Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Rüya (BiMong) Güney Kore sinemasının simgesi haline gelen usta yönetmen Kim Ki Duk, 2004’te Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Samaritan Girl’ (Samaria), Venedik Film Festivali’nde ‘3 Iron’ (Bin jib) ile en iyi yönetmen; Cannes Film Festivali Altın Palmiye adaylığı başta olmak üzere birçok ödül aldığı 14 film ardından son filmi Rüya’yı buluşturuyor izleyiciyle. Jô Odagiri ile NaYeong Lee’nin oynadığı Rüya, insan ilişkilerine mercek tutuyor. Tıpkı adı gibi, film, bir rüyayla, Jin adlı genç bir adamın gördüğü kabustan uyanmasıyla başlıyor. Jin, rüyasında bir trafik kazasına neden olmuştur. Uyanıp kazayı gördüğü yere gittiğinde biraz önce orada benzer bir kaza olduğunu fark eder. Bir şekilde kazaya yol açan kişi olan Ran adlı kadınla tanıştığında, aralarında tuhaf bir bağ olduğunu anlar. Jin rüya gördüğünde Ran, Jin’in rüyada yaptıklarını yapmaktadır. Daha önceki eserlerinde olduğu gibi on beşinci uzun metrajlı filmini Kim Kiduk yine hayaller, hafıza ve aşk temalarını iletişimsizlik üzerine kurduğu çatıyla sunuyor. ? Mükemmel Bir Gün (Un Giorno Perfetto) Ferzan Özpetek’in yönettiği filmin başrollerini Isabella Ferrari, Valerio Mastandrea, Monica Guerritore ile Nicole Grimaudo paylaşıyor. Emma ve Antonio iki çocuklu evli bir çifttir ve bir yıla yakın bir zamandan bu yana ayrı yaşamaktadırlar. Antonio eskiden eşiyle paylaştığı evde tek başına kalmaktayken Emma çocukları da alarak annesine taşınmıştır. Bir gece, Palazzo’ya bir baskın ekibi çağrılır. Polis, silah seslerinin duyulduğu apartmana girer. Mükemmel Bir Gün, hızlı bir akışla, bu anı önceleyen 24 saatte gelişen olayları ve her adımlarında gözetlenen bir grup insanın basit fakat ‘biricik’ yaşamlarını ele alıyor. ? Nekrüt Yönetmenliğini Ulaş Ak’ın yaptığı Nekrüt filminde Nuri Alço, Erol Günaydın, Mustafa Topaloğlu ile Ferhat Yılmaz rol alıyor. Nekrüt adlı gezegenin yönetim konseyi, gezegenin adının tersten okunduğunda Türken olduğunu fark edince, özel bir ekibi Türkiye’ye gönderme kararı alır. Türkiye’de ayak bastıkları ilk andan itibaren ekibin başından olmadık olaylar geçer. Olayların sonuna doğru Nekrütlüler yaşadıkları gezegende bilmedikleri duyguları öğrenirler: Sevgi, aile ve fedakarlık … Bu belgesel daha çok tartışılır... “Vatan sana minnettardır” sözüne karşılık gelen, bir ülke yaratan, yoktan var eden bir önder... Halkını kulluktan çıkarıp, onlara yeni ve modern bir dünya sunan bir büyük adam... Mustafa Kemal Atatürk... İşte ALPER usta televizyoncu Can Dündar, TURGUT onun askeri, siyasi, insani yönlerini kendi tabiriyle “resmi alperturgut.blogcu.com söylem”den çıkarmış ve sözüm ona bilinmeyen “Atatürk” konulu bir belgesel çekmiş. Ancak bir meslektaşımın dediği üzere –ki altına çekinmeden imzamı atarım “Mustafa” adlı bu belgeselde, saygı var, sevgi yok. “Mustafa”yı yapanların iddiası, milleti (öncelik genç nesilde), 70 yıl önce aramızdan ayrılan Atatürk ile yeniden tanıştırmak. Ve sonuç; kimine göre saf, sıcak ve güzel bir yaşam öyküsü, kimine göre ise kocaman bir hayal kırıklığı... putlaştırdığından dem vuruluyor, bu bir çelişki değil mi?), halkından bihaber ve uzak duruşu... Gözünden aldığı yarayı ömrü boyunca taşıması, üvey baba yüzünden annesine kırgınlığı, Madam Corinne’e yazdığı mektuplar, Kürtlere muhtariyet tanınması açıklaması, dinin toplumdan tasfiye edilmesi görüşü, halkına cahil dediği şeklindeki söylem, emperyalistlere karşı Müslümanlar ve komünistlerle ilgili beyanatları... Görünen o ki; belgesele karşı en büyük tepkiler bu anlatım tarzı ve henüz tartışılabilirliği şüpheli konular nedeniyle oluşacak. Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim. İyi niyetinden asla şüpheye kapılmadığımız Can Dündar, titizlikle araştırma yapmış, özel izinle açılan Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arşivlerini taramış. Üstüne de Atatürk’ün günışığına çıkmamış fotoğrafları, hatıratlarını, sevdiklerine yolladığı hususi mektuplarını, el yazmalarını belgesele yerleştirmiş. Çekim ekibi, Selanik’ten Manastır’a, Şam’dan Berlin’e, Sofya’dan Karlsbad’a dek onun izini sürmüş, yani elinin değdiği her mekâna gidilmiş, bu belgeselin belki de en büyük artısı... Çocukluk, Langaza, Manastır, Harbiye, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerinde, Atatürk’e benzemesi kaygısı taşınmadan altı oyuncu oynatılmış. Mustafa’nın anlatıcısı Can Dündar, Atatürk’ü Yetkin Dikiciler, Zübeyde Hanım’ı Beyhan Saran ve mektupyazışma ve gazeteleri Arif Soysalan seslendiriyor. Öte yandan, belgeselde sinema dili kullanılmaya çalışılmış, yeni nesil animasyon teknikleri belgeselin izlenebilirliğine katkı sağlamış, kurgu derseniz aslında hiçte fena değil. Balkan kökenli ünlü müzisyen Goran Bregovic’in besteleri ise gerçekten harika. Öğrenciler, öğretmenler ve dünya 61. Cannes Film Festivali Jüri Başkanı Sean Penn yarışmadaki filmleri değerlendirirken jürinin günümüzü doğrudan ya da dolaylı yansıtan çalışmalara karşı duyarlı olacağını belirtmişti. Sonuç tam açıklaması gibi oldu. “Performanslar büyülü, senaryo ASLI büyülü ve hepsinden önemlisi zamanın ötesinde... SELÇUK konusu Dünyamız eğitime aç, özellikle şimdi... Film hepimizi derinden etkiledi” diyerek jürinin oybirliğiyle Altın Palmiye’yi Laurent Cantet’nin Entre les murs’üne (The Class/Sınıf) verdiğini açıkladı. Böylelikle Maurice Pialat’nın Sous le soleil de Satan’ından (1987) tam yirmi yıl sonra bir Fransız filmi büyük ödülü aldı. Bu güçlü, sert, zeki ve eksiksiz sinemasal çalışma son anda yarışmaya seçilmiş festivalin son günlerinde ancak izleyiciyle buluşmuştu. oyunun akan enerjisini bölmeden çalıştığını vurguluyor: “Amacımız üst düzeyde çekimin akışkanlığını, canlılığını korumaktı” diyor. Amatör genç öğrenciler ve eski bir dil öğretmeniyle okul gerçekliğini yeniden yaratan Cantet kurmacayı da belgeseli de aşan düşündürücü, şaşırtıcı bir çalışma gerçekleştirmiş. BİR ADAMIN HÜZNÜ Mustafa’yı 45. Antalya ‘Altın Portakal’ Film Festivali’nde izledim. Hâlihazırda zaten bu belgesel –üstelik insanları büyük bir beklentiye sokarakCumhuriyet’in 85. Yıldönümünde 180 kopyayla gösterime de girdi. İlk izlenimlerim sağlam bir gişe yapacağı yönünde... Neyse... Belgesel bitti, seyirciler Can Dündar ve ekibini ayakta alkışladı ve ben şunu düşündüm; atıyorum uzaydan gelmiş olsaydım ve Mustafa Kemal’i hiç tanımasaydım, bu belgeseli izleyip etkisi altında kalır mıydım? Hayır. İşte benim kıstasım bu. Adını koyalım, teknik becerisi ve yeni belgeleri ortaya çıkarmasıyla alkışı hak ediyor. Ancak bence çokta iyi kotarılamamış, herkesi kendi yanına çekememiş, kısaca eksik doğmuş bu “Mustafa” belgeseli… Başkaları daha farklı görebilir, sever, sevmez, beğenir, beğenmez. Kare kare, sahne sahne tartışabilir, “Bu benim Atatürk’üm” diyen Can Dündar’ı suçlayabilir veya göklere çıkarabilir. Ama insani yönünü vereyim derken beyazperdeye yansıyan karanlıktan korkacak denli ürkek, “devrim önce evlatlarını yer” sözünü ispatlarcasına dostlarına sırt çeviren, aciz, hastalıklı, depresif, sarhoş (günde bir büyük rakı, 15 kahve ve 3 paket sigara içiyormuş ve bunun nedenini, ‘gövdem bu kafayı kaldıramıyor. Çok yoğun düşüncelerle dolu... İçince rahatlıyorum’ diye açıklıyormuş), yalnız ve çepeçevre dalkavuklarla dolu bir adamın hüzünlü öyküsüydü. Sosyeteye girmek için el kapılarında bekleşmesi, zevki sefaya dalıp gerçeklikten kopuşu, ülkeyi heykelleriyle donatma girişimi (ayrıca iktidarı bırakıp kırlara gitmek istiyor ise neden kendisini ANINDA APTALLAŞMAK... Dört duvar arasında ders yapan bu yirmi dört öğrenci içinde kimler yok ki: İyiler, biraz iyiler, suskunlar, alaycılar, öğrenmek isteyenler, meraklılar, aldırmayanlar, dikbaşlılar, dalgacılar, yeni gelenler. Derste işlenen konularsa di’li geçmiş zaman, miş’li geçmiş zaman, futbol, utanç duygusu, yazılı ve sözlü arasındaki fark, küstahlığın tanımı, tahtaya yazılacak adın seçimi, kendini tanımlama. Eğitim ve insan olmak arasında ince bir denge kurmayı başaran Sınıf toplumdaki durum saptamasını yetkinlikle yapıyor. Her öğrenci, Esmeralda, Kumba, Süleyman, Wei, Bubakar, Rabah, her biri ayrı bir kompozisyon çiziyorlar. Öğretmenlerin otoritesini, yetişkinleri, ebeveynlerin tutumunu, genel olarak bilgiyibilmeyi, kültürdil benzemezliklerini, yasalara uygunluklarıuygunsuzlukları tartışan Sınıf dünyamızı sorgulayan dopdolu, yoğun bir film. “Gençler aptal ve cahildir, okul bir felakettir genellemesi yanlıştır. Bana göre gençler anında aptallaşırlar anında dahileşirler. Aynı durum öğretmenler için de geçerlidir. Filmde okul ve eğitim arasındaki karmaşıklığı, değişken geometriyi yansıtmak istedik” diyen Bégaudeau eğitim gerçeğini pedagojik bir düelloya benzeterek öğretmenlerin öğretmek için öğrencilerle didişmekten hoşlandıklarını, mesleklerini yaparken hem akademik hem de insani açıdan savaşım vermeleri gerektiğinin altını çiziyor. Öğretmen karakterinin zaman zaman yetersiz kaldığını, yanlışlar yaptığını, haksız davrandığını yansıtan Cantet, öteki okul filmlerindeki gibi bilge bir öğretmen tipiyle karşılaşmayacağımızı vurguluyor. HERKES GİBİ BİR İNSAN Can Dündar, 15 yıldır Atatürk belgeselleri yapan bir isim, özellikle “Sarı Zeybek”i eminim hatırlarsınız. Can Dündar, Mustafa ile ilgili olarak; “Onun, ‘beni hatırlayınız’ vasiyetini elimizden geldiğince yerine getirmeye çalıştık. O, espri yapan, içkisini içen, zeybek oynayan, zaman zaman hüzünlenen, zaman zaman çok öfkelenen, biraz da herkes gibi bir insan... Ancak onları da aşan liderlik özelliklerini de ortaya koyduk ve gerçek anlamda ona ulaşmaya çalıştık” diyor. Belki de gelecekte Atatürk’ün babasıyla ilişkilerini konu alan bir yapım düşünüyor Can Dündar’ın yine yazıp, yine yönettiği ama daha farklı, daha tutarlı ve daha özgün Mustafa Kemal Atatürk belgeselleri de izleriz, kim bilir... DOĞAÇLAMA TEPKİLER Ressources Humaines (İnsan Kaynakları/1999), L’emploi du temps (Para Yok Zaman Çok/2001), Vers le Sud (Güneye Doğru/2006) gibi çağının politik, ekonomik, sosyal ve insani sorunlarını tartışan filmlerin yaratıcısı Laurent Cantet’nin dördüncü projesi Sınıf bizi Paris’in 20. bölgesinde yer alan Françoise Dolto Lisesi’nin dördüncü sınıfına, her ırktan, kesimden, sosyal tabakadan gelen öğrencilerin arasına sokuyor. Bir öğretim yılı süresince bu öğrenciler ve öğretmenlerinin trajikomik güncesi toplumdaki tıkanmaların, işlemezliklerin, farklılaşmaların, çatlakların ufak boyutlu fakat etkili bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Evrensel iletili Sınıf dünyayı olağanüstü dikkatli bir bakışla tarıyor, dil ve dilin kullanımı üstüne alışılmadık bir alıştırma yapıyor. Sınıf’ı eski Fransızca öğretmeni, yeni yazargazetecisenarist François Bégaudeau’nun 2006’da yayımlanan, Fransa’da 170 bin satan Entre les murs (Duvarlar Arasında) adlı otobiyografik romanından uyarlayan Cantet, yazarla kitabının tanıtımını yaptığı bir radyo programında tanışmış. Ebeveynleri kasaba öğretmeni olan Cantet, Bégaudeau’nun gerçekçi romanından çok etkilenerek onu sinemaya uyarlamaya karar verip yazarıda senarist olarak ekibe katmış. Doğaçlama, yarı doğaçlama yorumlar üstüne kurulu bu kurmaca belgeselin hazırlık aşamasıysa ayrı bir belgesel konusu. Yönetmen, senaristi Robin Campillo, yazar Bégaudeau ile eğitim dönemi boyunca haftada bir gün öğleden sonra üç saat süresince serüvenci ruhlu öğrencilerle atölyeler yapmışlar. Bu atölyelerde François Bégaudeau öğretmen olmuş, öğrencilerse karakterlerine göre ona değişik doğaçlama tepkiler göstermişler. Üç kamerayla dijital çekim yapmaktan hoşnut olan Cantet ilk kez zaman baskısı olmadan, SİNEMA BİR DÜŞÜNME ARACI “Filmlerimde yaşadığımız dünyayla ilgili olayları yansıtmayı istiyorum. Çevremde olup bitenlere ilgisiz kalamam. Her film bana göre sorular sorma, tartışmayı başlatma biçemidir. Umarım filmlerim insanlara kendi yaşamlarını, dünyayla ilişkilerini düşünmeye yöneltir. Sinema bana göre bir düşünme aracı ya da dünyaya bakma biçemidir” diyen Laurent Cantet’nin Altın Palmiye’li Sınıf’ı bu ay gösterime girecek. Toplumun minyatür bir portresini çizen, ırkçılığı, sosyal katmanlaşmaları, öğrenme zorluklarını, öğretme güçlüğünü gerçekçi, evrensel bir anlatımla irdeleyen Sınıf izlenmesi gereken önemli bir çalışma. C MY B C MY B