19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 26/9/07 16:03 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 29 EYLÜL 2007 CUMARTESİ Akıntıburnu’ndan Akıp Geçen Zaman İ Etrafını daha iyi görmek istemez misin? Atatürk’ün sofracısı Cemal Granda anlatıyor: “CHP tarafından Sarayburnu Parkı’nda düzenlenen müsamereye, beraberinde Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih, Hasan Cavit, Abbas, Tevfik ve Rusuhi Beyler’le giden Atatürk, Türk harfinde yeni bir inkılaba yol açacak Latin harflerinin kabulü ve önemi hakkında bir konuşma yaptıktan sonra halkın arasına girerek onlarla bu heyecanı paylaşmıştı. Kendisini uğurlayan halk arasında Atatürk’ün gözüne çarşaflı bir kadın ilişmişti. Kadın sımsıkı bir çarşaf giymiş ve yalnız gözü açıktaydı. Hemen o kadına doğru giden Atatürk kendisiyle konuşmaya başladı: Hanımefendi adınız nedir? Hafız Hanım... Nerelisiniz? Eyüplüyüm. Hafız Hanım, benim hatırım için başındaki şu siyah örtüyü atıp etrafı daha rahat görmek istemez misin? Atatürk bu sözleri söyler söylemez, kadın hiç cevap vermeden iki eliyle sımsıkı sarıldığı çarşafı başından çıkarıp attı. “Sana kurban olurum” diyerek Atatürk’ün ellerine sarılıp öptü.” zzetâbâd Kasrı, Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından 210 yıl önce Sultan III. Selim’e mahsus bir seyir kasrı olarak inşa edilmişti. 90’lı yılların sonuna doğru Bayraktar Holding tarafından aslına sadık kalınarak yeniden yapıldı, bugün de holdingin yönetim merkezi olarak kullanılıyor. Holding, inşaasından 4 yıl sonra İzzetâbâd Kasrı ve Akıntıburnu’nun yüzlerce yıllık tarihini araştırmaya başlamış. Bayraktar Holding, yapılan araştırmalar ile İzzetâbâd Kasrı ve Akıntıburnu’nun gizemli geçmişini, araştırmacıyazar Emine Çiğdem Tugay ve Mehmet Selim Tugay’ın kaleme aldığı “İzzetâbâd KasrıAkıntıburnu’ndan Akıp Geçen Zaman” kitabıyla gün ışığına çıkarıyor. Kitap, 200 yılı aşkın tarihi boyunca değişik işlevler üstlenen ve pek çok defa el değiştiren kasrın geçmişteki tüm sahiplerinin birbirinden renkli ve gerçek öykülerini anlatıyor. Tabii bu öykülerin geri planında son 200 yılda hızlı bir değişim geçiren bir ülke ve onun durmaksızın değişen metropolü olan İstanbul’un geçmişi de yer alıyor. Kitap, Sultan III. Selim’in sazlı sözlü mehtap sefalarından Hanım Sultanların yaşamlarına, Atatürk’ü ağırladığı günlerden Yeşilçam film platosu olarak kullanıldığı günlere dek pek çok bilgi, belge ve hikaye ile Arnavutköy Akıntıburnu’nun bin 600 yıllık geçmişinde yolculuğa çıkarıyor okuyanları. Fotoğraf: VEDAT ARIK Yaşamı okuyan dansçı Cemal Atila, Yunan dansları öğreten bir eğitmen. Ortaokulu bitirdikten sonra ayrıldığı Muş’tan İstanbul’a uzanan yolculuğunda kendisini yetiştirmeyi başarmış. İngilizce ve Yunanca öğrenmiş. Hatta kitap çevirileri bile yapmış. Onun yaşamı bir azim ve tutku hikâyesi... Cemal Atila dans hocası ve bir dans dergisi sahibi. Aynı zamanda çevirmen. Onu ilginç kılan özelliği de daha çok bu yanı. Ortaokul mezunu 39 yaşındaki Cemal Atila, Nietzsche’nin ‘İnsanca Pek İnsanca’, ‘Eğitici Olarak Schopenhauer Zamana Aykırı Bakışlar’ının ve Amerikalı yazar Ambrose Bierce’in ‘Şeytanın Sözlüğü’nün (Devil’s Dictionary) yanısıra 14 kitaplık bir felsefe serisini de Türkçeye çevirmiş. 1968 yılında Muş’ta doğan Atila, yaşamın zorluklarına inatla hayallerinin peşinden giderek karşı koymuş. Okula gitmese de öğrenme ve kendini geliştirme arzusu onu bugünlere getirmiş. İşte Atila’nın hikayesi... 6 kardeşin en küçüğü Atila’nın ailesi de 12 Eylül 1980 darbesinden nasibini almış. İki ağabeyi cezaevine gönderilmiş. Öğretmen ağabeyi ise, Muş’tan Konya’ya sürülmüş. Atila da onunla birlikte Konya’ya gitmiş. Aile maddi zorluklar yaşadığı için Atila, ağabeyinin ısrarlarına rağmen okumak yerine çalışmayı seçmiş. Konya’da ağabeyinin yanında yapamayınca 17 yaşında İstanbul’a gelmiş. ŞİRİN GÜVEN HEM PARA HEM DİL İlk işi bulaşıkçılık. Şiir ve kitap okumayı çok seviyor. Ama okumaya zaman ayıramıyor. Bir yandan da kendisini nasıl geliştireceğinin yollarını aramaya başlıyor. Bir İngilizce kursuna yazılıyor. Maaşı 28 lira, kurs ise 32 lira. Biriktirdiği paralar üç ayda tükenince kursu bırakmak zorunda kalıyor. Bu kez İngilizce öğrenmek için Güney sahillerine iniyor. Fethiye, Kaş, Antalya, Kuşadası... Turizm bölgelerindeki lokantalarda çalışıyor. Hem para kazanıyor, hem yabancı dilini ilerletiyor. Sempatik tavırları İngiliz bir iş adamının yanında işe girmesini sağlıyor. İngiliz iş adamının teknesiyle birlikte koyları dolaşmaya başlıyor. Tam 1.5 yıl sürüyor bu gezi. Atila’nın İngilizcesi ilerliyor ancak teknedeki uzun ve yorucu çalışma saatleri onda ‘denizden nefret’ duygusunun tohumlarını atıyor. Ama yaşamında yeni bir sayfayı da bu tekne açıyor. Komşu teknede kalan Yunanlı aile ile yakınlık kuran Atila bu kez Yunan kültürüne merak sarıyor. Yunan müziği, dansı derken Yunan tarihi ve edebiyatına ilgisi artıyor. Bu arada Yunanca da öğrenmeye başlıyor. Tesadüf eseri patronunun Yunan adalarına gitme kararının yarattığı mutluluk kısa sürüyor. Ağabeyinin cezası nedeniyle yurtdışına çıkış belgelerini alamıyor. Patronu teknesiyle yola çıkarken, o Fethiye’ye dönmek zorunda kalıyor. ayrıntısına kadar soruyor. Çevirmen geçmişi ona dili öğrenmesi ve kelimelerin köklerine inmesi konusunda da yardımcı oluyor. 1953 yılından beri Yunanistan’da faaliyet gösteren Dora Stratu Yunan Halk Dansları Tiyatrosu ile irtibata geçmesiyle Atila’ya Sirtaki ve diğer Yunan danslarının kapıları sonuna kadar açılıyor. Onların da yolladığı çeşitli belgeler ve kitaplar sayesinde kendini iyice geliştiriyor. Bir yandan da Yunanistan’dan İstanbul’a gelen kişilerle iletişim kurup dansın tarzını ve duruşunu tam olarak, birinci elden öğreniyor. Zaman içinde bilgisinin pek çok kişininkini geçtiğini fark eden Atila, kendini eğitmenliğe hazırlıyor ve nihayet 2003 yılında çeşitli yerlerde Sirtaki ve Yunan danslarını öğretmeye başlıyor. 2004’te de Beyoğlu’nda ‘Sempatik Raks’ isimli kendi dans kursunu açıyor. Edindiği bilgileri aktarmak için ‘sirtaki.org’ internet adresini alıyor ve Yunan dansları ve kültürüyle ilgili detaylı bir site hazırlıyor. Cemal Atila bugün Yunan danslarını Yunanca terminolojisi ile birlikte öğretiyor. Diğer kursların aksine, katılanlara dansın kökeni hakkında detaylı bilgi veriyor. Böylece dans severler kuru kuru dans etmiyor, o dansın arkasındaki hikayeyi de öğreniyor. Atila, ‘Erişilmez düşlerin, sürgün yolların dansı’ olarak nitelendirdiği Sirtaki’nin tarihini tümüyle anlatıyor. Sirtaki, Hasapiko ve Zeybetiko (Zeybekiko) gibi dansların İstanbul’da kasap loncalarında doğduğunu ve buradan Yunanistan’a giden Rumlar sayesinde Yunanistan’a yayıldığını söylüyor. Bu nedenle de Yunanlılar tarafından pek sevilmediğini ve hatta dışlandığını açıklıyor. Zorba filminin tüm dünyada çok beğenilmesinin de işe tuz biber ektiğini ekliyor. Film nedeniyle Sirtaki, Yunanlara özgü tek dans olarak akıllarda yer etti. Oysa Atila, Yunanlıların yüzlerce başka köklü dansının olduğunu da anlatıyor. Hatta bunlardan bazılarını kendi dans atölyesinde de öğretiyor. Bunun korkulacak nesi var? O da bir çeşit Cumhuriyet! Gelecek mehtapta da buradayım! Kılıç Ali Bey anlatıyor: “Yine bir akşam Sakarya motoruyla gezintiye çıkmıştık. Karanlık bastığı sıralarda Moda koyuna geldik. Mehtabın ilk günleriydi. Koyun hafif ay ışığı içindeki göl manzarası Atatürk’ün hoşuna gitti ve Fenerbahçe’deki Belvü Gazinosu’nun açıklarında motorun demirlemesini emretti. Yanımızda yabancı kimse yoktu. Atatürk şöyle dedi: “Buraya geldiğimizi kimse görmesin. Elektrikleri söndürelim. Mehtap da var. Burada yiyelim içelim.” Gece çok güzeldi. Sofra kuruldu. Güvertenin karanlığında yiyilip içilmeye başlandı. Fakat 15 dakika geçmemişti ki motorun çevresinin yavaş yavaş karaltılar, gölgeler halinde sessizce gelen birçok sandalla çevrilmekte olduğunu gördük. Güya kimsenin haberi olmasın derken baskına uğramıştık. Atatürk bu manzarayı görünce emretti: “Karanlığın manası kalmadı. Elektrikleri yakın!” Elektrikler yandı. Halk, beyaz elbiseleri içinde pırıl pırıl Atatürk’ü görünce denizin ortasında bir alkış tufanıdır koptu ve denilebilir ki yarım saat içinde motorun çevresi sandaldan sandala geçmek suretiyle karaya kadar gidebilecek bir kalabalıkla dolup taştı. Atatürk sanki kendisine misafir gelmişler gibi, kalabalığa sordu: “Size ne ikram edeyim? Ne istersiniz?” Kalabalık içinden “Paşam, seni isteriz! Seni isteriz!” sesleri yükseldi. Atatürk emretti. Hemen güzel bir saz heyeti geldi. Halka ikram edilmek üzere içki ve yemiş getirildi, çevredeki sandallara dağıtıldı ve Moda Koyu’nun mehtaplı gecesinde Atatürk’le milleni bir parçası kucak kucağa harikulade bir alemdir başladı. Sabaha doğru Moda Koyu’ndan ayrılırken Atatürk halka bağırdı: “Allahaısmarladık arkadaşlar!” Halk cevap verdi: “Uğurlar olsun Paşam! Gelecek mehtaba yine bekleriz.” Atatürk de: “Mutlaka geleceğim, gelecek mehtapta da buradayım!” Atatürk ve beraberindekilerin trenle Konya’ya gittikten sonra yaşananları Cemal Granda anlatıyor: “Emanullah Hanı ve mateminden kurtulmak için gece yarısı karar verilen ani yurt gezisinde ilk durak Konya idi. Konya’da Atatürk’ün evi vardı. Akşam sofrasını hazırladık. Başsofracı İbrahim ile birlikte hizmet ediyorduk. On kişilik bir sofraydı bu. Tam sofraya oturulmuştu ki, Recep Zühtü ve orada bulunan milletvekilleri telaşla geldiler. Aman Paşam, çok fena Hayrola yoksa basıldık mı? Neymiş fena olan? Onlar yine aynı heyecanla: Gidiş çok fena, berbat Paşam Fena olan nedir? Burada komünizm almış yürümüş. Bütün Konya Lisesi öğrencileri ve başlarındaki öğretmenleri, hatta müdürü de beraberlerine alarak baştanbaşa komünist olmuş. Eğitimi de o yolda. Bu hal ne olacak? Bu konuşmayı ayakta dinleyen Atatürk, Recep Zühtü’nün sözlerinin bittiğini anlayınca gülerek sofraya oturduktan sonra: Canım padişahlığı sevmiyorlar ya. İşin öteki tarafı düzelir. Bunun korkulacak nesi var? O da bir çeşit Cumhuriyettir. TURİZMİ BIRAKMA ZAMANI İlerleyen İngilizcesi sayesinde bir turizm şirketine giriyor. Yıl 1988. Türkiye turizm patlaması yaşıyor. Yabancı dil bilenler el üstünde tutuluyor. İlk zamanlar turistleri havaalanında karşılayan Atila, artık ‘kaçak rehber’ olarak çalışıyor. Geceleri harıl harıl kitap okuyor, gündüzleri ise okuduklarını turistlere anlatıyor. Efes ve Pamukkale’ye gidiyor. Bu kez de tarih okumaya başlıyor. Peşinden Türkiye’ye gelen gazeteci, araştırmacı ve fotoğrafçılar için çalışmaya başlıyor. Onlar için Türkçe’den İngilizceye çeviriler yapıyor. Çevirmenlik işine ilk girişi de böyle başlıyor. 1991’de turizm sektöründe yaşananlar özellikle çevresindeki insanların ‘bir yabancı bulup yurt dışına kaçma’ isteği onu bunaltıyor. Artık turizmi bırakma zamanı gelmiştir. Yeniden İstanbul’a dönüyor. Bu kez çevirmenlik yapmaya karar veriyor. Birkaç makale derken işin arkası geliyor. Nietzsche’nin iki kitabı, felsefe serileri derken son olarak Amerikalı yazar Ambrose Bierce’in ‘Şeytanın Sözlüğü’ (Devil’s Dictionary) adlı eserini çeviriyor. Bu kitap ağır dili nedeniyle onu oldukça uğraştırıyor ve yoruyor. Bu çeviri sırasında yaşamını renklendirmek için dansa başlamaya karar veriyor. Yıllarca müziğe fazlasıyla ilgi duyan ancak dansı pek aklına getirmemiş Atila, dansın yaşamına enerji vereceğini düşünüyor. Ve 2001 yılında bugün büyük tutkuyla bağlı olduğu dans ile tanışıyor. Önceleri Batı ve Latin danslarıyla başlayan Atila, Sirtaki ve diğer Yunan danslarını öğrenince yine kendisine yeni bir sayfa açıyor. Birçok kişiden ders alıyor. Ancak eğitmenleri onu pek sevmiyor. Çünkü o, her şeyi en ince Dergi parasızlık kurbanı... Cemal Atila dansla ilgili çalışmaları sırasında Sirtaki ve Yunan danslarının dışında pek çok başka dansa da bulaşmış. Dansın tarihini ve öyküsünü anlayabilmek için... Bu çalışmaları sırasında Türkiye’de çıkan bir dans dergisi olmadığını fark etmiş ve hemen kollarını sıvamış. Yurt dışındaki birçok ülkeden dans dergileri toplamış, onları incelemiş. Ve sonunda ‘Sempatik Dans’ adıyla Türkiye’nin ilk dans dergisini çıkarmış. Ocak 2006’da ilk sayısını yayınlayan derginin içeriğini fazlasıyla geniş tutmuş. Öyle ki, dergide hip hop’tan halk danslarına, Latin danslarından İran, Orta Asya ve Afganistan danslarına kadar pek çok farklı tarz yer almış. Aylık yayınlanan dergiyi ancak 15 sayı çıkarabilmiş. Maddi zorluklar nedeniyle 16. sayı bir türlü yayınlanamamış. Atila derginin yaşadığı sorunların biraz da dans camiasıyla ilgili olduğunu söylüyor: “Biz popüler kültüre yönelik bir şov dergisi çıkarmak istemiyoruz. Biz nitelikli bir dergi çıkarmak istiyoruz. Ancak popüler bir şey yapmadığımız için sponsor bulamıyoruz. Oysa dergimiz yurtdışında ve yurtiçinde çok beğeniliyor. Oldukça geniş bir içeriğe sahip olmamıza ve ilgi görmemize rağmen niçin yayın hayatımızı sürdüremedik? Dans camiamız yeterli bir duyarlılık göstermedi. Dansçılarımız, dans eğitmenlerimiz, hatta dans gruplarımızın yöneticileri bile dans hakkında okuma alışkanlığı geliştiremediler, geliştirmek istemediler.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle