22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

sergi Ahşap İstanbul; Konut Mimarisinden Örnekler Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın, 2005’te açılan Pera Müzesi’yle başlattığı geniş kapsamlı bir kültürsanat projesinin ikinci önemli adımı olan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü sergi salonu, önemli bir mimari araştırma sergisine ev sahipliği yapıyor: “Ahşap İstanbul; Konut Mimarisinden Örnekler”. Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul Şubesi ile birlikte düzenlenen “Ahşap İstanbul; Konut Mimarisinden Örnekler” sergisi, İstanbul manzarasında 20. yüzyıl ortalarına kadar son derece belirgin olan, ancak dramatik bir süreç içinde yok olmuş eski İstanbul ahşap yapılarına ışık tutuyor. Sergi, 15 Mart’a dek gezilebilecek. (Tel: 0 212 334 09 00) 10 1 KASIM 2008 CUMARTESİ Kalaycı babanın ozan oğlu ile ağa kızı Dilber’in balet çocuğu Altın Portakal’da ‘en iyi film müziği’ ödülünü alan Mazlum Çimen, kemanla başladığı konservatuvarı baleyle bitirmiş. Bale yaptığı için dışlandığını anlatan Çimen, “O zamanlar balet olduğumu söylediğinde herkes dönüp bir daha bakardı, ‘eşcinsel mi acaba bu çocuk’ diye...” diyor. Mazlum Çimen, ozan Nesimi Çimen’in balet oğlu... 1981’de İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın bale bölümünden mezun olmuş. O zamanlar balet olduğunu söylediğinde herkes dönüp bir daha bakarmış, ‘eşcinsel mi acaba ŞİRİN bu çocuk’ diye... Arkadaşları biraz iyimser yaklaşmışlar olaya ve bir GÜVEN daha takma ad takmışlar Mazlum Çimen’e: ‘Kürt Burjuva’. Bale yapıyor diye dışlanmış, insanlar garip bakmış ona. O ise sadece sanatın peşindeymiş... Derviş Zaim’in Nokta isimli filmine yaptığı müzikle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En iyi Müzik’ ödülünü alan Çimenle, konservatuvar yıllarından balet olmasına, film müzikleri yapmaya başlamasından Türkiye’nin aydınlarına kadar pek çok konuda konuştuk. Konservatuvara girmeye nasıl karar verdiniz? Ben konservatuvara girmeyi kafama takmamıştım aslında. Öyle bir bilgim de yoktu, konservatuvarın ne anlama geldiğini bile bilmiyorduk ki... Ne anlarız biz konservatuvardan? Sadece Can Yücel’in bir cümlesi vardı: ‘Bu çocuk konservatuvara gitmeli’ demişti. Ahmet Yürür o zamanlar konservatuvarda öğretim üyesiydi. Onun kulağına gitti ve Can Yücel, Ahmet yürür ve Ali Özgentürk beni konservatuvara götürdü. Bir şey çalıyor muydunuz o zamanlar? Babamın curasını çalıyordum. Zaten sohbetlerde devamlı çalıp söylediğim için Can Baba (Can Yücel) benim konservatuvara gitmemi istedi. Bana söylediklerinde, konservatuvar nedir, ne oluyor orada diye sordum; müzik dediklerinde çok hoşuma gitti. Sınava girdim ve birincilikle kazandım. Ben keman falan düşünmüyordum tabii. Elimin yapısına ve kulağıma baktılar ve kemana verdiler. Sonra 4,5 sene keman çaldım ve baleye geçtim. göndermeye başladı. Baleyi bitirdikten sonra AKM’de operaya geçtim. Etraftakiler çok garipsiyordu tabii. Mesela Adana’daki akrabaların çoğu benim balet olduğumu bilmezdi bile. Herkese garip geliyordu durum: ‘Nesimi’nin oğlu balet. Ne alakası var’ diye düşünüyorlardı. ‘Baletim ben, bale okuyorum’ dediğimde herkes dönüp bir daha bakıyordu bana. Eşcinsel mi acaba bu diye bakıyorlardı. Sonra arkadaşlarım ben bale yapıyorum diye bana bir takma ad taktı: ‘Kürt Burjuvası’. Bale yapıyorum diye dışlandım yani. Çok garipti... Oğlunuz da piyanist. Üç kuşak sanatçısınız... Evet, Nesimi ve Dilber’in yaptığı Türkiye’de aslında bir devrim. Yani kalaycı babanın ozan oğlu ile ağa kızı Dilber’in çocukları balet... Torunları ise piyanist. Türkiye’de çok az rastlanır bir şey bu. İlerleyen aydınlanma sürecine kıyasla bir devrim. En büyük devrimci kim derseniz benim babamdır, annemdir. Film müziğine nasıl başladınız? Ben işe oyun müziğiyle başladım. 1989 yılında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yunus Emre’yi sahneye koyuyordu. Ben de tiyatronun müziklerini, sahne düzenlemesini ve koreografisini yapmıştım. Büyük bir başarı elde etmiştik o zamanlar. Aydınlar megaloman Türkiye’deki sanatçıları, aydınları nasıl görüyorsunuz? Hiç hoş görmüyorum tabii ki. Zaten öyle bir hale gelmeliyiz ki, bu soruyu sormamıza gerek kalmamalı. Salak, sulak aydın, sanatçı durumundan kurtulup, bir şeyler yapmaya başlarsak bu durumdan kurtuluruz. Kendimize gelmeliyiz. Bu kadar kopuk, soyut, kendilerine uzak, sekter, hoşgörüsüz, bencil, megaloman bir aydın, sanatçı zümresi dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz. Bizim aydınımız, sanatçımız böyle bir halde. Çok salak, sulak bir yaşam biçimimiz var. Halktan kopuğuz. Bir araya gelip şu kaostan kurtulmalıyız. Onun için fazla zaman harcama lüksümüz olduğunu sanmıyorum. Üretmeliyiz artık, işe koyulmalıyız. Bilenler Bilmeyenlere Anlatsın Nasrettin Hoca’nın doğumunun 800. yıldönümü olması ve 2008’in “Nasrettin Hoca Yılı” olarak ilân edilmesi üzerine Eray Özbek ve Cem Günen; sanatçı duyarlığı ile Nasrettin Hoca’nın bu önemli yıldönümünde özel bir sergi hazırladı. Serginin adına da hocanın bilinen bir fıkrasından esinlenerek “Bilenler Bilmeyenlere Anlatsın” dediler. Sergide sanatçılar; Nasrettin Hoca’nın fıkralarına göndermeler yapıyor, özel bir desen ve kaligrafi ile tablolaştırarak 47 anlamlı eserin ortaya çıkmasını sağlıyorlar. Cem Günen, sergi konseptini, konuları, senaryoları, espri ve metinleri, seçmiş, yazmış ve düzenlemiş. Desenlemeyi de, tanınmış karikatür sanatçısı Eray Özbek yapmış ve bu desenlere eşlik eden yazılarda Latin harflerini, geleneksel hat sanatını andıracak biçimde kullanmış. Schneidertempel Sanat Merkezi’nde yer alan sergi 13 Kasım’a kadar izlenebilecek. (Tel: 0 212 249 01 50) “Osmanlıların Paris’i” Osmanlı Bankası Müzesi, 14 Ekim 2008’den itibaren, 1908 ihtilalinin yüzüncü yıldönümü nedeniyle düzenlenen ve Paris’te yaşayan Osmanlıların hayatını konu alan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 31 Aralık’a kadar gezilebilecek olan sergiye, François Georgeon tarafından gerçekleştirilen “Jön Türklerin Paris’i” başlıklı belgesel eşlik ediyor. (Tel: 0 212 334 22 70) EV ÖDEVİ Kemanı bırakıp baleye geçmeye nasıl karar verdiniz? Ben karar vermedim aslında. Evde keman çalışamıyordum, ev ödevlerimi yapamıyordum çünkü evde içeride sohbet olurdu, çalınıp, söylenirdi. Bir tarafta saz çalınırken, öbür tarafta ‘la la la’ olmuyor tabii. Sonra okula gidip bölümümü değiştirmek istediğimi söyledim. Birinci olarak girdiğim için ne istediğimi sordular. Ben de ‘Ev ödevi olmayan bir bölüm istiyorum’ dedim. Onlar da bana ev ödevi olmayan tek bölüm bale dediler. Ben de baleye geçtim. Bir ay misafir kaldım ve bir ayın sonunda çok sevip ‘Ben bale yapacağım’ dedim. Evdekiler ne dedi bu duruma? Onlar keman diploması beklerken ben bale diploması götürdüm ve durumu anlattım. Onlar da ‘Nerede mutluysan, orada kal’ dediler. Kimse kötü hiçbir şey söylemedi. Bu anlamda muhteşem bir ailem vardı benim. İnanılmaz destekçi, anlayışlı, hoşgörülü... Sanatın her kolunu gönülden desteklerlerdi. O zamanlar bale okumuş olmanız aileniz dışında nasıl karşılanıyordu? Bırakın okumayı, baleye gitmek bile büyük bir ütopyaydı. Oysa benim ailem beni sonuna kadar destekledi. Annem bana bale taytları dikmeye başladı. Babam Abidin Dino ile Fransa’dan tayt ve bale patiği ? tiyatro Dolu Düşün Boş Konuş Bakırköy Belediye Tiyatroları, Gürcü yönetmen Zurab Siharulidze’nin sahneye koyduğu “Dolu Düşün Boş Konuş” adlı komediyle 20082009 tiyatro sezonuna başlangıç yaptı. Steven Berkoff’un yazdığı ve Haluk Bilginer’in çevirdiği “Dolu Düşün Boş Konuş” oyununda Orhan Kemal Aydın, Yonca Cevher Yenel, Munis Düşenkalkar, Çetin Etili ve Ali Rıza Kubilay rol alıyor. Dolu Düşün Boş Konuş korku, nefret ve yetersizlik duygusuyla yaşamaya çalışan bir avuç insanın günlük yaşamlarına zekice saptamalar ve ironik bir dille ayna tutuyor. Toplumsal koşullanmalar, para tutkusu, karşısındakini kırma endişesi, başarısızlık, gülünç olma kaygısı vb. yüzünden ‘içi dışı bir’ olamayan insanları ele alan “Dolu Düşün Boş Konuş”, bütün bu kaygılar sonucunda içindeki düşünceler açığa çıkarıldığında ne denli komik duruma düşüleceğini gösteriyor. Oyun, 4 ve 5 Kasım tarihlerinde Yunus Emre Kültür Merkezi’nde izlenebilir. (Tel: 0 212 661 38 95) Benim baba dediğim, insanlardan biri olan rahmetli İhsan Yüce’de kalıyordum o dönem. ‘Bu çok güzel bir müzik’ dedi tiyatro için yaptığım müziğe. Bunu bir şekilde Onat Kutlar’a çıtlatmış. Onat Ağabey ‘Sen müzik yapmışsın, çok güzel olmuş’ dedi ve neler yapmak istediğimi sordu. Ben de film müziği yapmak istediğimi söyledim. Ama, kim bana filmini verecek de, müziğini isteyecek ki diye sordum. ‘Ben vereceğim’ dedi. Böylece Onat Ağabey sayesinde başladım. Izİzlenim Paris 18. yüzyılda özgürlüklerin kazanıldığı şehir olarak da anılır. Osmanlı aydınlanması için de ayrı bir yeri vardır Paris’in. Sadece siyasi ve kültürel olarak değil, sosyal anlamda da ilgi çekicidir. Osmanlı modernleşmesinin yolunu açmıştır. 1889 da kurulan Jön Türk hareketinin merkezidir. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Rıza, Vedad Tek, Osman Hamdi, Prens Sabahattin, Doktor Nazım Bey ve diğerleri Jön Türkler olarak Paris’in havasından feyzalmışlardır. Orada okumak için gidenler gibi sürgün olanlar da vardır. Sonuçta 19. yüzyıl DoğuBatı ilişkilerinin kültürel ve siyasal etkileşiminde Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsederken ilk durakta Paris ele alınır. Öğrencilerin hayranlıkla dillendirdikleri bu şehrin hareketliliğinin merkezinde acaba neler vardır? Nedir cazip olanlar? Öncelikle sanatçılar, edebiyatçılar, düşünürler farklılıklarını sergilemekte özgürdürler. Yayınevleri, yayınlar, sergiler, sohbetler, tartışmalar da öyledir… Evet, her biri diğerinden aşağı kalmayacak denli canlıdır; okumak, düşünmek, fikir alışverişinde bulunmak, izlemek, tartışmak ise medeniyetin kazanımlarındandır. Paris’de bu dönemde hiç de azımsanmayacak çoğunlukta müslüman yaşamıştır. III. Ahmet’in Paris’e yolladığı çeşitli meslek insanları gibi diğer padişahlar da aynı yolu izlerler. Dolayısıyla ‘Fevkalade’ ve ‘İkamet’ adlarıyla bilinen elçilerce yurda taşınmış olan bir çağdaşlık anlayışı vardır artık. Batılılaşma hareketleri giderek yoğunlaşacak padişahın tek ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Osmanlıların Paris’i Özgürlüklerin şehri Paris’de çok daha etkili olunabileceğinden istekli sürgünler burada yoğunlaşır. 15 günde bir yayınlanan “Meşveret” Jön Türklerin yayınıdır. Siyasi içeriğinin yanında kültürel bağımsızlığı, aydınlanmayı ve pozitivist düşünceyi savunur. Tartışmaları canlı tutarken öncelikle Paris’in laiklik bağımlılığını benimser. Peki, Paris aydın Osmanlıya hep olumluluk mu sunmuştur? Bu şehrin daha başka yüzleri yok mudur? Vardır elbette. “Karanlık” bile denebilir bu yüzlerden bazıları için. Üstelik bir hayli “karanlık”! İçkinin, fuhuşun, kumarın hemen arka sokaklardaki durumu unutulmazdır gerçekten. Paris’in bu yüzüne de kolayca ulaşılabilinir. Paris yüreklendirici olduğu kadar şaşırtıcıdır da. Bu günlerde Osmanlı Bankası Müzesi’nde Paris’i bu bağlamda anlatan sergi bir hayli ilginç. Şehir müslümanların bakışından, polis kayıtlarından, raporlardan sunuluyor. 19. yüzyıl sonu Paris’i iyisiyle kötüsüyle sergileniyor. 1908 ihtilaline doğru Paris’de yaşayan Osmanlılardan haberdar ediyor. Nerelerde kaldıklarından, nerelerde yediklerinden, içtiklerinden, meraklarından, gittikleri kafelerden bahsediyor. En önemlisi de genç ve düşünen beyinlerin, aydınların gayretlerini ve bir toplum için neler yapabileceklerini özetliyor. Görsel unsurlarla, fotoğraflarla, haritalarla kurgulanan sunumda kısa bir belgesel film de var. Sergi 31 Aralık 2008’e kadar açık olacak ve size Osmanlıların Paris’ini rahatça izlettirecek. Histanbul 10+ Övül AvkıranMustafa Avkıran’ın yeni projesi, bir 10+ ve kosmopolis ortak yapımı olan Kemal Gökhan Gürses’in yazdığı, çizimlerini yaptığı ve seslendirdiği Histanbul’da Roza Erdem ve Memet Ali Alabora oynuyor. Oyunun müziklerini Evrim Demirel yapıyor. Ata Güner Dj olarak oyuna katılıyor. İstanbul için yazılmış, İstanbul’u anlatan bir çok şarkı var. Histanbul’da da şarkılar söylenecek. Ama asıl içerden bakılarak İstanbul’un hikâyesi anlatılacak. Güzel eski bir şehrin tadını bozan değerbilmezliğin hikâyesi... Zemin etütleri yapan jeolog Ali Bora, İstanbul’da, İstanbul adında bir kadınla karşılaşıyor. Güzelliğiyle Ali Bora’yı sarhoş eden bu kadının gerçekten İstanbul mu, yoksa bir hayal mi olduğunu anlaması için genç adamın onu yeniden görmesi, yedi tepeyi dolaşması gerekiyor. Oyun, toprakları çiğnene çiğnene iğdiş edilmiş bir kentin karmaşasında depremin tedirginliğiyle ilerliyor. Oyun, bugün ve 6, 7, 8, 9 Kasım’da garajistanbul’da. (Tel: 0 212 244 44 99) snmdnmz?gmail.com yetkelik gücüne karşı yeni düşünceler oluşacaktır. Osmanlının Batı’ya açılmış olan kapısı kültür sanat ortamlarında da giderek genişler. 1867’de Sultan Abdülaziz’in Paris’deki Türk sergisi için yapılan binaya gösterdiği ilgi bunun bir göstergesidir. İlericiler için yapılması gereken tek şey batılılaşmaya devam edilmesidir. Ancak Sultan Abdülaziz yeni yapılanmaya evet derken aynı zamanda da kuşkuludur. Birçok aydına yurdu terk ettirir. Ardından II. Abdülhamit genç düşünürlerle birlikteliği kabul etse de baskıcı bir rejim uygular. İlericiler ona da karşı gelirler. Jön Türk Hareketi artık kendi yolundan gidecektir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle