19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 1 KASIM 2008 CUMARTESİ Adalar’dan inşaat sesleri geliyor Sedef Adası’nda yapılması planlanan, Adalıları ve İstanbulları tedirgin eden villa projesi hâlâ gündemde Adaların yerleşime açık en küçük adasıdır Sedef. Adaları sevenler bilir gerçi ama kısaca özetlemek gerekirse, 1850’de Sultan Abdülmecid tarafından damadı Fethi Ahmet Paşa’ya hediye olarak verilen adada, paşanın ölümünden sonra ağaçlar talan edilmiş, I. Dünya Savaşı sırasında ise ZUHAL tüm ağaçlar kesilmiş. 1957’de Fethi AYTOLUN Ahmet Paşa’nın soyundan olan, Şehsuvar Menemencioğlu ve Rey’an Şehsuvaroğlu burayı ağaçlandırmak ve iskan alanı haline getirmek için çalışmaya başlamışlar. Aile, o yıllarda binlerce fidan dikerek örnek bir işe imza atmış, doğal güzellikleriyle yaşanır bir yer haline getirmiş adayı. Sedef Adası, bugünkü mal sahibi Esra Birgen’e ailesinden kalmış. Peki şimdi neden mi yazıyoruz Sedef Adası’nın hikayesini? Adada yapılması planlanan villa projesinin yarattığı tedirginlik konumuz. Adanın doğal güzelliğinin beton yığınlarıyla bozulması ve yapılacak villaların adaya getireceği yük konusunda endişeler sürüyor. Hatta egazete gibi işleyen ve ada halkının haberleşme kaynağı olan ‘Adalar Postası’ aracılığıyla bir mail dolaşıyor konuya dikkat çekebilmek amacıyla. “Sedef Adası bu kadar insanı kaldıramaz. Gelişmiş bir ülkede bu boyda bir adada bu denli bir yapılaşmaya izin verilmesi mümkün olamaz” sözlerine yer verdikleri bir mail dolaştıran Adalılar, “Mutlaka takipçisi olarak hesap soracağımız şey, eğer gerçekleşirse, bu projeye resmi makamlarca onay verilmesi olacak” diyerek paylaşıyorlar görüşlerini. TaTuTa’ya dahil ekolojik çiftliklerde tatil yaparak zihninizi ve vücudunuzu yenileyebilirsiniz. Kent ve kır arasındaki bağı güçlendirmeyi kendine misyon edinen bu çiftlikler size iyi gelecek... Burası babanızın çiftliği dilediğiniz gibi yaşayın! Şöyle yemyeşil bir tarlada, bağda, bahçede dolaşmak gibisi var mıdır? Üstüne bir de olmuş ekinleri toplamanın, kızarmış meyveleri dalından koparmanın keyfini ekleyin. Hatta sepetinize topladığınız sebzelerle güzel bir de yemek hazırlayın. Üstelik mahsüllerinizin doğallığına yakışır bir şekilde tüp yerine odun ateşinde... Yemeğin üstüne közde ağır ağır kahvenizi yapmanız ya da dağlardan ŞİRİN toplanmış bitkisel çaylardan içmeniz de GÜVEN mümkün. Eee, yediniz, içtiniz... Üstünüze bir rehavet çökmüştür herhalde... Yeşilliklerin ve çeşit çeşit ağaçların ortasındaki sedirlerde ya da hamaklarda kitabınızı okuyarak rüyalara dalabilirsiniz. Kalkınca da bir doğa yürüyüşüyle hemen kendinize gelirsiniz. Rüya gibi görünen bu tablo aslında gerçek... Yani Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından gerçekleşen TaTuTa (Tarım Turizmi Gönüllü Bilgi ve Tecrübe Takası) projesi kapsamındaki ekolojik çiftliklerde bunların hepsi mümkün. Kimyasal hiçbir katkı maddesi kullanılmadan, organik tarım yöntemleriyle sağlıklı üretim yapılan bu çiftlikler şehrin boğucu havasından yorulan, kendini ‘doğal’lığa bırakmak isteyenler için birebir. Bugün sayıları 71’e çıkan çiftlikler Türkiye’yi tarım turizmiyle tanıştırdı. Amaçları çok tabii bu çiftliklerin. Doğa dostu üretim ve tüketim modellerinin desteklenmesi, biyolojik çeşitliliğin artması, doğal döngülerin sürdürülmesi, şehirlilerin ekolojik yaşamla buluşturulması gibi... Tabii tüm bunlar kadar önemli bir amacı daha var TaTuTa çiftliklerinin. Organik tarım yapılan bu çiftlikler, kent ve kır arasındaki organik bağı güçlendirmeyi de hedef ediniyor. YAPILAŞMAYA MI AÇILIYOR? Adanın bugünkü sahibi Birgen ile Aşçıoğlu İnşaat arasında imzalanan ön sözleşme gereği, Sedef Adası’na yeni villalar yapılacak ve burası iskana açılacak. Tüm adaların sit alanı olduğu düşünülürse bu kararın İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan (Anıtlar Kurulu) geçeceği bilinen bir gerçek. Anıtlar Kurulu’ndan bilgi alamamış olsak da Adalıların ve İstanbulluların endişesinin ne yönde olabileceğini tahmin edilebiliyor. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Birgen’in avukatı Fuat Topdemir, Sedef Adası’nın orijinal imar planında görülen ve boş olan yerlere ev yapılmak istendiğini ancak bu konuda kurula başvuru yaptıklarını ve projenin hayata geçirilmesi için izne ihtiyaçlarının olduğunu dile getirdi. 3 parçalık araziden ikisinin tamamen boş, birinin de yeşil alan dışında kalan küçük bir bölümünün proje dahilinde olduğunu söyleyen Av. Topdemir, bunun bir rant alanı değil boş alanı değerlendirme olduğunu söylüyor. Arsaların vergisinin çok yüksek olduğunu ve müvekkilinin bu yükten kurtulup orayı değerlendirmek istediğini dile getiren Av. Topdemir’e aynı zamanda Sedef Adalı olmasından dolayı da soruyoruz bu konuyu nasıl yorumladığını. Yanıtlıyor Topdemir: “Adada ev sayısı 100’ü geçmez. Yeni yapılacak olan evler de bu rakamın yarısı kadar bile olmaz. Yeni olanaklar ve yeni altyapı imkanları sunacaktır diye düşünüyorum.” ORGANİK TARIM Köylülerle büyük bir işbirliği içinde olan çiftliklerde yöre halkı çalışıyor. Böylece hem bu tarz çiftlikler onlar için bir iş imkanı oluyor, hem de tarım turizminin, betonerme binalar yerine doğal taş evlerin ve köy pansiyonculuğunun ne kadar değerli olduğunu da görmüş oluyorlar. Kente göç edip, gecekondular kurmak yerine başka alternatifleri daha olduğuna da tanıklık ediyorlar. Ayrıca organik tarım çevreye zarar vermediği için kırsal alanlardaki doku, doğal güzellikleri, doğası ve insanlarıyla korunmuş oluyor. Fethiye’nin Yanıklar Köyü’ndeki Pastoral Vadi isimli ekolojik çiftlik bu amaç için kurulmuş örnek çiftliklerden. 42 dönüm arazi üzerine kurulu çiftlikte IMO sertifikalı organik tarım yöntemleriyle domatesten bibere, patlıcandan enginara, maruldan soğana, fasulyeden nara, limona. zeytine ve üzüme kadar pek çok meyve ve sebze yetişiyor. Ürünler çiftliğe gelen konukların ve çalışanların beslenme gereksinimleri için kullanılıyor, fazlası da köyün pazarında satılıyor. Çiftlikteki her şey doğayla uyumlu. Tabii çiftliğin sahibi mimar Ahmet Kizen sayesinde. O yıllar önce İstanbul’dan kalkıp hayalini gerçekleştirmek için Fethiye’ye gelmiş ve çok istediği ekolojik çiftliği kurmuş. Mimar olması ona birçok konuda yardımcı olmuş. Son derece güzel tasarladığı ahşap, taş ve kerpiç evlerin suyunu yemek pişirilen tandırdan aldığı enerjiyle ısıtıyor mesela. Çiftlikteki her şey geleneksel. Zeytinden zeytinyağı, üzümden şarap elde etmek için kullanılan aletler, toprak tabaklar, tencereler ve yemeklerin piştiği tandır gibi... Pastoral Vadi’de çalışanlar Yanıklar’ın köylüsü. Kadınlar bir tarafta en taze sebzelerle yemekler hazırlıyor, ekmekler yapıyor; erkekler ise tarlaları ekiyor, biçiyor. Yani çiftliğe gelen konuklar oldukça sıcak bir ortamda buluyor kendilerini. Tabii bu sıcaklığın nedenlerinden biri de hiç şüphesiz Ahmet Bey’in siz çiftliğe adımınızı atar atmaz söylediği cümle: “Burası babanızın çiftliği, burada dilediğiniz gibi yaşayın”. 12 AY AÇIK Pastoral Vadi’de hamakta uzanmanın, doğal şeyler yiyerek vücudunuzu arındırmanın, dağ çaylarıyla dinlenmenin, doğa içinde yürüyüş yapmanın dışında yapacak çok şeyiniz var aslında. Mesela o gün hava çok bunaltıcıysa, doğal taşlarla yapılmış ve içinde doğal kaynak suyu olan havuza girebilirsiniz. Tarlalardaki budama, ekme, biçme, toplama ve sürme işlerine veya toplanan sebze ve meyvelerle hazırlanan yemeklerin, reçellerin, turşuların, şarapların ve zeytinyağının yapılmasına yardım edebilirsiniz. Kilim dokuyan kadınlarla sohbet etmek, onlara yardım etmek; ustayla tahta kaşık ve çeşitli çömlekler yapmak da mümkün. Doğayla iç içe olacağınız bu çiftliğe gelmek için iki yolunuz var. Genç Tur vasıtasıyla ‘gönüllü’ olarak gelip çiftliğe paranız yerine iş gücünüzle katkıda bulunabilirsiniz. Ya da çiftliğin konuğu olarak konaklayıp, kafanızı dinleyebilir ve şehir yaşamından bir süreliğine de olsa uzaklaşabilirsiniz. Bu arada böyle bir tatili tercih edecekseniz, tatilinizi illa herkesin bir yerlere gitmeye çalıştığı yaz aylarında yapmanız da gerekmiyor. Çünkü Pastoral Vadi 12 ay açık. Bağ bozumu, şarap yapımı, zeytin toplama ve yağ yapımına katılmak için dilediğiniz herhangi bir zaman, gürültüden uzakta iyice dinlenmek için çiftliğe gidebilirsiniz. Unutmayın orası babanızın çiftliği, orada dilediğiniz gibi yaşayabilirsiniz. FAY HATTI YAKINI VİLLALAR Bahsi geçen 3 araziden biri de ormanlık arazi. Yani Esra ve Mehmet Birgen’in ailesinin büyük bir emekle yarattığı ormanlık alan. Peki burada bulunan arazi imara açılırsa bu ağaçlar ne olacak? 50 yıllık ormana nasıl bir zarar verilecek? Adalılar, buranın daha fazla konut yapımını kaldıramayacağını dile getiriyor. Yapılacak inşaatın molozunun bile nereye döküleceği düşündürüyor Adalıları. Hatta durum, ‘Taksim’e 150 katlı bir bina yapmak’ gibi yorumlanıyor. Korunmuş bir alanın bu şekilde yapılaşmaya açılmaya çalışılması korkuları da beraberinde getiriyor: Sedef Adası’nda yapılacak bu tür bir proje ya diğer Adalara da sıçrarsa... Doğal güzellikleri korunmuş böylesi bir alan ya bir proje cennetine dönüşerek betonlaşırsa... Konuyu taraflarına sormak üzere sarıldık telefona. Ancak çok da tatmin edici yanıtlar alamadık. Görüş bildirmekten kaçınan taraflar endişe ve korkuların nedenlerini göstermiş oldu bize. Aşçıoğlu İnşaat, şu anda gündemlerinde böyle bir proje olmadığını dile getirerek görüş bildirmekten kaçındı. Adalar Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Çıralı, adanın belli bölümlerinin o yıllarda istenilen kişiye satıldığını ve kalan arazilerin de yıllarca kullanılmadan durduğunu söyledi ve ekledi: “Mal sahibinin kendi tercihidir bu. Bu şekilde değerlendirmek istiyor olabilir. Anıtlar Kurulu’nun kararına göre belli olacak.” İstanbul 5 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün değerlendirmesi sonucu belli olacak projenin akıbeti. Ayrıca Sedef Adası’nda yapılması planlanan villalar adanın güneyine bakıyor. Bu bölüm lodos aldığından yazları çok sıcak oluyor. Peki kullanılacak klimalarla artacak elektrik yükünü Sedef Adası kaldırabilecek mi? Ayrıca Marmara fay hattına yakın bir yere yapılacak olan villalarla birlikte deprem alanının yapılaşmaya açılması da Adalıları korkutan bir diğer nokta. Genel bir bakış atarsak; Sedef Adası’nda bu tür bir proje hem fay hattına yakın kesimde olması itibariyle, hem ormanlık arazilere vereceği zarardan hem de diğer adalara sıçrayacak olması ihtimaliyle hassasiyet gösterilmesi gereken bir konu. Bakalım zaman ne gösterecek? Merhaba umut AYÇA AKPEK İstanbul’u çok seven ve orada yaşayan bir tanıdığım, Ankara için, “ana kucağıdır” derdi. “Bu şehre geldiğimde kendimi güvende hissediyorum”. Gerçekten de Ankara ana kucağıdır; Yozgat’ın Boğazlıyan’ından, Kırşehir’in Çiçekdağı’na, Sivas’ın Şarkışlası’na kadar, tüm Anadolu’nun kucağı, nefesi, umudu olmuştur. Ankara ve İstanbul karşılaştırmasında Ankara lehine duyduğum yegâne şey de bu “ana kucağı” benzetmesidir. Merkezinde Yahya Kemal’e atfedilen yalnızca “İstanbul’a dönüşü güzel” sözünün bulunduğu, İstanbul ve Ankara’ya dair karşılaştırmada hep yenik düşer ve çoğunda küçümsenmekten kurtulamaz Ankara’mız. Doğrudur onca güzelliği, ihtişamı, tarihi ve haşmetli İstanbul’u bırakıp, Anadolu’nun bir bozkırını kendine başkent yapmıştır Cumhuriyet. Bu nedenle Ankara da, Ankara’nın yöne timi, kentleşmesi de, OsmanlıCumhuriyet tartışmasının arasına sıkışmış, kent kendi haline bırakılmıştır uzun süreler. Bu tartışmanın taraftarlarının bilinçli propagandasının aksine, Cumhuriyet’in Ankara’yı başkent yapmasının nedeni Osmanlı’nın izini silmek değil; kendi izini yaratmak, kendi tarihini yazmaktır. “Yeni sosyete, yeni devlet” anlayışının bir devamı olarak, her şeyin yeni baştan yaratılacağı bir yerleşim seçilmiştir başkent olarak. Ankara, Cumhuriyet’in karşısındaki güçlüklerin de göstergesidir aynı zamanda. Bir mücadele alanıdır; bozkırdır, çoraktır, boştur, geri kalmıştır. Hayal kurmak için tüm malzemeye sahiptir. Bu hayalin göstergesi olarak da, bu şehri kuran Cumhuriyet, kendi eliyle fidanlar dikmiş; Orman Çiftliği’ni yaratmıştır, kentleşmenin yalnızca bina yapmak olmadığını da bildiğinden bir kültür yaratmak için Opera Binası’nı, benim de mezunu olduğum Cumhuriyet’in ilk Fakültesi’ni, müzeleri kurmuştur. Bu şehrin her taşında Cumhuriyet’in alın teri, emeği, çabası vardır. Bu nedenle Ankara Cumhuriyet’in hayali, umudu ve onun aynasıdır aynı zamanda. Ve Ankara’yı sevmek, Cumhuriyet’i sevmekle eşdeğerdir. Şimdi onu sevmeyenler tarafından yönetiliyor bu şehir: Onu sevmeyenler, sarı sular akıtıyor musluklardan; kuğuları öldürüp, onların ölümüne yol açan kavşaklara, kuğuların çirkin resimlerini çiziyor; otoyol ortalarını dükkân yapıyor; mendilci çocukların gece karanlığında istiflediği sokakların yanında alabildiğine devasa alışveriş merkezleri açıyor; kesif bir duman yükseltiyor kışları şehrin üzerinden; Ankara’yı sevmeyenler hafızasız ve hayalsiz olduğundan taklit parklar, köprüler ve hatta taklit hayvanlarla yetiniyor şehrim. Umudun ve hayalin yerini, kimliksizlik ve pervasızlık almış. Tüm “sahte dindarlar ibadethanelerini gösterişli yaparmış”, bu pervasızlık da önce yoksullaştırıp sonra yardım paketlerini dağıtıyor bağırarak. Ama yeni bir fırsat var Ankara’nın önünde, Ankaralılık’tan, hemşerilikten, beraber bir düş kurmaktan, yeniden umudun adını yazmaktan bahseden biri var. Biz de onun adını yazalım Ankara’ya, yazalım ki hak ettiğince yönetilsin şehirler, onları sevenlerce, birlikte bir düş kuralım, yeniden bir tarih yazalım birlikte. Özlemiştik umudu. Hoş geldin, yeniden merhaba! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle