22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 KASIM 2008 CUMARTESİ 7 Duymayan kalmamıştır herhalde, doğa büyük tehdit altında! Küresel ısınma, kirlilik ve geri dönüşümü oldukça zor olan maddeler tabiri caizse doğanın anasını ağlatıyor... Tüm dengeler değişiyor, hatta doğa elden gidiyor... Buna ‘dur’ demek için yapılacak çok şey var. İşe doğaya en çok zarar ŞİRİN verenlerden başlamak gerekir. Mesela doğayı çoğunlukla geri dönüştürülemeyen GÜVEN kirleten, plastik, naylon poşetleri yasaklamakla... Bugün hâlâ dünyanın büyük bir kısmında kullanılan naylon poşetler doğaya ve insanlara fazlasıyla zarar veriyor. Doğada yok olması neredeyse yüz yıllar süren bu naylon torbalar doğayı zehirliyor, yiyip bitiriyor. Ancak buna rağmen dünyada bir ‘bile bile lades’ durumu var. Doğayla uyumlu, geri dönüştürülebilir bez ve kağıt torbalar kullanan ülke sayısı oldukça az. Hatta naylon torbayı yasaklayan yerlere bakınca oldukça komik bir tablo çıkıyor karşımıza. O çok gelişmiş Avrupa ve Amerika’nın hayli az bir kısmı naylonu tercih etmiyor. Öte yandan Uganda, Güney Afrika, Çin, Tayvan, Hindistan, Kenya ve Ruanda gibi ülkeler naylon torba kullanımının doğa ve dünyanın sonunu getirmeye doğru gittiğinin farkında. Onlar dünya üzerinde naylon torba kullanımını yasaklayan ve yerine doğayla barışık ürünler koyan ilk yerler. İrlanda, Paris ve Amerika’nın San Francisco şehrinde de naylon poşetler yasak. Fransa ve Los Angeles 2010 yılında, Avustralya ise bu yılın sonunda yasaklamayı planlıyor. Naylon dünyaya doğru BEZ TORBAYA EVET Bizde ise durum daha da içler acısı. Türkiye’de sadece üç belediye bu konuya el atmış durumda. Çukurova Üniversitesi yaptığı bir araştırma sonucu siyah renkli naylon poşetlerin kanserojen madde içerdiğini belirtti. Üniversite, çöplerden toplanarak hijyenik olmadan elde edilen koyu renkli naylon poşetlerin gıda amaçlı kullanılmasının çok tehlikeli olmasından yakındı. Bundan yola çıkan Büyükçekmece Belediyesi, çarşı ve pazarda siyah naylon poşet kullanımını yasakladı. Bodrum Yalıkavak Belde Belediye Başkanlığı ve Yalıkavak Çevre ve Fok Araştırmaları Derneği de harekete geçti. İnsanları alışverişlerde naylon poşet yerine bez torbaya yönlendirmek için beldede ‘Naylon poşete hayır, bez torbaya evet’ yazılı torbalar dağıtıldı. İzmir’in Konak Belediyesi de insan sağlığını tehdit eden ve çevreyi kirleten naylon poşetlerin kullanılmasını yasakladı. Petrol ve yenilenemeyen kaynaklarla üretilen naylon torbalar doğa için kesinlikle bir tehdit. Ancak işin tek boyutu bu değil. Bakkaldan, pazardan alınan yiyecek malzemelerini plastik torbalarda taşımak bile oldukça zararlı aslında. Hele de, hijyenik olmayan koşullarda, atıklardan üretilen koyu renkli poşetlerle taşımak... Bu konuda Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü bir araştırma da yapmış ve bunun sonucunda kimyasal maddeler içeren naylon poşetlerin, sadece toprağa değil, içine konulan sebze ve meyveler aracılığıyla insan sağlığına da zarar verdiğini açıklamış. Ödül ve ceza olmalı Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ndeki poşet kullanımıyla ilgili kısım hakkında Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu’nun Başkanı Doç Dr Barbaros Gönençgil’e de danıştık. Gönençgil Türkiye’de çevre konusundaki en büyük sorunun uygulama olduğundan bahsetti bize. Gerekli yönetmelik olsa bile uygulamakla sorumlu kişilerin konuya yaklaşımlarının sorun olduğunu anlattı: “Sorumlular gerekleri yerine getirmiyor, vatandaş da talep etmiyor. Oysa bu aksaklıkları gidermek zorundayız. Bunlar eğitim ve cezalandırmayla düzeltilebilir. Biz İstanbul Çevre ve Orman Müdürlüğü ve İl Milli Eğitim ile birlikte bir proje yapıyoruz. İlkokul ve anaokullarında her sene atıklarla ilgili bir konu işleniyor. Bu yıl anaokullarda evde ayrıştırmaya, ilkokullarda ise atık yağ ve elektronik atıkların geri kazanımına yönelik eğitimler veriliyor. Tabii tek hedef öğrenciler değil. Her kesimden birey çevre konularında bilinçlendirilmeli. Ödüllendirme ve cezalandırma sistemi uygulanabilir aslında. Yani uygulamada aksaklık yapan kişilere cezalar, vatandaşlık bilinciyle destekleyenlere de ödüller verilmeli.” Kemikleriniz için hemen şimdi Osteoporoz Hasta Derneği (OHD), EczacıbaşıZentiva ilaç firmasının katkılarıyla 20 Ekim Dünya Osteoporoz Günü’nde Türkiye çapında önemli bir bilinçlendirme kampanyasını başlattı. ‘Kemikleriniz İçin Hemen Şimdi’ kampanyasında esas amaç; Türkiye genelinde halkı osteoporoz hastalığı (kemik erimesi) hakkında bilinçlendirmek, risk faktörlerinin neler olduğunu anlatmak ve erken önlem, tanı ve tedavi hakkında bilgilendirmek. Osteoporoz; kemik miktarında azalma ve kalitesindeki bozulma nedeniyle ve kemiklerin zayıflaması ve kırılmaya çok yatkın bir hale gelmesiyle oluşan bir hastalık. En fazla menopoz sonrası ve yaşlılıkta görülüyor. Kampanya kapsamında osteoporozun sadece menopoz dönemi kadınlarını ilgilendiren bir hastalık olmadığı özellikle vurgulanacak. Çünkü kadınlar yaşamları boyunca kemik kütlelerinin %3040’ını kaybederken erkekler de %2030’unu kaybediyor. BELİRTİLER SESSİZ TÜRKİYE’DE DURUM: Kemik kaybının pek çok belirtisinin sessiz olduğunu ancak erken tanı ile bu durumun önüne geçilebileceğini gösterecek proje. Çünkü hastalık tedbir alınmadığı ve erken teşhis edilmediği sürece kemik kayıplarına neden oluyor. Osteoporoz hem korunulabilen, hem de tedavi edilebilen bir hastalık olması itibariyle her yaş grubunda yapılması gerekenleri var elbette. Hastalığa karşı alınması gereken önlemlerden bazıları sigaradan uzak durmak, alkolü fazla tüketmemek, düzenli egzersiz yapmak, kalsiyum alımını artırmak ve günde 15 dakika güneşlenmek olarak belirtiliyor. Kampanyanın ilk aşamasında Türkiye genelinde belirlenen İstanbul, Samsun, Adana, Malatya, Konya ve Van gibi pilot illerin ilköğretim okullarında, halkevlerinde ve huzurevlerinde her yaş grubundan bireye yönelik farklı içeriklerde eğitim toplantıları yapılacak. Projenin ilk toplantısı Etiler Emekli Sandığı Huzurevi’nde gerçekleştirildi. GERİ DÖNÜŞMÜYOR Bu zararlı, doğayla uyuşmayan poşetlerin olumsuz yanları saymakla bitmez aslında. Mesela doğada kaybolmayan bu çöpler rüzgar aracılığıyla dağ, tepe, deniz, her yere ulaşıyor ve hayvanlara da fazlasıyla zarar veriyor. Dünyanın hemen hemen her yerinde hayvanların midelerinde plastik atıklar bulunuyor. Tabii doğanın bile sindiremediği poşetleri onların sindirmesi pek mümkün olmadığı için zamanla sindirim sistemlerinde bozulmalar olabiliyor. Hatta her yıl binlerce deniz kaplumbağası ve balina gibi denizde yaşayan canlılar yüzen bir canlıya benzettikleri plastik poşetleri yanlışlıkla yemekten dolayı ölüyorlar. Naylon torbaların doğaya verdiği tahribat çok. Kullanımı tüm dünyada yasaklanması gereken bu plastik poşetlerden her yıl 500 milyar civarında üretiliyor. Yani sayı oldukça uçuk. Kullanılan poşetlerin sadece %1’i geri dönüştürülebiliyor. Bu bilgi insanı iyice korkutuyor tabii ve gelecek yıllarda dünyanın naylon poşetten bir çöp olabileceğini akıllara getiriyor. Peki acaba biz kurak bir doğada, sayıları azalmış canlılarla birlikte naylondan bir çöpte mi yaşamak istiyoruz? Hiç sanmıyorum! Devede kulak kalıyor Türkiye de naylon poşet kullanarak dünya kirliliğine katkıda bulunan ülkeler arasında. Naylon poşetlerin yasaklanmasıyla ilgili henüz somut adımlar atılamamış. Yani Türkiye’nin doğayı yok etmeye katkıda bulunan naylon poşetlerle ilgili henüz bir adımı, politikası yok. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre 2 yüz metrekareden büyük satış noktaları poşet kullanımını en aza indirmek için gerekli tedbirleri almalı ve her yıl Şubat ayı sonunda bu konuda bakanlığa bilgi vermeli. Tabiitabirinden kim ne anlarsa... Naylon poşet kullanımı konusunda genel bir yasak olmasa da Türkiye ve dünyadaki kimi mağazalar poşet yerine bez torbalar veriyor müşterilerine. Ancak uygulamanın sayısı devede pire’yi aşamıyor. Bu nedenle doğanın yok olmaması için harekete geçmek lazım. En azından alışverişe giderken bez torba taşımak ve naylon torba kullanmamak lazım. Ne de olsa durum vahim, doğa tehdit altında. Tel Aviv’den gelen yüksek enerji: DUB L.F.O Tel Aviv’in yüksek enerjili Reggea hareketi DUB L.F.O. Türkiye’deki ilk konserlerini vermek üzere bu akşam Ghetto’da olacak. İnternet üzerinden yaptığımız röportajda verdikleri samimi yanıtlarla performanslarını izlemeden bir sempati yarattıklarını söyleyebilirim. Kendilerini dinleyenlerin ‘vücutlarının istem dışı hareket edeceğini’ söyleyecek kadar iddialı bir müzikleri var. Asıl ilgimizi çeken tarafsa, elbette Tel Aviv gibi gerçekten karmaşık ve zor bir coğrafyada barış umutlarını yitirmeden şarkılarına bunu yansıtabilmeleri oldu. Avustralya ve Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’a uğrayacak DUB. L.F.O’yu siz de tanıyın istedik, işte notları… Türkiye’ye ilk defa geleceksiniz. İstanbul’da neler görmeyi umuyorsunuz? Bir arkadaşımız birkaç ay önce İstanbul’da sahne aldıktan sonra bize gece hayatının TelAviv’dekine çok benzer olduğunu söylemişti. Bizim de gözümüzde eski ve yeni kültürün bir arada olduğu, açık görüşlü insanları olan genç ve canlı bir şehir imajı canlandı. Müzik yapmak için size neler ilham veriyor? Kendinizi müzikle ifade etmeyecek olsaydınız bunu nasıl yapmak isterdiniz? Aklımızı kullanabilmeye başladıktan çok kısa süre sonra müzik yapmaya başlamışız gibi hissediyoruz. Yani bu, sadece müzikal anlamda değil zihnimizden geçenleri dışa dökebilme anlamında da kendimizi ifade etmek için temel yolumuz. Biz müzisyen olmak bir yana, belirli bir çağda belirli bir yerde yaşayan diğerleri gibi insanlarız. Yani ilhamımız da oralarda. DUB tarzında ilk örneklerin Pink Floyd’un ‘Ummaguma’ albümünde verildiğini söyleyebilir miyiz? (Bu yoruma katılıyor musunuz?) Bu tür nereden gelip, nereye gitmekte sizce? Bizce Ummaguma 70’lerdeki bir progressive rock grubu için eşsiz ve harika bir müzikal üründü. Ama ‘DUB’ın ilk kıvılcımları Kingston, Jamaika’daki lee ‘scratch’ (tırmık ya da yara. Lee perry’nin lakabı olabilir) Perry’nin stüdyosunda görülmüştü. Bu kıvılcım daha sonra meşale haline gelip Bush Chemist ve Birixton, Londra’daki DUB organizatörlerine geçti. Bugün için ASLI DELİKARA DUB ateşi dünyada yanıyor ve Birleşik Krallık’tan ‘The Asain Dub Foundation’ ile Fransa’daki ‘High Tone’da olduğu gibi farklı ve ilginç yeni formlarda yapılıyor. Tel Aviv’de nasıl bir müzik ortamınız var? Hangi kesim, neler dinliyor? TelAviv İsrail’in kültür başkentidir. Dünyanın her yanından insanlar TelAviv’e göç eder. Bu yüzden şehre tek bir tarz sesin hakim olduğunu söylemeyiz. Ama herhangi bir gün seçin, o gün şehirde dub’tan hip hop’a ve Akdeniz müziğine kadar canlı çalan bir grup ya da bir parti bulmanız çok yüksek ihtimal. Grup üyeleri olarak ne kadar süredir birliktesiniz? Nasıl bir araya geldiniz? DUB LFO’nun asli üyelerinden Ben Spector bu soruya “Bazen kazalar iyi bir şeye dönülebilir” diye yanıt veriyor. “Bu, reggea isyanına dönen bir rock konserinin mutevazı bir hikayesi. Güney TelAviv’deki JahPan barındaki bir konserimizin ardından oldu. Bar sahibi gecenin sonundaki bir dub şarkısında yapılan sıra dışı hareketlerin ardından bizi hafta sonraki bir reggae festivaline davet etti. Ama sorun şuydu, biz kendimizi hiçbir zaman bir reggae grubu olarak görmemiştik ve bunun için yeterli ekipmanımız da yoktu. Ertesi sabah grup, akşamdan kalma ve ilham perisini bulmuş bir şekilde erkenden uyandı ve kendimizi iki haftalığına bir bodrum katına kapatarak “Back to the Jungle”ın temellerini attık. 14 gün sonra 12 tane yeni ve güçlü şarkımız vardı. İşte DUB L.F.O’nun hikayesi budur. DUB L.F.O’yu ilk defa dinleyecekler için müziğiniz nasıl bir etki yaratacak? 2002’deki performansımızı dinleyen iki kişinin hâlâ şokta olduğunu duyduk. Ciddi olmak gerekirse, bizi ilk dinleyenler vücutlarının istem dışı hareket etmesini bekleyebilir. Müzik piyasası Ortadoğu’dan son dönemlerde fazlaca ilham alıyor. Bu konudaki düşünceleriniz nedir? Başarılı bulduğunuz örnekler var mı? Tabii ki. Geçen birkaç yıl içinde ana akım müzikler bile ‘Chemical Brothers’tan ‘Galvonize’ ve ‘Prodigy’den ‘Smack my bitc up’ gibi hitlere şahit oldu. Bizim içinse, Ortadoğu’da yaşadığımız için ve Batı kültürü kadar bu kültürden de etkilendiğimiz için buradan ilham almak normal. Bu gece GHETTO’daki konserinizde bize neler vaad ediyorsunuz? Bu sorunun cevabı ‘Kıpırdan’ ya da ‘Olumlu tepki’ gibi şarkı sözlerinde gizli. Biz bu tür sorulara müziğimizle yaklaşıyoruz. Dünya’nın en karmaşık coğrafyasında yaşıyorsunuz. Kuşkusuz bu da yaşamınıza bir şekilde etki ediyor. Filistin konusunda ne düşünüyorsunuz? Hâlâ barış ihtimali var mı? Biz, herkesin bir olduğuna inanan barışsever insanlarız. Barış için hâlâ umut olduğundan da eminiz. Ki bu da müziğimizde dile getirdiğimiz bir şey. Müzik, insanları mümkün olduğunca olumlu bir şekilde birleştiren uluslararası bir dil. Biz müziğin gücünün, insanların kalplerini ve zihinlerini bir araya getirebileceğine yürekten inanıyoruz. Bob Marley ile ilişkiniz nasıl? ‘Şerifi öldürmek’ meseleleri halleder mi, ya da gerçekten ‘kadın yoksa gözyaşı yok’ mu? Bazılarımız Bob’dan etkilendi ama ‘Şerif’i vurmak’ sadece belirtileri ortadan kaldırmaktır, hastalığı iyileştirmek değil. ‘No woman no cry’ da bir aşk şarkısı. Yani ikisinin de olumlu bir mesaj taşıdığını görüyorsunuz. www.ghettoist.net İdrar kaçırma kaderiniz olmasın İdrar kaçırma, kadın, erkek ve çocuklar dahil herkesi etkiliyor. Özellikle 65 yaş üstü kadınların üçte biri idrar kaçırıyor. Oysa yaşlılığın doğal bir sonucu olarak görülen bu rahatsızlığın tedavisi mümkün. 16 Kasım tarihleri arasında Antalya’da gerçekleşen ‘20. Ulusal Üroloji Kongresi’ kapsamında Türkiye ve dünyadan bin 500 ürolog, ürolojinin tüm konularını masaya yatırdı. Kongrede ‘idrar kaçırma’ rahatsızlığı da ele alındı. Türk Üroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Tufan Tarcan, kadın, erkek ve çocuklarda görülen idrar kaçırmanın yapısal faktörlerden dolayı en fazla kadınları etkilediğini ancak kadınların bu sorundan dolayı doktora başvurmakta çekingen davrandıklarını belirtiyor. Tedavisi olmadığı düşünülen ve yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak algılanan idrar kaçırmanın, kadınların aile ve cinsel yaşamına etkisinin yanı sıra sosyal ve mesleki hayatı da sekteye uğrattığını ve özellikle bu konuda uzman yerlere başvurulması gerektiğine vurgu yaptı. EGZERSİZ TEDAVİSİ Birden fazla idrar kaçırma tipi olduğunu belirten Prof. Dr. Tarcan, en sık sebeplerden birinin ‘aşırı aktif mesane’ olduğunu ve bunun görülme sıklığının yüzde 16’yı bulduğunu söylüyor. İdrar kaçırmanın diğer bir türü de ‘stres tipi idrar kaçırma.’ Kişinin eforla birlikte karın içi basıncının artmasına bağlı olarak idrar kaçırabildiğini söyleyen Prof. Dr. Tarcan, tedavinin rahatsızlığın tipine göre değiştiğini, bu konuda medikal, cerrahi ve egzersiz tedavisi uygulandığını vurguluyor. Prof. Dr. Tarcan, çocuklardaki idrar kaçırmanın da önemli bir sorun olduğunu, çoğunlukla ailelerin “büyüdükçe geçer” yaklaşımında olduğunu ancak bu sorunun altında bazen tahmin edilmeyen önemli hastalıkların yatabileceğini kaydediyor. Erkekler ise bu konuda kadınlar kadar çekingen değil. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle