Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 5/9/07 16:51 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 8 EYLÜL 2007 CUMARTESİ 3 plastik yaşamlar İki yakın arkadaşın ortak açtığı “Plastik Şehir” adlı sergi İstanbul’un kaotik yaşamını ironik bir üslupla betimliyor Plastik şehirlerde Sergi Pierre Loti’nin Eşek Postu Küçük Tiyatrosu hazırlanan sanatçılar, son üç haftalarını da konteynırın içinde geçirmişler. “Bursa’da minik saçmalıklar var burada onun devasa boyutları var. Madem bir şey yapamıyoruz biz de dalga geçmeye başladık. İnsanların biraz kafalarını bulandırmak düşünmeye itmek istedik” diyorlar. “Plastik Şehir” sergisinin 15 maddelik bir manifestosu var. Aslında ilk madde serginin temasını açıklıyor: “Plastik şehir’in amaç edindiği görev öncelikle ve en önemlisi yeşilin her tonundan sıkılmış, kırsal yaşamı sıkıcı bulan ve bu durumdan kurtulmak isteyenlere plastik bir hayat sunmaktır.” Konteynıra girişte korkunç bir karmaşa izleyeni içine alıyor. Duvarda karmakarışık çizimler, vitrin mankenlerinden oluşan yerleştirmeler var. Diğer tarafta alışveriş arabaları, karşılarında bilgisayar, ellerinde para destesinden oluşan bir kitap bulunan kafası olmayan barbi bebekler. Serginin belki de en dikkat çekici unsuru, parazitli bir televizyon ekranına bakan bir çocuk ve kulağına cep telefonu yapışmış annesini simgeleyen vitrin mankenleri. Sergiden tüm çıkanların gülümsediği, izleyenlere yapaylığı mizahi bir üslupla sunarken aynı zamanda düşündüren bu ironik ve serginin küratörü Marcus Graf’ın deyimiyle de “kritik” çalışma kaçırılmaması gerekenlerden. İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Rochefort Pierre Loti Evi Müzesi ve TBMM Genel SekreterliğiMilli Saraylar Daire Başkanlığı işbirliğiyle gerçekleşen sergi, Pierre Loti’nin çocukken yaptığı ve titizlikle sakladığı kuklalarını biraraya getiriyor. Fransız plastik sanatçı JeanMichel Othoniel, Pierre Loti’nin Rochefort’daki evini ziyareti sırasında dolapların birinde yazarın çocukken yaptığı kuklaları yerleştirdiği, içinde üzerlerine insan yüzleri çizilmiş kiraz çekirdekleri, peri veya 1860’lı yılların burjuva kıyafetleri giydirilmiş kibrit çöpleri ve hamurlardan yapılmış küçük bebekler bulunan bir kutu bulmuş. Pierre Loti’nin kutunun üzerine yazdığı “Belki bir gün birisi bu Eşek Postu Küçük Tiyatrosu’nu sahneler” hayalini gerçekleştirmek için kuklalar 2004 yılından beri sergileniyor. Loti’nin Eşek Postu Küçük Tiyatrosu, 28 Eylül tarihine dek Dolmabahçe Sarayı’nda görülebilecek. (Tel: 0 212 334 87 54) M açka Cumhuriyet Parkı’nda bulunan Under Construction güncel sanat mekanı yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri Baysan Yüksel ve Gamze Özer, Bursa’da büyüyen, daha SİNEM sonra İstanbul’a DÖNMEZ gelen ve son beş yıldır İstanbul’da yaşayan iki arkadaş. Yüksel sosyoloji ve sinema, Özer ise grafik tasarım okuyor. Bursa’da da şahit oldukları yapaylıkların İstanbul’daki makro boyutunu gördükten sonra kişisel birikimlerini ve aldıkları akademik eğitimi birleştirerek üç yıl önce bu serginin düşünce temelini oluşturmuşlar. İstanbul’un betonlaşması, insanların yapaylaşması ve kaotik yaşam tarzı onları önce şoke edip sonra da içine alınca ironik bir yaklaşımla bu konuya Zaman Barışa Karşıt Zaman Dolmabahçe Sanat Galerisi, 14 Eylül’e dek, Umman büyükelçisi Engin Türker’in ‘Zaman Barışa Karşıt Zaman’ adlı kişisel resim ve heykel sergisine ev sahipliği yapıyor. Engin Türker, sergisinde yer verdiği yapıtlarında güvercin figürünü sıkça kullanmış. Güvercinleri barış ve sevgi simgesi olarak kabul eden sanatçı, sanat yaşamı boyunca Türkiye’nin dışında ABD, Kıbrıs, İsveç, Fransa, Bahreyn ve Bosna Hersek’te olmak üzere 24 sergi açmış. Sergi 15 Eylül’e dek ziyaret edilebilecek. (Tel: 0 212 236 90 00) olan tepkilerini dile getirmek için bu sergiyi açmaya karar vermişler. Bursa’yı da benzer şehirleri de New York taklidi, İstanbul’un taklidi naylon şehirler olarak tanımlayan ikili plastik bir şehri yani İstanbul’u bir manifesto, çizim ve yerleştirmelerle betimliyorlar. Üç yıldır bu sergiye Kutlusan Eskişehir’de Güçlü ve zıt renklerdeki çelişkileri yansıtan Ressam Muzaffer Kutlusan, sanatseverlerle buluşuyor. Resimlerindeki yumuşak formları, sert ve rahat fırça vuruşlarıyla tanınan Kutlusan, 1990’dan bu yana geleneğini bozmuyor. Çalışmalarında bazen mavilikler içindeki bir balık sürüsünü bazen de günbatımının romatizmini yansıtan Kutlusan’ın yeni sergisi Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi’nde açılacak. 3 Eylül tarihinde başlayan sergi 15 Eylül tarihine dek açık kalacak. (Tel: 0 222 230 13 78) Paris’in ilk Türk galericisi Bursa’da SABİHA KURTULMUŞ Genç yaşlardan beri sanata ve seyahate merakı olan Metin Varol, Boğaziçi Üniversitesi Business Administration bölümünden mezun olur olmaz, 22 yaşında dünyayı dolaşmaya başladı. İsrail’de heykel ve mask yapmayı öğrendi. Kısa bir süre Türkiye’de yaşayıp çalışmalarını sürdürse de seyahat etme ve yeni yerler keşfetme merakı Varol’un Paris’e yerleşmesine neden oldu. 1996’da Paris’in sanat semti Saint Germain des Prés’de annesinin adını taşıyan Galerie Zafira’yı kuran Metin Varol, Fransa’daki ilk ve tek Türk sanat galericisi unvanını aldı. Varol’la Paris macerası ve Bursa Bademli’de açılan Galerie Zafira’yı konuştuk. GERÇEK KOLEKSİYONERLER HASTADIR Paris’te tek Türk galerici olmanın ne gibi zorlukları oldu? “Sülalesi asırlık olan Fransız galericilerin ortasında, hiç tecrübem yokken galeri açtim. Ne cesaret, neden? Bilmiyorum. Acaba galerici mi doğmuştum? Bildiğim şey, hissettiğimi en iyi şekilde yapabileceğim. Demiyorum ki on sene içinde oradaki en iyi galericiydim. Zaten desem herkes güler. İmkanlarım dahilinde çalıştım. Tek Türk galeristi olmanın zorlukları var mı? Yok; siz işinizi severek, iyi yaparak, birlikte çalıştığınız insanlara, sanatçılara, çevrenize, meslektaşlarınıza, o ülkenin adetlerine, dolayısıyla kendinize saygı duyduğunuz sürece… O zaman ne milliyetiniz, ne yaptığınız işin cinsi önemli değildir ve tek değilsinizdir. Bugün Fransızlar, geçmiş yıllara nazaran biz Türkleri daha iyi tanıyor. Herhalde daha çok seyahat etmeye başlayıp, dünyanın sadece Fransa olmadığını keşfettiler! Ve biz de şimdilik tanıtımımıza yeterli olmasa bile birazcık daha önem vermeye başladık. Teknolojinin hiper hızla ilerlemesini de ekleyebiliriz.” Paris’te sanat ne durumda? ParisTürkiye arası sanat ortamı ve koleksiyonerliğinde sizi neler şaşırtıyor ? “Fransa ve Türkiye’de sanat elbette aynı kefede değil. Bu da beni şaşırtmıyor. Hangi kültürü hangi başka kültürle kıyaslayıp bu daha iyi diyebilirsiniz? Sanat ya da hayatın da güzelliği bu değil mi? Karmaşalıktan birlik yaratmak. Sorularınıza soruyla yanıt vermiş gibi olmama rağmen ben şu anda sahip olduğum düşüncelerimi söylüyorum, bu böyle olmalıdır, benim soylediğim doğrudur gibisinden değil. Belki seneye bugün söylediklerimi eleştirebilirim, her ne kadar başkalarını kritik etmeyi sevmesem de. Mütevazılık ve ikiyüzlülükle suçlamayın beni sakın! Burada, Türk ve Fransız sanatçılarından bahsedip kıyaslama yapmam, sanat tarihçiliği de taslayamam. Kitaplarda yazılanları da kendi bilgim gibi sunamam. Benim Paris’te yaşadığım ve gördüğüme göre sanatın önemli bir merkezi olan Paris bugün, dünkü zenginliğine sahip değil. Bir galerinin 1819. asır Fransız sanatçılarından koleksiyonu yoksa, işine istediği gibi devam edebilmesi, genç, yeni yetenekleri prezante edebilmesi için, en azından sponsoru olması gerekiyor. (Genelde bu sponsorlar, aileden miras, dedenin dedesinin koleksiyonu, başka işlerde kazanılmış paralar gibi…) Tabii ki 16 yaşında, hayatı öğrenmeye başlamış Emmanuel Perrotin gibi galericiler de var. Demek istemiyorum ki Paris’te artık sanat yapılamaz. Paris sanatın merkezidir. Fakat bugün Paris, FIAC, Isvicre Bâle (Basel) ve Londra Frieze Fuarları’nın altındadır. Geçmişimizle övünmek bugünkü işlerimize engel olmasa da, aksine daha iyisini yapmak için ateşlese keşke! Yine de bana galericiliği öğreten Paris’in güzelliği, sokakları, kafeleri, restoranları, tiyatroları, karşılıklı dialogdan oluşan ya da tüm film boyunca birbirine bakan iki şahsın görüntüsünü yansıtan tiyatromsu filmleri! Entellektüel işsizlerin kendilerini sanatçı zannetmesi, mimarisi, galerileri, müzeleri, gösterileri, metroda stresle koşan her renk ve ırktan insanlarıyla Paris, asırlardır süren sanat kokusunu asla üstünden atmaz. Koleksiyonerliğe gelince; onu da Damien Hirst cevaplasın: ‘Sanat hayatın çevresinde, sanat pazarı paranın çevresinde döner.’ Ve de bazı sanat çalışanlarının dediği : Gerçek koleksiyonerler hastadır.” ‘CİN’ BİR TÜRK Sanatla ilişkiniz ve Paris maceranız nasıl başladı ? “Resim derslerinden hep en iyi notu alırdım. Hanım terzisi (bugünkü stylist, modacı dediğimiz) olan babama teğel sökme işlerinde, özellikle sıkışık bayram günlerinde yardım ederdim. Bu işler ne kadar sanata girer? Küçük bir dahi olamasam da neden sanatla ilişkimin başlangıcına yetmesin? Paris macerama gelince; gerçekten de macera diyebiliriz. İlk Paris’e gidişim 1981 yılıydı. O yıllar İsrail dışında henüz Avrupa’yı görmemiştim. Paris’te bir arkadaşımı ve Avrupa’yı görmek, kültürünü, insanlarını, yaşamlarını yerinde tanımak amacıyla Paris uçak biletimi alıp TelAviv Fransız Konsolosluğu’ndan Türk pasaportumla vize istedim, vermediler. Türk vatandaşının, hele hele o zamanlardaki seyahat hürriyetinin sınırlarını tahmin edebilirsiniz. Türkiye’den bile çıkabilmek bugün aya gitmekten zordu! Neyse ki İngiltere’ye biz Türkler vizesiz gidebiliyorduk. Yanlış anlaşılmasın içeri kolay girebiliyorduk demedim. Sınırda bazı imtihanlardan geçip, başarılı olduğumuza inandıklarında, belki memleketlerine kabul ediyorlardı. Ama cin bir Türk olarak hemen yılmadım. Haifa’dan gemiyle Atina’ya geçtim. Oradan Londra’ya, Paris üzerinden geçen Magic Bus’a (Büyülü Otobüs; o yıllarda AvrupaAsya seferini yapan, İstanbul durağı Sultan Ahmet Pudding Shop olan en ucuz freak, hippies dolmuşu) bindim ve iki gün sonra Paris’te indim. Bu arada İtalya sınırında, otobüste olan yolculardan sadece ben ve yanında kocaman Rus banknotları olan bir mülteci Türk’ü indirdiler. Başka da Türk yoktu zaten otobüste. Beni gümrüğe alıp ‘hadi çıkar bakalım esrarları’ dediler, bulamayınca, içinde tek Türk kalan otobüsümüz yoluna devam ederken, mülteci Türk arkadan çaresiz, saşkın, ne yapacağını bilmez bakışlarla, sadece Rusya’da geçerli olan, üstünde koyu renkli Rus liderlerinin portrelerinin olduğu kağıttan carşaflarıyla ve benim verebildiğim birkaç İtalyan Liretiyle otoyolun ortasında kalakaldı. Otobüs Paris’te mola verdi ve Paris maceram başladı.” 4. Batman Hasankeyf Kültür Sanat Festivali 4 Eylül tarihinde başlayan ve yarın sona erecek olan Batman Hasankeyf Kültür Sanat Festivali pek çok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bu yılki sloganı “Hasankeyf’i yerinden taşıma yarına taşı. Yarın festivalde Bizim Tiyatro’nun Özkıyım adlı oyunu sahnelenecek. Zafer Diper’in yönettiği ve oynadığı tek kişillik oyunda 13 farklı karakteri canlandırıyor. Özkıyım, 68 kuşağından bir Alman belgeselcinin intihar etmeyi düşünürken geriye bir veda kaseti bırakmaya karar vermesi ve bu süreçte kendisiyle, hayatla ve yaşadığı zamanla yüzleşmesini konu alıyor. S ahne tozu Meyhanede Oda Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu oyunda, oyuncular da seyirciler de bir meyhanedeler. Bir Ermeni meyhanesinde o zamanlar kimsenin kimseyi hor görmediği herkesin biz dediği dönemlerde yaşanan bir sohbet. Seyirciler fuayede salata yapmakta olan ve kocasından dayak yemiş Mina hanıma rastlıyor. İçeride acem garson yarım Türkçesiyle sipariş alıyor. Diğer oyuncular da daha sonra çıkıp gelmek üzere bekliyor. Sahne meyhane ama salon da meyhane. Koltuklar yerine masalar var. Sadece 50 kişinin izleyebildiği oyunda salatalar sahneden geliyor, yan masadalarmış gibi sahneye koyulan oyunda müzik dinliyor, içkilerini içebiliyor seyirciler. Meyhanede, bugün Getronagan Cep Sahnesi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 212 240 41 28)