19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 21/2/08 16:10 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 23 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ Sahnenin İstanbullu kadınları unutulmasın diye.. Küçükken şarkıcıdoktor olmak isteyen Prof. Dr. Kural’ın artık bir albümü de var adın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, 2008 Ajandası’nın konusu olarak İstanbul temaşa hayatındaki kadınları seçti. Sahneye ilk çıkan müslüman kadın Seniye Hanım’dan tutun da son kantoculardan Zarife Hanım’a kadar ulaşan, titiz bir çalışma sonucu ortaya çıkmış bir tarih bu ajanda. Kadınların geçmişini iyi tanımak, toplanan bilgileri araştırmacılara sunmak ve bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için saklamak hedefiyle 1990 yılından bu yana çalışmalarını sürdüren Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 1991 yılından bu yana düzenli SİNEM olarak çıkarttığı ajandalar aynı zamanda kadınların DÖNMEZ tarihine ışık tutan özel konuların irdelendiği bir koleksiyon niteliği taşıyor. Arşiv belgeleriyle hazırlanan Kadın ve Su, Nobel Ödüllü Kadınlar, Kadın Heykeltıraşlar, Kadın Karikatüristler, Kadın ve Spor, Kadın Sinemacılar, Kadın Seramikçiler gibi konular geçmiş yıllardaki ajandaların konularından bazılarını oluşturuyor. İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanan 2008 Yılı Ajandası Finlandiya Büyükelçiliği’nin ve FriedrichEbertStiftung Derneği’nin katkılarıyla hazırlandı. Arşiv resimleri ve hayat hikayeleriyle Deniz Kızı Eftelya’dan, Adile ve Selim Naşit’in annesi olan Amelya Hanım’a sahneye çıkan ilk Müslüman kadın olduğu düşünülen Seniye’den, kör olduktan sonra intihar eden kantocu Mari Ferha’ya, Ermeni tiyatrosunun en parlak yıldızlarından Meropa Kantarcıyan’a kadar çok sayıda cesur kadının çığır açtığı bir döneme ışık tutuyor. İstanbul, geçmişten gelen kültürel çeşitliliğiyle bugünlere büyük bir miras bırakmış bir kent. Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar, ortak bir kültürün parçası. Geleneklerimiz, alışkanlıklarımız birbirine benzer. Ne de olsa bir zamanların komşuları, arkadaşlarıyız. 3. Selim, 2. Mahmut ve Abdülmecid zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nda sahne sanatları ve müzik gelişmeye başlamış. Tabii ki Türk insanının batıdaki tiyatro ve sanat kültürüyle tanışması azınlıklara da büyük ölçüde bağlı. Kadınların sahneye adım atması tango, kanto ve operetlerle başlamış. Plaklar, tiyatrolar, operetlerde sahne alan kadınlar, İstanbul’un batılı yüzü olmuş. 1800’lü yıllardan 1900’lü yılların sonuna kadar bir zaman diliminde sahne alan kadınlar, silik fotoğrafları ve birbirinden ilginç yaşam hikayeleriyle bambaşka bir dünyaya sürüklüyor. Bazılarının doğum, bazılarının ölüm tarihleri belirsiz. Neredeyse hepsi tarihin tozlu sayfalarında unutulup gitmiş. K Kantocu Küçük Verjin’in kızı, tiyatrocu Naşit’in eşi olan Amelya Hanım kantolar ve düettolarla ün kazandı. İki kişinin karşılıklı atışmalı müzikli oyunu olan düettolarla dönemin ünlü tiyatrocusu Naşit ile birlikte sahne almış ancak aralarında kısa süre içinde bir aşk ilişkisi başlamıştı. Naşit’in boşanmasının ardından evlenen çiftin bugün herkesin yakından tanıdığı iki çocuğu olmuş. Selim ve Adile Naşit. Sahneye zaman zaman erkek kılığıyla çıkan Amelya, kantolarının yanında eşiyle birlikte rol aldığı ‘Aile Saadeti’ gibi oyunlarla ün yapmıştır. Tiyatronun iflası ve Naşit Özcan’ın ölüm sonrasında lokantalara yemek hazırlayarak yaşamını sürdürmeye çalışmıştır. ? Amelya Hanım (...1966) Bir hayalin peşi sıra... Prof. Dr. Ali Rıza Kural, Türkiye’nin en iyi ürologlarından biri… O, deyim yerindeyse tutkuyla bağlı olduğu mesleğinin zirvesinde… Ali Rıza Kural’ın bir diğer aşkı da müzik… Küçükken “şarkıcıdoktor” olmak isteyen Kural, hem tıp hem konservatuarı aynı anda okuyacak kadar sözüne sadık kalmış. İşte yıllar sonra Ali Rıza Kural Hoca, düşlerine can kattı, musiki çalışmalarını bir albümle taçlandırdı. Klasik Batı Müziği ile Klasik Türk Müziğinin birleşmesinden doğan “Hayal İçinde” adlı senfonik albüm, tam üç yıllık bir emeğin ürünü… Unutmadan, Prof. Ali Rıza Kural, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla 10 Mart 2008 Pazartesi günü TİM Show Center’da ilk konseri verecek ve albümündeki parçalarını müzikseverlerle paylaşacak. Müzik ve tıp bir potada nasıl erir? Musiki ve tıbbın benim yönümden özel ve önemli bir kesişme noktası vardır. 1974 yılında tıp fakültesinden mezun oldum. Bir önceki yıl da İstanbul Belediye Konservatuarı (daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne bağlandı) Türk Musikisi bölümünü ‘pekiyi’ derecesiyle bitirmiştim… O yıllarda duayenler Arif Sami Toker ve Rüştü Eriç’ten musiki dersleri aldım, mandolin ve keman dışında ud çalmayı da öğrendim. Rumeli Türkleri Derneği korosu ile Süheyla Altmışdört’ün yönettiği İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi korosuna devam ettim. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrenci korosunda ise şeflik yaptım. Ardından Prof. Dr. Nevzad Atlığ’ın şefliğini yaptığı ve yeni kurulmuş olan Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu’na çağrıldım ve bu koroda uzun yıllar zevkle çalıştım. Konservatuarın son yıllarında Münir Nurettin Selçuk üstadın yönettiği İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’ne davet edildim ve İcra Heyetinin Şan Sineması’ndaki muhteşem konserlerinde korist ve solist olarak yer aldım. ? Sıdıka (Sidonya) Hanım ve kızı Garibe Viyanalı bir sirk yıldızı olan Sidonya, İstanbul’a geldikten sonra evlenip müslümanlığı seçmiş ve adını Sıdıka olarak değiştirmiş. Dans eden, şarkı söyleyen Sıdıka Hanım kızı Garibe doğduktan sonra da sahnelere çıkmayı sürdürmüştür. Sıdıka Hanım sahneye çıktığında Cumhuriyet kurulmak üzereydi. Garibe bu ortamda dünyaya gelmiş. Annesi sahnedeyken o da hava deliği açılmış bir bavulun içindedir. Çocukluğu sahne arkasında geçen Garibe, yıllar sonra kantoya başlar. Garibe kanto yapmakla kalmaz, sanatını müzikli dans gösterisine dönüştürürdü. Sahneyi bıraktıktan sonra da yeni kantocular yetiştirmiş. Direklerarası geleneğinin son büyük seslerinden olan Zarife Hanım uzaktan akrabası Peruz Hanım’ın desteği ve yönlendirmesiyle sahneye çıktı. Saltanatlı günlerin bitimiyle kantoyu bıraktı ve bir ilaç fabrikasında ambalajcı olarak çalıştı ve dönemin diğer kantocuları gibi unutuldu. İstanbul Temaşa Hayatındaki Kadınlar ajandası, Beşiktaş Kabalcı Kitapevi, Beyoğlu Pandora Kitapevi, Robinson Cruose, İstanbul Kitapçısı, Morçatı, Bağdat Caddesi Nezih Kitabevi, Ankara İmge Kitabevi ve Uçan Süpürge’den 20 ytl’ye alınabilir. ALPER TURGUT misafir solist olarak davet edilmem, benim musiki yaşamımda aldığım en büyük onur olmuştur. Nevzad Atlığ ve Alâeddin Yavaşça’nın müzikle olan yolculuğunuzda önemli yerleri olduğu görülüyor… Musiki ve meslek hayatıma yön veren en önemli rastlantı ise Prof. Dr. Nevzad Atlığ hocamla tanışmamdır. Konservatuarda repertuar dersleri veren hocamın kısa sürede gözde öğrencilerinden biri olmuştum. Hayranı olduğum Alâeddin hocamla ise yıllar sonra tanıştık. İki yıl önce prostat ameliyatını da ben yaptım. Müzisyenlik çocukluk düşünüzdü dersek abartmış mı oluruz? Küçükken ‘büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuna ‘şarkıcı –doktor’ cevabını veriyormuşum. Demek ki hedeflerim o yıllardan belliymiş. O zamanlar tek yayın aracı olan TRT’yi dinlerdik ve en ilgimi çeken de ‘Dr. Alâeddin Yavaşça’dan şarkılar dinlediniz’ programıydı. Kendimce şarkı mırıldanırmışım… İlkokula başladığımda bana ve 2 kuzenime mandolin alınmıştı. Yılsonunda benim mandolinim çalmaktan aşınmış olduğunu, diğerlerinin ise yeni alınmış gibi ambalajlarında durduğunu hatırlıyorum. Ortaokula gelince keman dersleri almaya başlamıştım. Mandolin ve keman dersleri ? Zarife Hanım TİYATRO GİBİ... Peki, ürolog olmak fikri nereden çıktı? Bir gün Nevzad Atlığ hocam beni yanına çağırdı ve ne ihtisası yapacağımı sordu. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça’ya olan hayranlığımdan dolayı ‘Kadın Doğum’ geçmişti bir dönem aklımdan, sonraları da Kulak Burun Boğaz… Ancak üroloji aklımın ucundan bile geçmiyordu. Karar veremediğimi söylediğimde hocam, ‘Üroloji düşünür müsün?’ dedi ve beni yakın arkadaşı Prof. Dr. Muzaffer Akkılıç’ın yanına gönderdi. Yoğun amonyak (sidik) kokan bir klinikte ömrümün geçeceği (şimdi bu koku yok tabii ki) hiç aklıma gelmemişti. Gidiş o gidiş… Uzman olduktan sonra artık mesleğime odaklanmıştım. Musiki çalışmalarım eski yoğunlukta değildi. Sonra müzik aşkı geri mi döndü? Hekimlik ne kadar meşakkatli olsa da müzikten hiçbir zaman tam olarak kopmadım. Arabada, hafta sonu evde, tatillerde… Hep şarkı söyledim, prova yaptım. Musikinin yanı sıra tıbbın da bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Her iki branşta da, icracı eğitimini aldıktan sonra kendi sentezini yapar ve kendi tarzını ortaya koyar. Bazen hekimliği bir tiyatro sanatına da benzetirim. Hastanın verilerini elde edip incelersiniz. Sonra bilgilerinize dayanarak bir senaryo ortaya koyarsınız. Bu senaryoyu sahnelediğinizde hasta ve siz başroldesinizdir. Eğer radikal bir cerrahi yapıyorsanız o zaman maraton koşusu aklıma gelir. Bu zor koşuyu, hastayla birlikte tamamlamaya çalışırsınız. Müzik, bu stresli meslekle uğraşırken en çıkar yoldur benim için. Bir şarkıyı mırıldanırsınız veya dinlersiniz, bütün stresiniz dağılır. Böyle anlarda benim için Rast, Mahur, Nihavent ve benzeri makamlar daha geçerlidir. Saba, Hüzzam gibi makamlarla da stresiniz veya probleminizi daha da yoğun yaşarsınız. Musiki, hekimler için stresten arınmak için ne kadar önemliyse, hastalar yönünden de bir o kadar önemlidir. TEMAŞA HAYATINDAKİ KADINLARDAN BAZILARI... ? Seniye (Amelya Hanım) Seniye Hanım’ın sahneye çıkan ilk müslüman kadın olduğu söyleniyor. Babasının ölümünden sonra geçimini sağlamak için Amelya Hanım takma adıyla kanto söylemeye başlamış. Ankara’daki bir gösteri sırasında tanıştığı valinin eşi dolayısıyla sahneyi bırakmış. Valinin kocasına memuriyet vermesiyle tiyatroyu bırakıp yeniden Seniye Hanım olmuş. İstanbul Büyükdere’de doğan Eftalya Hanım, yaz gecelerinde Büyükdere’den sandalla denize açılarak yapılan mehtap sefalarında gece boyunca şarkılar söylermiş. Cumhuriyet döneminde pek çok plak okuyan Deniz Kızı Eftalya’yı anlatmak için Sahibinin Sesi şirketinin kataloğundaki tanıtım yazısı yeterli. “Deniz kızı Bayan Eftalya Sadi’yi musiki aleminde tanımayan hemen hiç kimse yok gibidir, muhteşem ve kudretli sesiyle senelerden beri musiki erbabını peşinden sürükleyen ve hala bugün bile sanat sahasında aynı zevk ve lezzetle dinlenen Deniz Kızı daima okuyor ve alkışlanıyor. Mehtaplı gecelerde boğazın binbir gece masallarını yaşatan sahillerinde saz alemi yapılırdı. Bayan Eftalya o zaman şakrak ve gür sesiyle sakin suları dalgalandırır, kayalara çarpan nağmelerin akisleri dinleyenleri çıldırtırdı. Hayranları ona pek haklı olarak Deniz kızı unvanını verdiler”. Komik Şevki’nin kumpanyasında kanto söylemeye başladıktan kısa bir süre sonra Şevki Bey’le evlenen, unutulmaz oyuncularımızdan Şevkiye May’ın annesi de olan Mari Ferha, gözlerinin güzelliğiyle meşhurmuş. Öyle ki sahneye çıktığında seyirciler ‘Gözün kör olsun emi’ dermiş. Sonra Mari Ferha, deyim yerindeyse göze gelmiş. Gözlerine perde inmiş ve bu acı onu intihara sürüklemiş. İsmail Dümbüllü’ye dümbüllü lakabını takan Peruz Hanım, 18801912 yılları arasında çoğunlukla Galata tiyatroları ve Direklerarası’nda sahne almış. Kantolarını kendi yazıp besteleyen Peruz Hanım’ın sahneye çıkacağı salonlarda seyirciler erkenden gelir, yer kapmaya çalışırmış. Kantonun yaratıcısı olan Peruz Hanım’ın kuzeni olan Şamram Hanım İstanbul’da doğdu. Teyzesinin kızı Peruz ile birlikte Kel Hasan Efendi ve Komik Şevki tuluat kumpanyalarında çalıştı. Direklerarası’nın ünlü eğlence mekanı Ferah Tiyatrosu, Şamram Hanım sahneye çıkacağı zaman kırmızı renklere bürünürdü. Şamram Hanım ramazanda 60 altına kadar yükselen geliri ile en çok kazanan kantocular arasında yer almış. Pek çok kantonun da bestecisi olan Şamram Hanım öldüğünde evinden dört sandık nota çıktığı söylenir. ? Deniz Kızı Eftelya (18911939) ? Mari Ferha ? Peruz Hanım BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN? TRT’de de solistlik yapmışsınız… Bunun dışında 1983’te TRT İstanbul Radyosu’nun açtığı solist imtihanlarını kazanıp bu kurumda istisna akdi (kadrosuz) ile yaklaşık 30 civarında solo bant ve konserler icra ettim. İstanbul Festivali çerçevesindeki konserlere solist olarak çıktım, dernekler yararına özel konserler verdim. Prof. Dr. Nevzad Atlığ hocamın, Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu’nun şefliğinden emekli olmadan önceki son 6 yılında, her sezon iki konsere ? Şamram (Kelleciyan) (18701955) alırken batı müziği metotlarıyla çalışmıştım. Zaman zaman Türk musikisinin ve o zamanlar yeni başlayan Türkçe sözlü hafif batı müziğinin bazı parçalarını da çalıp söylüyordum. Değişik bir tarz olduğunu söylediğiniz albümünüzü anlatır mısınız? Benim kanaatim Türk müziği arayış içinde… Daha geniş kitlelere ulaşması gerek. Yıllarca klasik musikiye gönül vermiş biri için böyle bir tarz nereden çıktı diyecekler olacaktır tabii. Ya da hekim hekimliğiyle uğraşsa da bu sanatı da gerçek icracılarına bıraksa diye düşünenler olacaktır mutlaka. Bu tarz, 1989 yılında birlikte konserler verdiğimiz Ruhi Ayangil arkadaşım, beni Timur Selçuk ile tanıştırdı. O yıl Dünya Plastik Cerrahi Derneği’nin İstanbul’da yapılan kongresinin ana aktivitelerinden biri olarak Timur Selçuk’un yönetimindeki oda orkestrası ile birlikte bir konser verdik. Konserde Münir Nureddin Selçuk üstadımızın eserlerini farklı bir tarzda seslendirmeye çalışmıştım. Gerçekten farklı bir lezzetti ve o günden elimizde kalan hiçbir kayıt yok. Bu anlayış paralelinde 2005 yılı başlarında Ahmet Kadri Rizeli ile yollarımız kesişti. Pilot parça olarak seçtiğimiz Yavuz Özüstün’e ait Nihavend eser “Bir deniz ki gözlerin ölürcesine derin”i Kamil Özler’in yaptığı düzenlemeyle çalıp okuduk. Elde ettiğimiz ilk sound hoşumuza gitti ve devam ettik. Sonuçta bu albüm ortaya çıktı. 1989’da yaptığımız çalışmadan farklı olarak bu albüm çalışmasında yaylı enstrümanların ağırlıkta olduğu bir alt yapıya nefesli sazlar, arp, vurmalı sazlar ve ayrıca Türk Musikisi sazları ilave edildi. Albümde 50 kişilik senfoni orkestrası ve 10 kişilik Türk Müziği sazları bana eşlik ediyor. En önemlisi bu konserden ve albümden elde edilecek gelirle “Endoüroloji Eğitim Laboratuarı”nı kurmak için plan yaptık.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle