22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 EKİM 2008 CUMARTESİ 3 Sen gideli çok olmuş Senin şehrindeyim… Beni bırakıp gittiğin, nereye gittiğini bile söylemediğin şehirde… Seneler geçti, sen gideli çok oldu. Bu gerçeğe inanmak istemediğim senelerden sonra, yedi yol sonra buradayım, yanındayım. Sokaklar bomboş dostum, arkadaşım, can yoldaşım. İzmir seninle güzeldi SEZA TUNA hep, huzur veren bu deniz, caddelerinde koluna girip yürürken güzeldi İzmir. ÖZATAY Sen gideli çok oldu. Aslında sen gideli çok olmuş. Yıllarca inanamadığım bu gerçekle yüzleştim dün. Bir cesaret çıktım yola, ayaklarım geri geri gitse de, beni bunca sene sonra buraya getiren neydi? Hayat, Yol ayrımı, Son nokta, Güven ya da eksik kalan bir mutluluk… Olmadığın sokaklarda vardım dün gece. Yine olmadığın bir gökyüzüne baktım… Olmayacağın deniz kıyısında, gecenin dördünde balık tutan yaşlı amcayı seyrettim bir süre. Bir sigara yaktım karanlığa, olmayışına, terk edişine, kalabalık içerisindeki yalnızlığıma, sana… Düşündüm öylece. Yoktun. Yüzleşmiştim o an. Çok erken bıraktın beni dostum. Can yaktın, ağlattın, eksik bıraktın. Yedi koca yıl olmuş sen gideli. Alışacaksın küçüğüm diyor yanımdaki huzur. Hayat senden aldıklarıyla seni çoğaltıyor. Seni acıyla beslerken, acıya ne kadar dayanacağına da o karar veriyor. Hayat acımasızlık yapıyor. Yine hüzün, yine gözyaşı, adını andığım dakika ıslak bir tebessüm… “Barış.” İsmin gibi barış doluydun. Özgürdün. Severdin insanları, insan oldukları için severdin herkesi. Dik başlıydın benim gibi. O yüzden en yakın arkadaşım, sırdaşım, dostumdun. “Dostumsun.” Yine yalnız kaldığım akşamlarda, gök gürlerken “korkma” diyenimsin. Sakin, yalnız, loş ışıklı, sessiz bir gecede, İzmir. Tek başıma pencereden hâlâ balık tutan amcayı seyrederken olmayışınla yüzleşiyor, olmayışınla hoyratça kavga ediyorum. İçimde fırtınalar koparken, gözlerim gülüyor yine çünkü seni düşünüyorum. İsyan ederken hayata, onu benden neden aldın diye sorgularken hayatı, bir de öbür yandan bakıyorum. İyi ki seni tanıdım. Çok az kaldın hayatımda, çok çok az. 16 yaşında pes ettin be dostum. Daha yaşayacak çok güzel günlerimiz vardı. Sırtına çıkıp tırmanacağım daha çok basketbol potası vardı. Sigaram bitti, gözlerim ıslak koydum kafamı yastığa. Rüyamdaydın. Ne zamandır yoktun rüyalarımda… İnanmıyorum olmadığına. İnanmayacağım. Sen her zaman İzmir’de, her zaman o en güzel yerimdesin dostum. Gün doğacak birazdan uyanacağım. Sokaklarda yürürken de gözlerim seni arayacak. Köşeyi dönünce karşıma çıkacaksın. Az ileride rakılar söylenecek, yedi yıl geçmemişçesine, sen hiçbir yere gitmemişçesine, sanki benim gelmemi beklemişçesine…. Uyanmayacağım uykumdan. Zorla gözlerimi yumacağım. Hayal değil bu düşlediğim, “gerçek”. Seni çok özledim, bak bu da “gerçek”. Senden bir tane daha yok bu dünyada. Her zaman bir yerlerde var olduğun gerçeğiyle dayandım, hayatın bu erken acımasızlığına. Şimdi var olduğunu düşlediğim bu şehrin sokaklarında neden yoksun. Keşke sabahlara kadar ettiğimiz sohbetlerimiz gibi, piyano çalmayı öğrenmeye başladığımız gün gibi olsa düşlerimiz. Keşke yanımda olsan yine. Ergenekon duruşması, türban düzenlemeleri, işkence iddiaları ve daha nicesi tartışıladursun İstanbul Barosu yeni dönem seçimleri için hazırlanıyor. Yarın yapılacak seçimler için pek çok aday grup ŞİRİN var tabii. Ancak aralarından biri ki, diğerlerinden oldukça GÜVEN var farklı: ‘Katılımcı Avukatlar’. “Baronun avukatları değil, avukatların barosu” cümlesiyle baroya katılımcı bir anlayış yerleştirmek isteyen Katılımcı Avukatlar, dünyanın ikinci en büyük barosu İstanbul Barosu’nda pek çok yenilik yapmanın peşinde. Onlar saydam bir hukuk devleti oluşturmak adına adımlar atmaya başladılar bile. Gelelim bu Katılımcı Avukatlar grubunun farklılıklarına ve onların yapacağı yeniliklere... Mesela Katılımcı Avukatlar’ın başkan adayı Mebuse Tekay seçimleri kazanırsa, 24 bin üyeli İstanbul Barosu’nun 130 yıllık tarihinde bir ilk gerçekleşecek ve baro ilk kez kadın bir başkana kavuşacak. Hukuk için var olan baro, kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmasından 74 yıl sonra bir kadın yöneticiye ulaşacak belki de... Baro kadın başkanına kavuşacak mı? ENDİŞELİYİZ Çağdaş, demokratik, özgürlükçü ve laik değerleri öne çıkaran Katılımcı Avukatlar, hukuka, bağımsız yargıya ve güçlü hukuk kurumlarına fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde olduğumuzun farkında ve bunu şöyle dile getiriyorlar: “Bizler, ülkemizin ve avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu durumdan büyük endişe duyuyoruz. İstanbul Barosu yönetimine bu nedenle talip olduk. Türkiye, uygar dünyanın çoktan hallettiği sorunlarını hala çözememiş... Birer zenginlik gibi kuşanacağı din, dil, etnisite gibi kültürel farklılıklarını derin çatışmalara dönüştürmüş... Gencecik çocuklarının ölümüne, linç girişimlerine seyirci kalmış... Mebuse Tekay Askeri vesayetten kurtulamamış... Her toplumun gururla taşıdığı aydınların, yazarların, medyanın sesini kısmaya çalışmış, kültürel mirasına sahip çıkamamış, kıyılarının talan edilmesine göz yummuş... Boğaz tokluğuna çalışan işçilerin kot pantolon taşlarken zehirlenmesine, tersanelerde ölmesine müdahale edememiş bir ülke... Hukuka en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde yargı sistemi ve avukatlık mesleği hızla itibar kaybediyor. Yargının bağımsız olmadığı, hukukun siyasi çıkarlara alet edildiği inancı yaygınlaşıyor. Avukatlar konserdeydi Katılımcı Avukatlar hukuk dünyasının bütün yılın yorgunluğunu atması için geçtiğimiz Pazartesi akşamı bir konser düzenledi. “Müzik ruhun, adalet hukukun gıdasıdır” adını verdikleri geceye Katılımcı Avukatlar’ı desteklemek üzere pek çok sanatçı, aydın ve avukat katıldı. Mor ve Ötesi grubundan Harun Tekin ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun sahneye çıktığı etkinliğin sunuculuğunu Pelin Batu üstlendi. Başkan adayı Mebuse Tekay’ın bir konuşma da yaptığı gecede avukatlar ruhlarını müzikle beslediler. Tekin, Mor ve Ötesi şarkılarıyla; Boğaziçi Gösteri Sanatları ise, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Orhan Gencebay, Ajda Pekkan, Şenay, Timur Selçuk ve daha nicesinin unutulmamış parçalarıyla avukatlara dertlerini bir süreliğine de olsa unutturdu. Ülkede de, baroda da kayıtsız kalamayacağımız bir durum var. Böyle yaşamaya hayır diyoruz. Böyle avukatlığa itiraz ediyoruz.” Topluluk bu nedenle yeni birçok uygulama yapmaya hazırlanıyor. Mesela hukuki sorunların, avukatlığa ilişkin problemlerin tartışılabileceği özerk bir bilim kurulu oluşturmuşlar. Türkiye’nin çağdaş ve demokratik bir hukuk devleti olabilmesi yolunda bilimsel çalışmalar yapmak üzere, uzman, akademisyen ve avukatlardan oluşan kurul bir danışma organı olarak çalışacak. ‘Sorun varsa, çözüm de vardır’ diyerek çözüm için bir araya gelen Katılımcı Avukatlar, baronun içinde işlevini kaybetmiş organları canlandırmayı da planlıyor. Sadece seçilen kesimden avukatların ve bölge temsilcilerinin yer aldığı Baro Meclisi’ne muhalefet kesimleri de davet etmek ve çeşitliliği arttırmak bunlardan biri. Hali hazırdaki, muhalefetten yoksun uygulamanın amaca yönelik olmadığını düşünen Katılımcı Avukatlar, adları gibi katılımcı anlayışı Baro Meclisi’ne de yerleştirmek ve her avukatın temsil edildiğinden emin olmak istiyorlar. BAŞKA BİR BARO MÜMKÜN Mesleki sorunlara da el atan topluluk, bir yıllık stajyerlik süresi boyunca para almadan çalışmak zorunda olan avukat adayları için de bir çözüm üretmiş. Şu anki uygulamada ‘ailesinin aylık geliri ve mal durumuna göre ailesinin katkısıyla stajını yapamayacak mali durumda olanlara’ verilen staj kredisini ‘mesleki yatırım’ adı altında karşılıksız, geri ödemesiz ödenek haline getirmeye ve bunun için gerekli yasa değişikliklerini yapmaya hazırlanıyorlar. Ayrıca oldukça düşük rakamdaki miktarı da yükseltmeyi planlıyorlar. “Başka bir baro mümkün” diyerek yola çıkan Katılımcı Avukatlar; hayatın üzerine hukukun gölgesinin değil de ışığının vurması için çalışacak. Belli mi olur, belki de hukuk, hak ve adalet için hala bir umut vardır. İstanbul rengini arıyor İnsanların renk seçimlerine özlemlerinin yön verdiğini söyleyen Marshall’ın Genel Müdürü Feridun Uzunyol’un İstanbul için yorumu: “İstanbul’un rengi İstanbul gibi özgür olmalı.” ArkiParc, nüfusu her geçen gün artan şehirlerin planlanmasına yardımcı olabilmek için gayrimenkul, mimarlık ve inşaat sektörlerini bir araya getirmeyi amaçlayan buluşmalar serisi. ‘Kentsel Kalite İçin Diyalog’ temasıyla düzenlenen etkinlik bu yıl 1517 Ekim tarihleri arasında gerçekleşti. Fiziksel çevrenin niteliğinin iyileştirilmesine katkı sağlamaya çalışan ArkiParc’ın sponsorlarından biri de Marshall’dı. Hazır Marshall’ın Genel Müdürü Feridun Uzunyol’u bulmuşken ona sormadan edemedik. Acaba 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak için hazırlanan İstanbul’un rengi ne olmalı? Şehirlerde renkler nasıl kullanılmalı? İstanbul gibi dış cephe boyasını tamamen özgür bırakan şehirler dağınık ve düzensiz mi görünür? Envaı çeşit renk ve desenden oluşan İstanbul’a belirli sınırlamalar getirilmeli mi? Dünyadaki şehirlerin baskın renkleri var mı?... içinde mavi kullanılmış. Ya da turkuaz rengi adını Türkiye’den alıyor mesela. Orta Anadolu’da kumların yanmasıyla ortaya çıkmış bu renk. İstanbul için tarihi dokumuzda kullanılmış renkleri tercih etmeliyiz. Kireç, çivit, toprak, yeşilin tonları, beyaz ve mavi gibi… Bir de İstanbul’u düzenli ve temiz gösterebilmek için de bir şeyler yapmak gerekir tabii. Bunun için ana arterler tek renge, beyaza boyanabilir. Böylece temizliğin rengi beyazla şehir daha düzenli görünür”. Tabii envaı çeşit renkteki İstanbul’u o renklere çevirmek de kolay değil. Uzunyol bu yüzden belediyelere ve belediyelerin içlerindeki estetik kurullara çok iş düştüğünü vurguluyor. Feridun Bey, boyanın güzelleştirici yönünün yanı sıra renklerin yönlendirme özelliğinden ve dünyadaki ortak dilinden de bahsetti. Mesela nereye giderseniz gidin itfaiye araçları kırmızı renkli. Güvenlikle ilgili şeylerin renklerinin tek tip olması insanların yaşamlarını kolaylaştırıyor tabii. Ya da taksiye binecekseniz gözünüz yollardaki sarı arabaları arıyor. Hepsini sorduk Uzunyol’a ve birbirinden çarpıcı yanıtlar aldık. ‘İstanbul’u 2010’a hazırlıyoruz ve hep beraber dünyanın en renkli kültür başkenti yapmak istiyoruz’ diyen Uzunyol öncelikle şehirlerde dış cephe boyalarının oldukça önemli C MY B C MY B ‘TARİHİ’ RENKLER olduğunu vurguladı. Ancak Türkiye’de dış cephenin boyanma zorunluluğu olmasına rağmen hâlâ boyasız, çirkin ve pis görünen birçok yapı olduğundan bahsetti ve İstanbul’un daha temiz ve düzenli görünmesi için önce bunların boyanmasının şart olduğunu belirtti. Uzunyol sohbetimiz sırasında insanların renk seçimlerine genellikle özlemlerinin yön verdiğinden de bahsetti. Yani güneşi daha az gören Karadeniz’de ağırlıklı olarak turuncu, yeşilliği az olan Akdeniz’de ise yeşil ve mavi tonlarının kullanılması bu yüzdenmiş. Bunun üzerine hemen sorduk Uzunyol’a: ‘Peki İstanbul’un rengi ne olmalı?’ Öncelikle İstanbul’un renginin İstanbul gibi özgür olmasının gerekliliğini söyledi. Ancak İstanbul’da tarihi doku öne çıktığı için ağırlıklı olarak tarihimizde kullanılmış renklerin seçilmesinin daha uygun olduğunu belirtti: “Bize ait renkler var, kültürümüze ait… Mesela Sultanahmet Camii’ne Blue Mosque diyorlar. Neden mavi cami diyorlar peki? Çünkü caminin PAZARLAMA POLİTİKASI Hazır bu kadar renklerden bahsetmişken dünyadaki şehirlerin renklerini de sorduk Uzunyol’a ve şehirlerin renklerinin bir pazarlama politikası olarak da kullanıldığını öğrendik. Mesela Yunanistan’ın resimlerinde mavi ve beyaz öne çıkıyor. İtalya’nın sokaklarında ise 10 rengin dışında renk görmek mümkün değil. Norveç 6 ay karanlık, 6 ay aydınlık olduğu için kontrast, radikal renkler kullanıyor. Moskova ise farklı renklerdeki kubbeleriyle öne çıkıyor. Kullanılan renklerin turizm ve pazarlama için oldukça önemli olduğunu hatırlatan Uzunyol, “Biz de güneş ve denizi pazarlıyoruz. O nedenle kültürel renklerimizin yanı sıra mavi ve turuncunun tonlarını da kullanabiliriz” diye ekledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle