20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 EKİM 2008 CUMARTESİ 7 Türkiye’nin alameti farikasıdır. Her iktidar değişikliğiyle birlikte bir yenilik yapma ihtiyacı duyulur. Gerekli ya da gereksiz... Tramvaylar da bundan nasibini alanlardan biri. İstanbul halkı, yüz yılı aşkın süredir kesintilerle bu araçları kullandı. Kimi zaman “çağdışı” sayıldılar, kimi zaman “nostaljik“ oldular. Ama hep vatmanları oldu, hep raylara bağımlı oldular. Hem tramvaya binenler onda ne anlar yaşadı, hem onu kullananlar... “Abi biraz sağa alsan...” Alamıyor... Bir alabilse, hiç sorun olmayacak ama... Alamıyor. Ray diye birşey var ve bu tramvay denen araç o raya bağımlı hareket ediyor. Serbest değil, öyle diğer taşıtlar gibi “özgür” değil... Denir ya “demiryolu komünist işi” öyle işte. Piyasanın sembolü otomobil, otobüs, karayolları gibi serbest değil! O şerit senin, bu şerit benim GAMZE istediği gibi patinaj yapamıyor. Öyle kamucu, toplu taşımacı, halktan yana bir vasıta... ERBİL Raylara bağımlı... Yukarıdaki “sağa alma” talebi, KadıköyModa tramvay hattında çalışan vatmanların sık karşılaştıkları bir talep. Zaman zaman trafiğin aktığı yollardan da geçen ama diğer araçların yaptığı gibi özgürce şerit değiştirme şansı bulunmayan tramvaydan, kendi yolunda tıngırmıngır ilerlerken, zaman zaman “biraz sağa alması” istenebiliyor. Hatta, rayların üzerinden geçtiği bir “yol kenarında” park etmiş olan araçların içindeki şoförler, aynadan bakıp yana sarkıttıkları kollarıyla “geç geç” hareketi yapabiliyor. Tabii vatmanların bu durumda ek bir rol üstlenip araçtan inerek şoförün yanına gidip “Abi, raylar senin arabanın altından geçiyor, ben yandan geçemem” demesi gerekiyor. “Biraz sağa alsan” taleplerine de, iki ellerini yana açarak “alamam ki” diye yanıt veriyorlar. Vardaaa!* Emekli vatman Mehmet Amca anlatıyoor! Atlı tramvay * vatmanları tramvaya yol açmak için Vardaaa! (dikkaaat!) diye bağırırmış. ‘Ben bir lejyonerdim’ Osman Özkarslı, 1948 Kars doğumlu. 60 yıllık İstanbullu. Çok ilginç bir yaşam öyküsü var Osman’ın. Uzun yıllar Fransız ordusunda HÜSEYİN lejyonerlik yapmış. Afrika’da bulunmuş. KIVANÇ Osman Özkarslı ile Eyüp’te buluştuk ve lejyonerlik yaşamını konuştuk... Lejyonerlik nedir, siz nasıl lejyoner oldunuz? Lejyonerlik, paralı askerlik demektir. Ben aslında Amerikan ordusuna katılmak istiyordum. Küçüklüğümden beri paralı asker olmak istiyordum. Ama şansımıza Fransa çıktı. 1973 yılında üç arkadaşımla birlikte Yugoslavya’ya gittim. Belgrad’a geçtikten sonra trenle Fransa’ya geçtik, Paris’e vardık. Kadet denen ve Türkler’in yoğun olarak yaşadığı bölgeye geldik. Orada iki gün bir Yunanlı’nın yanında boya işi yaptık. Bir gün kahvede otururken yan masada oturanların konuşmalarına tanık olduk. Fransız ordusuna lejyonerlerin arandığını öğrendik. İki kez vatman emeklisi 194757 ve 19912005 yılları arasında iki dönem görev yapmış deneyimli vatman Mehmet amca, “alışacaklar” diyor. Toplu taşımacılığın İstanbul’un trafik sorununun temel çözümü olacağına inanan Mehmet amca, son dönemde yeniden ortaya çıkan bu “bağımlı, kamucu, demiryolcu” yönelimden memnun. 1947’de askerden terhis olduktan sonra İETT tramvaylarında vatman olarak çalışmaya başlayan Mehmet Çobanoğlu, meslek hayatı boyunca İstanbul’un trafik sorununu yakından gözlemiş. İlk on yıl yalnızca vatmanlık yapan, sonra görevine troleybüs ve otobüs şoförü olarak devam eden Çobanoğlu, 1975’te emekli olmuş. 1991’de TaksimTünel hattında tramvaylar yeniden devreye sokulunca, bu nostaljik hikâyenin en gerçek başrol oyuncusu olarak tekrar vatmanlığa başlamış. Nihayet 2005’te ikinci kez emekli olup görevi bıraktığında İstanbul’un çok farklı dönemlerinden çok farklı gözlem, deneyim ve derslerye dolu bir birikimi de beraberinde götürmüş. “Biraz sağa alsan” anektodunu aktarınca, “alışacaklar” diyor ve kendi başından geçen bir olayı anlatıyor. Tramvaylar kaldırıldığında önce troleybüsler geliyor İstanbul’a, sonra otobüsler. Mehmet amca, her ikisini de kullanmış. Bir gün otobüs, bir gün troleybüs kullandığı bir dönemde güzergahları karıştırmış. Otobüsle girilen ama troleybüslerin girmediği Cağaloğlu yoluna dalıvermiş. Polisle yüz yüze gelince hızla durumu anlayıp yönünü değiştirmiş, yolcuların da desteğiyle aracı rayın altına sokup tekrar devam etmişler. AMERİKA RÜYASI Hemen lejyoner oldunuz mu? Önce Fransız jandarmasına gittik. Fa de Nojon’a (karakola) vardık. Orada bir arabaya binerek lejyoner merkezine vardık. Orada yirmi üç gün kaldık. Teste tabi tuttular, muayene yaptılar ve beş yıllık lejyonerlik kontratını imzaladık. Paralı askerlik için. Amerika rüyası erken bitti demek? Eğer Fransa’dan Almanya’ya geçebilseydik, Almanya üzerinden Amerika’ya gidebilirdik. Fakat Almanya sınırı o günlerde Türkler’e kapatılmıştı. İzin verilmiyordu. Sonra neler yaşadınız? Fransız Korsikası’na eğitime gittik. Orada eğitimciler arasında Türkler de vardı. Mehmet Biçer adlı İstanbullu bunlardan biriydi. Üç ay eğitim gördük. Eğitim bitince ben Obanya Lejyoner Merkezi’ne gittim. Bir müddet orada kaldıktan sonra Oranj şehrine gittim, oradaki tankçı birliğine katıldım. İki yıl burada askeri eğitim aldım ve çavuş oldum. 1976 yılında Afrika’da Cibuti’ye gittim. Cibuti, Somali’yle Etiyopya arasında bir ülkeydi. Kızıldeniz’in tam ağzındaydı. Cibuti bir Fransız sömürgesiydi ve 1977 yılında bağımsızlığını kazandı. Ouhya diye bir lejyoner birliğinde kalıyorduk. Orada çalışırken 15 20 günlük gezilere gidiyorduk. Sınırları kontrol ediyorduk, halk ayaklanmasın diye halkı kontrol ediyorduk, hasta olanları merkeze bildiriyorduk, yardım geliyordu. Ünlü yolcular hep biletsiz! Tramvayların eski ve yeni dönemlerini konuştuğumuz Mehmet amca, ünlü yolcularını anlatıyor. “Ben o zamanlar YedikuleBahçekapı güzergâhında çalışıyordum. İsmail Dümbüllü vardı, akşam üzerleri geliyordu. ‘Ne o İsmail amca, ne yapıyorsun?’ derdim. ‘Oyunum var evlat, gidiyorum’ diye cevap verirdi. ‘Hayırlı olsun İsmail amca’ deyince de ‘Ya hiç gidecek halim yok, yaşlıyım ama mecburum, gidiyorum’ diyordu. Sonra Tekirdağ‘lı Hüseyin Pehlivan vardı. Onun Sirkeci’de oteli vardı, Çapa’dan biner, düzenli gidip gelirdi. Bir de Çetin Hoca vardı, zamanın namaz hocası. Saçlar uzun, beyaz pantolon giyer, kravat takardı. Barış Manço gibi yüzükleri vardı. O binerdi, sahanlıkta seyahat ediyordu. Bazen selam verirdi, bazen vermezdi. Ben de kızıyordum, niye bazen veriyor da bazen vermiyor diye.” 90’lardaki “ünlü” yolcuları ise, çoğunlukla biletsiz seyahat etmeyi tercih ediyormuş Mehmet amcanın. “Başbakan Tayyip Bey geldi, Bedrettin Dalan geldi, Yıldırım Aktuna geldi. Bir sefer yağmur yağıyordu. Taksim’den hareket ettim, biri ‘kaptan biraz yavaşlar mısın’ dedi, ‘nedir’ dedim, ‘başkan geliyor’ dedi. Gele gele baktım Fikri Sağlar beyaz pardesülü. ‘Buyrun’ dedim. ‘Ya hastayım, yağmur da var, gitmek mecburiyetinde kaldım, yoksa hiç gideceğim yoktu’ dedi. ‘Biletiniz’ dedim. ‘Ah işte, biletim yok’ dedi. Ben de ‘bu akşam siz de misafirimiz olun’ dedim. Ağa Camii’nin oraya kadar getirdim. Sonra bir gün Yıldırım Aktuna geldi. Maiyeti vardı yanında, dedim ki ‘beyefendi bilet’, birisi dedi ki ‘bizim için altı bilet al da kullan’ dedi. Taksim’e doğru yanıma geldi, ‘Vatman bizimle hiç konuşmuyor, selametçilerin tramvayına bindik’ dedi. O zaman selametçiler iktidardaydı galiba. ‘Beyefendi’ dedim ‘ben partili değilim, ben işçiyim, ben şu anda vazifemi görüyorum’ dedim. ‘Konuşacak zamanım yok’ dedim, ama bilet de aldıramadım. Bedreddin Dalan da öyle, onun da maiyetinde 45 kişi vardı. Taksim’de inerlerken biri ‘bizim için 4 bilet al kullan’ dedi. Onlara da bilet aldırtamadım. Nurettin Sözen geldi, Tünel’den bindi ‘A benim biletim yok’ dedi. Sonra bizden biri gidip bileti aldı. İşte böyle. Aslında reisicumhur haricinde herkesin bilet alması lazım, ya da İETT imzalı kartı olacak.” Tramvaylar ‘gittigeldİ’ İstanbul’da ilk tramvay, KaraköyBeşiktaş hattında 1871 yılında çalışmaya başlamış. Başlangıçta 4 hatta çalışmaya başlayan atlı tramvaylar için 430 at kullanılıyormuş. 1912 yılında Balkan Savaşı sırasında Savunma Bakanlığı tramvay atlarını 30 bin altın karşılığı satın almış ve İstanbul bu yüzden bir yıl kadar tramvaysız kalmış. 1914’te Silahtarağa santralının devreye girmesiyle birlikte elektrikli tramvaylar kullanıma sokulmuş. 1939’da hükümete devredilen Tramvay İşletmesi, daha sonra İstanbul belediyesine ve İETT’ye bağlanıyor. 1961’de Avrupa, 1966’da Anadolu yakasından kaldırılan tramvaylar, 1990’ın sonlarında TaksimTünel hattında yeniden sahneye çıktı. Bu hat bugün İETT tarafından işletiliyor. 1990’ların başında hızlı tramvayların da devreye girmesiyle birlikte toplam 5 tramvay hattı hizmet vermeye başlıyor ve ZeytinburnuKabataş, KadıköyModa, ZetinburnuBağcılar ve EdirnekapıSultançiftliği hatları da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Ulaşım AŞ tarafından işletiliyor. TEHLİKESİ ÇOK Halkın lejyonerlere tepkisi var mıydı? Cibuti, bağımsızlığını kazandıktan sonra halk yabancılara karşı tepkiliydi. Yabancıları istemiyorlardı. Slogan atıyorlar, yabancıları taşıyan arabalara taşlar atıyorlardı. Bugün Cibuti’nin durumu nedir? Bugünkü Cibuti; Afor, İsa ve Fransızlar’dan meydana gelmiştir. Üç ulusun temsilcileri vardır. Lejyon da dahil on bin Fransız askeri vardır. Cibuti’de nasıl çalışıyordunuz? Yerli halk herhangi bir gösteri yaptığında onları topluyorduk ve Fransız jandarmasına teslim ediyorduk. Lejyondan nasıl ayrıldınız? Lejyonda on beş yıl çalışan emekliliği hak ediyor. Beş, on beş yıl içerisinde, ailemin aramasıyla bir mektup geçti elime. Lejyonerliğin tehlikeleri nelerdir? Birçok tehlikesi vardır. Örneğin havanın çok sıcak olduğu günlerde lejyonerlerin psikolojisi çok bozulur. Ve sağa sola gelişigüzel ateş ederler. Ateş sonucu hayatını kaybeden veya yaralanan lejyoner olabiliyor. Acemilikte hırçınlıklar oluyor. Farklı kültürlerden insanlar diğerlerine karşı tepkili olabiliyor. Çünkü lejyonda, dünyanın her ulusundan insanlar var. Eskiden 50 yaşına kadar lejyoner olunuyordu. Şimdilerde gençleri alıyorlar. Düzgün fizikli olmak şarttır. Bugün internete girseniz, lejyona yazılabilirsiniz. Lejyonerlik hâlâ sürüyor. Türkiye’den lejyona gidenler çoktur. Vardacı ustalardan müzeye Mehmet amca, atlı tramvayların öyküsünü 1947’de işe girdiğinde o dönem hâlâ çalışan iki yaşlı ustasından öğrenmiş ve “Eski Tangolar, Eski Tramvaylar” adlı kitabında nakletmiş. Ustaların biri borazanıyla tramvaya yol açan, “Vardaaa” (Dikkaaat) diye bağıran vardacılardan biriymiş. Diğeri de kırbaçta çalışıyormuş. 1904050’lerde üç tramvay garajı olduğunu anlatıyor Mehmet amca: Aksaray, Şişli ve Beşiktaş’ta. Sonra her iktidar değişikliğinde bir yenilik yapma ihtiyacı doğduğunu ve tramvayların kaldırılışının da böyle gerçekleştiğini anlatıyor. Bir de “kapitalistler hep otomobil olsun, otomobil gelsin diyorlardı, onun da etkisi var” diyor. Avrupa yakasında 1960’ta, Anadolu yakasında da 1966’da kaldırılmış tramvaylar. Bu hatlarda önce troleybüsler çalışmaya başlamış, bir süre sonra yeniden değişiklik ihtiyacıyla birlikte otobüsler devreye girmiş. Troleybüs 1985’e kadar devam etmiş. Her değişiklikte, yeni araçların “daha modern, daha iyi” olduğu gerekçesi öne sürülmüş. 30 yıl kadar sonra TaksimTünel hattında yeniden yolcu taşımaya başlayan tramvaylar içinse “nostaljik” yakıştırmasının uygun bulunduğu hatırlanacaktır. 1990 sonunda “sicilinden mütevellit” 9 eski vatman tekrar göreve çağrıldığında pek sevinen Mehmet amca, eski yolcuların bu eski tramvayları büyük bir coşkuyla karşıladığını ve Kadıköy’de yeniden kullanılmaya başlanan tramvayların beğenilmediğini anlatıyor. Kadıköy’ün eski tramvay severleri, sırf bu özlem nedeniyle zaman zaman gelip TaksimTünel tramvayına biniyorlarmış. Kadıköy hattından kaldırılan tramvaylardan biri Sütlüce’deki Rahmi M. Koç müzesinde sergileniyor. Mehmet amca 1993’ten sonra cumartesileri buraya gidip tramvayın tanıtımını yapıyormuş. Müdür değişikliğinden sonra tramvayı dışarı almışlar ve “seni çağırırız” demişler. Ama çağıran olmamış. İçinden tramvay geçen eylemler Bir de o zamanki ve bu zamanki eylemleri konuşuyoruz. “Önceden sendikalar bazı eylemler yapıyordu, taa ki 60 ihtilaline kadar. Sonra 195859’larda başladı üniversite talebeleri yürüyüş yapmaya, nümayiş yapmaya. O zamanlar Beyazıt civarında eylemler oluyordu.” 90’larda da İstiklal caddesi ve Galatasaray lisesinin önündeki eylemleri anıyoruz. “Bazen eylemlerin içinden geçmeye çalışıyorduk, bırakmıyorlardı. Sonra bize ‘yaklaşmayın’ talimatı verdiler. Onların gitmesini bekliyorduk, dağılıyorlardı sonra biz yolumuza devam ediyorduk. Yarım saat beklediğimiz olmuştur. Bazen daha evvelden ikaz ediliyorduk ve o zaman tramvayları içeri çekiyorduk. Cumartesi anneleri; onlardan biz etkilenmiyorduk, onlar Galatasaray lisesinin orada oturma yapıyorlardı, biz yanlarından geçiyorduk.” Mehmet amcanın döneminde Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası varmış. Genelde toplu sözleşmeler anlaşmayla sonuçlanır, sorun çıkmazmış. 1990’dan sonra ise kendilerinin sendikalı olmadığını 2000 yılına geldikten sonra yetiştirdikleri yeni vatmanların sendika üyesi olduğunu anlatıyor Mehmet amca. “Nostaljik” tramvayın bugünkü vatman ve kontrolörleriyle çalışma koşullarını konuştuğumuzda öncelikle ikramiyelerinin geciktiğini öğreniyoruz. Bir de medyaya yansıdığı gibi maaşlarının “o kadar yüksek olmadığını” söylüyorlar. Normalde iki vardiya çalışması gereken kontrolörler bazen ikinci vagon kaldırılarak tek vardiya çalışıyor, böylece yevmiyelerini alamıyorlarmış. Yolcu yoğunluğu düşmediği halde bu uygulamanın yapılmasının “yolcuları hiç düşünmemek” anlamına geldiğini söylüyor görüştüğümüz kontrolör. Maaşların yüksek yansıtılmasına sendikanın itiraz etmeyişini de eleştiriyor ve Belediye İş‘in yerine Hak İş Sendikası‘nın gelmesiyle birlikte bir “danışıklı dövüş” sergilenmeye başlandığını anlatıyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle