19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

sergi Gemi Elli Yıldır Sessiz Nice büyülü şiir yazan Yahya Kemal, sessiz gemisine binip bir başka denize açılalı elli yıl olmuş. Bu sergide onun kendi el yazısıyla şuraya buraya not ettiği dizeler, sağa sola gönderdiği mektup ve kartpostallar, kendisine kesilen otel faturaları, tek başına ve başkalarıyla çektirdiği fotoğraflar yer alıyor. Yahya Kemal’in ardında bıraktıklarını bize onun hayatında yaşadığı kaybediş ve kayboluşu ve bunlardan damıttığı büyük şiiri hatırlatacak olan ‘Gemi Elli Yıldır Sessiz’, özel mektupları ve yazışmalarıyla Yahya Kemal Sergisi 13 Aralık’a dek Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda sizi bekliyor. (Tel: 0 212 252 47 00) 10 15 KASIM 2008 CUMARTESİ ‘Güzel Paris’ âşığı Jacques Prévert Herkes bir kenti, kasabayı, köyü sevebilir. Ona ‘aşk’ derecesinde tutulabilir, bağlanabilir. İçinde doğduğu, yaşadığından ötürü veya anlatılamaz, anlaşılamaz nedenlerden o yöreye, o mekana vurulabilir. Amsterdam, Barselona, İstanbul, Lizbon, New York, Prag, Rio de UĞUR Janeiro, Roma, Viyana vb ilk ağızda HÜKÜM aklımıza gelen bir kaç klasik örnek. Bu kentler aşkına yazılmış metinler, şiirler/romanlar /denemeler; bestelenmiş şarkılar/melodiler/operalar; çizilmiş tablolar/desenler, çekilmiş fotoğraf/film/belgeseller vardır. Bu kentler arasında Paris neredeyse üçyüzyıldır çok özel bir konuma sahiptir. Bu kentler hakkında yazılanların, çizilenlerin, çekilenlerin, bestelenenlerin toplamı ancak yalnızca Paris’inkine belki eşit olabilir(miş, zira meraklıları ölçüp biçmiş). Bu kentlerin aşıklarından pek enderi, neredeyse söz konusu her sanat alanında bir kent üzerine eser verebilmiştir. İşte Paris’in öyle “Aşık”ları var olmuş ki, bu işi 50100 yıl önce başarmışlar. Bunlardan biri, belki de birincisi Jacques Prévert. Paris Belediyesi bu eşsiz Paris aşığına, bu ‘Güzel Mekan’ vurgununa “Jacques Prévert, Paris La Belle / Güzel Paris” başlıklı enfes bir ‘şükran sergisi’ ithaf etmiş. Avatarium City’s Nişantaşı alışveriş merkezinde sergilenen ‘AvatariumBir Tüketici Paradoksu’, çalışmalarında bilişim teknolojilerini yoğun biçimde kullanan tanınmış İngiliz sanatçı ve akademisyen Paul Sermon’un, gerçek ve sanal dünyayı biraraya getirdiği çalışması, dünyada ilk defa İstanbul’da sergilenerek, izleyicisiyle buluşuyor. City’s Nişantaşı ziyaretçileri, kendileriyle birlikte alışveriş merkezinin koridorlarını arşınlayan “Second Life” dünyasının avatar’larıyla tanışıyorlar. Bugün ve yarın 110019.00 saatleri arasında izleyicilerin içine girerek kendi deneyimlerini yaşadıkları; herkesin ziyaretine ve katılımına açık olacak olan video yerleştirme çalışması, internetin Second Life isimli popüler sanal dünyasını, gerçek dünya ortamıyla buluşturuyor. Öncelikle bir sözcük cambazı, akrobatı; gündelik isyanın bayrak açan dili, yeni deyiş kıtaları kâşifi. 1936 Halk Cephesi, 1968 Quartier Latin Mahallesi, 1981 Bastille Meydanı ‘sakinleri’nin ağzı, hatta 2000’li yılların Banliyölü Rapçı, Slamcı gençlerin pusulası, öncüsü, atası şair Jacques Prévert. Paris Belediyesi eşsiz bir Paris âşığı Prevert anısına bir şükran sergisi açtı. tiyatro Vur/Yağmala/Yeniden Dot’un bu yıl sahneye koyduğu yeni projesi Vur/Yağmala/Yeniden’in 2. gösterisi başladı. İlk oyun Korku ve Sefalet’de Uğur Polat, Veda Yurtsever İpek ve Tuğrul Tülek oynuyor. Oyunda, birbirini seven, iç huzuru dışında her şeye sahip bir çiftin bir akşam yemeğine tanık oluyoruz. Harry ve Olivia, kabuslar gören Alex’in anne ve babası. Bu kabusları savaş haberlerine bağlarlar. Güvenlikleri için duydukları endişe ve Alex’in kabuslarındaki kafası kopmuş askerin varlığı, evlerinde ve içinde bulundukları toplumda, hiçbir şeyin yolunda olmadığını gösterir. İkinci oyun Savaş ve Barış’da Tuğrul Tülek ve Cem Özeren oynuyor. Alex odasında bir Çöl Savaşı askeri olan hayali arkadaşıyla birliktedir. Asker ve Alex, savaş, savaşılan, sınıf ayrımı, zamanın değiştirdikleri ve değiştiremedikleri üzerine tartışır. Korku ve Sefalet ve Savaş ve Barış, bugün, yarın ve 20, 21, 22, 23, 27, 28, 29, 30 Kasım’da Bilsar Binası’nda sahnelenecek. (Tel: 0 212 251 45 45) PRÉVERT’İN DAĞARCIĞI Geçmiş yıllarda, hatta bugün bile Frankofon kültürden gelmiyorsanız sürüyle Fransız sanatçıyı, düşün insanını tanımanın olanağı pek yoktur. 20. yüzyılın, ülkesinde en sevilen, ‘popüler’ Fransız şairinin Jacques Prévert olduğunu kızıma uyumazdan önce başucunda şiirlerini okurken öğrenmiştim. Anaokulundan tavsiye etmişlerdi. Türkçe şiirler Nazım’dan Fransızcalar Prévert’dendi. Aşağı yukarı aynı yıllarda bir dizi önemli Fransız ‘şansonu’nun da onun metinleriyle beslendiğini fark etmiştim. Yine o dönemde, yani 80’lerin ilk yarısında çok sayıda Fransız sinema klasiğinin senaryo ve diyalog yazısının da Prévert imzasını taşıdığını görmüştüm. Aslında galiba Prévert’in varlığını ilk kez öldüğü yıl, 1977’de keşfettim desem pek de yanlış olmayacak. Sonraları her taşın altında çıkar oldu. Gündelik Fransızcadaki o kadar çok deyiş onun buluşuydu ki, duydukça afallayıp kalıyordum. Ama ürettikleri bunlarla bitmemişti. Meğer dağarcığında daha neler varmış neler? Octobre / Ekim Grubu toplu halde.. Ayakta duranlar arasında sağdan dördüncü, ağzından hiç düşmeyen sigarasıyla Prévert. POPÜLER ŞAİR NE DEMEKMİŞ Hafta içinde tenha olur umuduyla gittiğim Prévert sergisinin bulunduğu Paris Belediye Sarayı’nın yan giriş kapısında bekleşen bir kaç yüz kişilik kuyruğu görünce “Popüler şair” ne demekmiş, bir kez daha anladım. Anladığımı sanmışım… Bu ülkedeki nadir gazeteci ayrıcalıklarımdan birini kullanıp, kartımı gösterip giriverdim. Takdire şayan bir didaktik ve de pedagojik kaygıyla hazırlanmış sergi yalın ama zengin, kronolojik ama eğlenceli, basit ama cazip ve ayrıntılıydı. Serginin daha ilk adımında kocaman kocaman şöyle yazılmıştı. “Siz Prévert’i şair bilirsiniz, ama şiir onun neredeyse yaptığı son iştir.” Galiba ölümünden 31 yıl sonra bu eşsiz adamı nihayet tam tanıyabilecektim. 4 Şubat 1900’de Paris’in yakın banliyösü Neuilly’de küçük burjuva bir ailede, aydın bir anne ve tiyatro eleştirmeni bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Jacques Prévert haylaz öğrenciliğinden ötürü güçbela bir ortaokul diplomasını alıp okula ebediyen veda ediyor. Savaş yıllarında babasının görevli olduğu yoksullara yardım kuruluşu aracılığıyla adım adım, sokak sokak dolaştığı Paris kadar sefaleti, açlığı, eşitsizliği, haksızlıkları tanıyacaktır. O dönemde başlayan başta din olmak üzere her türlü dogmatizme, baskıya isyanı dünya görüşünü belirleyecek ve eserleri ömür boyu bu tepkisinin, başkaldırısının ifadesi olacaktır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda askere alınıp ilk görevli gittiği St. NicolasdePort kasabasında karşılaşacağı geleceğin en ünlü gerçeküstücü ressamlardan Yves Tanguy ve yine işgal kuvvetleri askeri olarak bulunduğu İstanbul’da (1920) rastlayacağı yayıncı, oyuncu ve senaryo yazarı Marcel Duhamel ile kurduğu arkadaşlıklar onu en baştan gerçeküstü hareketin içine itecektir. “Montparnasse yılları” nitelenen 20’li dönemde Duhamel, Tanguy ve şair Raymond Queneau ile komün hayatı yaşadıkları “54, rue du Chateau” grubunu kuracaktırlar. Oturdukları sokak ve numarasının adından hareket eden grubun müdavimleri arasından Alberto Giacometti, Paul Grimault gibi sanatçılar da vardır. İki dudağının arasından asla eksilmeyen sigarası ve keskin zekası, mizahı, Fransızcayı kullanmaktaki olağanüstü becerisiyle dikkatleri çeken genç Prévert artık Aragon, Picasso gibi devlerin vazgeçilmez arkadaşı, yoldaşı olmuştur. 30’ların başında Fransız komünistlerini dahi sollayan “Octobre / Ekim Grubu” devrimci tiyatro topluluğuyla ‘ajitprop’ skeçler, piyesler yazıp fabrika çıkışları, yoksul mahaller, bayram yerlerinde oynarlar, enstrümansız veya sade bir alet eşliğinde şiirsel metinler okurlar. İsminin parlaması 30’ların sonunda sinemayla olacaktır. Ancak 1940’da Paris’ten ‘Serbest Bölge’ye sığınacaktır. Katıksız bir antimilitarist, silah ve şiddet karşıtı barışçı anarşist olduğu için direniş hareketinin içinde doğrudan yer almayacaktır. Önceleri Jean Renoir, savaştan sonra 1945’ten itibaren Marcel Carné ile senaryo ve diyalog yazarı olarak ortak çalışmaları Fransız sinemasının gelmiş geçmiş en önemli klasiklerini oluşturacaktır. Yaşam felsefesi Romantizmi kadar antikonformizmi, çocuksu özü kadar radikal zihinsel ve toplumsal değişim arzusu, tutkusu eserlerine damgasını vuracaktır. “Gerçek özgür değilse, özgürlük gerçek değildir”, sözleriyle hayat/eylem felsefesini özetliyebileceğimiz Prévert’in bu sergi vesilesiyle keşfedebileceğimiz bir başka yaratıcı yanı boyutu, desen ve kolajları. Eserleri onun bitmez tükenmez başkaldırısının farklı ürünleri, yaratıcı araçları, silahlarıdır. Sanatçı kimliğinin türlü boyutlarını harmanlayan, somutlayan plastik sanat çalışmaları hakkında dostu Picasso’dan şöyle alıntılar var sergi kataloğunda, “Çizmesini bilmiyorsun, resim yapmasını bilmiyorsun, ama sen ressamsın...” Picasso serginin bir diğer köşesinde, “Ben kendimi, resmimin ruhunu ancak senin şiirlerinde buluyorum”, diye konuşuyor. Bir başka dostu, yoldaşı “Güzel Paris”in en usta fotoğrafçısı Robert Doisneau’nun o kadar çok karesinde Prévert var ki, şaşarsınız. Prévert’in senaryo ve diyalog yazarı olarak yer aldığı Marcel Carné’in Sisler Rıhtımı filminin afişi. snmdnmz?gmail.com Uçuş öncesi ‘Cumhuriyet Sergisi’ TAV Havalimanları, Cumhuriyetin 85. yılı nedeniyle Atatürk Havalimanı’nda açtığı “Cumhuriyet Sergisi”, yerli ziyaretçiler kadar turistlerin de turistlerin ilgisini çekiyor. ÖZCAN deCumhuriyet Gazetesi’nin arşivinden YAŞAR derlenen Dış Hat Gidiş Kat TAV Galeri’deki sergide yer alan fotoğraflarda, 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayan “Milli Egemenlik” süreci, Mustafa Kemal Atatürk’ün günlük hayatından enstantaneler ve Cumhuriyet tarihine ışık tutan önemli anlar, kare kare izleyiciyle buluşuyor. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasına, yurdun işgalden kurtarılması için başlatılan Kurtuluş Savaşı’ndan 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanına kadar gurur duyulacak başarıları yansıtan fotoğraflardan oluşan sergide, hilafetin kaldırılması, hukuk alanındaki değişiklikler, kılıkkıyafet ve harf devrimleri gibi Türkiye’nin modernleşme yolundaki adımlar, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün farklı dönemlerde çekilmiş ve az bilinen fotoğrafları izleyiciyle buluşuyor. TAV Havalimanları Holding Kurumsal İletişim Koordinatörü Bengi Vargül, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 85. yılı kapsamında gerçekleştirdikleri ‘Cumhuriyet Sergisi’ ile yerli ve yabancı yolcularına geçmişten günümüze bir yolculuğa çıkarmak istediklerini” söyledi. Vargül, “Sergi, Kurtuluş Savaşı’ndan Cumhuriyet’in ilanına kadar, herkesi gururlandıran başarıları, Atatürk’ün kurduğu ‘Cumhuriyet’i ve sonrasında birçok alanca yaşanan yenilik hareketlerini fotoğraflarla özetliyor” diye konuştu. “Cumhuriyet Sergisi”, 2 Aralık Salı gününe kadar açık kalacak. Izİzlenim Resim artık hoş gönüllü, güzel yüzlü değil... Resmin eski hali yok artık. Sanatçı soruyor, sorguluyor. Çağdaş sanatta eski güzellik anlayışı da yok. Ölçü, uyum vb. kıstaslar bundan yüz sene öncesinden beri önemli değiller. Türkiye’de de bu var artık. Aslında “artık” bile dememeli; çünkü çağdaş sanat açılımı bizde de 1980 sonrası hızla devam edip gitmekte yolunda. Nasıl oldu bu? Yanıtı için kuşkusuz sanat tarihinde uzunca bir değerlendirme gerekir. Başlangıcı şöyle: Resim, Romantizm sonrasında durdurak demeden farklılaşmaktaydı. Özgürlükçü dalgalar adeta bir diğeri içindi. Hızlı değişim süreçleriyle yoğunlaşan bir ‘Batılı olan’ vardı. Bu adeta bir eğretileme dünyasıydı ve ondan etkilenmiş olan ‘Türk Resim Sanatı’nda kendisini tabii ki kolayca hissetirecekti. Sonucunda Türkiye’de de çağdaş sanatta son perde oynanıyor. Anlatım özgün olsun, dil serbest… Akademisyenler dahil birçok ilgili gelişmeyi benimsemeden izlemeye almış olsalar da çağdaş sanat açılımları yadsınamaz birer gerçeklik sunmaktadırlar. İzleyici, sanat takipçisi kuşkusuz bu çizgiye gelecektir. Görsel ve nesnel sanat ürünleri ile ele alınan siyasal, ekonomik, yaşamsal olgular ve olaylar düşünülen hatta düşlenen her sunuşun okunmasını, anlaşılmasını gerektirmektedir. Çağdaş sanata gayet umursamaz biraz da küçümseyici tavır ile yaklaşılması ve de resim için sadece şunun söylenmesi ne gariptir: Ne değişmedi ki o kalsın yerinde, bitti artık resim olayı!. ? ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Güleryüzlü resim sanatı diğerleri de yanı başımızda. Beğen fotoğrafı, al onu kullan. Seç videoyu onunla çalış. Sanatsal pratikte alan pek zengin artık. Sınırsızlık delirtecek denli bağırıyor: “Bundan faydalanabilirsin!” Boyama ve çizim ile uğraşanlar böylece azalmış durumdalar. Tabii ki tavrını bu dille anlatan pek çok çağdaş sanatçı da aynı güdülerle iç içedir. Bu da kabul edilmelidir. Dünya sanatçısı her dönemde geleneksel ya da onun dışındaki malzemelerle üretmiştir. Söz konusu olan düşünce ve görsel sunumun birlikteliğidir. Çağdaş sanatta videonun yeri ayrı. İzlenmekten usanılsa da, az değil ona gösterilen ilgi. Ayrıca üç boyutlular, yerleştirmeler, fotoğraf, disiplinler arası üretimler, diziler inisyatiflerce de geçerli kılınmış durumdalar, bireysel olanlarca da. Çağdaş sanatta üretim sınırsızlığı benimsenmiş durumda. Sonuçta çağdaş sanatçı özgürce düşünüyor ve davranıyor. Bir öneri: Dirimart’ta “Çukulata Fıstık” adlı bir sergi var. Üstelik izlenmesi de, kavranması da kolay. Şeker gibi görüntülerin bir serisi bu. Ne gönlü, ne de gözü yoruyorsun. Suzan Batu yaşanan dünyayı, onca felaketi ve dönüşümü dahil etmiş sanatına, ama bunu çukulata fıstık birlikteliğinde sunmuş. Sergisinin adı: “ÇukulataFıstık” Kıvrımların iç içeliği, renklerin canlılığı ve sevimliliği büyük tuvallerin yüzeyine diagonal bir dinamizm ile serilmişler. Olumluya davetkârlar. Duygusaldan hiç uzaklaşmayan soyut bir dili yeğlemişler. Sergiye mutlu girdiyseniz yaşama karşı umutla dolabilirsiniz. Sergi 29 Kasım 2008’e kadar açık olacak. Bu tip bir yaklaşım gayet yetersiz hatta yersiz bir açıklamadır. Sanat; canlıdır. Yenilikleri, değişimi barındırır. Anlaşılmamak bağlamında da kendisinden uzaklaşılması mümkün olmayan bir olgudur. Hizmetkâr ise hiç olamaz. Resim sanatı kuşkusuz henüz modern eğilimler anlaşılıyor diye orada kalamazdı. Sanatın izlenmesi geçmişe bağımlılığı değil, geleceğe dönük olabilmeyi gerekli kılmıştır yüzyıllarca… Çağdaş sanat bu anlamda bir bitirim. Bulunca ilginç yöntem, değinince sorunlara, olayları, olguları, kavramı deşmeye meğilliysen tamamdır. Sanatçının tinselliği bu noktada varlığını iyice belirginleştirecektir. İşte, teknolojinin gelişmişliğiyle olanaklar, mekanik, dijital olan, olmayan gibi C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle