19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 21/2/08 16:11 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 23 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ 7 Gazoz da beğendi ismini Daha önce çok büyük paralar karşılığı yarışma programlarına davet edildiğini söyleyen Nuri Alço, inanmadığı için hep reddetmiş bu teklifleri. Katıldığı ilk yarışma programı Can Dostum. Alço’nun birlikte çalışıp yarıştığı köpeğinin adı da Gazoz. Filmlerindeki gazoz repliklerinden esinlenerek köpeğine bu ismi koymuş Alço. “Ama belli ki Gazoz da ismini beğenmiş. Çok alıştı adına” diyor. Yarışma programının farklı bir içeriği olduğu için bir sanatçı olarak kendi üzerine düşen görevi maddi hiçbir karşılık beklemeden yerine getirdiğini söyleyen Alço, “Bu yarışmanın ana teması sevgi. İster hayvan sevgisi deyin, ister başka bir şey. Sokaktaki bir hayvanı alıp sevgi ve ilgiyle onu yetiştirebileceğinizi ve sağlıklı bir yaşam sunabileceğinizi gösteriyor yarışma. Sokağa terk edilmiş tinerci çocuklara sevecen ve sıcak yaklaşımlarda bulunursak onları da topluma kazandırabiliriz” diyerek sevgiyle her türlü sorunun üstesinden gelinebileceğinin mesajını veriyor. Alço, “Yarışmada hakaret, saldırı yok. Ortak mesaj sevgi” diyor. Bütün boş vakitlerini Gazoz’la geçiriyor Alço. İşlerini halleder halletmez Gazoz’un yanına koşuyor. Aralarında çok güzel bir iletişimin doğduğunu ve artık Gazoz’dan ayrılmak istemediğini söyleyen Alço, Gazoz’u sahiplenme niyetinde. “Gazoz’u kimseye bırakamayacağım. Daha önce bir hayvanın bakımını üstlenmeyi düşünmüyordum. Ancak imkan yaratıp ona bakacağım. Gazoz tavladı beni” diyor. Alço’nun en güzel mesajı da herkesin hayvan beslemesi gerektiği: “İnsanlar evlerinde bir hayvan beslemeli mutlaka. Çünkü sevgiyi de sorumluluğu da onlardan öğreniyorsunuz. Hayvan sevgisi olan insanların içinde kötülük olmaz. Kötü alışkanlıklar ve kötü insanlarla uğraşmazlar.” Hititlerden öğreneceğimiz çok şey var... İnsanlık tarihiyle eşit “adalet istemi”, teknolojiyle giderek küçülen günümüz dünyasında da yakıcılığını koruyor. Türkiye’de ise yargı, düşünceyi ifade özgürlüğü tartışmaları ve iktidar Anayasa Mahkemesi çekişmesiyle gündemde. Nasıl tartışırsak tartışalım, kalıplaşmış yaklaşımlardan kurtulamıyoruz... Avukat Erdal Doğan’ın Güncel Yayıncılık’tan çıkan “Hitit Hukuku Belleklerdeki Kayıp” adlı kitabı, hak hukuk mevzularında ezberleri bozacağa benziyor. Bizden 4 bin yıl önce bu topraklarda hüküm sürmüş Hitit uygarlığının, bizden daha adaletli bir toplumsal sistemde yaşadığını görünce karamsarlığınız mı umudunuz mu artacak bilemiyorum. Başbakan’ın küçümsediği pozitif ayrımcılığın Hititler’de kadınlar ve yoksullar için uygulandığını görünce, yeni sandığımız kavramların aslında eski olduklarını göreceksiniz. Dokunulmazlık zırhının arkasında, suça karışan milletvekillerinin hesap vermelerini bekleyeduralım; krallarını bile yargı önüne çıkaran Hititler’den öğreneceğimiz çok şey var. İstanbul Barosu üyesi Erdal Doğan, üniversite bitirme tezini kitap haline getirmeye karar verdiğinde, Hititler’deki, soyut bir eşitlik kavramından öte her konumda zayıf ve güçsüzün gözetilerek adaletin sağlanması amacını güden kurallardan etkilenmiş. 2001 yılında bir sergide gördüğü o döneme ait kırık bir küp parçasındaki estetik çizimler ve düşünce, Prof. Cemal Bali Akal’ın derslerindeki tartışmalar, Doğan’ı Hititler’deki “hak” kavramının peşine düşürmüş. Hititleri, “bir bisküvi markası” olarak tüketim malzemesi haline getiren ideolojik yaklaşımı da “kötü niyetli” bulan Doğan, kitabında, milat alınan Roma ve Yunan uygarlığının hegemonyasını da sorguluyor... Modern hukuk eleştirisi niteliğinde olan kitapta, Roma Hukuku, Hitit uygarlığı ve hukuku ile Avrupa Hukuku ele alınıyor. Kitabının sonunda, “Bugünü çöle çeviren ve her dinginliği, her Fotoğraf: VEDAT ARIK barışçıl gelişme ve olgunlaşmayı hemen hemen olanaksız kılan o basmakalıp modern pragmatik çözümleyici içgüdüleri sönümlendirip, yerini yine ancak yaşlandıkça gençleşen ve güzelleşen bir dünyaya bırakmasını sağlamak neden mümkün olmasın?” diye soran Doğan, sorularımızı yanıtladı. Sizi Hititler’e kadar götüren arayış neydi? Mutlak bir mutluluk yoktur ama her geçen gün daha çok umutsuzluğa kapıldığımızı düşünüyorum. Bilinen hukuki, tarihi ve felsefi içtihatların gelişim konakları, mutsuzluğumuzu ve umutsuzluğumuzu gidermekte sıkıntılar doğurmuş durumda. Bu nedenle, belleklerimizin bir yerinde hep var olan, vicdanlarımızda zaman zaman ortaya çıkan ‘kayıp’ bilginin peşinden gitmeye başladım. 2001 yılında Hititler ile ilgili Yapı Kredi Kazım Taşkent Müzesi’nde gerçekleştirilen sergi, Sümerler’de kadınların işletme sahibi oldukları bilgisi, Akal hocamın ‘Hak Kuramı’ başlığıyla verdiği dersler yani hepsi birden, beni Hititlerdeki hak kavramına taşıdı. 20. yüzyılda çıkan yeni bilgiler bu tanışma ve bilgi edinme faslının en önemli aracı oldular. Kitapta, eski uygarlıklar savaş halinde... Şimdiki algılamamız ve kültürel bakışımızla Hititlerin sanki bir masal kadar uzak bir zaman diliminde yaşadığı düşüncesine kapılırız. Hattuşa ve Şapinuva’da, sizi sarıveren bir estetikle inşa edilen yapılar arasında gezinirken de böyle hissedersiniz. İletişimdeki onca gelişme, uzay turizmi için uzayda başlatılan otel inşaatları bütün hızıyla devam ederken, sizin toprak altında yüzyıllarca yıl kendini gizlemiş geçmişin izini sürerek adalet arayışını ve felsefesini sorgulamanız, hem akıl işi gibi gözükmez hem de çoğuna maceraperestlik gibi gelebilir... 3500 4000 yıllık tarih diliminin, 34 milyon yıllık insan tarihinin içerisindeki yeri bir insan ömrü kadar kısa. Ancak, günümüzdeki veri ve bilgilerin yaklaşık, son 2000 yıllık Roma Yunan uygarlığının içine sıkıştırılması, bu uygarlıkların olduklarından daha farklı konumlanmalarını sağladı. Bizi, ekonomik, siyasal, kültürel, cinsiyetçi, etnisitel ve diğer alanlardaki kuşatması, dayatması ve yabancılaştırmasıyla karşı karşıya bıraktı. Bu “hukuk serüveninde” en çok etkilendiğiniz şey ne oldu? Kitaba aktardığım hemen hemen herşey etkiledi desem abartı olmaz... Ceza anlayışı, ölüm cezası, suçlunun suçundan arınması, farklı ırk ve kültürlerin farklılıkların gözetilerek zayıfın korunmasının amaçlanması.. gibi birçok konunun hukuk temelinde ele alındığı bir “ortak yaşam biçimi”nin ete kemiğe bürünmesi oldukça etkileyici. Hititler’in salt soyut bir eşitlik kavramından öte her konumda zayıf ve güçsüzün daha da gözetilerek adalet arayışına yönelmesi, modern hukukun, kanun önündeki herkesin eşitliğine vurgu yapan temel ilkesinin ne kadar aldatmacalı olduğunu göstermiyor mu? Ayrıca modern hukuktaki yetkilerle donatılanlardaki dokunulmaz zırhı, sorumluluklarını gölgelerken Hititlerde kralların dahi yargılandığı bir hukuk sistemi sizi büyüler. Kitapta güldüren bölümler bile var... Kitap, Hititler’in komik yanlarını, günlük yaşantılarını içermeseydi eksik olurdu. Hayata umutla bakma ısrarları, günlük yaşantıdaki bilge halleri, okuyanları da neşelendirecek. Belki biraz abartıyor gibi gelebilirim size ama birbirleriyle ve tanrılarla olan diyaloglarına, siyasi egemenlikleri altındaki diğer halklarla olan ilişkilerine bakın, bunları yakalayacaksınız. Mesela 3500 yıl öncesinden ilginç bir örnek. Hititlerde’ki doğa anlayışını gösteren, aşağıya aktardığımız bir Hititlinin bir dağla olan kısa diyaloğuna bakın: “Bundan başka büyücü yağ, bal, somun ekmeği (ve) şarap kasesini alır (ve) dağa çıkar. (Dağlara) şöyle hitap eder: ‘Ey yüce dağlar, huşu veren vadilerin sayısız çocukları! Ben (size) acaba niye geldim dersiniz? Çünkü ben artık bittim tükendim, çünkü insanlık bir inek gibi ahırda hapis kalmıştır. Şimdi sizin yardımınıza çok ihtiyacım var, ey dağlar !’ Dağlar şöyle yanıtlarlar: ‘Sen hiç korkma! Biz sana yardım ederiz. Ağaç kendi dallarını kırar mı hiç? Maki kendi büyümesine engel olur mu hiç? Geyik kendi yavrusunu, dünyaya getirdiği yaratığı öldürür mü hiç?” Hukukçular için önemli bir kaynak olacağını söyleyebiliriz sanırım... Bu konuyu çok heyecan duyarak çalıştım. Adliye koridorlarında duruşma beklerken veya mahkeme salonundayken, o hantal gidişatın içinde kendimi yargı bürokrasinin yalnızca bir figürü gibi hissettiğim zamanlar oldu. O anlarda, kendimi çalışmanın içinde düşünüverirken buluyordum; tüm karamsarlığım silinmiş, yaşadığımız ana ve geleceğe umutla bakarken... Hitit dönemini ve çağdaşlarını milat yapmadan, önce Roma ve günümüz modern hukuku sonra da sosyoloji, felsefe, tarih gibi bilim alanlarıyla karşılaştırmadan, adalet arayışımızın ve hukuki sorgulamalarımızın çok eksik kalacağını belirtebilirim. HİLAL KÖSE Can dostları arkadaşlarını kurtarıyor Amaç yarışmak değil, hayat kurtarmak, sahipsiz hayvanlara dikkat çekmek ve sevginin etkilerini ön plana çıkarmak ünlü yüz ve barınakta yaşayan 10 köpek. Hepsi de tek bir amaç için bir araya gelerek televizyon ekranlarından bizlere sesleniyor. Show Tv’de yayınlanmaya başlayan ve yayınlandığı günden itibaren büyük ilgi gören Medyapım’ın yapımcılığını üstlendiği Can Dostum yarışması, İngiltere’de yayınlanan ve çok izlenen Underdog Show’un formatının alınarak hazırlandığı, yarışmadan öte tam bir sosyal sorumluluk projesi. ZUHAL 3 aylık bir süreçte titiz AYTOLUN çalışmalar ile Türkiye Hayvanları Koruma Derneği’nin öneri ve yönlendirmeleriyle barınakta zor koşullarda yaşayan hayvanlardan 10 tanesi alınarak bakıma sokuldu, rehabilite edildi. Şimdi ise yarışma boyunca yeni sahipleri ünlü isimlerle birlikte eğitiliyor ve her pazar ekran karşısına geçiyorlar. Yarışmada eğitmenlerle birlikte çalışan Burcu Çetinkaya ve köpeği Star, Ebru Destan ve köpeği Çoko, Nuri Alço ve köpeği Gazoz, Taylan Kümeli ve köpeği Aşkım, Tolga Savacı ile Ares, Ümit Erdim ile köpeği Lucky, Yağmur Atacan ile köpeği Gofret her hafta hünerlerini sergiliyor jüriye ve izleyenlere. Programda amaç yarışmak değil, hayat kurtarmak, sahipsiz hayvanlara dikkat çekmek ve sevginin etkilerini ön plana çıkarmak. Can Dostum’un yapımcısı Arzu Eğmir, Üsküdar, Beykoz ve Tuzla barınaklarından alınan köpeklerle birlikte hazırladıkları programla insanların zihnindeki yanlışları da düzelttiklerini söylüyor. “Barınaktaki hayvanlar hep hasta ve yaşlı olarak algılanıyordu. Oysa biz sağlıklı ancak ilgiye muhtaç olduklarını geniş bir izleyici kitlesine gösterdik” diyor. Öyle ki program yayınlandığı günden itibaren binlerce telefon yağmış barınaklara. Tuzla Barınağı’nda gönüllü olarak çalışan Deniz Karaduman, programın yayınlandığı günün ertesinde 2 yılda veremedikleri kadar köpek sahiplendirdiklerini söylüyor. Yarışmanın ertesi günü sahiplenilen köpeklerin sayısı 11. Tam bir rekora gidiyor yarışma. Bugüne dek ise sahiplenilen köpek sayısının en az 20 olduğunu söylüyor Karaduman. Diğer barınaklarda çalışan gönüllülerden aldığımız bilgiye göre, telefonların yanı sıra ziyaretler de artmış. Şehir merkezinden çok uzakta yer alan barınaklara bile insanlar ulaşıyor, ihtiyaçların giderilmesi için yardımda bulunuyor. Can Dostum’u ilk izlediğimde 10 yaşlarımdayken apartman dairesinde bakamadığımız için köpek çiftliğine bıraktığımız Billy adındaki köpeğim geldi. Hatta bıraktıktan kısa bir süre sonra çiftlikten kaçarak, bizim yanımıza gelmeye çalışmıştı, hayal meyal 10 hatırlıyorum. Sonra babam onu tekrar alarak çiftiğe geri bırakmıştı. Çok kızgın ve kırgındım. Neden bir arada yaşayamamıştık ki? Bir o mu fazlalıktı evde? Yıllar sonra anlıyorum ki bir hevesle aldığımız ve büyütmeye çalıştığımız Billy’miz için yeterli sorumluluk alabilecek durumda değilmişiz. Büyük bir hata yapmıştık gerçekten. Pek çokları gibi hem de… Tamamen duygusal yaklaşarak, sempati beslediği hayvanları alıp sonra o sorumluluğun altına giremeyerek sokağa bırakan pek çokları gibi... Tabii Billy bize bir ders oldu ve yaşadığımız dairenin imkanları doğrultusunda hayvan beslemeye başladık; sahipsiz gördüğümüz hayvanlara da yaşama şansı tanıyarak, ya sahiplendirmeye ya da onlara küçük apartman bahçesinde yaşam alanları sunmaya çalışarak. Artık birlikte yaşadığım iki kedimle biliyorum ki ağzı dili olmayan, bakışlarıyla konuşan bu hayvanların yegane istediği şey yeterli bakım, samimiyet ve sevgi. O yüzden de Can Dostum, herkesin izlemesi gereken gerçek bir sosyal sorumluluk projesi. takibini sıkı bir şekilde yapıyor. Bir anlık etkiyle bir ünlünün eğittiği köpeği almak isteyenlerin de bulunabileceği düşüncesi sorgulatıyor zaten en çok. Daha sonra bakılamayarak tekrar sokaklara ya da barınağa bırakılmasına izin verilmiyor. Prof. Dr. Tamer Dodurka, Veteriner Hekim Dr. Tarkan Özvardar ve Veteriner Hekim Dr. Çağlar Kondu’dan oluşan jüri ve Stardogs Akademi mezunu eğitmenlerle titiz çalışmaların yürütüldüğü yarışmanın en güzel taraflarından biri de tartışmaların ve kavgaların yaşanmaması. Sosyal bir proje olarak yürütülen programda önemli olan köpekler ve onlara sağlanabilecek yeni ve olumlu yaşam şartları. Bu yüzden de asla reyting kaygısı taşınmıyor. Sunucu, jüri, yarışmacı ve izleyenler dahil herkes amaca hizmet edecek şekilde ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta kimi yarışmacılar kalan her boş vaktini onların eğitimine ayırdıklarını söylüyor. HAYVAN SEVGİSİ AŞILIYOR Medyapım, program için çalışmalara başladığında Türkiye Hayvanları Koruma Derneği ile irtibatlanarak tavsiye ve yönlendirmelerini almış. Derneğin Başkanı Birgül Rona, böyle bir yarışma programının hayvan sevgisi aşılaması açısından çok fazla yararı bulunduğunu söylüyor. “Ayrıca barınaklarla ilgili yanlış algılar da bu yolla silinebilir. Televizyonda hayvanlar çok bakımlı ve temiz görünüyor oysaki çok büyük trajedi barınaklar. Yaşam şartları çok zor. Gönüllülerin yardımıyla ayakta durmaya çalışıyor. Biz, ne kadar köpek kurtarılabilir ve sahiplendirilebilirse o denli mutlu oluyoruz. Önemli olan barınaklardan bir yuvaya geçebilmeleri” diyen Rona, bu tür programların Türkiye’de yaşayan insanlar açısından ciddi eğitici bir yanı olduğuna vurgu yapıyor. İngiltere’de neredeyse her evde bir hayvanın beslendiğini ve bu yüzden orada çok fazla izlenmesinin normal olduğunu belirten Rona, Türkiye’de hayvan severlerin dışındakilerin de olumlu duygular geliştirebileceğini umduğunu söylüyor. Yarışma sayesinde izleyenlerin köpeklere karşı sempati geliştirebileceğini söyleyen Rona, onların sıradan hayvanlar olmadığını, duygusal bir dünyaları olduğunu ve sevgi ile eğitebileceklerini çok geniş kitlelerin görebileceğini söylüyor. Ayrıca Rona, yarışma sonrasında derneğe gelen telefonlarda artış olduğunu, farklı şehirlerden dahi köpek almak istediklerini söyleyenlerin bulunduğunu ancak bir noktanın çok önemli olduğunu vurguluyor: “Ünlülerin yanında gördükleri için alıp sonradan bakamayıp sokağa bırakmasınlar. Köpekler depresyona girer. Bunun da takibinin kolay olduğunu sanmıyorum. Artık hayvanın şansına bağlı.” ARKADAŞLARININ SESİ OLDULAR İzleyene katacak hiçbir değeri olmayan pek çok yarışmaya kısa mesaj atarak destek verenler, bu yarışmanın gerçek anlamını çözmüş ki destekliyor. Çünkü köpekler yalnızca kendileri için yarışmıyor. Barınakta kalan arkadaşlarının da sesi oluyorlar bir anlamda. Alınan kısa mesaj gelirleri de barınaklara mama, aşı, kulübe ve daha iyi yaşam şartları yaratılmak üzere geri dönüyor. Programın yapımcısı Eğmir, gelirlerin yanı sıra şimdiden sponsor firmalarla birlikte barınaklara aşı ve mama yardımı sağladıklarını söylüyor. Eğmir, “Bir avuç gönüllüyle barınaklar çok büyük zorluklar aşmaya çalışıyor. Örneğin Beykoz barınağına taşıma su gidiyor. O kadar çok ihtiyaç var ki... Amacımız elden gelen tüm yardımı yapmak. Halkımız da duyarlılığını gösterdi. Telefonlar, mailler bitmiyor. Ama umarım programın rüzgarıyla gitmez ve sahipsiz hayvanlarımıza ilgi gösterilir. Çünkü gerçekten sevgiye ihtiyaç duyan çok sayıda köpek var” diyor. Sırf bu yüzden de program sonunda barınakların durumu gösterilerek o noktaya dikkat çekiliyor. Programla birlikte hayvan severlerin dışında onlarla hiç iletişim kurmamış olan ciddi bir kesime de ulaştıklarını vurguluyor Eğmir. “Hiçbir köpek sahiplenilmemiş dahi olsa, bu 10 köpeğimiz arkadaşlarının sesi oldu” diyor. Ayrıca yarışmadan elenen hiçbir köpek barınağa geri dönmüyor. Mutlaka sahiplendiriliyor. Zaten yarışmacıların çoğu imkanlar dahilinde almak istediklerini söylüyorlar. Ancak alamayan olursa da barınak yeni sahiplerini seçiyor, uygun gördüğü kişi veya ailelere veriyor ve bunun
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle