19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 26/9/07 17:14 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 29 EYLÜL 2007 CUMARTESİ OSMANLI VE AVŞARLAR II rih Ta Osmanlı’nın silahı Avşarlar, devşirme Osmanlı’nın Anadolu’daki tüm Türkmen yapıları ezme politikası çerçevesinde önce ezilecek, sonra da inançsal kimlikleri ve ekonomik yapıları Osmanlı Sarayı’nın çıkarlarına uygun bir yeniden yapılanışa zorlanacaktır. e ç zorbalık Şah İsmail Yıldırım Beyazıt devlet ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla ideolojik olarak kendimize ve geçmişimize iyice yabancılaştırıldığımız bu gerçeklikte, doğru bilgilere olan gereksinimimiz her zamankinden fazla. Bu noktada Halil İnalcık bizi şöyle bilgilendiriyor: G eçen hafta Avşarların kahramanı ve Türkçe’nin önemli ozanı Dadaloğlu üzerinden yaptığım açılımı, başta Avşarlar olmak üzere tüm Türkmenlerin, Osmanlı egemenliğinin en güçlü dönemi 16. yüzyılda yaşadığı baskı ve asimilasyonun aydınlatılmasıyla sürdüreceğim. ERDOĞAN AYDIN Öncelikle Avşarlara dair çok genel bazı bilgileri anımsatmak istiyorum: Oğuz Kağan Destanı’na göre Oğuzların 24 boyundan biri olan Avşarlar, Oğuz Kağan’ın oğlu Yıldız Han’ın soyundan geliyor. Bugün Özbekistan içinde bulunan Sirderya (Seyhun Nehri) bölgesindeki ilk yurtlarından, Horasan, Irak, Suriye üzerinden Anadolu’ya göçen Avşarlar, özellikle Malazgirt Savaşı’ndan sonra, uç bölgelerine yerleştirilip Anadolu’nun kolonizasyonunda kullanılacaktır. Anadolu’da yaygın bir yerleşim gösteren Avşarların yerleşik düzene geçmeleri ise, Selçuklular döneminde başlamakla birlikte görece yavaş olacaktır. Karamanoğulları, Germiyanoğulları, Akkoyunlular, Safeviler başta olmak üzere pek çok devletin kuruluşunda yeralan Avşarlar, temsil ettikleri toplumsal güçlerin istenildiği gibi kontrol edilememesi nedeniyle sonraki süreçlerde sorun yaşarlar. Ancak Osmanlı egemenliğindeki hayatları, hiçbiriyle kıyaslanmayacak kadar acılı olacaktır. Osmanlı, bütün Türkmenler gibi onları da, ekonomik ve insani kaynak olarak sistematik bir şekilde istismar edecek, ama buna karşılık yönetim aygıtlarından tümüyle dışlayacaktır. Onlara biçilen rol, dönem dönem dayanılmaz hal alan ağır vergiler ve ihtiyaç oldukça başkalarına karşı asker kaynağı ve payanda olmaktır. Osmanlı iktidarıyla yaşadıkları sorunlar arttıkça yinelenen şekilde geriye göç eden Avşarlar, Osmanlı’ya rakip olabilecek devletlere sığınacaklardır. Özellikle Erdebil Dergâhı’yla yaşadıkları inanç örtüşmesi nedeniyle Avşarlar, Safevi devletinin kurucu temel aşiretlerinden biri olacaktır. kurmuştur. Bu keyfiyet, Safevi devletinin başlıca dayanağı olan (…) Kızılbaş ulusunu teşkil eden ilk kademedeki oymaklar şunlardır: Ustacalı, Rumlu, Tekeli, Zulkadir, Şamlu, Afşar, Kaçar.” Bu bilgilendirmeyi devamla F. Sümer, “Safevi devletinin kuruluşunda ve ilk devirlerinde asıl mühim rolleri oynayan oymaklar” içinde, en önemli 7 oymaktan biri olarak saydığı Avşarları, “Dulkadirlu (İmanlu Afşarı), Halep Türkmenleri (Gündüzlü ve Alplu Afşarı) ve AkKoyunlu Afşarlarından (daha önce İran’a gelen ve KuhGiluye’de oturan Mansur Bey Afşarları)” olarak belirler. (age., s.153) F. Sümer gerçi bu Türkmenlerden zaman zaman yanlış bir nitelemeyle ‘Şiiler’ diye ve dikkate değer tarihçiliğini gölgeleyen bir şekilde bu kuruluştan üzüntüyle söz eder; kalemini bir Sünni ve Osmanlıcı olarak kullanır, dahası “İran’da Şii mezhebinin hakim hakim olmasında en büyük mesuliyet, Akkoyunlu hanedanından sonra Osmanlı hükümdarı II. Bayezit’indir. II Bayezit, ülkesinin yanı başında İslam alemini parçalayıcı Şii mezhepli bir devlet kurulurken devrin en kuvvetli ordusuna sahip bulunduğu halde buna tamamen seyirci kaldığı gibi, kendi teb’asından binlerce kişinin bu devletin kurulmasına katılmasını da önlememiştir” der. Ancak egemenden yana açık tarafgirliğine rağmen gerçekleri çarpıtma yoluna da gitmez. Dahası bu süreçte, “menşeleri bakımından Türk olmayan” Osmanlı bürokrasisi tarafından “etraki biidrâk (anlayışsız Türkler) denilen köylü ve göçebe Türklerin ihmal edilmesi, onlara ehemmiyet verilmemesi başlıca amil olmuştur. Bu keyfiyet 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı devletinin başına Anadolu’da mühim gaileler açacaktır. Selçuklu devrinde de bu ihmalin ne acı sonuçlar verdiğini daha önce görmüştük” (Age., s.152) der. Görüldüğü gibi Osmanlı, başta Avşarlar olmak üzere Anadolu halkını denetim altında tutmak için zorbalıktan başka bir kurumsal silah kullanmamaktadır. Ancak bu zorbalık, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i yenmesini sağlayacak askeri teknoloji olarak üstünlüğü söz konusu olmasaydı hiçbir işe yaramayacaktı. Osmanlı’nın Anadolu halkını yenmesini sağlayan asıl faktör, Şah İsmail’in 23 Ağustos 1514’te Çaldıran’da yenilmesidir; ki bunun yarattığı travma, Avşarlar dahil Türkmenlerin belini bükecek, Osmanlı’nın Anadolu’nun genelinde hem dinen hem de siyaseten kurumlaşmasını sağlayacaktır. İHANET EDEN KİM? Osmanlı’nın 15. yüzyıl ortalarında iyice kurumsallaşan ideolojikdini, siyasal ve ekonomik yapısı, çıkar çatışmasını iyice belirginleştirerek başta Avşarlar olmak üzere Anadolu Türkmenlerini kendilerini savunmaya yönelik arayışlara itecektir. Önceden I. Murat döneminde Ahilerin, Yıldırım Bayezit döneminde Türkmen Beyliklerinin yaşadığı boyun eğdirme baskıları genişleyerek sürmektedir. Bu Osmanlı basıncı, Timur’un 1402’de Bayezit’i yenmesiyle geriletilse de, Osmanlı’nın toparlanmasıyla birlikte yeniden ve çok daha güçlü yaşanacaktır. Kendilerinden çıkmış olan Osmanlı’nın giderek derinleşen bu ağır basıncı, Türkmenleri, boyun eğmek, ayaklanmak veya büyük umutlarla geldikleri Anadolu’yu geriye göçle terk etmek seçenekleriyle karşı karşıya bırakacaktır. Ki her üç seçenek de, başta Avşarlar olmak üzere tüm Türkmenlerce uygulanacaktır. Avşarlar (ve genelde Türkmenler) üzerine yapılan çalışmaların çoğu, halkın bu geriye göç ve Osmanlı’nın doğusunda güçlenen tüm devletlere destek olma nedenlerini özenle karanlıkta bırakır. “Canları sıkılmış” ve geri dönmüşlerdir adeta! “Mayalarında ihanet vardır” da ha bire Timur’a, Uzun Hasan’a, Şah İsmail’e destek vermekte veya sığınmaktadırlar! Oysa tüm bu gelişmelerin sebebi Osmanlı iktidarının Türkmenlere yönelik politikalarında yatmaktadır; ki çizilen pembe Osmanlı tablolarını deşifre ettiğindendir ki bunlar ısrarla gizlenmektedir. Olguları bilim ahlakı ile izlediğimizde göreceğiz ki, her seferinde “devlete ihanet eden bir halk” ile değil, halkına ihanet eden bir İNANÇLARI FARKLI, ÇIKARLARI UZLAŞMAZ “Orta Anadolu bozkırları, Toros Dağları ve Tokat ile Sıvas arası yaylalardaki güçlü Türkmen toplulukları, Osmanlı yönetiminin merkezileştirme eğilimine karşı idiler. Yerleşik nüfusu korumak ve tarım gelirlerini elde tutmak çabasıyla yönetim, bu aşiretleri denetim altına almak istiyor, onları tahrir defterlerine geçiriyor, düzenli vergiye tabi tutuyordu. Osmanlı, göçebe ekonomisi ve göçebelerin töre hukuku ile bağdaşmıyordu. Osmanlı yönetimi Sünni Ortodoksluk davasına sarılırken aşiretler, göçebe töresi ve Şaman inançlarıyla derinden değişikliğe uğramış bir İslam biçimini savunan derviş tarikatlarına bağlanıyorlardı. Aşiretler, Osmanlı karşıtı politik ve toplumsal özlemlerini heteredoks din giysilerine bürüyor, giydikleri kırmızı başlıktan dolayı ‘Kızılbaş’ diye biliniyorlardı. Bu Türkmenler, Doğu Anadolu’daki Akkoyunlu devletinin temelini oluşturmuş, Fatih 1473’te Uzun Hasan’ı yendikten sonra bunlara acımasız bir baskı uygulamıştı. 1500 dolaylarında, Erdebil’li bir şeyh soyundan gelen İsmail Safevi, (…) Heteredoks bir tarikatın önderi olarak etkisini bütün Anadolu eaydin?cumhuriyet.com.tr Türkmenleri üzerinde yaygınlaştırdı. Dâi’leri onun propagandasını bütün Anadolu’da hatta Rumeli’de yayıyorlardı. Binlerce Osmanlı uyruğu İsmail’e uymuş, İsmail bütün Türkmenlerin politik ve dini önderi olmuştu. Osmanlı hükümeti için Kızılbaş hareketi bir iç sorun olmaktan çok fazlasını ifade ediyordu.” (Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s.37) Kuşkusuz H. İnalcık, bu sürecin başlangıcını “Bayezit’in ılımlı yönetimine” (age., s.36) bağlayarak sosyo ekonomik nedenleri küçümseyen bir öznelliğe düşmekte, dahası ‘halkın sırtından sopayı eksik etmeme’ politikasına kapı açmaktadır. Bununla birlikte, anlatımının bütünü, Osmanlı’nın Anadolu’nun Türkmen halkı karşısındaki despot tutumunu, onları yönetmek için baskı uyguladığını, dinsel inançlarının birbirlerinden farklı, çıkarlarının ise uzlaşmaz olduğunu, buna karşılık Akkoyunlu ve Safevi devletlerini ise gönüllü olarak benimsediklerini büyük bir netlikle gösteriyor. Bu ortamda Türkmenlerin doğal lideri olarak yükselen Şah İsmail, Anadolu halkı tarafından, Osmanlı’dan çektikleri acıların etkisi oranında coşkuyla kucaklanacaktır. Bu coşkulu sahiplenişi, Faruk Sümer’in satırlarından şöyle okuyoruz: “… İsmail, yanına sadık birkaç kişi ile Erzincan yöresindeki SaruKaya yaylağına geldi. Adamlar göndererek müritlerini yanına gelmeğe davet etti (905=1500). Bu davet üzerine köylü ve göçebe Türkler, görülmemiş bir sevinçle her taraftan bölük bölük onun katına geldiler. Hatta bu münasebetle Dulkadir ilinde gerdeğe girmek üzere bulunan bir gencin davet üzerine sevinçle Erzincan yolunu tuttuğu anlatılır.” (Oğuzlar, Oğuzlar, s.152) İşte Safevi devleti böylesi bir Türkmen desteğiyle kurulacak ve 12 yıl içinde Ceyhun’dan Fırat’a kadar genişleyen topraklarda hakim olacaktı. EGEMEN KÜLTÜRÜN HANDİKABI Özetle Avşarlar, devşirme Osmanlı’nın Anadolu’daki tüm Türkmen yapıları ezme politikası çerçevesinde önce ezilecek, sonra da inançsal kimlikleri ve ekonomik yapıları Osmanlı Sarayı’nın çıkarlarına uygun bir yeniden yapılanışa zorlanacaktır. Nasıl ki Türki halklar geçmişte Emeviler tarafından zorla Müslümanlaştırıldı ve kendi ekonomik çıkarlarının bir parçası yapıldılarsa, Avşarlar da Osmanlılar tarafından zorla Sünnileştirilecek ve ekonomik çarkının dişlisine indirgenecekti. Bunun da gösterdiği gibi burada belirleyici olan, devletin halkla aynı veya ayrı milliyetten olması değil, yönetimin kendi dar çıkarları ile mi yoksa halkın hak ve özgürlüklerine saygı temelinde mi belirlendiğidir. Halen Avşar sitelerini dolaştığımızda karşımıza çıkan tanıtım makalelerinin çoğunun, resmi iddialara biat ettiğini görüyoruz. Avşarların, “İran’dakiler hariç hepsi Sünnî ve Hanefî” oldukları şeklindeki kalıplaşmış cümleler bunlardan biri. Diğer yandan Avşarların ‘özbeöz’ Türk olduklarının sıklıkla vurgulanması da, ‘Türk’e Türk propagandası’ yapmak dışında tarih bilgisi anlamında birşey ifade etmiyor. Çünkü tarih bilgisi, bu Türkmen boyunun tarihte kimlerle ve neler yaşadıklarını aydınlatmakta düğümleniyor. Yine çokça rastladığımız yaklaşımlardan biri de, hem Dadaloğlu’na “milli şair” payesi verilmesini talep edip, hem de onu ezen Osmanlı’nın “Anadolu’da Türk birliğinin kurucusu” olduğu şeklindeki gerçek dışı yargı önünde hazırolda durulmasıdır. Benzeri yanlışlardan bir diğeri de, “ne Avşarlar uğradıkları haksızlıkları Cumhuriyetten önceki hükümetlere anlatabilmişler, ne de hükümetler onların meselelerini anlayabilmişlerdir” şeklinde yansıyor. Oysa bir anlayamama/anlatamama durumuyla değil, birbiriyle uzlaşmaz çelişkileri olan bir ezen ezilen sorunuyla karşı karşıyayız. Özetle tüm bu benzeri yaklaşımlarla yapılan, kurgulanmış Osmanlı tablosu gölgelenmesin diye gerçeklerin değiştirilmesi veya değiştirilmesine göz yumulmasıdır. Neredeyse her tarihsel sorunda rastladığımız benzeri örneklerin de gösterdiği gibi egemen kültürümüzün en büyük handikabı, halkın hak ve özgürlükleri temelinde değil, egemenin çıkar penceresinden şekillendirilmiş olmasıdır. Bu durum demokratikleşmemizi ve AVŞARLAR HANGİ SAFTA? “…Safevi devletini kuran unsur tamamen Türklerden müteşekkildir” diye sürdürür F.Sümer. “Bu unsurun ezici çoğunluğunu da Anadolu’lu göçebe ve köylü Türkler meydana getiriyordu. Şah İsmail, Erzincan yakınında başına Anadolu Türklerini toplayarak, buradan Azerbaycan’a yürüyüp devletini
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle