22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 2/1/08 16:27 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 5 OCAK 2008 CUMARTESİ 3 Resimde ritmi yaşatan sanatçı Abdurrahman Öztoprak’ın kendi kuşağına ait Avrupalı meslektaşlarının aynı tarihlerde gerçekleştirdikleri çalışmalar ile yan yana sergilenenen eserleri sanatçıya bir doğum günü hediyesi de oldu Kürekler Sergi M odern Türk Sanatının yaşayan en önemli temsilcilerinden biri olarak değerlendirilen Abdurrahman Öztoprak çok özel bir sergi etkinliğiyle tekrar sanat ortamının gündemine geldi. Sanatçının 80 yaşına basmasını nedeniyle hazırlanan NECMİ “Mekanın SÖNMEZ Şiirselliği: Öztoprak ve Jenerasyonu” isimli sergide Öztoprak’ın eserleri ile Almanya’nın dünyaca tanınmış “Museum Folkwang”, “Josef Albers Museum” ve “Kunstmuseum Bochum” müzeleri koleksiyonlarında bulunan 1945 sonrası önemli soyut resimler (Josef Albers,Bridget Riley, Pierre Soulages, Heinz Mack, Pierro Dorazio başta olmak üzere) Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde beraber sergileniyor. Ülkemizde ilk kez bir Türk sanatçısının resimleri, kendi kuşağına ait Avrupalı meslektaşlarının aynı tarihlerde gerçekleştirdikleri çalışmalar ile yan yana sergileniyor. Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi bu tarz bir sunumla Abdurrahman Öztoprak ve onunla aynı kuşaktan olan Avrupalı önemli sanatçıların çalışmalarını bir araya getirerek yeni bir Modern Türk Sanat Tarihi yorumunun kapılarını aralamayı hedefliyor. Bu nedenle Öztoprak’la bir konuşma gerçekleştirdik. Tek malzemem beynimdeki müzik Siz hiçbir zaman folklor ya da geleneğin kullanılması gibi dar yollara sapmadığınız için, yaptığınız resimlerde o dönem Avrupa’da yapılan diğer soyut çalışmalarla nerdeyse birebir örtüşme içindesiniz. Bunu, siz bu sanatçılara baktınız, bunlardan etkilendiniz anlamında yorumlamıyorum. Çünkü sizin de ait olduğunuz kuşağın sanatçıları değişik ülkelerde, değişik kültürlerde değişik geleneklerde olmalarına rağmen, soyut sanatın yeni bir dil olduğuna inanıyorlardı. “Resimde hem gelenek hem de hikaye olayını hiç bir zaman aklımdan geçirmedim. Benim tek malzemem beynimdeki müziktir, zaten soyuta geçme olayım şudur; figüratif resim yaptığım zamanlar, bildiğiniz gibi, istiyorsanız koşan bir çocuğu yapın, hiçbir kıymeti yok çünkü tabloda o donmuş bir vaziyette duruyor. Bu beni tabii rahatsız ediyordu, müziği dinlerken, herkeste olduğu gibi bir yerde, insanın beyninin içinde müthiş bir hareket vardır, bir hayal gücüyle yaşam şekli vardır. Ben de aynı şekilde, ‘ressamım ama ben görsel sanatta hareketi sağlamayı nasıl yapabilirim’i düşünüyordum hayatımda ve bunun için de 56’dan sonra, son açtığım soyut sergisinden sonra sergi açmamaya karar verdim. ‘Ben bir hareketi bulacağım ve bunu bulursam devam edeceğim, bulamazsam yapmayacağım’ dedim, çünkü tatmin olmuyordum. Müziğin üzerimde son derece büyük bir baskısı var, onun hayal gücü bende var. Fakat bir sürü tesadüfler sonucu ben istediğim resmi yaptım, bunu iki malzeme kullanarak yaptım bildiğiniz gibi, birisi akrilik boya birisi de yaldızlar; altın, gümüş, bakır. Normal ışıkta bir akrilik, renk azaldıkça koyulmaya başlar ama yaldız için aynı şey geçerli değil, yaldız az bir ışıkta da kendini gösteriyor. Devamlı olarak bu ışık oyunuyla ritim müthiş bir harekete giriyor yani istediğime varmış oluyorum yoksa gelenekler benim Sizin ritim duygunuzu, resimlerinizdeki hiç ilgimi çekmedi, hikâye hiç, o ritim duygusunu, müzikteki ritim zaten edebiyatçıların yaptığı işler.” duygusuyla yan yana getirebilme gibi bir Ani bir kararla 1960’da şansımız var mı? Almanya’ya gittiniz. Bence bu “Çok doğru. Dediğim gibi, ritim benim sadece yaşamınız için değil sanatınız için de son derece dünyam. Bu dünyayı ben içimde geliştirmiş önemli bir dönüm noktası, size bu ve bitirmiş durumdayım. O ritmi ben kararı aldıran ne oldu? resimde aynen çıkarıyorum. Alman ressam “Nedenim şuydu; hem kendimi Sigmar Polke’ın bir sözünü çok beğenirim, yetiştirmek hem de çocuklarım için hatta bir kitabımda da kullanmıştım: ‘Benim gittim, onların geleceği için gittim. yaptığım gibi görünenler aslında zamanla Tabii maddi imkânlarım elverişli içimde oluşanlardır’ der. Gerçek bu, beni olsaydı İtalya’ya giderdim ama o ben yapan bu. Tabii, siz bir yere gelmeden dönemde İtalyanlar da Almanya’da çalışıyorlardı. Oradaki imkânlar bunu yapamazsınız, sanat olayında tamamen benim için son derece genişti. arınmanız lazım, diğer etkilerden tamamen Orada çok büyük imkânlar doğdu arınmanız lazım ki kendinizi ortaya benim için, doğru bir karar koyasınız, resminizi yapasınız. Bu bakımdan vermişim.” o benim için çoktan halledilmiş bir olay. Sergi 15 Mart 2008’e kadar Aynen dediğim gibi, müzikteki ritmin ziyarete açık. devamıdır resmimde yaptıklarım.” www.elgizmuseum.org Sanata farklı bir pencereden bakarak uluslararası arenada kendine haklı bir yer edinmeyi başaran Mustafa Altıntaş, ekmek yapımında kullanılan fırın küreklerini Q Jazz’da sergiliyor. Altıntaş’ın endüstrileşmeyle kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya olan ekmek küreklerinin özgün biçimlerini bozmadan yüzeylerini antik ve çağdaş Anadolu uygarlıkları yanında, Ortadoğu, Mısır, Akdeniz ve uzakdoğu motifleriyle bezediği kürekler ocak ayı boyunca Q Jazz’da ziyaretçilere açık olacak. (0 212 359 15 82) Cansen Ercan sergisi Cansen Ercan 22. Kişisel sergisinde tuval üzerine yağlıboya, büyükboy kağıtlara pastel ve kalemle çalışılmış işler sergileniyor. Bütün malzemelere eşit mesafede duran Cansen Ercan malzemenin sanatçıya hizmet ettiğine; ona mal olduğuna inanıyor. Gri skalayı dilinin önemli bir unsuru olarak görüyor. Sergi 29 Ocak tarihine dek Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (0216 418 38 06) Deniz ressamından Günümüz Türk resminin tanınmış ressamlarından Ünsal Toker Hobi Sanat galerisinde sanatseverlerle buluşuyor. Bugüne kadar 85’in üzerinde kişisel sergi açan sanatçı, günümüz Türk Resmi’nin dolgun boya tekniği ve enerjik dokunuşlarıyla tanınan, dışavurumcu ressamlarından olan ve deniz ressamı olarak da tanınan sanatçının deniz tutkusu çalışmalarının her dönemini etkilemiş. Sanatçının resimlerinde kullandığı temalar özellikle Galata Kulesi, Haydarpaşa, deniz ve gemiler. Sergi, 25 Ocak tarihine dek Hobi Sanat Galerisi’nde görülebilir. (0212 225 23 37) (Fotoğraf: HADİYE CANGÖKÇE) MÜZİKLE İLİŞKİ Akademideki eğitiminiz sırasında soyut çalışıyor muydunuz? Soyuta geçişiniz nasıl oldu? “1948’den sonra yani yüksek kısma geçtikten sonra soyut çalışmaya başlamıştım. Bunlar küçük ebatlı araştırmalardı. Maya’da açtığım ilk kişisel sergime, soyut çalışmalarımı da koymuştum. Diğerleri yağlıboya figüratif resimlerdi. Ferruh Başağa ile o zaman tanışmıştım, o da çok beğenmişti; soyut, tabii, Türkiye’de daha yeni yeni başlıyordu yapılmaya. 1956’ya kadar soyut çalışmaya devam ettim, son sergim de soyut sergiydi. Ondan sonra da bir daha, yaklaşık on yıl, sergi açmadım.” Peki ilk yaptığınız soyut denemeler doğadan hareketle yaptığınız soyutlamalar mıydı, ya da direkt olarak kübist ya da geometrik tarzda soyutlamaya mı girdiniz? “İlk çalışmalarımı kübizmden faydalanarak yapmıştım, doğadan soyutlama değillerdi.” Klasik müzikle resimlerinizi ne zaman ilişkilendirmeye başladınız, hangi besteciler ilginizi çekti? “Bunu uzun yılardır duyuyorum, müzikle beraber resim yapma olayını. Ben böyle bir ilişkilendirmeyi hiç bir zaman aklımdan geçirmedim. Ben 12–13 yaşımdan beri çok ciddi bir şekilde klasik müzik dinliyorum ve onun bana verdiği değerler, duygular sonucu bu resimleri yapıyorum. Yoksa benim kafamda müzikle ilişki kurma gibi bir şey yok. Diyelim ki Beethoven dinliyorum biraz daha yüksek tonlarda resimlerim olsun veya Berlioz dinliyorum dramatik bir şey olsun, böyle bir şey aklımdan geçmiyor. Ben artık bunu almışım, tüm yaşamımın içine sindirmişim, ben olmuşum artık, yani müziğin kendisi olmuşum. Ve benim her yaptığım şey, doğa ve müzik; müziğin de çıkış noktası doğadan geliyor, bu ikisi benim hayatımda ve yaptıklarımda. Hikâye hiç aklımdan geçmez, ben ‘ben’ olarak koyarım yaptığım işi.” S Martı ahne tozu Oyunun Oyunu Bu yılın en çok konuşulan oyunlarından Oyunun Oyunu pek çok ünlüyü bir araya getiriyor. Gösteri dünyasının perde arkasını yansıtan oyun bir turnede geçiyor. Bir gece iki oyuncu arasında beklenmeyen bir yakınlaşma gerçekleşince kadrodaki tüm gizli ilişkiler bir bir ortaya çıkar. Kuliste karmaşa her an artarken perde açılmalı ve oyun devam etmelidir. Tüm oyuncuların iki farklı karakteri canlandırdığı Oyunun Oyunu’nda Yasemin Yalçın, İlyas İlbey, Şebnem Dönmez, Kerem Atabeyoğlu, Serhat Tutumluer, Gülen Karaman, Volkan Severcan, Alp Kırşan, Evren Kardeş rol alıyor. Michael Frayn’ın daha önce filme de çekilen eserini Mehmet Ergen çevirmiş ve yönetiyor. Oyunun oyunu bugün yarın ve bugün ve yarın BKM’de tiyatroseverlerle buluşuyor. (Tel: 0 212 327 24 27) ‘Damıtılmış’ fotoğraflar “Karanlık odanın ‘simya’sı da beni ayrıca büyülemiş olmalı, çok uzun zamandır fotoğrafı, formu ışığı, aydınlık ve karanlığı kullanarak görsel bir armoniye dönüştüren zihinsel ve ruhsal distilasyon (damıtma) olarak düşünüyorum” diyen Mehmet Kısmet, ‘DİSTİLASYON’ sergisiyle İstanbul Fotoğraf Merkezi’nde. 10 Ocak 8 Mart 2008 tarihleri arasında gerçekleşecek sergide Kısmet’in geçmişten bugüne damıtılmış 27 fotoğrafı sanatseverlerle buluşacak. İstanbul Fotoğraf Merkezi’nin de kurucusu olan Mehmet Kısmet ile, fotoğrafı ve sergiyi konuştuk. Fotoğrafa nasıl başladınız? “İlkokul sıralarındayken fotoğraf çekmeye başladım. 12 yaşında ilk karanlık odamı kurarak siyahbeyaz fotoğraf baskıları yapmaya başladım. O zamanın imkansızlıklarını düşününce, ne sıkıntılar yaşandığını daha iyi anlıyorum. Karanlık oda deyince tabii aklınıza doğru düzgün bir şey gelmesin, evimizin kömürlüğü mekan, agrandisör ise tahta bir kutu, annemin bir tenceresi lamba yuvası, kolonu su borusu. Çocuk aklımla yine de baskılar yapıyordum.” Fotoğraf hayatınız nasıl devam etti? “İlk, orta ve lise öğrenimi yaptığım Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, yüksek öğrenimim için fotoğraf ve mühendislik arasında zor bir seçim yaptım. Hayalim Paris’te fotoğraf okumaktı. Çok önemli bir üniversiteye de başvurularımı yapmıştım. Ama o yıllarda, fotoğrafçılık gelecek için iyi bir meslek olarak görülmüyordu doğrusu. Ben de İ.T.Ü Makine Mühendisliği bölümünü bitirdim. Ama hem fotoğraf çekmeye, hem de fotoğraf düşünmeye devam ettim. 1984 yılında, beş fotoğrafçı arkadaşım Nevzat Çakır, İlyas Göçmen, İzzet Keribar, Bülent Özgören ve Yusuf Tuvi ile FOG grubu (Fotoğraf Grubu) olarak ‘Kazlıçeşme’, ‘İstanbul Surları’ gibi çok önemli belgesel fotoğraf çalışmaları yaptık. Bu belgesel çalışmalarımız Türkiye’de pek çok YILDIZ ÇELİK yerde sergilendi. Bu dönemde çalışmalarım ağırlıkla İstanbul hayatı üzerine oldu. Karanlık oda hayatım ise yüksek kaliteli siyah beyaz baskılar üzerinde yoğunlaşarak devam etti. 19962002 yılları arasında hayatımı reklam fotoğrafçılığı yaparak kazandım. Mesleki olarak tatmin olsam da, ruhen tatmin olduğumu söyleyemem. 2001 yılında Toronto Kanada’da ‘Contact’ fotoğraf festivaline davet edildim. Açtığım sergi fotoğraf satışı açısından çok başarılı oldu. 2002 yılında, Tarlabaşında tüm bir binayı kiralayarak, Istanbul Fotoğraf Merkezi’ni (İFM) kurdum.” Bu merkezi kurarken neyi hedeflediniz? “Ülkemiz çağdaş fotoğrafına özellikle ‘Müze ve Koleksiyon kalitesinde’ fotoğraf baskısı kavramını yerleştirmeyi ve yaymayı hedef alarak İstanbul Fotoğraf Merkezi’ni kurdum. 2003 yılı Mart ayında açılan İFM, bir sonraki yıl İstanbul Modern Müzesi’nin fotoğraf bölümünün organizasyonunu üstlendim. Kurucu heyette kişisel olarak da görev alarak, müzenin ilk koleksiyon sergisini oluşturan fotoğraflarının büyük bir bölümünün baskılarını da bizzat gerçekleştirdim. Fotoğrafın içeriğinin fotoğraf duygusu taşıması şartının yanında, bir fotoğraf baskısı sanatseverlere sunuluyor ise, bu baskının da bir nesne olarak sanat ürünü olduğuna ve dolayısıyla malzeme ve ömür dengelerine çok önem verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun için de sanat dünyası içinde fotoğrafı çağdaş standartlarda oluşturmak ve yaymak için ve ülkemiz fotoğrafçılarının koleksiyonlarını sanatseverlerle buluşturmak amacıyla çaba sarfediyoruz. İstanbul Fotoğraf Merkezi’nin bir diğer amacı ise yine çağdaş kalite ölçülerinde bir fotoğraf galerisi olmak idi.” 27 fotoğraftan oluşan ‘DİSTİLASYON’ başlıklı serginiz de ne tür fotoğraflara yer verdiniz? Daha önceki yıllarda çektiğiniz gibi belgesel nitelikte bir fotoğraf sergisi mi oldu? “Daha önceki yıllarda belgesel veya sokak fotoğrafları çekerken yapmış olduğum gibi, çok uzun süredir ardı ardına ve çok karelerle fotoğraf çekmiyorum. Günümüz fotoğrafında daha sık görülen bir eğilim olan belirlenen bir ‘proje’ üzerinde de çalışmıyorum. Bu tarz çalışmalara saygı duyuyorsam da – tersi geçmişimi inkar etmek olurdu giderek içimden gelen ses ve duyguları yansıtacak bir stilde, dışımdaki dünyayı çekiyorum. Değişik her tür insanla, değişik yerler ve ışıkla, değişik heyecan ve saçmalıklarla dolu etrafımızı çevreleyen dünyayı belli bir dil ile fotoğraflamak, bu uzun maceranın görünüşte basit ama aslında en zor yanı. Aynı curcuna dünyanın, hayatımın değişik dönemlerinde çekmiş olduğum bazı fotoğrafları, bu sergiyi oluşturuyor. Ne gördüysem, gördüklerimi kendi dilimle anlatıyorum. Konuyu daha iyi yansıtacağına inandığım için, bazı fotoğraflarım, gümüş jelatin karanlık oda baskısının yanında, platinpaladyum olarak da basıldılar. Bu noktada, sergimin ismine ‘DİSTİLASYON’un yakışacağını düşündüm. Geçmiş dönem içinde damıtılmış fotoğraflar olduğunu ve son damlanın da zihnimden ve ruhumdan süzülerek fotoğraf kağıdının üzerine düştüğünü hissediyorum.” Bu sergi dışında yeni projeleriniz var mı? “Bu günlerde yoğun olarak, Şubat ayında Paris’de, Ekim ayında da Frankfurt’ta açacağım sergilerin hazırlığını yapıyorum.” İstanbul Fotoğraf Merkezi: Tarlabaşı Bulvarı NU: 272. Beyoğlu. Tel : 0212 238 11 60 Çehov’un aynı adlı eserinden uyarlanan Martı, Çarlık Rusya’sının son demlerinde aydın ve burjuva sınıfının yaşantısına bir eleştiri. Oyundaki baş karakter Treplev’in öldürdüğü martıdan yola çıkarak izleyenlere oyundaki asıl martının kim oldugunu düşündürüyor. Çehov’un komedi türünde yazdığı ancak kendi içinde bir hayli acıklı olan hikayesi Oyunbaz tiyatro grubu tarafından sahneye koyuluyor. Bugün ve 13 Ocak tarihlerinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde sahnelenecek olan Martı’da, Abdullah Cabaluz tarafından yönetilirken Pınar Akkuzu, Aslıhan Azeri, A.Sinan Cebecigil, Güray Dinçol, Tuna Öztunca, Güven Soydan, Evrim Şahintürk, Tolga Şengül, İpek Türktan, Sibel Ulusoy, Orkun Yeşim, Onur Yıldırım rol alıyor. (0 212 311 50 00) Dört Bölü Dört Tiyatro Z, geçen yıl çok beğenilen oyunu Dört Bölü Dört’le bu haftasonu tiyatroseverleri buluşturuyor. Cem Kenar’ın yazıp yönettiği ve Emek Büyükçelik, Esra Ruşan, Elif Sert ve Nurcan Yanık’ın oynadığı oyunda, tanıdığımızı düşündüğümüz birinin iç dünyasını keşfetmek, bir fincan sıcak kahvenin yanında, sol omzundaki melek, sağ omzundaki melek ve içindeki asıl ‘’ben’’le karşılaşma anlatılıyor. Oyun, yarın Tiyatro Z’de sahnelenecek. (Tel: 0 212 249 16 65) sinemsd@yahoo.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle