19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 KASIM 2008 CUMARTESİ 3 Bizi Nâzım’la Che tanıştırdı Eşi Adys Cupull ile birlikte 30 kitabın yaratıcısı olan Kübalı yazar Frolian Gonzalez’in Che Guevara ile ilgili 16 eseri var. Gonzalez, Che ile ilgili çalışmaları sırasında Nâzım Hikmet’i tanıdıklarını anlatıyor. Bu yıl TÜYAP’ın onur konuklarından biri olarak İstanbul’a gelen Kübalı yazar Frolian Gonzalez, eşi Adys Cupull ile uzun yıllar Che Guevara üzerine çalışmalar yapmış. Gonzalez, başlangıçta Küba’nın ulusal kahramanları Jose Marti ve Julio Antonio Mella ile ancak 80’lerde Bolivya’da diplomatik görev GAMZE ilgilendiklerini üstlendiği dönemde (198387) Che’ye yöneldiklerini anlatıyor. Bundan sonra zorlu bir işe kalkışıyorlar, Che’nin ERBİL bulunduğu her yeri ziyaret edip izini sürüyorlar. Ormanlar, kamp yerleri, köyler, 10 Ekim 1967’de katledildiği nokta ve sonra Villagrande... Onun temas ettiği tüm noktalardan insanlarla konuşuyorlar, 300’den fazla kişiyle: Eski CIA ajanları, öğretmenler, Che’ye ihanet eden köylüler, askerler... Bu çalışmaları sırasında, onu anlamak için her bir satırına araştırmacı bir şekilde eğilirken Nâzım Hikmet’in bir dizesiyle karşılaşıyorlar. Bundan sonra Nâzım’ı keşfediyorlar. Küba ziyaretini, Küba dostu olduğunu, sonra Sovyetler Birliği’nde sürgünde ölüşünü öğreniyorlar. Böylelikle Kübalılar, Che sayesinde Nâzım’ı yeniden tanımış oluyor. Eşiyle birlikte 30 kadar kitap çalışmasına imza atmış olan Gonzalez, bu kitapların 16’sının Che ile ilgili olduğunu belirtiyor. Onlarca dile çevrilmiş olan kitaplardan biri de “CIA, Che’ye karşı” ismiyle Türkçede yayımlandı. Marksist düşünceyle buluşma Che’nin marksizmle tanışması ve komünist oluşuyla ilgili dönemeçler nelerdir? “Che’nin gençliğinde daha maceraperest bir yapısı vardı. Ancak biz onun marksist düşünceyle çok erken tanıştığını öğrendik. Teyzesinin eşi İspanyol iç savaşında bulunmuş, Arjantinli bir gazeteciymiş. İspanya’dan bir komünist olarak ülkesine dönmüş. Bundan sonra da Che’nin ailesi ile teyzesinin ailesi birleşmişler. Che bu sayede marksist literatürle tanışmış. Bu ilk buluşması. Sonra üniversite öğrenimi sırasında yakın olduğu sınıf arkadaşı önemli: Tita İnfante. Arjantin Komünist Gençlik Birliği üyesi olan İnfante, o dönem çok aktif çalışıyormuş. Che ile yazışmaları var, çok samimi yazışmalar. Che Latin Amerika’yı gezdiğinde Peru’ya vardığında burada da bağımsızlık hareketini örgütleyen bir doktorla tanışıyor. Komünist olan bu doktordan da çok şey öğreniyor. Guatemala’ya vardığında bu ülkede bir devrimci hazırlık dönemi vardı, ama ne yazık ki bu süreç ABD tarafından sabote edildi. Che büyük yenilgiyi yaşadı. O zaman Latin Amerika halklarının asla ABD’ye direnemeyeceğini düşündü. Ve depresif bir halde Meksika’ya vardı. Orada Raul ve Fidel’le tanıştı. Raul komünist, Fidel ise komünist düşüncelere sahipti. Sıcak bir dostluk kurma imkanları oldu ve Granma’ya doktor olarak katılmaya karar verdi Che. Tabii sonra Sierra Maestra’lardaki ilk komutan oldu.” Che’nin Bolivya’ya gidişinde Fidel ile anlaşmazlığa düştüğü yorumları yapılır... “Fidel Bolivya’ya gitmesini istemiyordu, ona göre daha fazla hazırlık yapılmalıydı. Ama Che’nin kararında iki önemli belirleyen vardı. Bir, kendisinden önce Arjantin’e savaşmaya giden bir grup devrimci öldürülmüştü. Che bu konuda ahlaki sorumluluk hissediyordu, bunun baskısı vardı üzerinde. İkincisi de, 38 yaşına gelmişti ve planladıklarını yapma konusunda geç kalabileceğini düşünüyordu. İşte bu nedenlerle Bolivya’ya gitti.” YARAMAZ BİR ÇOCUK Gonzalez ile, Che’den ve Nâzım’dan konuşuyoruz. Siz çok uzun zaman Che üzerine çalıştınız, Che Guevara’yı tarif eden en temel nitelikleri nelerdir diye soracak olsam ne yanıt verirdiniz? Ve bilmediğimiz yönleri üzerine neler söyleyebilirsiniz? “Evet, Che ile ilgili 16 eser vücuda getirdik bugüne dek. Bolivya’da Che’nin bir anı gibi saklandığını, bir aziz gibi görüldüğünü fark ettik. Ama hayat öyle değil. Che de bir insandı. Büyük, cesur bir insandı. Ama sadece bir insandı. Bu nedenle, çocukluğunu anlamaya çalıştık, gençliğini anlamaya çalıştık. Fark ettik ki, çok yaramaz bir çocukmuş. Bunu bize, çocukken bulunduğu bir dağ köyü olan Alta Gracia’da onunla birlikte olmuş olan kişiler anlattı. Che’yi annesi buraya götürüyor, astımının tedavisine iyi geleceğini düşündükleri için. Astımı tedavi olmuyor ama, Che çok hareketli bir çocukluk geçiriyor. Anlatılanlara göre, köyün zengin ve fakir çocukları arasında köprü olmuş. Bir de Che kişiliğine dair önemli ipuçları içeren bir anısı var. Evlerinin yanında çok büyük bir ağaç varmış. Bir gün bir arkadaşıyla birlikte bir kediyi ve şapkayı alıp ağaca çıkıyorlar. Bir deney yapacaklar. Kediyi şapkaya bağlayıp aşağıya bırakıyorlar. Tabii kedi dört ayak üzerine düşüyor. Ama kedinin bu özelliğini bilmeyen Che, deneyinin başarıya ulaştığını zannediyor. Daha sonra bir ileriki aşamaya geçiyorlar ve Che’nin kız kardeşi ve bir şemsiyeyle aynı deneyi yapmaya kalkıyorlar. Çevredeki komşular can havliyle ağacın altına gelip onu durdurmaya çalışıyor. Bu arada, deneyin mutlaka yapılmasını isteyen kızkardeş yaygarayı koparıyor. Ancak Che uyarıları dinliyor. Burada Che’nin ‘araştırmacı’ özelliğinin yanında önemli bir başka özelliğini görüyoruz: Bir şey yanlış gittiğinde bunun farkına varma. Kendini geliştirme yolunda olanlar, bu gelişim sonucunda başkalarına yardım etmek isteyenler söz konusu olduğunda biz diyoruz ki, ‘Evet Che böyle biriydi.’ Bizim için Che kendini başkasının yerine koyabilme, empati anlamına geliyor. Adaletsizliğe karşı savaşmak, kendisini öne çıkarmadan herşeyi kollektivizm içinde çözmek.” İlk fotoğrafçıların ölümü durdurduğuna inanılıyordu Dünyaca ünlü fotoğrafçımız Çerkes Karadağ, sanatın bir meslek olması gerektiğine inanıyor. Çerkes Karadağ, dünyaca ünlü fotoğraf sanatçılarımızdan. Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde eserleri bulunan bir fotoğrafçımız. SERDAR Deklanşörüne bastığında yaşadığı özgürlüğü hiç bir AĞIR şeye değişmiyor. İlk başlarda ürettiği tanıtım fotoğrafları dahil çizgisinden hiç ödün vermeyen bir karakter. Fotoğrafı asıl oluşturan unsurun fikir olduğuna inanıyor. Bu anlamda özgün bir kimlik oluşturmuş. Sanat sizce bir meslek midir? “Bana göre sanatın bir meslek olması gerekiyor. Bu, sanatçının durduğu yere, zamana, zemine ve ülke koşullarına göre değişmektedir. Yanılmıyorsam eğer, sorunuzdan profesyonel sanatı kastettiğinizi anlamak gerekir. Kuşkusuz tüm meslekler gibi arasında farklılaşmaları ortaya çıkarmış, sanat ancak bundan sonra gelişmesini daha ilerilere taşıyabilmiştir. Doğaldır ki, sanatçı ancak tüm çabasını sanata ayırabildiği sürece başarılı olabilir. Aksi taktirde sanatın boş zaman uğraşı olduğunu söylemek pekala mümkündür. Oysa sanatçının sanatsal çalışmalarının hiçbir boşluk kabul etmeyen ve süreklilik gösteren bir seyir takip etmesi gerekir. Aynı zamanda zanaat gibi işçiliğe dayalı olan bir aktivite olmayı da. Bir anlamda bir meslek olması lazım ki sanatsal süreç kendi kendini amorti etsin ya da başka türlü düşünürsünüz. Kurumlar oluşturursunuz bu kurumlar sanatsal gelişmeye bütçeyle destek verir. Geldiğimiz noktada batıda da bu kurumlar geri çekilmeye başlıyor. Yani devlet sanata destekten el çekmeye başlıyor. O halde bir sanat ortamının varlığı gerekli yani sanat eseri üreten sanat eseri tüketen paylaşan seven alan kesimlerin oluşması gerekiyor ki sanat kendi dinamizmi içinde gelişsin bir bakıma ben meslek olmasından yanayım ve sanatçının da profesyonelleşmesi lazım.” sanatın da bir iş alanı olduğunu biliyor olsak da, asıl, sanat profesyonel bir iş olmadığı sürece hiçbir gelişme gösteremez. Çünkü profesyonel bakış, aynı zamanda sanatçının tüm zamanını sanatsal yaratıcılığa ayırması demektir. Gelişmiş ülkelerde sanat bir geçim yolu olarak görülmektedir. Bu da iyikötü eser DOĞAYA ÖYKÜNME Öyküler yazdınız, kurmuş olduğunuz tiyatro grubuyla Halk Evi’nde oyunlar oynadınız, resim ve grafik sanatları eğitimi aldınız. Farklı uğraşlarınızdan sonra fotoğraf sanatında karar kılmanızdaki etkenler nelerdir? “Gerçekten de fotoğraf sanatına yönelinceye kadar farklı sanat dallarıyla ilgilenmemin büyük yararlarını gördüm. Hiçbir sanatçı bağımsız ve bütünlüklü bir çabanın içinde olamaz. Etkilendiği, yakın durduğu veya yedeklediği bir yaratıcılık alanıyla daha fazla ilgili olmuştur. Ben, plastik sanatların tümünün emek vererek ve imge bütünlüğü sağlamak suretiyle oluştuğunu düşünüyorum. Zaman zaman alan değiştirmek, bir sanatçıyı yaratıcılıktan uzaklaştırmaz, aksine onu daha fazla seçenekle yüz yüze getirir. Öte yandan fotoğraf dışındaki sanatlarda taklit ve öykünmenin açık bir seçenek gibi görünmesi, fotoğrafın gerçekle olan ilişkisi karşısında bir tezat gibi görünse de, nesnel gerçekle kurduğum bağ beni fotoğraf sanatı alanında daha verimli çalışma yapmaya teşvik etmiştir. Elbette sanat, sanatçının doğaya bir öykünme yoludur. Aslında fotoğrafçı da, birçok sanatçıdan daha fazla doğaya öykünmektedir. Bu yüzden gerçeğin inandırıcılığı ile var olan olguların nesnelliği, fotoğrafı tüm sanatlardan daha çekici ve inandırıcı bir noktaya taşımıştır. Bu da fotoğrafı tercih etmemi sağlayan etmenlerin en başında gelmektedir.” Bu Türk şaire âşık olduk Che Guevara ile ilgili araştırmalarınız sırasında Nâzım’ı tanımışsınız, nasıl oldu bu? “Che’nin kızkardeşi Anna Maria Guevara da ‘Che’yi anlamanız için annem hakkında da bilgiler vermeniz gerekir’ diyordu. 199394 yıllarında Arjantin’e gittik, orada annesinin arkadaşlarıyla, yeğenleri ve onu tanıyan başkalarıyla görüştük. Bu sayede Che’nin annesiyle yazışmaları dahil çok büyük bir belge ve fotoğraf birikimine ulaştık. Bir yazışmada, Che’nin annesi onun Küba’nın kurtuluş mücadelesine katılmamasını istediğini yazmış, bir anne gibi onu korumak istemiş: ‘Lütfen bu maceradan uzak dur, Küba senin ülken değil. Evlisin, bir kızın var. Doktorsun, arkeolojiye meraklısın. Tüm bunları arkanda mı bırakacaksın?’ Che buna yanıt olarak yazdığı mektupta ‘anne sana tanımadığın bir şairden bahsedeceğim’ diyerek Nâzım’ın şiirinden bir dize koymuş. Biz de onu daha iyi anlamak için bunu araştırmaya başladık.” O zaman Nâzım’ın kim olduğunu bilmiyor muydunuz? “Hayır kimdir, hangi ülkeden, hiç bir şey bilmiyorduk. Baktık ki, Nâzım Hikmet bir Türk şairi, Selanik’te doğmuş. 63’te Sovyetler Birliği’nde öldüğünü öğrendik. Kitaplarını tanıdık. 1961’de Havana ziyaretini öğrendik, Küba devriminin dostu olduğunu öğrendik. Havana Röportajı’nı okuduk. Ve bu Türk şaire gerçekten aşık olduk. Sonra İtalya’daki dostumuz Maurico Nocera’nın ve eşi Ada Donno’nun Nâzım’ı tanıdığını, Maurico’nun Nâzım hakkında İtalyanca’da yayımlanmış bir kitabı olduğunu gördük. Ölümsüzlük kaygısı Fotoğrafla ölüm arasında bir bağ var mıdır? Fotoğraf mı hayatımız mı gerçek? “Fotoğrafla ölüm arasındaki bağ fotoğrafın başlangıcından beri yoğunlukla işlenen bir şeydir. İlk fotoğrafçıların ölümü durdurduğuna inanılıyordu. Hatta fotoğrafçılardan Oscar Rejlander, İsa’nın son yemeğini yapmıştı 1840’larda. Bu doğrudan fotoğrafla ölüm arasındaki en derin ilişkideki ilk eserlerdendir. Yine ünlü düşünür Roland Barthes, ‘Camera Lucida’yı yazarken ölmüş annesinin bir fotoğrafından hareketle bütün kurguyu oturttuğunu mu yoksa ölümü kalıcılaştırdığını mı hep sorgularlar. Bence yüzyılın başında fotoğrafın yine varlıklı zenginler tarafından benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biri de ölüme karşı yaşamı kutsallaştırmaktır ve bütün fotoğraflar da rönesans portre geleneğine öykünerek çektirilmiştir. Hep asil, saygın duruşlar, özenli giysiler ve aristokratlara benzeme içgüdüsü, tanrıya eş koşma, insanların ölümsüzlük arzusunun fotoğrafta tecelli etmesi Müslümanları ve Hıristiyanları rahatsız etmiştir. Ama fotoğrafın önlenemez yükselişi sonunda bu sınırları ortadan kaldırmıştır. Ben fotoğrafın ölüme ket vurduğuna inananlardanım. Kaldı ki insanların poz verme içgüdüsünün altında da bu şey yatmaktadır. Ama 21. yy’da yani içinde bulunduğumuz çağda artık bir enformasyonla iletişimle beraber bir şöhret kültürünün oluştuğuna inanıyorum. Çünkü fotoğraf aracılığıyla yaratılmış yüzler vardır. Ve bu bir anda, bir gecede oluyor. İnsanların yeni mitolojik kahramanlar olarak kitlelerin bilincinde yer ettiğine inanıyorum. Bu da bir anlamda ölümsüzlük kaygısının fotoğraflar aracılığıyla tecelli etmesidir.” KARARLILIK ÖNEMLİ Bazı sanatçılar fotoğrafa aşkla bağlandığını söyler, kimi ise sevdiğini. Sizce hangisi daha güçlü? “Türkiye’deki fotoğrafın uygulayıcıları arasında bir kesimin fotoğrafın sanat ve düşünce boyutuna doğru yöneldiğini sevinerek görüyorum. Çünkü sanatı felsefeden, sanatı estetikten, sanatı düşünce hayatından soyutladığınızda yetenekler için denizin biteceği bir nokta vardır, yaratıcılığın bir sınırı vardır. Yaratıcılığı sınırsız yapmak için mutlaka düşünsel, estetik ve felsefi birikim sağlamak lazım. Tutku, yaratıcılık ve kararlığı birlikte görüyorum. Kararlılık çok önemli çünkü sanat herhangi bir meslek gibi bir noktada bırakılacak bir şey değil.” BİTMEYEN ŞARKI Che’nin alıntıladığı dize, Nâzım’ın 11 Kasım 1933 tarihli Karıma Mektup şiirinden ve bugün Türkçe’de yayımlanmış olan Bellekteki Che adlı kitapta da bu mektup var. Mektubun sonunda Che şunu yazıyor: ‘Hayatım tökezleyerek kendi gerçeğimi aramakla geçti ve artık yoldayım, ardımdan gelen bir kızımla bu dönemi kapadım. Bu saatten sonra, ölümümü bir başarısızlık olarak kabul edemem, ancak Hikmet gibi: ‘yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.’ Evet, Che’nin okuduğu Nâzım kitabı 1951 Arjantin baskısıymış. Bizim Küba’da bastığımız konuyla ilgili kitap da ‘Bitmeyen Şarkı’ ismiyle basıldı. Küba’da yayımladığımız kitap 1997’de Çince’de de yayımlandı. Bu Çince’de yazarı Kübalı olan ilk Che kitabıydı. Çinliler kitabın ismini merak edip sordular, neden bu başlık diye... ve onlar da Nâzım’ın öyküsünü öğrendiler. Diğer yandan, Küba’da Nâzım’ın bir şiir kitabı basıldı. Önsözünü Küba’nın Ankara Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal yazdı. Kitabın baskısının tükendiğini biliyorum. Ve bir de 2008’de bir film çekildi Nâzım’ın Havana Ziyareti konusunda. Bugün Nâzım Küba için daha tanıdık bir isim. Ama dediğim gibi, bizim tanışmamız Che sayesindedir.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle