25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Oyunu izleyen erkekler aşağılık yönleriyle yüzleşmek istemiyor’ Yeşilköy sahilinde bir balıkçı teknesi yanaşıyor, kasa kasa balıkları indiriyor. Yaklaşıyorum ben de kasalara. Kalabalık artıyor. Tam da o sırada omzuna dayadığı olta ve boş kovasıyla yaklaşıyor orta yaşlarda bir erkek. İki levrek istiyor, kovasına yerleştiriyor. Düşünmeden edemiyorum; ‘Balık tutamadım, sahilden aldım geldim’ dese elinde poşetiyle, ne çıkar sanki. Neden bir gösterge olur, neden bu tür bir aklanma yoluna gider erkekler? Ertesi gün oyun atölyesi’ndeyim yeni oyunu Testosteron’u izlemek üzere. Tam da bu anlattığım kavrama gönderme yapıyor oyun. Erkeklerin içinde bulundukları kendini kanıtlama, hakimiyet kurma, basmakalıp tek tip kavramların içine gömülmeyi anlatıyor oyun. Hem de hormonlarının ardına sığınarak. Yalnızca bu da değil. Erkekliğe ait argümanları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kemal Aydoğan’ın sahneye koyduğu oyunu, Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz 2002 yılında kaleme almış. Metin Coşkun, Fırat Tanış, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar, İnan Ulaş Torun ve Tuna Kırlı sahnede. Nikâh sırasında gelinin damada hayır diyerek davetlilerden birini işaret etmesi üzerine ortalığın bir anda nasıl karıştığını ve düğün için hazırlanan restoranda bir araya gelen yedi erkeğin testosteron hormonunun etkisiyle nasıl trajikomik bir hale büründüklerini gösteriyor oyun. Gerçekçi bir sorgulamaya sahip. Herkes eminim ki bir pay çıkarıyor kendine. En çok da kadınlar gülüyor oyunda. Neyse... Biz lafı uzatmayalım, Aydoğan’a bırakalım sözü. 8 KASIM 2008 CUMARTESİ 5 ‘ YÜRÜMEYİN ARTIK! İyi ki doğa bizi cezalandıracak güç olarak orada duruyor. İyi ki ona egemenlik kuramamışız. O hatırlatabilir ancak. Ne konuşabiliyoruz birbirimizle, ne masalımız ne de hikayemiz var. Biz aslında bir büyük yalanın içindeyiz. Birbirini tanımayan, bir başkasını sevmeyen, empatisini bir türlü kuramayan bir yapı. Ben çok korkuyorum gerçekten. Bir de kendimden iğreniyorum. Bütün bunları görüyorum ve müdahale edemiyorum. Gidip tankların önüne oturmak ve ‘yürümeyin artık nolur durun’ demek istiyorum. ZUHAL AYTOLUN ’ Kendine güvenen bir insan olsun Pozitif Disiplin, “çocuğun, sahip olduğu sorumluluklarıyla, yaşantısındaki davranışlarının doğal ve sosyal sonuçlarını kabul etmesi” demek. Annebabanın disiplin anlayışının, “güven verici, destekleyici ve hoşgörülü” olması, çocuğun FİGEN kendine güvenen, yaratıcı ve toplumsal bir olmasına yardım eder. ATALAY birey Bilfen Okullları Rehberlik ve Psikolojik Danışma Birimi’nce, veliler için hazırlanan “Pozitif Disiplin ve Özdenetim” konulu kitapçıkta, disiplinin amacı şöyle açıklanıyor. “Disiplinin amacı; çocuğun kendi davranışlarını denetleyecek güce eriştirmektir. Önemli olan, çocuğun annebaba ya da öğretmen korkusu ile ya da sadece onlar istiyor diye değil, içselleşmiş bir sorumluluk duygusu ile yerine, zamanına ve koşullara uygun şekilde davranmayı öğrenmesi yani özdenetimini geliştirmesidir.” Çocuklar, öz denetimlerini sağlamak için üç ayrı kaynağa gereksinim duyuyorlar: ? Kendileri ve diğerleri hakkında olumlu duygular ? Doğruyu ve yanlışı anlama ? Problemleri çözmek için alternatiflerin olması ? Çocukların kendilerini iyi hissetmelerini sağlamak ? Güvenilir bir çevre hazırlamak ? Sınırlar koymak ? Olayları önceden görmeye çalışmak ? Sorun çözme becerisi kazandırmak ? Müdahale ederken aşırıya kaçmamak ? Çocuğa ve kendinize karşı sabırlı olmak ? Gerektiğinde uzman yardımı almak ERKEK EGEMEN DÜNYA Nasıl bir hormon ki bu testosteron herşeyin sorumlusu olarak karşımıza çıkıyor? Yarattığımız kültürü, kadının ikinci sınıflaşması, bizim onun üzerindeki egemenliğimiz, ona hayat hakkı tanımamamız, dar bir yerden algılıyor olmamız, bunu tıpkı oyundaki gibi bir de biyolojiyle açıklamaya ve kendimizi haklı çıkarmaya çalışmamız; tam anlamıyla erkek egemen bir dünya... Zaten aksi olsaydı savaşlar olmazdı bu dünyada. Neden üstünlüğümüz olsun ki. Birbirini döven, kavga eden ama ortak çıkarları doğrultusunda bir araya gelen ve tuhaf ahlaki bakış açıları geliştiren bir cinsiz. Bu bizim çalışma biçimimiz diye de rasyonalize ediyoruz. Suçluyu bulduk işte: ‘Biz böyleyiz.’ Peki hiç mi bir şey yapmayacaksın? Böylesi bir ortamda kadınların duruşu ya da etkisi nedir? Anneler çocuklarını babaya benzeterek yetiştiriyor. Modelleri o çünkü. Bir kısır döngü bu. Sonsuza dek süreceği düşüncesindeyim ve korkunç bir şey bu. Bunların görülmesi ve sorgulanmaması. Herkes normal karşılıyor. Çünkü bizler rahatız ve egemeniz aslında. Elbette bundan sıyrılmaya çalışan erkekler var. Ama hakim kültür sürüyor ve kadın da bu zokayı yutmuş. Benim annem de öyle mesela. ‘Erkek arıza çıkarırsa, kadın tolere eder’ öğretildi bize. DANS ETTİRMEYEN BİR DÜZEN Diğer temsillerde de böyle miydi bilmiyorum ama oyunda en çok gülen kadınlardı. Her temsilde aynı. Bazı erkek ifadeleri yakalıyoruz. Bizim halimizi neden gösteriyorsunuz der gibi bakıyor. Çünkü yüzleşmek istemiyor. ‘Biz bu kadar aşağılık değiliz’ diyor. Çapraşık bir akıl. Ama kadınlar biliyor. Tiyatronun avantajı da burada. Bir kadının bu netlikte bir erkek dünyasına tanık olma ihtimali çok zor. Aramızda kadın yokken böyle davranıyoruz. Ama oyunda o kadar çıplak haldeler ki. Mesela bu oyunda küfürden kimse rahatsız olmadı. Belli ki erkeğin dilinin ne olduğunu herkes biliyor. Kadınlar görüyor: Bu aşağılık, pespayeleşmiş erkek dünyasını. Peki bu nasıl bir yüzleşme oldu sizin için? Bu oyun bir hastalığımızı gösteriyor. Kendi adıma gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki çokça dünya görüşü edindim bu oyundan. İçimiz çok rahat. Biz dışardaki birini işaret etmiyoruz. Önce biziz. Zaten bütün çelişki çatışma da bunu görememekten çıkıyor. Ötekinde tüm sorunu aramak, günah keçisi belirlemek. Ben 43 yılımı bir erkek olarak yaşadım, nasıl bilmem kendimi. Sevgi, şefkat gibi kadınsı sayılan herşey alınmış elimizden. Sevginin neresi kötü? Ama hep böyle gösterildi bize. Belli roller altında ezilip boğuluyor tabii. Aynen öyle. Hepsi de galip gelmek üzere. Sürekli bir saldırı, bir çatışma. Bir şiddet kültürü var altttan alta. Bu kadını korkutur. Beni de korkutuyor. Bize de hayat hakkı tanımayan, dans ettirmeyen bir düzen kuruluyor. Kim olduğunun bir önemi yok. İşaret parmağını sallıyor, bununla iş halletmeye çalışıyoruz. Bu sürdüğü sürece de bu ülke hiçbir sorununu çözemez. Ne kadın erkek ilişkisi bu parmakla çözülüyor ne de toplumsal sorunlar. Çocuklarda özdenetimi geliştirmek için davranış yöntemleri önerileri: ? Sevgiyi ifade etmek ve koşulsuz sevmek ? Tutarlı olmak ? İletişimde açık olmak ? Problem davranışı anlamak Aileler: ? Çocukları ile koşulsuz, sevgi dolu bir ilişki yaratırlarsa, ? Çocuklarının benimsemelerini diledikleri güzel davranışlara örnek olurlarsa, ? Çocuklara bir şey yapmalarını emretmek yerine, onlardan bunu rica ederlerse, ? Kendileri için bir eylemde bulunmayı öğrenmeleri konusunda, çocuklara inanır ve güvenirlerse, ? Kısır tartışmalar yerine, gerçekçi, duygusal, toplumsal ve eğitsel tartışmalara birlikte yönelirlerse, ? Meşru haklara ve gereksinimlere saygı gösterilmediği zaman yaptırımları, sevgi gösteren ve kendinden emin bir yolla uygularlarsa, ? Çocuklarının istenmeyen bir davranışı karşısında kontrollerini yitirdiklerinde özür dilemekte sakınca görmezlerse, ? Çocuklar, herhangi bir konuda bir mücadeye giriştiklerinde, destekleyici ve cesaretlendirici olurlarsa, çocuklarında özdenetim gelişimini desteklemiş olurlar. figenatalay?yahoo.com Faks: 0 212 343 72 64 Çocuklar işe gitti Pfizer Türkiye Ebeveyn Kulübü’nün, bu yıl ikincisini düzenlediği “Çocuklarınızı İşe Getirin” etkinliği kapsamında annebabalarıyla birlikte işe gelen çocuklar, hem onların işyerini görme fırsatı buldu, hem de kendileri için düzenlenen aktivitelerle eğlenceli bir gün geçirdi. Çocuklar, annebabalarının çalışma ortamlarını görmek ve şirkette hep birlikte güzel bir gün geçirmek üzere, adlarına özel olarak hazırlanan davetiyelerle etkinliğe davet edildi. Annebabalar o günün tamamını çocuklarına ayırırken, çocuklar da canlı müzik, kukla tiyatrosu, yüz boyama, duvar boyama ve balon katlama gibi etkinliklerle eğlenceli bir gün geçirdi. Türkiye’deki uygarlıklar boyama kitaplarında Ülkemizde doğup gelişen çeşitli uygarlıklar ve kültürler, okumalı boyama kitaplarıyla çocuklara tanıtılıyor. Filiz Yayıncılık tarafından hazırlanan kitaplarla, çocuklara, tarih, arkeoloji, sanat,estetik, doğa, çevre, tarihi eser, korumacılık gibi kavramların küçük yaşlardan itibaren öğretilmesi amaçlanıyor. Peri Bacaları, Efes, Nemrut Dağı, Karagöz Hacivat, Maskeler, Noel Baba, Anadolu Binbir Mitolojik Öykü’den sonra şimdi de Çatalhöyük, Hititler, Frigler, Urartular ve Lidyalılar adlı kitapları hazırlayan Arkeolog Işık Soytürk, “Bu kitaplarımızda Türkiye’nin pek çok uygarlığa evsahipliği yaptığını, bunların yanı sıra dünya uygarlığının temelinin Anadolu’da filizlendiğini, günlük yaşamımızda yer alan pek çok araç gereç ve kurumun ülkemizde ortaya çıkıp buradan Avrupa’ya yayıldığını, bunları öğrenerek tanımayı, tanıtmayı, korumayı ve bu ülkede yaşamakla gurur duymamız gerektiğini anlatıyorum. Kitaplar, müze ve ören yeri ziyareti öncesinde tarih ve arkeolojiye hazırlık şeklinde bir görsellik sunuyor” diyor. Kitaplarla ilgili bilgi için adres: www.filizyayincilik.com Bu yarışma engelli çocuklar için 05 yaş arası çocukların katılacağı “Mini Star” yetenek yarışmasının tüm geliri, Küçük Bakkalköy Lions Eğitilebilir Engelli Çocuklar Eğitim Merkezi’nin yapımına aktarılacak. İstanbul Anadolu Yakası Lions Klüpleri’nce düzenlenecek yarışma, 16 Kasım Pazar günü İstanbul Green Park Hotel’de gerçekleşecek. Mini Star Yetenek Yarışması, 05 yaş arası sağlıklı çocukların yeteneklerini (müzik aleti çalma, şarkı söyleme, dans etme vb.) sergilemeleri için bir fırsat yaratacak. Organizasyonda, masal dinletileri, çocuk korosu, oyun atölyesi, yüz boyama, dans gösterileri gibi birçok keyifli etkinlik de konukları bekliyor. Ayrıntılı bilgi İçin: 0216 577 41 41 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle