Ülkemizin buna ihtiyacı yok. Biz kara çarşaflıların ülkesi değiliz. Biz bunu kaldırmıştık.” MFÖ’DEN SOLO ALBÜMLER Mazhar Fuat Özkan olarak hepimizde ayrı bir yeriniz var. Mazhar Alanson ve Özkan Uğur oyunculuk ve seslendirme ile daha fazla görüyoruz. Siz biraz geride duruyorsunuz. Bu bir tercih mi? “Mazhar, devlet tiyatrosu sanatçısı zaten. Onun işi aktörlük. Özkan da çok yetenekli; doğal yetenek aktör. Mazhar’ın eğitimi, Özkan’ın yeteneği sayesinde oyunculukta daha ön plandalar. Ben biraz uzak durdum. Bir de grubun en ağırbaşlı adamı düşüncesi biraz teklifleri de engelledi sanırım. Oynayamaz diye düşünmüş de olabilirler. Diğerleri daha karizmatik çünkü bu konuda. Şimdilerde film ve dizi teklifleri var. Onları değerlendiriyorum. Ayrıca televizyon için dünya starları ile birlikte 35 dakikalık bir program hazırlıyorum.” Mazhar Fuat Özkan o kadar bir aradaki zihnimizde, ayrı düşünemiyoruz. Bu durumun artısını eksisini yaşadınız mı hiç? “Hitaplarda ve isimlerde sorun yaşıyoruz sadece. Kimi zaman ‘Merhaba Mazhar Fuat Özkan abi’ diyorlar. Biz Münir Nurettin Selçuk gibiyiz. İsimlerimiz değişiyor bazen. Bana Mazhar diyen oluyor. Kimi zaman Fuat Özkan diyorlar. Rahatsız değiliz tabii, öyle kolay geliyor, o şekilde adlandırıyorlar.” MFÖ olarak ya da solo bir albüm çalışmanız var mı? “Mazhar albüm çalışmasını bitirmek üzere, Özkan da başladı. Ben de bir yıl sonra düşünüyorum. MFÖ olarak dağılmadık, beraber konserler yapıyoruz ama onun dışında solo çalışmalarımız oluyor.” Maket uçak üretimi ve koleksiyonu yapıyorsunuz. Bu hobiyi nasıl tanımlıyorsunuz? “Bu benim rehabilitasyonum. Onun başına oturduğum zaman, herşeyden uzaklaşıyor, dinleniyorum. Milimetrik hatalarla, iki tahtayı birbirine oturmakla uğraşırken saatlerim geçiyor. Bir anlamda reanimasyon. Yeni baştan canlandırıyorsun. Böylece insan hem dinleniyor, rahatlıyor, hem de pozitif düşünme yetisi kazanıyor. Bir de kendi ürettiğin bir uçağın uçtuğunu görmek ayrı bir keyif oluyor. Çok meraklıyım bu işe. “ Küresel ısınmaya ‘Ekspres’ konserler CEREN ÇIPLAK “Sıcak içimi kavuruyor sanki, yanıyor yarınlarım, zaman artık bitmiyor sanki, geç olmadan uyanmalıyım, uyanın uyanın eriyor günler, uyarın uyarın 68’ler”... Kurtalan Ekspres “küresel ısınma konserleri” ile bizleri uyarıyor… “Barış Manço ile 7’den 77’ye” programında “adam olacak çocuk”ların şarkılarına ekspres gibi yetişen Kurtalan, bugün gençlerin sosyal sorumluluk konularında “ekspres” gibi olmalarını umuyor 68’lerin ruhunu katarak... Barış Manço’nun “Ağır Türk Müziği” yapıyoruz diye nitelediği 1970’li yıllardan bugüne Türk rock müziğinde önemli bir misyonu üstlenen grup, bu kez sosyal sorumluluk projesiyle karşımızda. MacCoffee sponsorluğunda Türkiye’yi gezecek olan konserler dizisinin ilki Adapazarı’nda gerçekleşti. İstanbul, Bursa, Eskişehir, Antalya, Ankara, İzmir, Diyarbakır Samsun’da devam edecek konserler, küresel ısınmaya karşı bir direnişi başlatıyor. Bahadır Akkuzu, Ahmet Güvenç, Eser Taşkıran, Cihangir Akkuzu’dan oluşan Kurtalan Ekspres, konserler için “Uyarın 68’ler” parçasını besteledi. Meydanlarda slogan olmaya hazır “Uyarın 68’ler” şarkısını ilk kez dinleyenlerdendik. Sert slogan ifadeleri ile protest tarafları bulunan parçanın yumuşak bölümleri de umut veriyor. Kurtalan Ekspres; “Kaosu anlatıp önünü getirmiyorsan o zaman sadece anarşi yapıyorsun demektir. Bu da rockın ruhunda var. Ama, biz bunu böyle yapmıyoruz. Dünyanın o huzurlu hali ile, o kaotik ortamın kesişmesi müzikal olarak parçamızın içinde, onun da ses getireceğine inanıyoruz” diyor… Sohbetimize MacCoffee’nin kahvesini içerek başlıyoruz. Tadında olsun diye soruyoruz. MacCoffee Türkiye’de neden bu projeye destek oldu? Sorumuzu MacCoffe Türkiye Temsilcisi Akshay Sharma yanıtladı: “Türkiye pazarında kahvenin çok büyük bir payı var. Türk insanı ne kahvesinden ne de dünyasından vazgeçeceğe benziyor. Toplumun büyük bir bölümü genç nüfus. Biz bu dinamizmi görerek küresel ısınma projesini Türkiye’de yapmak istedik.” “Ne dünyamdan, ne kahvemden vazgeçerim” sloganından sonra tekrardan Kurtalan Ekspres’e dönüyoruz. Küresel ısınma projesi nasıl oluştu? Dünyamızın yarını için her birey gibi biz de sorumluluk taşıyoruz. Küresel ısınmayı dünyanın gündeminde tutmak, karşı önlemleri almak adına yapılacak her türlü hareketi savunmak ve bunu yaymak için Kurtalan Ekspres olarak yola çıktık. Bu bir sosyal sorumluluk. Biz kurulduğumuz ilk günden bu yana bu misyona sahip çıktık. Bunun içinde bir çocuğa diş fırçalama alışkanlığını vermekten, ıspanak yemeğe kadar her türlü sosyal sorumluluk öğesi oldu. MacCoffee’nin projeyi üstlenmesiyle yollarımız kesişti. Müzikal çalışmalarımız, konser hazırlıkları, tanıtım ve röportajlarla proje gündeme gelerek hayat bulmaya başladı. Çalışmanız sosyal bir örgütlenme hareketi mi? Biz ancak dikkatleri istenilen bölgeye çekmek üzerinde çalışırız. Kamuoyu oluştururuz. O kamuoyu da herkesin kendi görevinde hassasiyet göstermesini sağlar. Dolayısıyla bunun gündeme gelmesi herkesin bu konuya daha duyarlı bakmasını sağlar. Çevrecilik önerilerini bizim vermemiz komik olur. Her işin ayrı bir profesyonelliği var. Biz müzik yapıyoruz ve ancak müzikle mesaj verebiliriz. Bize, müzikle gençleri uyarmak ve uyandırmak düşüyor. Eskilerin bir lafı vardır. “Tabağında yemek bırakma” derler. Bu ufak bir laf değildir. Etiyopya da açları düşündüğünüz andan itibaren onun ne kadar değer kazandığını anlarsınız. Zaten bunu görebilen bir insansanız, herhangi bir örgütün içinde bulunmak gerekmiyor, tüm örgütler size ait. İnsan olmanın dayanılmaz hafifliğini sıyırırmamız lazım üstümüzden. Sosyal sorumluluk projelerinde müziğin sesi ne kadar çıkabilir? Afrika’ya yardımların en büyüğünü toplayanlar müzisyenler. Bu bize, müziğin evrensellikten aldığı güçle çok büyük çalışmalar yapacağını gösteriyor. Bir buçuk sene önce Diyarbakır’a konser için gittik. Konser verirken alınan hiçbir önlem yoktu, bu önlemleri gerektirecek gerginlik de. 20 bin Diyarbakırlıyla biz çaldık, onlar söyledi. Aslanlar gibi konserimizi bitirdik. Toplumsal olayları, krizleri, müzik rahatlıkla çözer. Akılda kalır ve slogan olur. Müziğin böyle bir gücü var... Küba devrimi geçti gitti; ama Che’nin parçası hala çalıyor. BİNDİK BİR ALAMETE... Sohbetimiz bir ara medyanın sosyal projelere olan ilgisine kayıyor. Ahmet Güvenç öfkeleniyor: “Herkes işini doğru yapacak, dürüst yapacak. Biz herkesi dürüstlüğe davet ediyoruz. Medya işini çok doğru yapıyor olsaydı küresel ısınma için böyle bir kampanyaya girmek bize düşmez, medya onu hallederdi. Medya halledemediği için biz devredeyiz açıkçası. Medya inanılmaz bir güç.” Bugün dünyanın durumunu da Cem Karaca’nın parçasıyla benzetiyorlar “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete var dünyada”, diyorlar. Projede hedef kitleniz gençlik, peki onlardan nasıl bir tepki bekliyorsunuz? Küresel ısınma gibi sosyal projelerin altında bulunan gerçekler kişiseldir aslında. Kişisel başarılar gerekiyor. Beraberce “oturup lambaları söndürelim” diyemeyiz. Herkesin kendi üstüne düşen görevi yapması gerekiyor. Bizim amacımız, kendi üstüne düşen görevi insanlara bir şekilde verebilmek. Hedeflediğimiz duyarlı gençliği kendimize çekersek ve 68’ler ruhuna katılırlarsa, Türkiye’de çok şey başarılır. Gençlerin, yürüyüş mü yapılacak, orada olmalarını, bir şey protesto mu edilecek, hep beraber, omuz omuza mücadele etmelerini istiyoruz. Küresel ısınma eski bir kavram olmasına rağmen yeni gibi görünüyor. O yeni kavrama biz ne kadar fert katabiliriz, o fertler kendi etrafındaki insanları hazırlayıp etrafa sunarlar, bizim yapabileceğimiz sadece bu. Bunun içinde ne kadar bilinçlendirebilirsek o oranda da başarı sağlamış oluruz. Anadolu Rock tanımını yakıştırıyor musunuz kendinize? Anadolu rock motifini biz hiç sevmiyoruz. Yani Anadolu rock dediğiniz zaman aklınıza şöyle bir sound geliyor. Türküleri gitarla çalmak veya gitarla çalınacak müziği bağlamayla çalmak bu iş bu kadar basit değil. Her müzikal akımın altında bir felsefe olması lazım. Felsefesi olmayan işlere biz müzikal akım diyemiyoruz. Rock dediğiniz, rock müziği bir yaşam şeklidir. Sonsuza kadar da gidecek olan bir müziktir. SANATÇILAR SUSKUN Tüm bunların kaynağını neye dayandırıyorsunuz? “Kadınların türban takma isteği olduğundan çok da emin değilim. Aralarında inanıp kapananlar olabilir, öyle inanıyordur ya da beyni öyle yıkanmıştır. Ama bana göre genelinin kapanmasındaki neden erkekler. Çünkü erkekler, kendi nefislerindeki eziklikleri ortadan kaldırmak için böyle şeyleri çıkarıyorlar. Öncelikle bakmamayı öğrenmek gerekiyor. Güzel bir örnek var bu konuyla ilgili. Şeyhlerden biri, ‘Gözün takılır, bir hanımın poposuna bir kere bakarsın. İkinci kez bakıyorsan nefsinle bakıyorsundur, git bir doktora tedavi ol’ demiş. Burada ben kadınların kapanma isteklerini erkeklerin kendi ruhsal sağlıksızlıklarına veriyorum.” Nasıl bir çıkmaza gidiyor bu durum? “Hakikaten çıkmaza gidiyor. Bu yüzde 47’den kaç kişisi onlara katılıyor onu da bilmiyorum. İdealizm ya da sosyal adalet açısından bir denge düşünülmüyor ki. Oysa ki demokrasi böyle birşey değil. Ben Atatürkçü olarak yetiştim. Laiklik benim için çok önemli. Din işlerinin devlet işlerine karışmaması gerekiyor. Ama bu durumda sonumuz ne olacak bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki bu durum devam ederse toplum huzuru bozulacak.” Başbakan Erdoğan’ın “Batının ilimini bilimini almadık. Malesef ahlaksızlığını aldık” sözleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? “Biz bütün medeniyeti nasıl öğrendik? Nasıl Avrupalı olduk? Öyle bir düşünce varsa, sormak gerekir ‘Peki neden Avrupa Birliği’ne girmeyi istiyoruz?’ Girmeyelim o zaman Avrupa Birliği’ne. Bir birliğe girdiğin zaman herşeyiyle besleniyorsun o birlikten. Tabii ki ilimini, bilimini, sanatını aldığın gibi kötü taraflarını da alırsın. Bunun örneği çok. Maalesef basın da sansasyonel konulardan bahsederek reyting aldığı için onlara ağırlık veriyor. Toplumun eğlence anlayışını yansıtırken Türkbükü gösteriliyor. Türkiye’de kaç kişi böyle eğleniyor? Ben öyle eğlenmiyorum mesela.” Sanat yapısı itibariyle uzlaşmaz, muhalif durur, sistemi eleştirir. Sizce sanatçılar yeterince tepki gösterebiliyor mu? “İnsanlar çekiniyor, dile getirmiyor hassasiyetlerini. Ama konuşmaya konuşmaya bu hale geldi işler. En üzüldüğüm nokta da bu zaten. ‘Ben gemimi yürüteyim de etliye sütlüye karışmadan. Sonra bana da dokunur işin ucu’ düşüncesiyle susuluyor. Böyle bir toplum olmaz. Tamam 2 milyon kişi yürüdü ama sandığa gittiklerinde ne oldu acaba? Tüm bunları incelemek lazım. Yine de bu ülkenin hukukuna güveniyorum. AKP’nin bu tarzda bir düşünce yapısı olmasa, bir çok konuda iyi organize oluyorlar. Daha iyi çalışıp, daha fazla enformasyon toplayıp, geri dönüşlerini veriyorlar. İyi yanları da çok. Ama tabii yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.” Bu konuda kimlere nasıl görevler düşüyor sizce? Sanatçıların tepkisiz kaldığını söylediniz. Halk da çelişkili davranıyor. Bir yandan yürüyüşler yapıyor, bir yandan açılan sandıklardaki oylar belli... “Fazıl Say kendi düşüncelerini ve duygularını söyledi diye üstüne gelmeyen kalmadı. Halk ne yapacağını şaşırmış, geçim derdine düşmüş. Ay sonunu getirmeye çalışıyor. Sorunlar var ama sadece bağırıyoruz. Elektriğe zam geliyor, bağırıyoruz ama tepkiler eyleme dönüşmüyor. Binlerce kişi elektriğini kapatsa, o malı almıyoruz dese... İşin içinde menfaat de var. Biz durumu kendimize göre ayarlamayı tercih eden bir milletiz. Kollektif çalışmıyoruz. Öncelikle kendimizi düşünüyoruz. Biz bu mantıktan kurtulmadığımız müddetçe kuvvetli toplum olamayız. İnanç konusunda da aynı şey geçerli. İnanç herkesin içindedir, ama din çıkarlar için kullanılıyor. Yanımda çalışan Adile Hanım’ın mahallesindeki kadınların çoğu kapalıymış ve bu kanun gündeme geldiğinde Adile Hanım’a ‘Müjde müjde sen de kapanacaksın. Herkes örtünecek’ demişler. Örtünme kanunu olarak görülüyor. Bu zihniyet çok tehlikeli. Benim kişilerle sorunum yok ama bu zihniyete karşıyım ve bu ülkeyi İran’a çevirmek istiyenler varsa buna engel olmak için hepimizin daha tutarlı, daha aydın ve daha dirayetli olması gerekiyor. Ben kişisel olarak bu konudaki tavrımı her zaman ortaya koyarım. Fikrimi ve düşüncelerimi korkmadan söyleyebilirim. Halkın saygı ve sevgisini kazanmış bir sanatçı olarak yanlış anlaşılmayacağımdan da eminim.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle