15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 31/1/08 17:18 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 2 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ 3 Sıra dışı fotoğrafçı ‘Pera’da “Hiç kahramanım olmadı, ne fotoğrafçılıkta ne de yaşamda. Fotoğrafçılıkta beni ilgilendiren, bir birey olarak fotoğrafçı değil, bir birey olarak sıra dışı fotoğraflardır. Tanınmış bir fotoğrafçı ya da bilinmeyen birisi tarafından çekilmiş olmaları önem taşımaz.” ünyanın en önemli ve en sıra dışı fotoğrafçılarından Josef Koudelka’nın RETROSPEKTİF sergisi, Türkiye’de ilk kez sanatseverlerle buluşuyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde 26 Ocak’ta başlayan Koudelka’nın 350 fotoğrafından oluşan sergi 13 Nisan’a dek izlenebilecek. 2006 yılının başında aynı müzede açılan bir başka usta fotoğrafçı arkadaşı Henri CartierBresson’un sergisinin açılışına katılan Koudelka, müze yetkililerinin sergi isteğiyle karşılaşmıştı. Ve verdiği sözü bu yıl yerine getirdi. Böylece, yaşamı boyunca dört yerde sergilenen YILDIZ ‘RETROSPEKTİF’ sergisinin beşincisi Pera salonlarında gerçekleşti. Koudelka’nın ÇELİK Müzesi “Belki bir yerde daha sergilenebilir” dediği fotoğraflarını ve onun muhteşem fotoğraf yaşamını görmek açısından çok şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz. Uçak mühendisi olan Koudelka fotoğrafa 12 yaşındayken köylerine ekmek getiren fırıncının fotoğraflarını gördükten sonra başlamış. İlk fotoğraf makinasını, yabançileği toplayıp komşu köyde satarak kazandığı para ile satın alan Koudelka, uçak mühendisi olarak çalıştığı dönemlerde de fotoğraf çekmeyi sürdürdü. Daha sonra mühendisliği bırakıp tüm yaşamını fotoğrafa adadı. Ardan Özmenoğlu’yla ‘randevu’ Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım mezunu genç sanatçı Ardan Özmenoğlu, Amerika ve Mısır’da katıldığı grup sergilerinden sonra ilk kişisel sergisi “Randevu”yla Es Konsept’te. Birbirini anımsatan ve hatta kimisinde aynı, materyal olarak geçirgenliği öne çıkaran camlardan oluşturduğu heykeller ve bu heykellerle birlikte işleyen postit notlar üzerine tasarladığı resimlerinden oluşan çalışmalarını sergileyen genç sanatçı, heykellerini tanısal bir enstrüman olarak nitelemekte. Ardan Özmenoğlu’nun sergisi “Randevu” 12 Şubat’a kadar Es Konsept’te sanatseverleri bekliyor. İlk serginiz “Randevu”yla anlatmak istediğiniz nedir? Randevu bir buluşma sergisi. Sanatseverler sergiye geldikleri vakit, sanatın onları nasıl da sıkıntıyla beklediğini görüyor. Acaba gelecekler mi? Nasıl konuşmalıyım onlarla? Kendimi nasıl anlatmalıyım? Beni anlayacaklar mı? Bir bekleyiş ve kavuşma isteği var. Çalışmalarınızda tasarım ve heykel iç içe geçmiş durumda... Çalışmalarımın çağdaş sanatı yansıtan örnekler olduğunu düşünüyorum. Sanat ve tasarım eğitimi almamın bir farklılık yaratacağını en başından beri biliyordum. Yaratma sürecimde, aldığım farklı disiplinler arası eğitim, bana farklı anlatış ve anlayış biçimleri sundu. Bir fikri anlatmanın bir yolu değil bin yolu olduğunu ve seçtiğim yolun sadece bana özel olduğunu düşünüyorum. Bir yıl yurtdışında kaldınız, nasıl bir deneyim oldu ve işlerinize nasıl yansıdı? Yaklaşık bir yıl Berkeley’de davetli sanatçı olarak çalıştım. Özgün baskı dersleri ve San Francisco Art Institute’ta konferans verdim. Fikir olarak çok farklı olmadığımızı gördüm. Fakat Amerikalı sanatçıların olanakları ve sanatlarını uygulamaya geçirme şansları çok daha fazla. çünkü onlarca farklı kurumdan burs, stüdyo ve sergileme olanakları karşılıksız olarak sağlanıyor. Amerikalı bir sanatçının mücadele etmesi gereken tek şey kendi sanatıyla olan hesaplaşması. Orada geçirdiğim zaman içinde onları şaşırtan şey, bir Türk sanatçısının postit notlarla sanat eseri üretip, camdan heykeller yapmasıydı. Yurtdışı deneyimim benden çok yabancı sanatçıları etkiledi diyebilirim. Bana düşen pay, kendi adıma, sanatta dünyayı yakaladığımın farkına varmam oldu. Postit kullanma fikri nasil oluştu? Zamanımı farklı materyalleri inceleyerek, farklı boyaları kullanarak, deneyler, testler yaparak geçiriyorum. Aklımdaki hiçbir acaba sorusunu cevapsız bırakmıyorum. Biliyorum ki, ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz, nereye vardığınız değil hangi malzemeyle, hangi yöntemi kullanarak vardığınız önemlidir. Postit notlarla çalışmak da böyle bir araştırma ve yaratıcılık sonucunda ortaya çıkan bir fikirdi. İki boyutlu bir kompozisyonu düz bir yüzeyden nasıl kurtarabilirdim? Bu nasıl bir materyal olmalıydı? Yaratmak istediklerim neden gündelik hayatımızın vazgeçilmez aracı, postit notlar üzerinde olmasın? İşlerimin çoğunda imaj ve yüzey yarışmasının var olduğunu söyleyebilirim. Güçlü bir imaj yüzeyi maskeleyebilir mi, yoksa güçlü bir yüzey mi imajı maskeler? Genç bir sanatçı olarak kendizi ifade ederken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz özellikle dünyayla kıyaslarsanız? En belirgin zorluklardan biri, ‘Ben sanatçıyım’ cümlesi. Dünyanın neresine giderseniz gidin ‘I am an artist’ cümlesinden anlaşılan ilk ve tek şey ya ressamlık ya da heykeltıraşlıktır. Fakat Türkiye’de ‘Ben sanatçıyım’ dediğinizde ilk akla gelen nedense şarkıcılık oluyor. Öncelikle bu anlayışın ortadan kalkması gerek. Toplumun, sanatçının üreten ve yaratan bir kişi olduğunun farkına varması lazım. Yurtdışında sanatçı, diğer meslek gruplarından çok daha fazla değer görüyor, kendini rahatça ifade edebileceği çok geniş kitlelere sahip, stüdyo olanakları fazla, destek aldığı kurum ve kuruluşlar var. İşleriniz birşeyleri anlatma kaygısı taşıyor mu, taşımalı mı? Ben sadece yaratıyorum. İşlerimi yaratırken hiçbir anlatma kaygısı taşımadığım gibi bu kaygıyı taşıması gerektiğini de düşünmüyorum. Ama çoğunlukla bu kaygı sanatçının bilinçaltında bulunmakta. Sanatçı istese de istemese de işine bunu yansıtıyor. Bu çok içsel bir durum. Tarif edilmesi çok zor bir duygu. Yoğunlaşmak istediğiniz alan ve hedefleriniz neler? Aslında sanatımda yoğunlaşmak isteğim belli bir alandan çok alanlar var. Bunlardan biri, ‘Pop Art’ın günümüze yansımasını neden bir Türk sanatçı anlat masın?’ sorusunu dünyaya sormak. Bu hedefi ilk olarak, Berlin’de Nisan ayında gerçekleşecek olan ikinci kişisel sergimde hayata geçirmeyi umuyorum. Grup ve kişisel sergilere, sanat çalışmalarıma yurtdışında ve yurtiçinde devam etmeyi planlıyorum. Hedefim çağdaş dünya sanatçılarından biri olabilmek ve aslında dışarıda ne oluyorsa, burada da aynısının olduğunu gösterebilmek. Es Konsept. Mehmetcik Cad No 92 Fulya www.eskonsept.com D SABIHA KURTULMUŞ ÇİNGENELER... Dünden bugüne fotoğraflarını ve yaşamını yansıtan serginin hazırlıklarını da bizzat kendisi üstlendi. Bir hafta boyunca Pera Müzesi’nde çalışan Koudelka, serginin tasarımını da hazırladı. Vakfın Kültür ve Sanat danışmanı Samih Rıfat anısına düzenlenen sergideki 6 ana bölüm şöyle hazırlandı: Başlangıçlar: Koudelka’nın ilk kez Ocak 1961’de, Prag’daki Semafor Tiyatrosu’nun fuayesindeki sergilediği fotoğraflardan geriye kalan nadir, özgün fotoğraf baskılarından oluşuyor. Çingeneler: İlk geniş kapsamlı ve çarpıcı tematik dizisidir. Çoğu 1960’lı yıllara (19621970) yayılan fotoğraflar, ağırlıklı olarak Slovakya ve Romanya’daki Roman yerleşimlerinde çekilmiş. Ve Koudelka denince akla ilk gelen fotoğrafları çekmeye onu neyin ittiğini sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Beni çingeneleri fotoğraflamaya tam olarak neyin ittiğinden emin değilim, ama şunu biliyorum, bir kere başladıktan sonra –zaman zaman istediysem de bir daha duramadım. Çingenelerin yerleşimlerinde fotoğraf çekmek her zaman çok da kolay değildi. Yine de her defasında müzik beni tekrar havaya soktu. Sanıyorum halk müziğine duyduğum ilgi fotoğraf çekmemde bana yardımcı oldu. Yerleşim bölgelerini ziyaret ettiğimde çoğu zaman, çingene şarkılarını kaydederdim. Çingeneler usta psikologlardır; müziklerini sevdiysem başka şeylerini de sevmiş olabileceğimi anladılar. Çekoslavakya’dan ayrılana kadar onları fotoğraflamayı sürdürdüm” Josef Koudelka, sıra dışı ve üstün cesaret örneği olan fotoğraflara verilen “Robert Capa Altın Madalyası’’ ödülünü 1969 yılında “adı bilinmeyen bir Çek fotoğrafçı’’ imzası ile kazandı. Bu fotoğraflar, sadece Çekoslovakyalıların Rusların işgaline karşı direnişini değil, dünya üzerindeki tüm silahlı işgallere karşı, silahsız olanın güçlü olduğunu simgeleyen anıtsal fotoğraflar olarak da zihinlere kazındı. İşgal: Bu dizinin temel amacı, beklenmedik bir felaket şeklinde ortaya çıkan ve modern Çek tarihinde belirleyici bir rol oynayan 1968 Sovyet işgalini en doğru biçimde aktarıyor. Josef Koudelka, sıra dışı ve üstün cesaret örneği olan fotoğraflara verilen “Robert Capa Altın Madalyası’’ ödülünü 1969 yılında “adı bilinmeyen bir Çek fotoğrafçı’’ imzası ile kazanmıştı. Bu fotoğraflar, sadece Çekoslovakyalıların Rusların işgaline karşı direnişini değil, dünya üzerindeki tüm silahlı işgallere karşı, silahsız olanın güçlü olduğunu simgeleyen anıtsal fotoğraflar olarak da zihinlere kazındı. Bu bölümdeki fotoğraflarını hiçbir basın kuruluşuna bağlı olmadan kendi için çektiğini söyleyen Koudelka, şunları söylüyor: “İşgal sırasında fotoğraf çektim, ama basmadım. Bunun için zaman yoktu. Filmleri sonradan yıkadım. Çekoslovakya’da olup bitenler yaşamımı doğrudan etkiliyordu. Söz konusu benim ülkemdi. Benimle yurtdışından gelen fotoğrafçıları birbirmizden ayıran da bu oldu. Fotoğrafları kendim için çektim, bir dergi için değil. Yayınlanmaları tesadüfen oldu. Ben haber fotoğrafçısı değildim. ‘Haber’ olarak nitelendirilebilecek hiçbir fotoğraf çekmemiştim o güne kadar. Ansızın, yaşamımda ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya kaldım. Buna tepki gösterdim. Olan biteni fotoğraflamamın önemli olduğunu biliyordum ve fotoğrafladım da. Ne yaptığımı pek de düşünmüyordum. Sonradan kimileri bana ‘öldürülebilirdin’ dediler, ama o sırada bunu düşünmüyordum bile. Beni tanıyanların, böylesi bir olayı bu şekilde fotoğraflayabileceğimi düşündüklerini sanmıyorum. Ben de sanmıyordum. 1968 Ağustosu’nda Prag’da olanlar sadece bir kez yaşandı benim için. O günden beri ne böyle bir olay yaşadım, ne de böyle bir olayın fotoğraflarını çektim. Aileme herhangi bir misilleme gelmesini önlemek için Magnum, 1968 işgali sırasında çektiğim fotoğrafları adımı kullanmadan dağıtmayı sürdürdü. Ancak babam öldükten sonra fotoğrafların benim olduğunu itiraf ettim. Çekoslovakya’da fotoğraflarım ilk kez, tam yirmi iki yıl sonra, Ağustos 1990’da haftalık Respekt dergisinin özel ekinde yayınlandılar.” Sürgünler: Koudelka’nın çalışmaları arasında ayrı bir döneme işaret eder. Kendisi de bir göçmen olan sanatçı, geçmişe özlem, sorgulama ve yabancılaşma güdüsüyle işlediği fotoğraflarında yurdundan koparılma ve dışlanma duygusunu dışarı vurur. Tiyatro: Bu bölümde, Divadlo (Tiyatro) dergisinde yer alan kapak fotoğraflarının yanı sıra, sanatçının çoğunluğu röportajlardan oluşan gösteri fotoğrafları da –bir anlamda soyut, grafik sanat niteliği taşıyan Divadlo dergisinde yayınlanmış fotoğraflardan oluşuyor. Kaos: 35 mm’den 6X19 panoramik kameraya yaptığı geçiş onun bundan sonraki işlerinde etkili bir dönüm noktası oldu. Çekoslovakya’ya ilk kez döndüğünde, Bohemya’nın Ore Dağları’nda fotoğrafladığı, 19901994 yılları arasında meydana gelen doğa katliamın fotoğrafları. The Black Triangel (Siyah Üçgen) başlığıyla sergilenen ve yayınlanan bu fotorğaflar, sanatçının kuzey Fransa’da insanlar tarafından zarar gören bir başka bölgede panoramik fotoğraf makinesiyle çektiği bir dizi fotoğrafla yakından ilintilidir. Serginin son bölümünde yer alan, bu fotoğrafların tümü, Koudelka’nın Kaos adlı geniş çaplı projesinin bir parçası. Bugünün yıkıma uğramış coğrafyasında sanatçı, ‘trajik, vahşi bir güzellik’ bulmuş. Neden bu son bölümdeki fotoğraflarda insan yok sorusuna verdiği cevap ise şöyle oldu: “Onlarda insan görünmüyor ama insanı hissedebilirsiniz.”. Hiç bir dergi işi almadan, 1971 yılından bu yana sadece Magnum ile çalışıyor: “Paris’deki Magnum ofisi ana üssümdü. Bana gereksinim duyduğum her yardımı verdi. Postam oraya giderdi. Paris’e uğradığımda çoğunlukla orada uyurdum. Resmi evraklar için sürekli adresim orasıydı, yaşadığım farzedilen yer. On yedi yıl vatansız olarak dolaştıktan sonra Fransa vatandaşlığına kabul edildim. 1987 yılında pasaportumu aldım.” Bugün 70 yaşında olan Koudelka, dünyayı aynı heyecanla dolaşmaya devam ediyor. Son yıllarda Roma Belediyesinin isteği üzerine Roma’nın tarihi yerlerinin fotoğraflarını çeken Koudelka, aynı tarzda Suriye ve Libya’nın tarihi yerlerini de panoramik olarak görüntülemeye devam ediyor. Fotoğraflarını kendisinin satmadığını, bunu Magnum’un yaptığını söyleyen Koudelka, fotoğraflarını Prag’daki bir müzeye parasız olarak vermek istediğini belirtiyor. Bir milyon kilometre fotoğraf yolculuğu Faruk Akbaş’ın ‘Anadolu’da Tarihe, Kültüre, Doğaya, İnsana Yolculuk’ kitabı Marmaris’ten Siirt’e uzanan ışık ve renk şölenini yansıtıyor Faruk Akbaş, yaşamını, zamanın her anını, dünyanın her rengini ve gökyüzünün tüm ışığını kare kare saklamaya adamış bir fotoğrafçı. İnsana bakış açısıyla kompozisyonlarıyla fotoğrafın en “sıcak dilli” ustalarından biri. Çok sayıda gezi ve fotoğraf kitabının ardından son yayımlanan “Anadolu’da HATİCE Tarihe, Kültüre, Doğaya, İnsana Yolculuk” kitabında Akbaş, yine TUNCER Anadolu’nun toprağında yaşamın küçük, duygulu ayrıntılarına girmiş. Kâmil Koç Otobüsleri A.Ş.’nin desteğiyle yayımlanan kitapta Ayvalık’tan Şanlıurfa’ya, Siirt’ten Marmaris’e bir yolculuğa çıkılıyor. Fotoğrafların yanı sıra Yolculuk Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ceyda Taşdelen’in ve Editör Deniz Yalım Kadıoğlu’nun yörelerin geleneklerine, yaşama ilişkin yazılarına yer veriliyor. Bu yönüyle kitap ülkemizin tarih, doğa ve kültür değerlerini bir araya toplama anlamında gezi rehberi niteliği de taşıyor. Akbaş, kendisini “belgesel fotoğrafçı” olarak tanımlasa da teknikteki başarısının yanı sıra insana, renklere ve ışığa getirdiği yorumla fotoğraf sanatında özel bir yer edindi. Fotoğrafın her alanında özellikle gezi fotoğrafçılığında Türkiye’de birçok ilke imza atan Faruk Akbaş, Güneydoğu’dan Ege’ye kadar “Fotosafari”ler düzenledi. Karayolu ile Asya gezilerinin yanı sıra Galatasaray’daki Fotoğrafevi’ni kurarak fotoğraf eğitim verdi. Fethiye Kayaköy’de kurduğu Sanat Kamplarında her yaz fotoğraf severleri bir araya getirerek fotoğraf deneyimlerini paylaşıyor. Fotoğraf dalında sayısız ödüle değer görülen ve birçok kitaba imza atan Akbaş halen Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Fotoğraf Bölümü’nde belgesel fotoğraf dersleri veriyor. Himalayalar’a yaptığı geziden sonra Gürcistan’da bir sergi açan Akbaş’la Türkiye’ye dönüşünde buluşup yine fotoğraf üzerine konuştuk. Fotoğraf nedir sizin hayatınızda? Fotoğraf, bilgiye ve sevgiye giden en kısa yol. Fotoğraf, doğayı, insanı, yaşamı anlamak ve anlatmak için tasarlanmış mucizevi bir alet. Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız? Başlamak için o kadar neden var ki. Aslında neden diğer insanlar başlamazlar onlara sormak gerek. İnsanlar neden tanık oldukları şeyleri aktarmak istemezler. Üstüne üstlük bizim gibi bir ülkede yaşıyorsa. Bu kadar güzel, bu kadar zor, bu kadar çelişkili. Fotoğrafa Hakkari Cilo Dağları eteklerinde askerlik yaparken başladım desem yeridir. Zaten fotoğrafa başlamasam yanlış olurdu. Çevreden, insan ve doğadan çok etkilenmiştim. Askeri kampın seyyar çadırında oluşturulan elektriksiz karanlık odada ilk deneyimler yaşamımın en heyecanlı dakikalarıydı. Yıl 19831984. Türkiye dışında nerelerde fotoğraf çektiniz? Başınıza gelmeyen kalmamıştır. 40 kadar ülke. Hemen hemen Türkiye’nin görülmesi gereken önemli yerlerinin tamamı. Karayolu Asya yolculukları. Altı kez HindistanNepal, iki kez Çin ve Mısır yolculukları yaptım. Moğolistan ve Afganistan’a gittim. Kaç kez çölde saplandığımızı hatırlamıyorum. Azerbaycan’da, Gürcistan’da, Pakistan’da soyguna uğrama, Türkiye’nin doğusunda, Afganistan’da, İran’da çeşitli kez gözaltına alınma. Köpekler, çıyanlar tarafından ısırılma. Deprem, sel felaketleri, trafik kazaları. Hırsızlık ve tartaklanmaları saymıyorum. Kısaca 400 bin kilometre Asya’da, yaklaşık 1 milyon kilometre Türkiye’de fotoğraf yolculuğu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle