19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 13/6/07 15:39 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Suç İmparatorluğu ? Ölüm Geçirmez Si ne ma Tanrı Amerika’dır 8 Alman sinemacı Wim Wenders ilk Atlantikötesi yolculuğunu 1971’de 26 yaşındayken yaptı. New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde Kalecinin Penaltı Korkusu’nun gösterimine katılan Wenders o yıllar ABD’nin salt New York’tan ibaret olduğunu sanmıştı. Ülkenin rock müziğinden, John Ford, Nicolas Ray imzalı Hollywood klasiklerinden alabildiğine etkilenen Wenders dört yıl yaşayacağı San Francisco’ya 1978’de yerleşti. 1984’ün güzünde Paris Texas’ı bitirir bitirmez Avrupa’ya dönen sinemacı bu filminin ABD’ye vedası olduğunu açıkladı. ABD’nin doğusuna giderek görkemli, ıssız manzaraları görüntüledi, bu fotoğraflardan bir sergi, bir de Written in the West adlı bir roman çıkardı. On iki yıl sonra, 1996’da yeniden ABD’ye giden yönetmen, Los Angeles’ta kendine bir ev satın aldı. Küba’da çektiği Buena Vista Social Club’ın (1999) dışında The End of Violence (1997), The Million Dollar Hotel (Sırlar Oteli/2000) filmlerini burada gerçekleştirdi. Land of Plenty’de (Bolluk Ülkesi/2004) ise düşsel bir ülke yerine, 11 Eylül’le sarsılan, Bush’un ekonomik politikasıyla çöken, bu kez tanımadığı bir Amerika’nın dürüst bir portresini çizdi. Bolluk Ülkesi’nde TV’nin uzaktan kumandasını çalıştıramadığı için sürekli George Bush’un nutkuna gelen yaşlı kadınlı sahneyi şöyle tanımladı: “Bush’un ‘Savaş istiyorlardı savaşı aldılar’ sözcüklerini dikkatlice seçtim. Onun çarpık politikasını bu sözcükler açıkça özetliyordu. Terorizme karşı savaş düşüncesi. Komünizmden sonra daha büyük bir düşman bulmak gerekiyordu, bu da terorist örgütlenmeydi. Oysa bu soyut, kabul edilemez bir durumdur.” (Truands) Frédéric Schoendoerrffer yönetmenliğindeki Suç İmparatorluğu’nda, Benoît Magimel, Philippe Caubère, Béatrice Dalle ve Olivier Marchal rol alıyor. Filmde mafya patronu Claude Corti adamlarını kontrol altında tutabilmek için sert davranmak zorunda kalıyor. Hızlı arabalar, ağır uyuşturucular ve pahalı kadınlardan oluşan bu krallıkta, asıl patron para ve Corti kendisine sadık olanları cömertçe ödüllendirmekten çekinmez. Corti’ye en yakın ve en güvendiği adamlarından Franck, özgürlüğüne düşkün, zeki ve iş bitiricidir. Corti birkaç aylığına hapse düşer. İşlerini Franck’a emanet eder. Birkaç ay tüm imparatorluğunun çökmesi için yeterli bir süredir. Film, yoğun şiddet içeren ancak görsel estetiği yüksek sahneleri ile Paris’in acımasız mafya dünyasını, sarsıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. (Grindhouse: Death Proof) Quentin Tarantino ve Robert Rodriguez’in iki bölüm halinde beraber çektikleri ‘Grind House’un Tarantino’ya ait olan bölümü Ölüm Geçirmez’de Kurt Russell, Michael Bacall, Eli roth, Zoe Bell, Rosario Dawson, Vanessa Ferlito ve Jordan Ladd rol alıyor. Austin’in en ünlü DJ’I olan Jungle Julia, en yakın arkadaşları Shanna ve Arlene’le sabaha kadar eğlenir. Ancak yaptıkları herşeyi izleyen Stuntman Mike’ın farkında değildirler. Mike (Kurt Russell), yüzünde derin bir yarası ve korkutucu bir arabası olan eski bir dublördür. Günlerdir kızları izleyen Mike, gecenin bitiminde, sabaha karşı yola koyulan kızların peşinden gider. ??????????????????????????????????? ASLI SELÇUK Usta yönetmen Wim Wenders, Bolluk Ülkesi’nde (yanda) Bush’un politikaları sayesinde tanımakta güçlük çektiği Amerika’nın portresini çiziyor. Wenders “Bolluk ülkesi şimdi yokluk ülkesine dönüştü” diyor. Kapımı Çalma Sakın AŞIRI SAĞ DİNİ ELE GEÇİRDİ Amerika’nın bezemeler dışındaki asıl portresini yansıtan Bolluk Ülkesi’nde birbirlerine taban tabana zıt iki karakter var. Biri 11 Eylül sonrası ABD’nin içine düştüğü paranoyayı simgeliyor, ötekisi hâlâ kardeşliğe inanıyor. Amerika’nın herşeyi siyah ve beyaz olarak ayrıştırdığını vurgulayan “Umarım filmim tüm grilikleri yansıtarak Amerikalıların kendilerini görmelerini sağladı. Benim gibi bir Avrupalı için kesin olan şey Amerikan halkının mutlak bir yalıtım içinde yaşıyor olması” diyen Wenders bu durumu Bush’un başkanlıktan önce bile kıtanın dışına çıkmamasına bağlıyor. 11 Eylül’den sonra bu yalıtımın daha da arttığını, Amerikan halkının başka kültürlerle beslenmediğini, salt kendi kendileriyle yetindiklerini vurguluyor. “Uzun bir süre bunu özseverlik olarak gördüm. Bugünse artık bunun bir din olduğunu düşünüyorum. Birleşik Devletler’deki din Amerika’dır. Ünlü “God bless America” (Tanrı Amerika’yı Korusun) tümcesi ne yazık ki anlamını yitirdi. Tanrı ve Amerika arasında ayrım kalmadı” diyerek günümüz ABD’sini tanımlayan Wenders aşırı sağın dini de ele geçirdiğini belirtiyor. İnançlı bir Hristiyan olduğunu ama Hristiyanlığın Bush’un köktenciliğiyle hiçbir ilgisi olmadığını vurguluyor: “Tam tersi, iyi bir Hristiyan sömürülenlerle, yoksullarla dayanışır, İsa öğretisi sürekli bunu iletir.” Wenders, Bolluk Ülkesi’nde hiçbir şeyi abartmadığını, çevresinden etkilenerek bu filmi çektiğini açıklıyor. Amerika’yı terorizmden koruma görevini üstlenmiş ana karakteri oluştururken kamyonetinde yaşayan, gece gündüz sokağı gözetleyen, aşırı sağ radyo yayınlarını sürekli dinleyen komşusundan etkilenmiş: “Duruma hiçbir şey eklemedim. Güvensizlik ortamını arasız pompalayan Fox News kanalını izlemeniz yeterli. Bu kanal, izleyene insan haklarının savunucusu ABD’nin günümüzde saldırı odağına dönüştüğüne anında inandırıyor. Nerede olursanız olun tehdit altındasınız diyor.” Laboratuvarda yedi ilişki var Aşk Manzaraları (Scenes of a Sexual Nature), ilişkiler üzerine gayet keyifli bir muhabbeti vaat ediyor. Ah bir de gündelik yaşam denilen kaos, birliktelikleri törpülemese… Aşk, şehvet, ayrılık, yalnızlık, rastlantı… Yeni yetmeler ve deneyim… Hafif komik ve biraz romantik… Aşk Manzaraları, işte böyle bir film… Aşk Manzaraları, bugüne dek belgesellere imza atan Ed Blum’un ilk uzun metrajlı filmi… Senaryo ise yönetmen Blum’un yakın arkadaşı Aschlin Ditta’ya ait… Bu iki saatlik İngiliz işi bağımsız yapımın, kurgusunu Joe McNally, görüntü yönetmenliğini David Meadows, müziklerini ise Dominik Scherrer üstlenmiş. Filmin en tanıdık siması İskoçya asıllı aktör Ewan McGregor… Son yılların en yetenekli oyuncularından olan McGregor, Jedi şövalyesi ObiWan ALPER TURGUT Kenobi’den Büyük Balık’taki muhteşem Ed Bloom’a dek birçok rolü layıkıyla sırtladı. McGregor, Aşk Manzaraları’nda canlandırdığı hercai eşcinsel Billy karakteriyle bir kez daha hayranlarını şaşırtmaya hazırlanıyor. Aşk Manzaraları’nın diğer oyuncuları ise Hotel Rwanda (Raunda’da yaşanan soykırımı anlatıyordu) filminde adeta döktürerek Oscar adaylığı kazanan Sophie Okonedo ile Adrian Lester, Holly Aird, Eileen Atkins, Hugh Bonneville, Mark Strong ve Tom Hardy… YAŞAMLARA ZUM! Karşısındakini suçlamayı marifet sayan ikili sohbetlerin, hayatı analiz eden derin diyalogların akıp gittiği nice film yapılmıştır. Say say bitmez… Aksiyon, macera ve korku benzeri yapımlarla seyirciyi sinema salonlarına çekmek kolay… Ama gündelik yaşamı, beyazperdeye yansıtmak ve bunu gerçekten iyi bir şekilde kotarmak her babayiğidin harcı değil… Öyle bir şey resmetmeli ki yönetmen, gözlerdeki parlamayı cilalamalı, insana dair ne duygu varsa çekip çıkarmalı, kısaca ruhumuzu kavramalı… Yoksa tükenen bir ilişkiyi, eş seçimindeki hatalı tercihleri, çok eşliliktek eşlilik tartışmalarını ve her şeyden önemlisi sonsuz ihtiyaçlarımızı işlemek çoğumuzu kahreden gündelik yaşam denilen gerçekliğin tekrarı gibi olmaz mı? Sonuçta Ed Blum’un, bu işin gerçekten piri diyebileceğimiz Jim Jarmuch ve Richard Linklater gibi deneyim sahibi olmadığını bilmekte yarar var. Aşk Manzaraları, vasatı biraz aşan bir film… Belgeselcilikten gelen görüntü kalitesi ve iyi oyunculuklar, kurgunun BUSH’UN VERDİĞİ ZARARLAR Los Angeles’ın açlığın başkenti olduğunu, Hollywood ve Beverly Hills’in dışına çıkar çıkmaz büyük bir kültürel, ekonomik, fiziksel yoksulluğun başladığını irdeleyen Wenders, gece videoyla çekim yaptığını, sokaklardaki yoksulların gerçek olduğunu, hiçbirinin figüran olmadığını, tartışmalı bir film çekmek yerine ülkedeki karışıklığı gösteren dengeli bir film yapmayı yeğlediğini de belirtiyor. Ronald Reagan’ın ekonomik gerileme döneminde, 1984’te ülkeden ayrılırken tereddüt eden sinemacı New York sokaklarında yaşayan binlerce evsizi görünce çok ürkmüş: “Hiçbir uygar ülke onları sokakta bırakmazdı. 2003’te gitmeli miyim yoksa kalmalı mıyım sorusunu yeniden kendime sordum. Ya burayı terkedecektim ya da kalıp endişelerimi aktaracaktım.” Bush karşıtı dostları Sean Penn, Tim Robbins’i yalnız bırakmak istemeyen Wenders kalır, Bolluk Ülkesi ve Don’t Come Knocking’i (Kapımı Çalma Sakın/2005) gerçekleştirir. Don’t Come Knocking’te şiirsel güzellikteki Utah, Nevada, Montana manzaralarını savunma dürtüsüyle çektiğini söyleyen Wenders “Bush dini kendine mal etti, doğayı da bizlere bıraktı. Doğanın da garantisi yok çünkü tüm çevrebilimsel sözleşmeleri feshetti, bir yandan da milli parkları özelleştirmeye çalışıyor” diyerek Bush’un ABD’ye verdiği kalıcı zararları sıralıyor. Don’t Come Knocking’i Montana’da, bakır madenlerinin, dünyanın en büyük zehirli gölünün bulunduğu Butte’de gerçekleştiren Wenders burayı Dashiel Hammett’in Kızıl Hasat romanında keşfetmiş. Hammett’in Poisonville (Zehir Kent) adını verdiği Butte’u pis kokan bir deliğe, Amerikan uygarlığının eksiksiz bir metaforuna benzeten Wim Wenders “Bolluk ülkesi şimdi yokluk ülkesine dönüştü” diyor. tekdüzeliğini ve havada kalan karakterleri bir nebze olsun, örtmeyi denese de 7 ayrı çifti, bir araya getirmeyi ve soluksuz izlenebilen bir film yaratmayı becerememiş. Her şeye karşın, romantik komedi gibi bir misyonu sahiplenen Aşk Manzaraları, yaz aylarında gönlümüzü bir nebze olsun serinletecek… Film, 29 Haziran 2007 günü vizyona girecek. Londra’da güneşli bir gün… İş stresini ve büyük kentin kaotik yaşam tarzını bir tarafa bırakanlar, hafta sonunda doğaya sığınmış ve Hampstead Heath Parkı’nı mesken tutmuşlar. Çimenlere uzananlar, elde kitap sere serpe yatanlar, birbirlerine laf atanlar, ilk buluşmanın verdiği heyecan ile kasılıp kalanlar, yarı çıplak güzel kızları dikizleyenler, karşı cinse kendini beğendirmeye çabalayanlar… Birliktelik adına çırpınan her türlü insan ve tek bir mekân… Sohbetlerin ana gıdası ise şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, seks ve aşk... Sonra kameralar, bizim için lüzumsuz kalabalığı eleyerek 7 çiftin seks ve aşk hayatlarına zum yapıyor. Sonra gelsin ayrıntılar, gitsin detaylar… Tanıklığımıza yakalananlar arasında, “Biz nasıl beraber olduk?” diye tartışan boşanmış tek çocuklu bir çift, evlat edinmek isteyen eşcinsel çift, aşkı parayla arayan bir adam ve ona yakınlık duyan bir hayat kadını, ilk randevularını kâbusa çeviren komik bir ikili, kavga ederek ayrılmayı seçen bir çift, gördüğü her kadına yaklaşan deliliğe yatkın ve çokça yüzsüz bir genç, kırk yıl önce birbirlerine âşık olan ve zaman denen illetin kavuşmaları için o günü belirlediği yaşlı bir çift var. Artık adına ilişki dediğimiz ve ne hikmetse sık sık şikâyetçi olduğumuz eylemi masaya ivedilikle yatırılabiliriz. Çünkü konuşma, bakma, gülme, ağlama, azarlama, dokunma, itme ve gitme zamanı gelmiştir. (Delta Farce) Larry The Cable Guy, Bill Engvall, Dj Qualls ile Danny Trejo’nun oynadığı komedi aksiyon türündeki filmin yönetmenliğini Cb Harding yapıyor. Aynı gün sevgilisini ve işini kaybeden Larry, komşularıyla haftasonu rahatlamak için Everest’e gitmeye karar verir. Fakat yolculuk yapmak için katılacakları turda başkalarıyla karıştırılan üçlü Irak’a savaşmaya giden orduyla beraber aynı uçağa bindirilir. Kendilerini Orta Doğu’da zanneden ve uçaktan indikten sonra çatışmaya girerek bölgede kahraman ilan edilen grup aslında Meksika’da olduğunu ve bir çete savaşına karıştığını sonradan anlar... ? Avanaklar Mangası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle