Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 KASIM 2008 CUMARTESİ 7 12 Eylül Darbesi ve devamında gelen acımasız cunta rejimi, toplumsal hayatı darmadağın edip apolitik kuşaklar yetişmesine neden oldu. Fikir, düşün, yazın, sanat, kültür... Her ne varsa altını üstüne getirdi, yaktı, yıktı, yasakladı, sürgüne yolladı, sansürledi ve susturdu. Türk sineması da bu amansız fırtınanın ortasında kalakaldı, zaten aksini iddia etmek resmen safdillik olurdu. Tartışmak, eleştirmek, önermek, savunmak mümkün değilken özellikle siyasi sinemadan bahsetmenin âlemi yoktu. O koşullarda siyasi sinema büyük bir düş idi ve baskıcı düzenin emriyle tozlu raflara kaldırıldı, ister, istemez... Yaprak bile kımıldamayan yılların ardından aydınlık beyinli yeni nesil yönetmenler, tüm toplumsal gevşemeye ve yaratıcılıktan yoksun rehavete karşın kollarını sıvadılar. Yeniden silkiniş, ayağa kalkış ikliminde, siyasi film denemeleri de peşi sıra geldi. İşte tam da bu noktada, sinemacılara, Yılmaz Güney’i ve onun yükselttiği başarı çıtasını aşıp aşamadığımızı sorduk. Kimi gerilediğimizi, kimi yerimizde saydığımızı ve hatta kimileri de Türkiye’de siyasi sinema diye bir şeyin olmadığını söyledi. Ancak aksi yönde düşünenler de var. Geleceğe umutla bakan, tartışma çeşitliliğinin arttığını savunan ve kendi deyimleriyle elini taşın altına koymaya hazırlananlar, yıllardır dayatılan zehirli apolitikleşme ilacının etkisinden kurtulduğumuzu öne sürüyorlar. Hepsinin ortak kanaati, el değmemiş nice olay ve kişinin bulunduğu bu ülkede konu sıkıntısı çekilmeyeceği yönünde... Demek ki, siyasi sinema adına adımlar atacak cesaret yavaş yerine geliyor. Ancak ve ne yazık ki; kafalarımız hala çok karışık... Siyasi sinema; cesur ama kafası karışık ZUHAL AYTOLUN / ALPER TURGUT Tarık Akan Deniz Türkali Türkiye’de siyasi sinemanın simgesi Yılmaz Güney’den sonra uzun yıllar bu alanda bir film çalışması yapılamadı. 12 Eylül’den sonra çekilen bazı filimler ‘siyasi sinema’ açısından umut vericiydi ancak hep daha iyisinin, bir adım ilerisinin perdeye aktarılması beklendi. Siyasi sinema açısından konu sıkıntısı çekilmeyecek bir tarihe sahip ülkemizde neden yeterince cesur davranılmadığı tartışılıp durdu. Son dönemde Gitmek filminin İsviçre’de festival programından çıkarılmasından sonra Son Cellat filmine önce 18 yaş sınırı getirildi ve ardından da bu bir dilekçeyle kaldırıldı. Akıllarda ise şu soru asılı kaldı: “Türkiye’de politik içerikli filmler çekilebiliyor mu? Çekilenlere karşı ise gizli bir sansür mü uygulanmaya çalışılıyor?” Yılmaz Güney’in 1982 yapımı Yol filminden bir sahne Yılmaz Güney’den öğrendiklerimizle kaldık Türk sineması Yılmaz Güney’i aşamadı. Ondan öğrendiklerimizle kaldık ancak üstüne herhangi bir şey koyamadık. Sadece Nuri Bilge Ceylan’ı günümüz sinemasına katkıları nedeniyle ayrı bir yerde değerlendirmek gerek. Yalnızca siyasi sinemadan bahsetmiyorum, bunu yönetmenlik anlamında daha doğrusu yaratıcı yönetmenliği temel alarak değerlendiriyorum. Sinemamızın Türkiye sınırları dışına çıkması lazım... Filmleriniz hem toplumsal bir meseleyi anlatacak hem de büyük bir beğeni kazanacak. Bu gerçekten zor. İşte Ceylan bunu başarma potansiyeli taşıyan yetenekli bir isim. Onun gibi insanların çoğalması şart. İran sinemasının evrenselliğe ulaşmasını ise, baskıcı rejimlerde sanatçı yaratıcılığının ön plana çıkmasıyla açıklayabiliriz. Baskıcı rejim onlarda, akıl ve zekânın gelişmesine yol açarken 12 Eylül darbesi, bizde toplumsal bir gevşemeye sebep oldu. Dış güçlerin güdümündeki 12 Eylül rejimi, başarılı oldu ve bugünleri yarattı. Emperyalistlerin isteği toplumun bir daha ayaklarının yere basmamasıydı. Cuntanın ardından ABD kazandı, sanat manat hiçbir şey kalmadı. Sinema dışında tiyatro, edebiyat yani aklınıza her ne gelirse yok oldu. 12 Eylül’den önce Türkiye’de toplum için yapılmak istenen çok şey vardı. Beğenilerini ortaya koyan, tüm emeğini katan ve bundan zevk alan yaratıcı insanlar tamamen dağıtıldılar. Reis Çelik TARIK AKAN / Oyuncu Şerif Sezer Yeniden diriliyoruz Günümüz sinemasının, Yılmaz Güney’i aşmayı başarabildi. Örneğin artık daha belirgin siyasi tartışmalar yapılabilmekte... 1996 yılında “Işıklar Sönmesin”i çektiğimde kıyamet kopacak sanıldı ancak hiçte öyle olmadı. Ve hatta yeni tartışmaların başlamasına vesile oldu. “Hoşçakal Yarın” da ise 12 Mart dönemini masaya yatırdık. Bundan sonra da siyasi sinema serüvenimiz sürecek. Eskiden yalnızca Yılmaz Güney vardı, tek başına mücadele ediyordu. Şimdi ise birçok yönetmen arkadaşımız çekinmeden ellerini taşın altına koyuyorlar. Sanat söylenemeyeni söyleyendir. Cesaret edebilendir. İnanıyorum ki; 12 Eylül cuntasının ardından toplum ve sinema yeniden diriliyor. Ama daha gidilecek yolumuz var. Ta ki ülkenin tüm siyasi sorunlarını rahatça tartışabileceğimiz güne dek. Siyasallaştık sanıyoruz, aldanıyoruz. Mesela, Güneydoğu gerçeğini açık bir şekilde ortaya koyabiliyor muyuz? Yakınından geçen tartışmalardan bahsetmiyorum. Bırakın yakın tarihimizdeki Sıvas katliamını, Gazi Mahallesi olaylarını, Osmanlı İmparatorluğu dönemini dahi tartışamadık. Bir türlü Şeyh Bedrettin’i konuşamadık. Sonuçta, sinemamızın ele alması gereken pek çok konu var. REİS ÇELİK / Yönetmen İnsanlarımız aptalca dizileri ve filmleri hak etmiyor 1980’lerden bu yana apolitikleştirilmeye çalışılan bir Türkiye’de büyüdüm. Ancak ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın apolitikleştiremezler. Ben Yılmaz Güney filmleriyle büyüdüm, ilk yıllar yasaklıydı zaten. Diğer filmlerde de kendimi bulamadım. İşçi ailesinden gelen Kürt kökenli bir vatandaşım ve bu yüzden zaten potansiyel düşman olarak görülüyorum. Ama benim derdim kendimi ifade edebileceğim filmler yapmak. Bizim kuşaktan da çok sayıda arkadaş var ve Türkiye’de siyasi sinemanın asıl örneklerini bundan sonra vereceğini düşünüyorum. Bizim cümlemiz başarılı olur ve seyirciyle buluşursa bir çok genç insana ilham olacaktır. Bence Türk halkı kendi sorunlarıyla ilgili filmlere, haberlere çok önem veriyor ve çok ciddi tepki gösteriyor. O halde halkımız aptalca dizi ve filmleri haketmiyor. Ama ciddi bir manipülasyon var. Sinema bunu kırabilir. Siyasi film diyoruz ama siyasetle ilgili olmayan filmler çok daha politik. Kürtlerle ilgili dizilere filmlere bakıyorsunuz hepsi düzgün Türkçe konuşuyor. Baştan kararı verilmiş. Peki hangisi daha siyasi? Biz romantik gerçekçiliğe daha yakın duruyoruz. Sokağı olduğu gibi anlatıyoruz, sansür yok. Bunu başarabilirsek, halka ne tür yalanlar söylendiğini deşifre etmiş olacağız. En azından dürüst davranırsak izleyici kendi yöntemleriyle gerçeği arayabilir, farklı gözle bakabilir. HÜSEYİN KARABEY / Yönetmen Darbeden kimse hesap soramadı 12 Eylül’den herkes gibi sinema da nasibini aldı. O yüzden de Yılmaz Güney sonrası tam anlamıyla politik sinema konularını ele alan film sayısı çok fazla değil. Hiçbir şey de yapılmadı değil. Gayet de yürekli yapılmış filmler var. Çok içine kapanık olmayan, izleyiciyle buluşmayı amaçlayan gerçek insan hikayelerini anlatmada çok ciddi bir zaafımız var. Bu ülkede yaşayan insanların gerçek hikayeleri ile politik bir meseleye dayalı filmler yaptığınızda bunun ciddi anlamda izleyiciden karşılık göreceğine inanıyorum. Böyle bir talep var. İyi kurgulanmış siyasi filmlere yapımcı desteği geleceğini umuyorum. Yılmaz Güney’e baktığımızda, o daha çok köyü anlatmıştır. Feodal ilişkiler üzerinden kurar hikayelerini. Bitti mi? Bitmedi tabii. Bizim ruhumuza sinmiş. Ben şehir insanlarının hikayelerini anlatmak istiyorum. Mesela İstanbul. Bu şehir sadece parası olanların yaşayacağı, olmayanların dışlandığı bir şehir olarak kurgulanıyor; haraç mezat satılıyor son yıllarda. Sırf bunun üzerine bir film yapar ve bunları doğru kurgulayarak anlatırsanız, bu politik filmdir ve karşılığını bulur. 1980’ler çok ciddi bir travma yarattı ve kimse hesap soramadı bu darbeden. Zihinlerde yarattığı tahribat en kötüsü. Kendi kendimize sansür getiriyoruz. İnsanların çok büyük korkuları var. Cesaretle adım atan, bu ezberleri bozan adamlar iş yapmaz, bu iş bizim başımızı belaya sokar şeklindeki yapımcı reflekslerinin aşılacağına inanıyorum. Hâlâ tabularla doluyuz Hem burada, hem diğer ülkelerde ‘politik’ filmler çekiliyor. Ancak politik sinemanın dili, kodları, derdi, geçmişe göre çok farklı tabii... Sinema da, seyirci de Yılmaz Güney’den bu yana çok değisti. Yılmaz Güney’den önce de sonra da politik filmler çekildi. Güney, yalnız siyasi filmler çektiği için değil, iyi sinemacı olduğu için bence çok değerliydi. Sansür ve baskı hep vardı. Ama 12 Eylül’den sonra izlerinden hala kurtulamadığımız baskı, içselleşen bir otosansür yerleştirdi. Hala ‘tabu’lar ve ‘dokunulmaz’larla doluyuz. Kolay kolay da kurtulacağa benzemiyoruz. İyimser olmak her açıdan çok zor. Seyirci, yani biraraya gelip kendini birey sayan, birey olmakla bireyci olmayı ayıramayan, beğenileri aynılaşmış, yeni herşeye baştan kapalı, kendine öğretilen herşeyi kayıtsız şartsız kabul eden kalabalıklardan oluştuğu zaman, etkileşimi varın siz hesabedin! Gerçek sinemacılar, bence bütün bunları bilip ‘rağmen’ film yapanlardır. DENİZ TÜRKALİ/ Oyuncu AYDIN BULUT /Senarist ve yönetmen Hikâye bol ama... ŞERİF SEZER / Oyuncu Bizim siyasi sinemamız yok. Anlamakta zorlandığım bir şekilde insanlar başka işlerle uğraşıyor. Kimsenin de siyasi bir şeyler yapma isteği olduğunu düşünmüyorum. Ya gişeye dönük ticari filmler çekiliyor ya da sanatsal filmler. Bazı işler yapılmaya çalışılıyor ama bu durumda bir siyasi sinemanın varlığından söz edemeyiz. İyi bir iş çıkarmak için ciddi bir bütçeye ihtiyaç var ve yapımcılar da buna çok fazla yanaşmıyor. Aslında yakın tarihimizde anlatılacak o kadar çok hikayemiz var ki. 12 Eylül daha anlatılmadı bile tam olarak. Neler neler yaşandı bu ülkede... Biz öyle bir ülkeyiz ki asla konu sıkıntısı çekmeyiz. Amerikan sinemasına baktığınızda en ufak ayrıntıdan dahi film yapmaya çalışıyorlar. Bizim böyle bir derdimiz yok. Yine de eskisi kadar umutsuz değilim. Krizden çıkalım, herşey çok daha iyi olacak. Çünkü zehir gibi genç yetenekler yetişiyor. Ve gelecekte yurtdışında da çok ses getireceğine inanıyorum Türk sinemasının... Sinema halkı sokağa döker Geçmişten bu yana sinemamızda bir sansür belasıyla hep karşılaştık. Yılmaz Güney sinemasının da genel bir dili vardır: Yoksulluk ve acının sinemasıdır bizim sinemamız. Elbette ki istenen ülkenin bağımsızlığı ve eşitlik, ekmeğin hakça bölünmesi. Bir ülkede bunları istemek suça dönüşüyor, gözaltılar yaşanıyor, işkenceler yapılıyor, insanlar sokaklarda kurşunlanıyorsa burada bir sorun var demektir. Kör halkın kör kaderini anlatıyor Türk sineması. Bugün sansürün boyutu başka. Ancak yine de daha özgür filmler yapılabildiği söylenebilir. En azından uluslararası arenada konuşuluyor Türk Sineması. Siyasi gerginlik her dönem sinemaya yansımıştır. Çünkü iyi bir sinema filmi bütün halkı sokaklara dökme gücüne sahiptir. O yüzden de yıllar içinde sansür hep sinemayla uğraşmıştır. Sinemamız halkın kafasında sansürü yaratan ögeleri ortadan kaldıracak. MENDERES SAMANCILAR / Oyuncu C MY B C MY B