18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 25 EKİM 2008 CUMARTESİ Konser Devrimin 50. yılı için José Marti, Küba Dostluk Derneği’nin her yıl düzenlediği Küba ile Dayanışma Haftası bu yıl Devrimin 50. yılı kutlamalarına ayrıldı. Hafta kapsamında bir dizi panel ve konferansın yanısıra sergi ve konser etkinlikleri de yer alıyor. 22 Ekim Çarşamba günü İstanbul Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde ‘Küba Devriminin 50. yılı’ başlıklı fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Yarın akşam ise, Beyoğlu Ses Tiyatrosu’nda düzenlenecek Küba ile Dayanışma Gecesi’ne devrimin 50. yıl etkinlikleri için Türkiye’ye gelen Kübalı müzisyen Gerardo Alfonso da katılıyor. Gecede ayrıca Gülcan Altan Grup da sahne alacak. (0212 244 35 09, gece biletleri 10 YTL) Almôra’dan Kıyamet Senfonisi Senfonik ve ‘gotik rock’ın ülkemizdeki önemli isimlerinden Almôra, basın ve dinleyicinden övgü alan ve satış listelerindeki başarısıyla ses getiren Kıyamet Senfonisi albümünün gala konserini 28 Ekim Salı gecesi Jolly Joker Balans Live Performance Hall’da gerçekleştiriyor. Uzunca bir aradan sonra dinleyicileri ile tekrar buluşacak olan Almôra, konsere saat 22.00’de başlayacak. Konserin kapı açılış saati ise 21.00. (0216 556 98 00, biletler 18 YTL) Ankara’da buluşma Caz dünyasının yaşayan en büyük, en tanınmış klavyeli çalgılar ustalarından Chick Corea ve caz gitar dünyasının devlerinden John Mc Laughlin 31 Ekim Cuma akşamı Ankara’da olacak. İlk kez birlikte dünya turnesine çıkan ikili, 17 konserden oluşan Avrupa turnelerinin bir ayağında da Anadolu Gösteri Merkezi’nde Ankaralı müzikseverlerle buluşacak. Chick Corea ve McLaughlin 70’li yıllarda Miles Davis’le birlikte çalışmıştı. İkili saat 20.30’da başlayacak konserde müzikseverlere unutulmaz saatler yaşatacak. (0216 556 98 00, biletler 17.50 ve 22.50 YTL) Fransız DJ İstanbul’da Dünyanın dört bir yanında parçaları çalınan Fransız DJ Martin Solveig, 1 Kasım Cumartesi gecesi Unilife organizasyonuyla Airport İstanbul’da sahneye çıkacak. ‘Jealousy’, ‘Rejection’, ‘C’est La Vie’, ‘I Want You’ gibi birçok parçanın yaratıcısı Fransız prodüktör Solveig, Malibu’nun ‘Efsane DJ’ler serisinin bu sezondaki ilk konuğu olarak İstanbullularla buluşacak. Gece hayatının kapılarını bu sene yeniden açan Airport İstanbul’da unutulmaz bir parti yaşatacak. (0216 556 98 00, biletler 40 YTL) Rock sıradanlaşırken caza selam Eskiden rock ile pop kesin çizgilerle ayrılırdı. Bu ayrım tür anlayışından çok müziğe bakıştaki ciddiyet ve kalıcılık açılarından da belirginleşirdi. Günümüze gelindiğinde ise rock, pop’un yerini aldı, APTÜLKADİR diyebiliriz. Şeklen ELÇİOĞLU geleneksel biçim sürüyor olsa da müzikal olarak pop’un kuralları ve pazar biçimleri rock’ın içindedir. Bu sadece müziğin üretiminde, uygulanışında ve pazara çıkışında değil dinleyici ya da dinleme biçimlerinde de geçerlilik taşımaktadır. 60’lı yılların müzikal ortamında pop ile rock ayrımı ince bir çizgideydi. 60’ların sonlarında rock kendini bir kulvar yukarı taşıyarak ayrım çizgilerini koyacaktı. Bunun için de en büyük katkıyı siyahi blues tarzından alacaklardı. Blues’ın samimi sunumu onlara doğaçlama geleneğini kazandıracaktı. Yanı sıra gelen klasik müzik ögeleriyle de 70’li yıllarda rock müzikal açısını zirveye taşımıştı. beklemiyoruz. Hatta yeni albümün tanıtımı amacıyla yapılan konserlerde bile grubun eski parçalarını istiyoruz. Alan razı, veren razı ama rock yok oluyor. Eski anlayışa uygun şeyleri talep eden, müzikal titizliği olan dinleyici yavaş yavaş aynı tadı caz ve blues’da bulmaya başlıyor diyebiliriz. Son yıllarda rock’ın kaybettiklerini bulabilmeniz için bazı tavsiyelerim olacak. Efes Pilsen’in Blues Festivali, bu yıl 19 yaşına girdi. 24 Ekim’de başlayacak festivale bu yıl, Watermelon Slim, Eddie Bo ve blues tarihinin kilometre taşı John Lee Hooker’ın oğlu yer alacakmış. 30 Ekim’de İstanbul ve ertesi günü Ankara tarihsel bir buluşmaya sahne olacak. Caz ve fusion piyanosunun ünlü ismi Chick Corea ile caz rock’ın nefes alma sebebi olan gitarist John Mc Lauglin, ortalığı tatlı sert bir havaya sokacağa benzer. Noze Otto Santral’de Electro, house ve disko müziğin en önemli ikililerinden Noze bu akşam Otto Santral’de sevenleriyle buluşacak. Bu yılın en çok konuşulan isimlerinden olan Noze, saat 23.00’te sahneye çıkacak. Paris sahnesinin iki önemli prodüktörü; Nicolas Sfintescu ve Ezechiel Pailhes’den oluşan topluluk, günümüz elektronik müzik anlayışına ‘avantgarde’ bir yaklaşım getirdi. Noze, Sonar Festival 2005’deki yankı uyandıran performansından sonra, Almanya’nın en prestijli elektronik müzik dergisi ‘DeBug’ tarafından, yılın en iyi üç çıkışı arasında gösterildi. (0216 556 98 00, biletler 20 YTL) GEÇİŞTİRİLEN ALBÜM KRİTİKLERİ Senfonik düzendeki işler ve blues soloları ile şarkıların süresi uzuyordu. Bunların konser yorumlarında ise sololar ve doğaçlamalarla süre yarım saati bile aşabiliyordu. Blues’ın samimi sunumunun etkisiyle konserin dinleyicileri de önem kazanıyordu. Her konser dinleyicinin enerjisi ile farklı boyutlar çıkarılıyordu. Diğer bir güzellikte her grubun diğerinden farklı dünyayı sunabilmesiydi. 60’ların ve 70’lerin rock gruplarından herhangi birini ilk defa dinlemiş dahi olsanız, diğerlerinden ayırabilirdiniz. Gelişim yıllar içinde böyleyken şimdilerde, 15 yıl öncesini arar haldeyiz. Zira bugün rock müziğinde solo tasfiye edilmiş durumda. Sahnede doğaçlama yapabilecek grup, neredeyse yok gibi. Rock’ın geleneksel biçimselliği hem grup hem de dinleyici açısından sürüyor gibi olsa da bunların sadece bir imaj boyutuna indirgendiğini de gözlemleyebiliriz. 70’li yıllarda herhangi bir rock grubunun albümünü dinlerken enstrümanlara kulak verilir ve parçalar dinlemenin ötesinde her saniyesi didik, didik edilerek incelenirdi. Aynı anlayış 80’lerde de sürdü. Bunun yansıması o günkü müzik yazarlarında da görülür. Sadece pop ağırlıklı dergiler ve gazetelerin sanat sayfasında albümlerin kritikleri aynı anlayışla (bugüne göre neredeyse ‘akademik’ denilebilecek) kaleme alınırdı. Radyo programları da hazırlayanın yoğun bir araştırmasından süzülerek sunulurdu. Şimdi bunu bulabilmek imkansız. “Orada doğdu, burada albüm kaydetti” biçiminde biyografilerle geçiştirilen albüm kritikleri günün panoraması gibi. Bunun kabahati sadece müzik yazarlarımızda değil, bu bir kapasite değil dönem sorunu. Böyle yazılara okuyucu da yüz vermez. Radyoda bir parça hakkında müzikal kodlar verseniz, dinleyen sıkılarak derhal kapar. 15 yıllık süreçte gelinen durum bu. Artık ‘FUSION BENİ KESMEZ’ Konserlerin yanı sıra çok güzel blues ve caz albümleri de vitrinlerdeki yerini aldı bile. Bunlardan ilki Otis Taylor’un “Recapturing The Banjo” albümü. Amerikalı banjo müzisyenlerini etrafına topladığı albüm müzikoloji açısından da önemli. Gitarist Tab Benoit ise “Night Train” ile bizi Nashville’den bir blues yolculuğuna çıkartıyor. Sanatçının Loisano’s Leroux ile yaptığı bu üçüncü albümde Louisana’lı bir çok müzisyen de yer alıyor. Hem Otis Taylor hem de Benoit’in albümleri tatlı bir müzik yolculuğunun ötesine geçen akademik bir araştırma gibi. Buddy Guy’a birçok rock dinleyicisi aşina olsa gerek. O da tadından yenmeyecek bir yemeğe imza atan ahçı konumunda. “Skin Deep” albümü hem blues hem de rock dinleyicisine uygun. Taj Mahal, blues sahnesinde yer alışının 40. yılını “Maestro” albümüyle kutluyor. Fuison caz albümlerinde de basçı Victor Wooten’in “Palmystery”sini görüyoruz. Basın melodik kullanımını maharetle sunan sanatçıya ilgisiz kalmak sonucu çok şey kaybedilebilir. 80’lerin unutulmaz fusion, cazrock grubu Yellowjacket ise gitarist Mike Stern’le bir araya gelip “Lifecycle” albümünü oluşturmuş. “Fusion beni kesmez, ben daha alternatif, yenilikçi bir şeyler arıyorum” diyorsanız, Esborjorn Svensson’un triosunu (E.S.T) tavsiye edebilirim. Bu yazın başında bir deniz kazası sonucu 44 yaşında yitirdiğimiz sanatçı ne yazık ki “Leucocyte” albümünün çıkışını görememiş. 80’lerin hard’n Heavy gitar sahnesinin önemli ismi Gary Moore, “Stil Got The Blues”la geçirdiği değişimi yeni çıkan “Bad For Yo Baby”le sürdürüyor. Blues’ın ruhunu veren parçalara, gitar virtiözitesini de eklemleyen Moore’a kulak kabartmak rock tadı içinde kaçınılmazlık arz ediyor. Pikap başında Temmuz ayında ülkemizde bir konser veren ‘trip hop’un yaratıcısı efsane grup Massive Attack’in kurucularından Grant Marshall (Daddy G), bu gece özel bir parti için The Hall İstanbul’da olacak. Massive Attack’ın tüm albümlerinde besteci ve prodüktör olarak yer alan Marshall, bu kez DJ setleriyle hayranlarını büyüleyecek. Dady G sahneye saat 00.00’da çıkacak ve müzikseverler sabahın ilk ışıklarına kadar yerlerinde duramayacak. (0216 556 98 00, biletler 30 ve 40 YTL) müzik görsel bir faaliyet olarak vucut buluyor. Böyle olunca da “dinleyici”nin yerini “seyirci” alıyor. Son zamanlarda konsere gidenleri tanımlamak için “Konser çok güzeldi, seyirci de harikaydı” demiyor muyuz? Müzisyen de tüccar terzi misali bir esnafa dönmüş durumda. Konsere gittiğimizde de yeni bir şeyler Muhteşem bir konser albümü Bugünlerde müzik marketlere uğrarsanız, raflarda efsane isimlerin yeni yayımlanan albümlerini göreceksiniz. Bunlardan birisi de, Pink Floyd’un eski gitaristi ve vokalisti David Gilmour’un “Live In Gdansk” adlı albümü. Geçmişte fırtınalar estirip büyük izler bırakmış müzisyenler yeni albüm yayımladığında bir kuşku düşer insanın içine... “Bu albümde farklı ne olmalı ki almalıyım?” diye düşünerek incelersiniz CD’yi. Hele bir grubun hayranı iseniz ve bu nedenle geçmişte yayımladıkları bütün plaklara, kasetlere, CD’lere sahipseniz, yeni diye piyasaya sürülen ZÜLAL albümün eskilerin bir tekrarı KALKANDELEN olmasından çekinirsiniz. “Live In Gdansk”ı da biraz kzulal?yahoo.com bu kuşkuyla elime aldım. Ve defalarca dinledikten sonra diyorum ki; sizin de böyle kuşkularınız varsa, bunların hepsini bir yana bırakıp bir an evvel bu albümü edinin. 2.CD ise, tamamen Pink Floyd klasiklerine ayrılmış. Bu albümde, David Gilmour’un kendi adını taşıyan ilk solo çalışmasından ve “About Face” adlı ikinci albümünden şarkılara yer verilmemiş olması bir eksikliktir doğrusu. Bu durumda albümün öncekilerin bir tekrarı olduğunu düşünenler olabilir. Fakat fark şu ki, Gilmour, “On An Island” albümünün tamamını ilk kez bu albümde bir orkestra eşliğinde çalıyor. Ayrıca 2.CD’de yer alan “High Hopes”, “A Great Day For Freedom” ve “Comfortably Numb” da, şef Zbigniew Preisner yönetimindeki Baltik Filarmoni Orkestrası ile birlikte yorumlanmış. Genellikle orkestra eşliğinde gerçekleştirilen rock kayıtlarında orkestra soundu çok belirgin olur. Oysa bu albümde ilginç bir şekilde orkestra öne çıkmamış. Bunu bir artı olarak gördüğümü belirtmeliyim. Albümün bir diğer konuk sanatçısı, Polonyalı piyanist Leszek Mozdzer. Ünlü sanatçının “A Pocketful of Stones” adlı şarkıdaki performansı gerçekten büyüleyici. “A Great Day For Freedom”daki orkestra düzenlemelerinin de 2003’te yaşama veda eden Amerikalı besteci Michael Kamen tarafından yapılmış olması ayrıca kayda değer. sirin.guven?gmail.com RICHARD WRIGHT’I ANARKEN... Bütün bunlara karşın, Gilmour’un 2007’de yayımladığı “Remembering that Night” adlı konser albümünü hatırlayanlar, “Live In Gdansk”ın çok da farklı olmadığını düşünebilir. Gilmour, Royal Albert Hall’da verdiği o konseri de DVD haline getirmişti. Ama yine de, Gilmour hayranı olmayanlar için bile bu albümün ayrı bir önemi olmalı. Çünkü Gdansk konserinde Roxy Music’in gitaristi Phil Manzanera’nın yanı sıra, Richard Wright da Gilmour’a eşlik ediyordu. Pink Floyd’un efsanevi klavyecisini “Comfortably Numb”ın vokallerinde de dinliyoruz bu albümde. Geçtiğimiz 15 Eylül’de kaybettiğimiz müzisyenin muhtemelen son kayıtlarıydı bunlar... Pink Floyd’un kurucularından Richard Wright’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz bu vesileyle... “Live In Gdansk”ı önemli yapan bir diğer etken de, Pink Floyd’un en güzel eserlerinden “Echoes”un 25 dakikalık versiyonunun albümde yer alması. Tek başına bu bile albümü arşive katmak için yeterli! Bu olağanüstü güzellikteki şarkıyı, hem CD’de hem de DVD’de dinlemek gerçek bir zevk. Rock tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekli gitaristlerden Gilmour’un bütün albümde saksafon ve vokallerdeki hakimiyeti de ayrıca dikkat çekici. Yaklaşık iki buçuk saat süren iki CD’lik bu muhteşem albümü bir İstanbulAnkara yolculuğunda dinledim. Bozkırlar daha güzel, gökyüzü rengarenk gözüktü gözüme. Çimenler daha yeşildi, ışık daha parlaktı... Dünya bir başkaydı... Büyük Umutlar vardı... İki buçuk saatliğine... www.zulalkalkandelen.com DAYANIŞMA HAREKETİ’NİN YILDÖNÜMÜ KONSERİ David Gilmour, 2006 yılı yazında gerçekleştirdiği dünya turnesinin son konserini 26 Ağustos’ta Polonya’nın Gdansk kentinde vermişti. Çünkü konser, Lech Walesa’nın önderliğinde yakın tarihin en büyük işçi hareketi olarak başlatılan Dayanışma Hareketi’nin 26. yıldönümüne adanmıştı. İşte yeni yayımlanan “Live In Gdansk” albümü, elli bin kişinin katıldığı bu büyük konserin kayıtlarından oluşuyor. 2 CD olarak piyasaya sürülen albümün ayrıca DVD’li versiyonları da var. 1.CD, Pink Floyd’un 1973 tarihli “The Dark Side of the Moon” albümünden “Speak To Me”, “Breathe” ve “Time” ile açılıyor ve Gilmour’un “On An Island” isimli solo albümünden şarkılarla devam ediyor. RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle