Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 26/9/07 16:03 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 29 EYLÜL 2007 CUMARTESİ 3 Dikkatli gözler için Sergi Füsun Onur Y apı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi geçen sezonu Hale Tenger’in “La Havle”sergisiyle kapamıştı. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın bu sergiyle birlikte çağdaş sanat ortamına güçlü bir giriş yaptığını tekrar hatırlatmak gerek. Uzun yıllardır, aralarında önemli sergiler olmakla birlikte, genellikle resim ve heykelin “klasik” olanını sergileyen galeri, çağdaş sanatla kurduğu yeni ilişki biçimini bu kez Füsun Onur sergisiyle pekiştiriyor. Bu nedenle galerinin daha önceki sergilerine aşina ESRA olanlar için “zor” bir sergi nitelendirebiliriz ALİÇAVUŞOĞLU olarak Füsun Onur sergisini. esraali@yahoo.com Füsun Onur’u anlayabilmek, sanatının dilini çözebilmek için gerçekten de dikkatli bir çift göze ve zamana ihtiyacınız var. Çünkü onun çalışmaları ne alıştığımız türden malzemelerden, ne de sözcüklerden oluşuyor. Kolayca algılanabilecek, üstüne büyük cümleler kuracağınız işler değil onunkiler. Ama bunun yanı sıra, yapıtın dilini çözdüğünüz anda kimi zaman düşüncenize, kimi zaman kalbinize küçük ama güçlü bir dokunuş bırakıldığı hissine kapılırsınız. Tıpkı yapıtlarında kullanmaktan hiç vazgeçmediği tül, altın yaldız, ipek gibi... Bir anlamda varla yok arası bir durum... Ağaçların yeniden doğuşu Nergis Yazgan’ın ölmüş ağaçlardan torna tezgahı kullanarak ürettiği eserler Artisan Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) kurucu üyesi ve eski genel müdürü olan Yazgan, kesilmiş, devrilmiş, dozer tarafından sökülmüş, yıldırım çarpmış, yangın geçirmiş, çürümüş, kurtlanmış ağaçlara beş yıldır hayat veriyor. Satışlarından elde edilen geliri WWF Türkiye’nin ‘Ölü ağaçlar, Yaşayan Ormanlar’ projesine aktarılacak sergi, 20 Ekim tarihine dek görülebilecek. (Tel: 0 212 247 90 81) Dönüş Ressam Gülçin Anıl, daha önce ilk kez İstanbullu sanatseverlerin beğenisine sunduğu ‘Dönüş’ temalı eserlerini Ankara, Konya ve Bursa’dan sonra, yine İstanbullular için son defa sergiliyor. Bu yıl Unesco tarafından ilan edilen ‘Mevlana Yılı’ kapsamında gerçekleşen sergide, temelinde sevgi, hoşgörü, umut ve paylaşım olan Mevlana öğretisinin ibadet dansı sema, sanatçı tarafından ustaca tuvale aktarılıyor. Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde gerçekleşen sergi, 4 Ekim tarihine dek açık kalacak. (Tel: 0 212 236 90 00) HEYKELİN SINIRLARINI ZORLADI Füsun Onur 1970’lerden yani Amerika’dan dönüp de Taksim Sanat Galerisi’nde ilk kişisel sergisini açtığı günden bu yana Türk sanatının en ilginç ve en önemli sanatçı figürlerinden biri kuşkusuz. Görünür olmayı değil, görünmemeyi tercih edip bu denli önemli bir figür olmak ise tam onun gibi birine yakışıyor aslında. Yapıtları ile bu denli örtüşen sanatçılara az rastlanıyor günümüzde. Peki nedir Füsun Onur’u bu denli önemli kılan? 1950’lerin sonunda, Ali Hadi Bara’nın atölyesinde heykel eğitimi alan ve ardından Fullbright bursu ile Amerika’da yüksek lisans yapan sanatçının en temel özelliği heykel gibi heykel yapmamak olarak özetlenebilir bir anlamda. Türkiye’ye döndüğü ilk yıllardan itibaren bu alanın, heykelin, sınırlarını zorlayan, tanımların dışına çıkan işler üreten ama en önemlisi ortaya koyduğu öncü yapıtlarla kendisinden sonra gelenleri etkileyen bir sanatçı Füsun Onur. Sanatçının 1970’lerden itibaren, önce geleneksel heykelin formlarını bozup daha sonraları ise gerek ele aldığı ve dönüştürdüğü malzemeler, gerekse hazır nesneleri kullanımıyla heykelin yerleştirmeyle tanışıklığını gerçekleştiren ilk sanatçılardan biri olduğu vurgusunu yapmak gerekiyor. 1970’lerde bunun gerçekten önemli bir çaba olduğunu hatırlamakta fayda var. Füsun Onur’un önemi de hem bu öncü karakterinden, hem de gelenekselin, alışılmışın kalıplarını zorlayan, bunu sorgulayan yapısından ileri geliyor. Yapıtlarını pek çok kimsenin üzerinde durmadığı “küçük” nesneler üzerine kurmayı yeğleyen bir sanatçı Onur. Bunlar kimi zaman Kuzguncuk’taki evinin Bahname köşelerinden kimi zaman ise belleğinin derinliklerinden çıkan otobiyografik nesnelerden oluşuyor. Bu bazen bir ayna, evdeki eski bir mobilya olabildiği gibi bazen de el işi bir nesne olabiliyor. Ama hepsinin ortak noktası, Füsun Onur’un o kimi zaman çocuksu, kimi zaman ise kadınsı duyarlılığını izleyiciye çok iyi geçirebilmesinde yatıyor. Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’ndeki bu sergiye gelecek olursak; Onur’un uzun zamandır peşinde olduğu “müziğin görüntüsü” arayışı burada da karşımıza çıkıyor. Çalışmalarının içindeki öğeleri nota gibi kullanarak sessiz müzik yaptığını ifade eden sanatçı gerçekten de bazen müziğin bazen ise bir şiirin “plastik” halini sunuyor bizlere. Kadans, Prelüd, OpusIIFantasia gibi yapıtlarında da malzemeyi nota gibi algılama yoluna gitmişti sanatçı. Bu anlamda serginin Füsun Onur’un yapıtlarını tanıyanlar için daha anlamlı ve kolay çözülür olacağını belirtmek gerek. Duchamp’ın “Erratum Musicale”sinden esinlenilerek serginin başlığına taşınan bu serginin, galeri mekânının ne kadar problemli olduğunu bir kez daha gösterdiğini de belirtmek gerek. Resim asmak için planlanmış bir galerinin bu türden yapıtları sergilemeye elverişli olmadığı o kadar açık ki. Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nin yapıtın dilini çözmeye yardımcı değil tam tersine daha da karmaşık bir hale getirdiğini görmemek mümkün değil! Füsun Onur’un çalışmalarındaki mantığı daha da iyi kavramak için onun yapıtlarını bilmek gerekiyor; bunun için şu günlerde Santral İstanbul’a gidebilirsiniz. Modern ve Ötesi’nde Onur’un sanat yaklaşımını gösteren birkaç işi görebilirsiniz. Aslında tam bu noktada insan bir Füsun Onur retrospektifi görsek ne iyi olurdu demeden edemiyor. “Erratum Musicale” Füsun Onur, Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi 7 Eylül – 6 Ekim 2007 İstiklal Caddesi, No: 161 Beyoğlu Tel: 0212 252 47 00 Açık olduğu saatler: Hafta içi 10:00 19:00 Cts. 10:0018:00 / Pz. 13:00 – 18:00 Geçen yıl açılan güncel sanat mekanı MASA, yeni sergi dönemine Canan Şenol’un ‘Bahname’ adlı video yerleştirmesiyle yeniden başlıyor. ‘Bahname’ Arapça cinsel arzu, cinsel güç, şehvet anlamına gelen “bah” ile, Farsça risale ya da kitapçık anlamındaki “name” sözcüklerinden oluşan bir sözcük. Sergide bulunan yapıtların üzerinde yazılı olan metinler, Tabib Mustafa Ebu’l Feyz tarafından 17. yüzyılda kaleme alınan “Tuhvetü’l Müteehhilin” (“Cinsel Birleşme İsteğinde Tabiatın Teşviki”) adlı bahnameden alınmış. Şenol’un çalışması 10 Ekim tarihine dek izlenebilir. (Tel: 0 212 292 36 70) Gökten üç elma düştü... Tunceli’de derlemeler yapan Metin Kahraman “Her dağda yeni bir hazine buldum” diyor “...Hayranım sevgiye/Bir de muhtacım sevgiye/Sevgi Musalara bir Tur gibidir/Sevgi Muhammet’e bir nur gibidir/Sevgi İsalar’a bir yol gibidir/Cahile gizlenmiş bir sır gibidir/Sevgiyi ben dört mevsimde yaz bilirim/Sevgiyi ben dört kitapta yüz bilirim..” Metin Kahraman, Almanya’da yaşayan kardeşi Kemal Kahraman’la 1992’den bu yana Tunceli ve çevresinin kültürünü modern bir anlayışla yorumlayarak müzi çalışmalarını sürdürüyor. MetinKemal Kahraman kardeşler, geçen yıl Dersim Alevi inancının ezgilerini işledikleri “Binler Kapısı” (Çevere Hazaru) albümlerini yayımladı. Metin Kahraman, memleketi Tunceli’de bütün yaz köy köy dolaştıktan sonra heyecanla aradı, anlatacakları çoktu. Notlarıyla dolu mavi kaplı koca bir defter, yaşlılarla görüşmelerinin saatler süren video kayıtlarını yüklenip geldi ve hemen yeni bulduğu bu şiiri okudu. Pertek yakınlarındaki Höks köyünden Mehmet Uç’tan dinlemiş. Uç da babasından. Yıllardır, Dersim’in köylerinde bir ezgi, bir masal, bir efsane peşinde koşan, yaşlıların tanıklıklarını kaydeden Kahraman “Her dağda bir hazine” bulmanın heyecanını taşıyor. Bulduğu hazinenin değeri “Dört kitap hakkında bu kadar güzel şiirler yazan bir kültür, bir anlayış bugünkü dünyanın ilacı değil midir?” sözlerinden anlaşılıyor. S ahne tozu HATİCE TUNCER Güzellik görüp donakalmak Sanatınız yerine bu çalışmalara neden bu kadar zaman ayırıyorsunuz? Ben her dağda yeni bir hazine buldum. Her konuştuğumuz yaşlıdan yepyeni bir şey öğrendim. Bir güzelik gördüğünüzde neyin üzerinde olursa olsun onun karşısında donakalırsınız. Ben de ne kadar güzellik varsa onun önünde biraz duruyorum tabii ki. Benim işim bir taraftan folklorculuk. Tek başına türkü yorumcusu değilim. Ama üretmek böyle olabilir. Yoksa “Geldik Şu Aleme”yi yazamazdık. Ben söyleyeceklerimi sanatımdan dolayı anlatabilirim. Eğer bunları bilmeseydik böyle bir müzik de yapamazdık. yeşillenip kocaman bir kavak ağacı meydana geliyor. Her mart ayında cemre toprağa düştüğünde nevruz demeyiz biz Havtomelepil yani büyük haftada o ağacın yere eğildiğine inanılır. Bugün değerlerimiz kaybediyoruz, ziyaretler anlamını yitirip turisttik gezi gibi yapılıyor. Dersimli kırk yıl evvelinde şu Munzur’a tükürmedi. “Pertek’teki fukara içecek” ikrarına biat etti. Çünkü o suyun geçtiği bütün güzergahtan herkes yararlanıyor. Kerbela’ya kadar bu su gidiyor. Bugün Munzur’a foseptik akıyor. Oyun Atölyesi perdelerini açıyor Oyun Atölyesi perdelerini ‘Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler’ adlı oyunla açıyor. EricEmmanuel Schmitt’in yazdığı oyun bir kentte, normal bir erkekle kadının evliliklerinden bahsederken, acıyla umudu aynı potada eritişini anlatıyor. Tüketmek yerine çoğaltmak, yok etmek yerine var etmek, öldürmek yerine yaşatmak kavramlarına sahip çıkmak fikrinin savunulduğu oyunda, Haluk Bilginer ve Vahide Gördüm rol alıyor. Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler, 4 Ekim tarihinden itibaren her perşembe, cuma, cumartesi ve pazar günleri sahnelenecek. (Tel: 0 216 345 39 39) HER İNSAN CEVHERDİR Müziğinizde, yazılarınızda Zaza Alevi kültürünüzü yansıtıyorsunuz. Türk Tarih Kurumu Başkanı’nın başlattığı tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dersim’de Zaza da, Zazalaşmış Ermeniler de var. Herkes aşiret olarak kendilerinin nasıl geldiklerini biliyor. En kötü olan da düne kadar sanatçı olan bu milletin adının küfür olması. Orada bir demircilik varsa Ermeniler yapıyordur. Çok güzel bir tarım sulama tesisi varsa Ermeniler yapıyordur. Bağlama keman çeşitli enstruman yapım ustatları Ermenilerdir. Daha da ötesi Dersimlilerle Ermeniler birbirlerine ikrar vermişlerdir. Ermenilerin kiliseleri de Dersimliler için kutsaldır. Özellikle çocuk hastalıklarında kiliselerden medet umulur. Dersim’de yaşlılar bu durumu “Bizim aramızda öyle bir kirvelik var ki” gibi sözlerle ifade ederler. Alevilik bu coğrafyada Kürtler, Türkler, Zazalar, üzerinde hep varolageldi. Esasen buradaki toplulukların hepsi insanlık kültür hazinesinin kökleri gibidir. Dersim de bunun kapalı kutusudur. Size okuduğum şiir, bütün kitaplara bütün düşüncelere bütün sistemlere “her insan aynıdır cevherdir, bir dünyadır” diyor. Bir Hızır hikayesi vardır: Hızır bir Türkmen donunda görünüyor bizimki kabul etmiyor. Çingene donunda görünüyor “Yok” diyor “Çingeneden Hızır mı olur?”… Boz atlı geliyor, bizimki “hah tamam” diyor ama Hızır bu kez yüz vermiyor. Çünkü Hızır, “Ben her türlü gelirim” diyor. Yeni projeleriniz olduğunu biliyorum... Seyri Mesel Tiyatrosu’nda sahneye konulan Şahmaran Masalı’na yaptığımız müzikleri hazırlıyoruz. Şahmaran’ı, bir kitap ile biri enstrumantal diğeri müzikler üzerine masalların üzerine okunduğu olmak üzeri iki CD halinde çıkaracağız. Geçen yıl yayımladığımız “Çevere Hazaru”yu aslında “Dualar, Semahlar, Beyitler”in orijinal kayıtlarıyla birlikte çıkarmayı tasarlamıştık ama maddi olanaksızlıklar yüzünden bunu yapamadık. Belki Tunceli Belediyesi’nin desteğiyle çıkarabiliriz. Gelirini de biraz önce bahsettiğim Kureyş Baba’nın yaşadığı Nazimiye Büyükköy’deki tarihi kalıntıların onarılması için maddi kaynak oluşması için aktaracağız. Avrupa konserlerimizin canlı kayıtlılarından bir DVD hazırlıyoruz. İlk albümden bu yana 15. yılımızı doldururken MetinKemal Kahramanın 1516 şarkısının canlı performanslarından oluşan karma bir DVD olacak. Gökten üç elma düşecek yani... Ben Anadolu Güngör Dilmen’in yazdığı tek kişilik oyunda, Yıldız Kenter Hititlerden günümüze Anadolu topraklarında öne çıkmış, tarihin akışını değiştirmiş ya da kadın kimliğini etkilemiş 16 değişik kadını canlandırıyor. Bereket tanrıçası Kibele ile başlayan oyunda Kenter, mitolojik çağlardan günümüze ünlü Anadolu kadınlarının portrelerinden oluşan 16 kadın genellikle bir iç hesaplaşma ya da karar anını yansıtan kısa öykülerle sunuyor. Ben Anadolu 4 Ekim tarihinde Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde izleyici ile buluşacak. (Tel: 0 216 483 90 26) ŞEYTAN İNSANA MENSUPTUR Ne aradınız, memleketinizde? Bir kez daha anladım ki Dersim’de ne kadar araştırma yaparsanız yapın sevgi ve hoşgörüyle karşılaşırsınız.. Öyle bir mentalite, öyle bir kültür var ki Dersim’in bütün hikayelerinde, efsanelerinde. İnanca dair 366 evliyası, ziyaretleri vardır. Her birinin hikayesini kaydetmek mümkün değildir ama çözdükçe anlıyorsunuz ki Dersim, sevginin, hoşgörünün kalesidir. Mahmut Dede (Mahmut Yıldız) ve avukat Hüseyin Aygün’le dolaştık durduk. Bize çekimlerde kayıtlarda yardım eden gençler de vardı. Dersim’de yeni karşılaştığım bir durum varsa o da Başköylü Hasan Efendi’nin Yurt yayınlarından çıkan kitabının yaygın bir şekilde okunuyor olması. Erzincan’ın Çayırlı ilçesinin Başköy adlı köyde doğmuş bir Kureyşanlı pirdir. Kimi zaman çıplak ayak gezmiş, saçlarının bir kısmı örgülüdür. Bunu babam, annem, ağabeyim görmüş onlar anlatıyorlar. Başköylü Hasan Efendi, Hacca gider. Herkes şeytanı taşlarken o yerdeki taşı alıp kafasına kafasına vurup, kan akıtıyormuş. “Şeytan insana mensuptur, şeytan dışarda değil ki sen taşlıyorsun” felsefesini bu şekilde anlatıyor. Sözlü tarih çalışmalarında nasıl bir yol izliyorsunuz? Geçmişte azdı ama artık neredeyse her köyde sözlü tarih çalışması yapanlar var. İnternette köyleri adına site açıp yayın yapıyorlar. Bu çok olumlu bir gelişme. Bugün yaygın bir şekilde “Ben kimim, Alevi miyim Kürt müyüm Zaza mıyım?” sorusu sorulduğu için araştırmalar pek de sağlıklı bir çizgiye oturmuyor ve iki çizgi ortaya çıkıyor. Birincisi daha çok anlamaya dönük. Ve anladıkça da aslında sorgulayan ve değiştirmeye çalışan bir çizgi bu. Biz bunun içerisindeyiz. Ancak bir taraftan da eski yöntemlerle bu çalışma yapılıyor. Bir fikrin etrafında toplanılıyor, yeni öğrenilen şeyler kimseyi değiştirmiyor da yeniden bir siyaset malzemesi oluyor. Biz bu derlediğimiz kayıtların hepsini, Tunceli’de belediye ya da başka bir kurumda sağlıklı bir yaklaşım görürsek onlara devredeceğiz. Bunlar bizim babamızın malı değil. Bunlara biz emek harcadık ama bunlar halkın malıdır. Düzgün Baba’yı ziyaret etmişsinizdir... Düzgün Baba’ya her yıl ailece gideriz, kurban keseriz. Bir daha kurban kesmeyeceğiz. Oradaki dedeler “Kurban getirme 3 elma getir yeter. Yani her kurban için bir elma adasan da hiçbir şey değişmez” dedi. Gerçekten de Dersim’de düğün davetiyesi yerine bir elma verilirdi evlere. “Her insanın bedeninin yarısı yaldızlıdır, ancak geceleri görülebilen bir sırla...” Bunu Düzgün’deki bir pir söyledi. İnsan isterse diğer yarısını da yaldızlı cevher haline getirebilir demek istiyor. Düzgün Baba’nın beş kilometre uzağında babası Kureyş Baba’nın köyünde bin yıllık geçmişi olan tarihi bir mezarlık var. Bizim geçmişi anlamamızda bu mezarlıklar da önemli değil midir? Bu mezar taşlarına yazılan yazılar, figürler... Diyelim Kureyş’in eldiveni, yılan gibi görülen asası, koçbaşı figürleri tarihi anlamada yardımcı oluyor. Ama hepsi harap bir halde, kırık dökük. Eskiden “Düzgün’e gitmeyen Dersim Aleviliğini anlayamaz” diyordum. Şimdi de öğrendim ki Kureyş Baba’nın köyüne gitmeyen Dersim Aleviliğinin tarihselliğini ve belgelerini göremez. Bin yıllık ağaçların Kureyş Baba’nın asasını batırdığı yerde çıktıkları anlatılır. Hayat Ağacı olduğuna inanılan asırlık ağacın hikayesi de bize anlatıldı. Kureyş, orayı mekan seçtiğinde bir kavak ağacının dalından olan asasını batırır ve Gözü Kara Alaturka Bakırköy Belediye Tiyatroları (BBT), çağdaş Türk Tiyatrosu’nun önemli genç yazarlarından Özen Yula’nın “Gözü Kara Alaturka” adlı oyunuyla sezona merhaba diyecek. “Gözü Kara Alaturka” kent yaşamı içinde kendine aykırı çıkış yolları arayan gençlerle, yenilgiye uğramış bir önceki kuşağı tek bir gecede aynı odada karşı karşıya getiriyor. Bol sürprizli oyun doğu ile batı, geçmişle bugün arasında sıkışan İstanbul insanının trajikomik hikayesini sorguya açıyor. Yönetmenliğini Levent Tülek’in üstlendiği oyunda Nurhayat Atasoy, Aytekin Özen, Mert Asutay, Ali Rıza Kubilay ve Füruzan Aydın rol alıyor. Gözü Kara Alaturka 4, 5 ve 6 Ekim tarihlerinde Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 212 669 19 42) Düzgün Baba’nın 70 yaşındaki bekçisi...