Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 15 KASIM 2008 CUMARTESİ ‘Kale düşerse kent de düşer’ Volga Sorgu, Antalya’dan en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüyle döndü ama doğum yeri Tunceli olunca potansiyel suçlu muamelesine söyleşimiz sırasında da maruz kaldı. Volga Hüseyin Sorgu Tekinoğlu... Kısaca Volga Sorgu... O, tüm kapıları kırmak ve eteğindeki taşları dökmek isteyen genç, delidolu ve yetenekli bir aktör. Antalya ‘Altın Portakal’ Film Festivali’nde iki filmle yarıştı ve ALPER en iyi yardımcı erkek oyuncu kaptı. Volga ilginç bir TURGUT ödülünü isim, kanı kızıl akan, dünyası sola alperturgut.blogcu.com bakan eğitimci babasının aklına gelivermiş işte... O, asla boş durmuyor, futboldan besleniyor, şiir, öykü ve senaryo yazıyor. Bu hafta oynadığı iki film, “Gitmek” ve “Fırtına” vizyona girdi, yakın gelecekte sırasıyla üç filmi daha sinemaseverlerle buluşacak. Kendi tabiriyle “maddi perçinleme” olmasa dizilerden uzak durmayı tercih ediyor ve üstüne baba basa “sinemada bakir görmek istediğim yüzümü, televizyon için heder etmezdim” diyor. Volga ile Taksim Gezi Parkı’nda röportaj yaptık, polis önümüzde yürüyen takım elbiseli adamları değil, onu, beni ve foto muhabiri arkadaşımız Uğur Demir’i çevirdi, tipimiz ve kılık kıyafetimiz nedeniyle sabıka kaydımıza bakılması icap etmiş. Sarı Basın kartlarımızı gösterince bizim adlarımızı küçük alete sormaktan vazgeçiyorlar. Yine de “basın bize destek olmuyor” diye söylenen polis memuruna “Volga ile söyleşi yapacağız, o, birçok ödülü olan oyuncudur” diyorum ama lafımı nedense dinletemiyorum. Volga ise kollarını iki yana açıyor ve “Boş ver ağabey, doğum yerim Tunceli ya, potansiyel suçlu muamelesini hep yaşıyorum” diyor. Gülümsüyoruz. Âşık olurken bakanlığa sorun Bu hafta vizyona giren GitmekBenim Marlon ve Brandom, İstanbul’da yaşayan tiyatrocu Ayça ile Kuzey Irak’lı tiyatrocu Kürt Hama Ali’nin aşkını ve Irak’a dönen Hama Ali’nin peşinden mesafeleri yok sayarak yollara düşen Ayça’nın yaşadıklarını konu alıyor. Gerçek bir aşk öyküsüne dayanan filmin başrolleri de ZUHAL yine yaşananların kahramanları AYTOLUN tarafından canlandırılıyor. Film pek çok festivalden ödül aldı ancak İsviçre’de düzenlenen CultureSpaces festivalinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtım Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Yazar’ın isteğiyle, hem de izlenmeden programdan çıkarıldı. Gerekçe ise “Bir Türk kızı Kuzey Iraklı bir Kürt’e aşık olamaz, bu filmin gösterilmesi Türkiye açısından negatif bir propagandaya yol açabilir.” Ayça Damgacı Fotoğraf: VEDAT ARIK ile önceden de tanışan ve bu süreci yakinen görmüş olan gerçek hayatta olduğu gibi filmde de arkadaşını canlandıran Nesrin Cavadzade, insanın inandığı değerler uğruna verdiği savaşa herkesin ikna olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Türkiye topraklarında, milyonları aşan Kürt kökenli vatandaş yaşıyor. Herhalde bugüne kadar milyonlarca ortak evlilik yapılmış, bundan da hiç kimse zarar görmemiştir. Türkiye’nin yurtdışı ile ilgili hassasiyetlerini oldukça paranoyak buluyorum.” Cavadzade de 11 yaşında Bakü’den gelmiş ve yıllar içinde Türkiye’de tutunmaya çalışmış. Çokca sıkıntı çekip, kendini anlatmak için çokca mücadele vermiş. “Gereksiz hırslar edindim tutunabilmek adına. Bu beni çok iyi kamçıladı. Kaybolup gitmedim en azından” diyor. Şimdilerde kendi yazdığı senaryosuyla Türkiye’de göçmen olmanın zorluklarını anlatmak istiyor. Cavadzade ile Gitmek filminin festivalde gösterilmemesinin nedenlerini ve sanata bakışını konuştuk. GitmekBenim Marlon ve Brandom, dokuz festivalden ödüllerle döndü. Ama Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca İsviçre’deki festival programından çıkarıldı. Gerekçe; Bir Türk kızı Kuzey Iraklı bir Kürt gencine âşık olamaz. KALEDEKİ YALNIZLIK Ailenizden başlayalım mı? “Alevi ve Zaza kökenli bir ailenin üç çocuğundan ortancasıyım. 1981’de Tunceli’de dünyaya geldim. “Efendi Hoca” olarak da bilinen babam emekli öğretmen, ağabeyim Cem ve hatta amcalarım da öğretmen. Milli Eğitim’ci bir aileden geliyoruz. ” Aileniz oyuncu olma fikrinize sıcak baktı mı? “Tunceli’de 7 yıl yatılı öğrenciydim. Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” sözünü kılavuz bellemiştim. Sonra üniversiteyi kazandım artık İstanbul’da okuyacaktım. Bu kente burslu okumak için geldiğimde 18 yaşındaydım. Annem, vali ya da kaymakam olmamı istiyordu. Anneme dedim ki; “Valiyi bir kent, kaymakamı bir ilçe tanır, ama senin oğlunu Edirne’den Hakkâri’ye dek herkes tanıyacak.” Bana hak vermeye başladı. Şimdi Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’nde 10. Yılım. Bu sene mutlaka bitirmeliyim okulumu...” Oyunculuk dışında Volga Sorgu neler yapar? “Şiirler ve öyküler yazıyorum. Futbol ile ilgili bir senaryo üzerinde uğraşıyorum. Adı “Kaledeki Yalnızlık” olacak. Çünkü kale düşerse şehir de Fotoğraf: UĞUR DEMİR düşer. Eğer ilerde kitaplarım yayınlanırsa mahlas kullanacağım, adam ünlü olmuş ve kitap yazmış demesinler diye. ‘Herifin biri çok iyi bir şiir yazmış’ demeleri yeter.” Neden futbol? “Öğrenciyken B Amatör Ligi’ndeki Tuncelispor’da top koşturuyordum. Gelecekte, taraftarı olduğum Beşiktaş’ta oynayacağımı ve en iyi oyuncusunun yerine sahaya çıkacağımı hayal ederdim. Sonra 2. Lig’deki Fırat Üniversitesi’nden transfer teklifi aldım, hocam beni bırakmadı. Birden her şeyden soğudum. Bacağım koparsa futbolu bırakırım derken, gerek kalmadı.” TÜRKİYE’NİN TAVRI PARANOYAKÇA Gitmek filminin festival programından çıkarılması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? “Akıl almaz bir olay. Çünkü Gitmek, hem senaryo hem de yapım aşamasında T.C Kültür Bakanlığı’ndan destek almış bir film. Denetiminden geçerek onay almış. Zamanında destekleyenler, bugün bu filmin festivallere katılmasını engellemeye çalışıyor. Bu hangi akla hizmettir, bilemiyorum.” Öne sürülen gerekçe ile ilgili ne düşünüyorsunuz? “Bu yorum beni çok güldürüyor. Türkiye topraklarında, milyonları aşan Kürt kökenli vatandaş yaşıyor. Herhalde bugüne kadar milyonlarca ortak evlilik yapılmış, bundan da hiç kimse zarar görmemiştir. Türkiye’nin yurtdışı ile ilgili hassasiyetlerini oldukça paranoyak buluyorum. Keşke beklenenin aksine, Avrupa Birliği yolundaki ülkemiz, demokrasi yanlısı, barışçı, sanatı destekleyen ve fikir özgürlüğüne önem veren bir imaj çizebilse. Amerikan bağımsız sinemasının (kısmen Hollywood’un bile) söyleyebildiklerine bir bakın. Son zamanlarda Amerikan sistemini yerden yere vurmayan tek bir Amerikan filmi izlediğimi hatırlamıyorum. Amerika bunlarla darmadağın mı oldu? Tersine dünyada Amerikan kültürü kadar aşina olduğumuz başka bir kültür yok nerdeyse. Demek ki sanatı, sanatçıyı, fikir özgürlüğünü, demokrasiyi savunabildiğin müddetçe büyürsün. Türkiye’nin bunu anlaması lazım.” Bu tür fikirlerin Türk sinemasına nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz? “Bu ülkenin aydınlarına köstek olunuyor. Yarın öbür gün, ülkenin gerçek dertlerini anlatan tek bir film, tek bir roman, tek bir oyun, tek bir makale çıkmazsa artık, bu kimin işine yarayacak? Kaldı ki, bugün bile Türkiye’nin gerçek dertlerini konu eden, durumu hakkında samimi tespitler yapmaya cesaret eden çok az sanatçı var. Bakınız, ülkemizin ‘sanat’ sineması son yıllarda çok uç, çok bireysel, kaba tabirle suya sabuna dokunmayan öykülere doğru kaydı. Kim bunun bir tesadüf olduğunu ileri sürebilir ki? Baskıcı bir zihniyet, sanatı ve sanatçıyı felç eder. Sanat gerçekten kendisine ait, kendi topraklarına ait öyküler çıkaramamaya başlar. ” Geleceğe dair nasıl bir bakış oluşuyor sizde? “Genel anlamda karamsar bir hava varsa bile ülkemiz sinemasından umutluyum. Her şeye rağmen GİTME FİKRİ VE AİDİYET SORUNU Yeşil sahalardan setlere... Aslında her iki alanda da herkesin gözleri önünde oyununu sergileyebiliyorsun. “Evet, ben oyunculuğumu futbol üzerinden ifade ediyorum. Ha 105’e 68 metrelik futbol sahası üzerinde ha sette. Maç 90 dakika sürüyor; film de yaklaşık o kadar. Futbolda duygular daha sıcak ve hatanın dönüşü yok, işte bu sporun en büyük artısı... Onun dışında bazen şahsi oynamak, bazen pas vermek, döktürmek, yani birbirlerine çok benziyorlar. Kısaca futbola bakışımı sinemaya entegre ettim.” Henüz çocukken gelecekte ne olmayı düşlerdiniz? “Tek hayalim bir şehirlerarası otobüsün muavini olmaktı. Tunceli’deyken akşamları soluğu otogarda alırdım. Uzun uzun Mersin’e, Ankara’ya kalkan son otobüslere bakardım. İnsanları izlerdim, onlara dair öyküler yazardım kafamda... Sanırım gitme fikri ve bendeki aidiyet sorunu böyle başladı.” Gelelim sinemaya, “Gitmek” bu hafta gösterime giriyor. Belki otobüs muavini olamadınız ancak filmde taksi şoförünü canlandırdınız. “Antalya’da en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü aldığım filmlerden biri de “Gitmek” idi. Filminde canlandırdığım “Şah Havan” Diyarbakırlı bir taksi şoförü. Esas karakterin yolculuğunda ona eşlik ediyor. Yurtdışında filmi izleyenler, “Bu taksici hala çalışıyor mu?” diye sormuşlar. Demek ki rolüm sırıtmamış, bu sevindirici... Projeye nasıl dâhil oldunuz?” “Yönetmen Hüseyin Karabey, “Bir film çekersem seni oynatacağım” diyordu. Karabey, doğaçlama oyunculuğa sıcak bakan bin yönetmen. Ayrıca Gitmek, yarı film yarı dokümanter bir yapım... Kurguyla gerçek iç içe geçiyor. Oyuncuların bir kısmı amatör bir kısmı da profesyonel, bu filme doğallık katıyor. Filmden gayet memnunum.” İçi boş filmde rol almak istemem “Sır Çocukları” ilk filminiz miydi? “Sır Çocukları”, sadece benim değil, Fırat Tanış, Özgü Namal ve birçok arkadaşın da ilk sinema deneyimiydi. Bu film, keşke sadece sokak çocuklarını anlatsaydı diye düşünüyorum, ama yine de benim açımdan sonuç iyiydi. İçimdeki enerjiyi görmüş oldum ve 14. Ankara Film Festivali’nde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü aldım.” Sinemaseverler sizi “Barda” filmiyle tanıdı. “Barda” filmine en son ben dâhil oldum. Çırak karakterinin film icabı yabancılık çekmesi ve acemi davranması gerekiyordu, bunu yansıtmayı denedim. Bu filmle, 12. Sadri Alışık Ödülleri’nde “Umut Vadeden Genç Oyuncu” ödülünü kazandım.” Gelelim, Şubat 2009’da gösterime girecek olan “Başka Semtin Çocukları”na... “Film, Gazi Mahallesi’nde 22 günde çekildi. Canlandırdığım “Simo” lakaplı İsmail, filmin belki de en önemli karakteri. Bıçaksırtı bir karakter bu. Filmde konu edilen değişim ve dönüşüm, en çok onun üzerinde etkisini gösteriyor.” 45. Antalya ‘Altın Portakal Film Festivali’nde aldığınız ödülü, Gazi Mahallesi gençliğine adadınız. “Gazi Mahallesi’nde hala akrabalarım yaşar, oranın gençleri sadece muhalif oldukları için başlarına gelmedik kalmıyor ve işin kötüsü kimse onları görmek istemiyor. Biz onların sesini sanatla duyuralım istedik.” “Zincirbozan”, “Kader” ve “Fırtına”da da rol aldınız, gündelik hayattaki en hakiki karakterleri canlandırmayı seviyor musunuz? “Hem de nasıl, ayakları yere sağlam basan karakterleri, bize benzeyenleri canlandırmayı seviyorum ancak bu bir astronotu oynamayacağım anlamına da gelmiyor. İçi boş bir filmde de rol almak istemem.” Kimleri örnek aldınız? Yılmaz Güney sinemasının hala aşılamadığını düşünüyorum. Bunun dışında Robert De Niro’nun da sıkı bir hayranıyım. aydınlık beyinlerin yetiştiğine inanıyorum. Gitmek filminin Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmesi bile umut verici. Demek ki bir kıpırdanma her şeye rağmen var ve yarınlar daha da güzel olacak.” SANAT EĞİTİMİ SAKAT EDİYOR Sinema okudunuz ve kısa filmleriniz var. “Bitirme ödevlerim onlar ve bitirebileceğimi sanmıyordum o filmlerle okulu. Ama zaten hep kalıplara sokuluyor. ‘Bir film, çalar saatle başlamaz’ öğretiliyor. Bu bir kalıp. Sanat eğitimi kadar insanı sakat eden başka bir şey yok. Cemal Şan’ın yönettiği Dilberin Sekiz Günü’nden bahsedersek... “Bu bir aşk üçlemesi. Kalp, akıl ve ruh. Dilber ruhu anlatıyor. Dış dünyanın koyduğu kurallara karşı kendi kurallarını koyup çatışmayı göze alıyor. Töre denilen şeye başkaldıran, kaderini kendi tayin eden bir karakter. Bu üçlemede kahraman olmaya en yakın karakter Dilber.” C MY B C MY B