19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 13/6/07 15:41 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 16 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ rih Ta Osmanlı’nın yeni düzeni İ stanbul’un fethiyle birlikte, 1125 yıllık imparatorluğun manevi mirası Osmanlı’nın eline geçmiş oluyordu. Kuşkusuz ele geçirilen devlet, gerçek bir imparatorluk olmaktan uzun zamandır çıkmıştı. Şehrini son ana kadar savunup Fatih’in ifadesiyle bir “kahraman” olarak ölen Konstantin’den kalan şey, gerçekte bir imparatorluk değil, çağının en büyüğü de olsa harabeye dönmüş bir şehirdi. Ancak bu harabe halinde bile O, II. Mehmet’in dünya çapında kabul gören bir imparator haline gelmesini sağlayan manevi bir ERDOĞAN güce sahipti. Özetle çağ açıp çağ kapatmamıştı AYDIN İstanbul’un fethi, ama Osmanlı’nın, hem Hıristiyan hem Müslüman devletler nezdinde büyük bir etkinlik elde etmesini sağlamıştı. Döneminin zaten en büyük güçlerinden biri olan Osmanlı, bu fetihle birlikte, bir imparatorluk olarak rüştünü bütün dünyaya kabul ettirmişti. O ana kadar güçlü ve yayılan önemli bir devlet olmakla birlikte Osmanlı, gerek dünyadaki etkisi gerekse de iç kurumlaşmasıyla bir dünya devleti değildi. İstanbul’un fethi sonrasında ise, Hıristiyan ve Müslüman tüm devletler nezdinde büyük bir önem kazanacak, kendi içinde gerçekleştirdiği reorganizasyonla da imparatorluk haline gelecekti. Bu etki sıçraması ve reorganizasyonun manevi temeli, ekonomiksiyasal bir güç olmamasına karşın, dünyanın en büyük imparatorluğunun mirasçısı olan bu efsane şehrin, bu “kızıl elma”nın ele geçirilmesiydi. Bu niteliği nedeniyledir ki İstanbul’a sahip olmak, içeride ve dışarıda Osmanlı’nın anlamını değiştiren bir işlev görüyordu. Ama fethin asıl etkisi içeride gerçekleşecekti. İstanbul’un fethini yabancı gözüyle anlatan bir resim... arttırmasına karşılık üretim eksenli gelişim dinamiğini kaybetmesi ve sonraki yüzyıllarda geri kalmasının da nedenine dönüşecektir. Özetle bu değişimin sonucu olarak köylüler feodalin “sürü”sü olmaktan “kurtarılırken”, devletin “sürü”sü haline getirilmiş oluyordu. Bunun anlamı ise, Fatih döneminden başlamak üzere artan bir üretim zaafı, sürekli enflasyon altında ezilme, savaşlardan savaşlara koşturarak ölme ve öldürme, ötekine karşı “Ali kıran baş kesen”, devlete karşı ise “kul/köle” ruhlu bir toplumsal dönüşüme, bir toplumsal erozyona uğramaktı. e OSMANLI’NIN YENİ DÜZENİ Hükümdarın ve devşirme Osmanlı Devleti’nin iradesini mutlaklaştıran bu durum, giderek daha da artmak üzere toplum üzerinde büyük bir tahribat yaratacaktır. “Vatandaşın devlet karşısında hiçbir değerinin olmaması, onu zaman zaman korkak, haklarını almayı ve korumayı bilemez hale getirmiş; zaman zaman da devleti hiçe sayma ve ona her fırsatta baş kaldırma yoluna itmiştir. Birinci hal insanın devletin kölesi olmasını gerektirmiş ve bu tabasbus her türlü gelişmeyi engellemiştir...” (A. Mumcu, Siyaseten Katl, s.207) Fatih’in bu politikasının gelişimine bağlı olarak güvencelerini yitiren feodaller, topraklarının mülkiyetini vakıf düzenine geçirerek onları padişahın elkoymasına karşı güvenceye almaya çalışacaktı. Ancak Fatih’in bu gelişmeye karşı yanıtı da sert olacak; söz konusu vakıflar sıkı bir takip altına alınıp peşpeşe devlet mülkü haline getirilecek ve yeni toprak/devlet düzeni doğrultusunda sipahilere dağıtılacaktı. Burada kararlı bir “vakıf bozma” iradesiyle karşı karşıyayız. Bu vakıf bozma politikası, “en başta vakıflarla kendilerine sağlanan imkânları yitiren dervişler tarafından çok ağır bir dille” eleştirilecektir (Bkz., C. Kafadar, Türkiye’de Din Devlet İlişkileri Sempozyumu Bildirisi). Fatih, özellikle fethin yarattığı avantajla, işte bu mülk sahiplerinin otoritesi ve ekonomik olanaklarını ellerinden alarak onları merkezi sistemin mutlak bağımlıları haline getirmeye yöneliyordu. Bu kapsamda hem profesyonel ordu yeniçerilerin, hem de timarlı sipahilerin bağlı oldukları ailelerin, “Mihail oğulları, Evrenos oğulları, Malkoç oğulları, Turahan Bey oğulları, İshak Bey oğulları gibi uc beylerinin nüfuz ve tahakkümlerini kırmaya ve onları doğrudan kendi emri altına almaya muvaffak olacaktı.” (H. İnalcık, age., s. 513). “Onun amacı, hiçbir grubun kendisini denetim altına sokacak kadar yeterli güce sahip olamaması için bir kuvvetler dengesi yaratmaktı. Bu yüzden bazı önemli idari görevler başvezirden alınıp dini, mali ve idari hiyerarşiyi denetleyen kazasker, defterdar ve nişancıya verilmişti.” Diğer yandan, “sayılarını arttırarak uc beylerinin de güçlerini azaltmıştı. Bunların savaşta komuta edecekleri asker sayısı da düşürülmüş ve eskisinden daha etkin bir biçimde Rumeli Beylerbeyi’ne bağlanmışlardı.” (S. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 1. Cilt, s.934) Özetle İstanbul’un fethi, kendi konumunu yasal güvenceye alamamış olan Osmanlı aristokrasisinin de ölümünü hazırlayacaktı. Sonuçta Fatih, “kudret ve nüfuz sahibi Rumeli Beylerini alâlade beyler derekesine” indirecekti. (Mufassal Tarih, 1. Cilt, s.467) Böylece “..muhtelif şekilde, mülk veya vakıf olarak devletin elinden çıkmış topraklar Miri’ye mal edilecektir.(..) Bu gayeyle bütün vakıf ve mülklerin gözden geçirilmesi hakkında Fatih’in emir vermiş olduğuna, neticede de 20 binden fazla köy ve mezranın miriye mal edilip sipahilere dağıtıldığına dair Tursun Bey’de görülen kayıtlar bu işin ne kadar sıkı ve şümullü tutulduğuna delildir.” (Mufassal Tarih, 1. Cilt, s.605) Böylece alternatif iktidar dinamiklerinin tasfiyesiyle Çandarlıvari güçlü “ikinci adam”ların ortaya çıkmasını engelleyerek mutlak bir iktidar gücü yaratmış oluyordu. ç KIRAN KIRANA MÜCADELE Fetih öncesi Osmanlısında bir ikili iktidar sözkonusuydu. Veziri azam Çandarlı Halil Paşa, II. Mehmet’in, sadece çok genç olması nedeniyle değil, ekonomi ve siyasal gelenekte muktedir olan bir gücün temsilcisi olması nedeniyle iktidarın ortağı durumundaydı. Fetihle birlikte II. Mehmet, işte bu iktidar paylaşımına son verecek mutlak bir otorite elde edecekti. Bu otoritenin ilk tescili ise, önceden de belirttiğim gibi Çandarlı’nın öldürülmesi olacaktı. Bu tasfiyenin kişisel bir sorun olduğu düşünülmemeli. Aksine bu iki muktedirin şahsında yaşanan mücadele, iki farklı güç odağının çıkar çatışmasıydı. Bu bağlamda Çandarlı’nın tasfiyesi, daha sonra sayısız örneğini göreceğimiz vezir öldürmelerinden nitelik farkla, siyaset ve ekonominin yeniden yapılandırılması girişimiydi. Nitekim bu öldürmeyi, ekonomi ve devletin yeniden düzenlenmesi izleyecekti. Durumu daha doğru anlamak için, fetih öncesi Osmanlı iktidar mekanizmasındaki saflaşmayı görmek gerek. Osmanlı’nın büyüyen egemenliğiyle birlikte iyice palazlanmış iki gücün, iktidarı belirlemek üzere birbirlerine karşı yürüttükleri kıran kırana bir mücadele yaşanıyordu. Bunlardan birincisi, toplumsal dayanakları olmadığından varlıkları tahtın mutlak gücüne bağlı olan devşirmeler iken, ikincisi ise, ciddi bir toplumsal ve ekonomik güce sahip olmalarıyla merkezi sınırlayabilen feodallerdi. Zamanla devletin tüm yönetim birimlerinde etkin bir konum elde eden devşirmeler, kendilerine olan gereksinimi arttıran yayılmacıfetihçi bir dış politika savunuyor ve padişahın etrafında kendileri dışında bir iktidar gücü istemiyorlardı. Buna karşın önce savaş beyi sonra da feodal mülk sahipleri olarak başından beri Osmanlı’da kurucu rol oynamış olan beyler ise, devletin artık yayılmacı politika izlemekten vazgeçmesini, ama buna karşılık tahta olan fiili ortaklıklarının pekiştirilmesini, yani Avrupa’dakilerin benzeri bir iktidar sistemi kurulmasını istiyorlardı. Bir başka güç olan şeriatçı ulema ise, bu saflaşmada fetih eksenli bir yaklaşımla devşirmelerden yana tutum alıyordu. İşte İstanbul’un fethi bu iktidar kavgasında kritik bir etken oluşturacaktı. Zağanos ve Şehabettin Paşaların temsil ettiği birinciler, bütün planlarını fetih üzerinden elde edecekleri güç ve bu güçle ötekileri tasfiye üzerine kuruyordu. İkinciler ise, zaten Osmanlı’ya haraç ödeyen şehrin fethine gereksinim duymuyor, ama iç egemenlik alanının yeniden düzenlenmesini talep ediyordu. Bu güç kavgasında II Murat, Çandarlı ile uyumlu davranmıştı; II. Mehmet ise Devşirmelerin “adamı” olarak iktidara yükselmiş ve kaderini fethe bağlamıştı. FEODALLERİN TASFİYESİ Yaşanan çatışmanın nasıl sonuçlanacağı meselesi Osmanlı’nın bundan sonraki yönelimlerini de belirleyecek bir önem taşıyordu. Birincilerin kazanması devşirme ve merkezi bir yapının kurumsallaşmasını, ikincilerin kazanması ise Osmanlı’nın feodalleşmesini ve Manga Carta’sını üretecekti. Özetle resmi tarihlerimizden öğrenemeyeceğimiz kritik bir süreç sözkonusuydu. Nitekim fetih öncesi, Osmanlı düzeninin temeli olan miri sistem giderek beylerin özel mülkleri karşısında ikincil plana düşmeye başlıyordu. Böylece kendi ekonomik ve siyasal konumlarını arttıran mülk sahipleri, toprakları üzerindeki kullanım haklarından gelen güçle Padişaha karşı özerkleşebilme ve iktidar ortağı olma gücü elde ediyorlardı. Öyle ki, özel “arazilerden sağlanan gelirler, tımarlardan sağlananların birkaç katını buluyor, genellikle en az 170 bin akçe tutuyordu.” (E. Werner, Büyük Bir Devletin Doğuşu, c.2. s.141) Esasen gelinen bu kritik eşikte Osmanlı, ya bu feodal beylerin çıkar ve istekleri doğrultusunda padişahın otoritesini zayıflatma pahasına daha barışçıl bir dış siyaset ve daha feodal bir iç düzene geçecekti; ya da Fatih’in yapacağı şekilde bu beylerin ekonomik ve siyasi güçlerini dağıtarak merkezi, savaş temelli imparatorluk kurumlaşmasına gidecekti. Özetle bıçak sırtı bir durum sözkonusuydu ve bu dengenin ilelebet sürmesi olanaksızdı. İstanbul fethedilmemiş olsaydı feodallerin bu kapışmayı kaybetmesi olanaksızdı. Ancak İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı’da dengeler değişecekti. Nitekim Fatih, TürkMüslüman kökenli bu beylerin topraklarına el koyarak radikal bir güç tasfiyesine gidecek, onlardan kalan boşluğu da Bizans’tan ele geçirdiği bürokratik birikimle desteklenen kapıkullarınca dolduracaktı. Mutlak bir iktidarın gereği olarak Fatih, son veziri Karamani Mehmet hariç hepsi de dönme/kul ehlinden oluşan bir yönetim kurumsallaşması kuracaktı. Bu sayede “eski ailelerin devlet idaresindeki nüfuzu bertaraf edilmiş ve padişahın emir ve arzularına mutlak surette tâbi kimselerin devletin başına getirilmesi” dönemi başlamış olacaktı. Fatih’in devri, padişah ile vekili mutlakı arasındaki münasebetler bakımından dikkate değer bir değişikliği ifade etmektedir. (H. İnalcık, İslam Ansiklopedisi, 7. Cilt, s.511) MUTLAKLIĞIN KURUMSALLAŞMASI “Mutlakiyetçiliğin ve merkeziyetçiliğin bir vasıtası olan gulâm (kul/köle) sistemi, XVI. asırda uç düzeyine varmak üzere Fatih devrinde idarede ve orduda hakim bir duruma geçmiştir.” (H. İnalcık, age., s.513) Fatih bu devlet tarzıyla kendi iktidarını mutlaklaştırır ve karşısında kuvvet bırakmazken devşirmelerden seçtiği devlet yöneticilerinin alta karşı yetkilerini de arttıran, tam anlamıyla despotik bir rejimi kurumsallaştırmış oluyordu. Bu bağlamda örneğin “Veziri azamın kudretini arttırarak onu devletin tek amiri haline getirmiş, ancak hükümdar karşısında rolünü hiçe indirerek devlet idaresindeki merkezciliği ve mutlaklığı daha da koyulaştırmıştır.” (A. Mumcu, Siyaseten Katl, s.38) Kuşkusuz Fatih’in bey topraklarını devletleştirmesi, kimi tarihçilerin kurduğu yanlış paralelliklerle “ilerici” bir şey olarak düşünülmemeli. Çünkü sözkonusu o değişim, beylerin elinde biriken toprakların despotik ve devşirme devletin elinde tekelleşmesinden başka bir anlama gelmiyor, dolayısıyla bu işten halkın çıkarı olmuyordu. Yani feodal beyin insafından “kurtarılan” köylüler merkezi devletin reayası, kulları haline geliyordu. Ne için? Daha etkin bir saldırı mekanizmasına daha çok ve disiplinli asker olmak ve devletin temsilci memurları durumundaki sipahilerin daha etkin bir vergi aktarım mekanizması haline gelebilmeleri için. Özetle halk açısından bu iki durumun temelde bir farkı yoktur. Üstelik bu yeni durum (sonraki hafta göreceğimiz gibi), Osmanlı’nın fetih kapasitesini eaydin?cumhuriyet.com.tr S ergi Balkanlar’da Fotoğraf sanatçısı Nikos Economopoulos’a 20 yıl boyunca Türkiye kötü anlatılmış. Sanatçı daha sonra Türkiye’yi dolaşarak kendi fikrini yürütmek istemiş. Böylece uzun soluklu bir çalışmanın sonucu olarak bir sergi ortaya çıkmış. Balkanlarda sergisi, 28 Temmuz tarihine dek İstanbul Fotoğraf Merkezi içinde yer alan Leica Galeri’de görülebilir. Economopoulos, önce Yunanistan ve Türkiye’de uzun süreli bir projeye başlamış. Daha sonra projesini Balkanlara yayan sanatçı bu bölgedeki etnik ve dinsel gerilimleri, geleneksel toplumsal ve dinsel törenleri incelemiş. 20 yıl boyunca da Türkiye’yi dolaşmış. Anadolu insanının gösterişsiz konukseverliğinden, masumiyetinden çok etkilenmiş. Balkanlardaki yüksek gerilim, duyguların hızlı değişimini fotoğraflarıyla anlatan Economopoulos, Balkanları hem saf hem de tehlikeli bir dünya olarak betimliyor. (Tel: 0 212 238 11 60) Bir Anıt İki anıtsal Kişilik bitiyor Günümüzün en görkemli Bizans yapılarından biri olan Kariye Müzesi’ni konu alan sergi, Kariye Kilisesi olarak hizmete girmiş olan yapının önce 1316 yılında restore edilmesi sonrasında camiye dönüştürülmesi ve camiye dönüştürüldükten sonra ikinci kez 1940’lı yıllarda müzeye dönüştürülmesinin hikayesini konu alıyor. İlk restorasyonu Theodoros Metokhites tarafından yapıldıktan sonra kilise, 1511 yılında camiye dönüştürülmüş. Daha sonra, Thomas Whittemore tarafından 1940’lı yıllarda cami müzeye dönüştürülmüş. Örneğin, badana ile üzeri kapatılan orijinal duvar bezemeleri gün ışığına çıkarılmış. Sergi için, Metokhites’in, Kariye’yi şiirlerle anlattığı elyazması 554 yıl sonra Fransız Saray Kütüphanesi’nden alınarak İstanbul’a getirildi. Theodoros Metokhites’in elyazması, Kariye’de yapılan kazılarda meydana çıkarılan arkeolojik eserler ve Thomas Whittemore ile Amerika Bizans Enstitüsü’nün Kariye’nin eşsiz mozaik ve freskolarının onarım sürecini anlatan çok sayıda arşiv belgesi ve fotoğraf, ilk kez bu sergi kapsamında İstanbullulara sunuluyor. Sergiyle eş zamanlı olarak da Eski İstanbul Fotoğrafları 18 ve 19’uncu yüzyılda çekilmiş 70 fotoğraftan oluşan ‘Sur, Kemer, Kubbe...’ adlı sergide de, Abdullah Biraderler, James Robertson, Vasilaki Kargopulo, gibi dönemin ünlü fotoğrafçılarının imzaları var. (Tel: 0 212 334 99 00) S Kadınlar iktidarı sorguluyor Kadınlar seslerini yükseltmekten korkmuyor artık. Haklarını her durumda arama cesaretini gösteriyorlar. İktidarla ters düşüp birey olmanın sorumluluğunu göstererek çeşitli platformlarda yer alıyorlar. Bu kimi zaman meclisteki bir sandalye oluyor, kimi zaman da sanatsal bir dışavurum olarak gösteriyor kendini. Bu girişimlerden birine de imza İzmir’de atıldı. 19 kadın fotoğraf sanatçısı bir araya gelerek “kimlik ve iktidarı” sorguladı. “Çizgilikedi Kadınlar Projesi’07” çerçevesinde düzenli olarak her pazartesi toplanan kadınlar, projenin adını “O Kim?” koydu. Bu soruyu kendilerine, birbirlerine sorarak gizli ve açık iktidarları görünür kılmaya, iktidarların yarattığı kimlikleri önce anlamaya, sonra anlamlandırmaya, ardından deşifre etmeye yönelik uzun tartışmalar yaptı. İktidarlar ve kimlikler üzerine bir cevap aramayı değil, daha çok, soru sormayı amaçladıklarını belirten kadınlar, bu süreci altı ayın sonunda görselleştirip sergiye dönüştürdüklerini söylediler. “O Kim?”i “kavramsal bir derdi” olan ve halen devam etmekte olan bir sürecin sergisi olarak değerlendiren sanatçılar, projeyle iktidarların kimlikler üzerindeki yansımalarını anlamaya yönelik ahne tozu Hisseli Harikalar Kumpanyası Herkesin sözlerini bildiği şarkısıyla bir dönemin en çok izlenen müzikali yeniden sahneleniyor. İlk olarak 1979 yılında sahnelenen müzikal BKM ve Bonus Card işbirliğiyle yeni kuşağı da kumpanyasız bırakmayacak. Haldun Dormen tarafından yönetilen, müzikleri Melih Kibar’a, şarkı sözleri de Çiğdem Talu’ya ait olan müzikalde, ilk müzikalden Erol Evgin, Kartal Kaan ve Ayşen Gruda var. Müzikalin bu son halinin yeni yüzleri de Ayça Varlıel, Ruhsar Öcal, Ezgi Mola, Nuri Gökaşan, Umut Kurt, Barış Berker gibi sanatçılar. Hisseli Harikalar Kumpanyası bir çadır tiyatrosunda geçiyor. Hisseli Harikalar Kumpanyası, 26 ve 27 Haziran tarihlerinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sahneleniyor. (Tel: 0 212 296 36 30) ‘Sokak Kedileri’ turnede Yerleşik sahnelerinin yanı sıra, bu olanaktan uzak kalan çocuklara tiyatro taşıyan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Gezici Tır Tiyatrosu ile Kocaeli’nin belde, köy ve mahallelerindeki çocukları tiyatro ile buluşturmaya devam ediyor. Bu yıl, Gezici Tır Tiyatrosu Sokak Kedileri adlı çocuk oyununu izleyiciyle buluşturuyor. Sokak Kedileri’nin yazarı Reha Bilgen, oyunda birlikte olmanın, birlikte oyun oynamanın güzelliğini anlatıyor. Oyunda, sürekli kavga eden sokak kedileri Aslı’nın mahalleye taşınması ile sakinleşir ve Aslı, dostluğu, arkadaşlığı ve birlikte yaşamanın yollarını öğretir hepsine. Veysel Sami Berikan’ın yönettiği oyunda Ozan Şahin, Seda Güven, Bülent Baytar, S.Taylan Ertuğrul, Burcu Güner, Nurcan Tural, Hasan Demirci, Fatma Yılmaz rol alıyor. Oyun, 21 Haziran’da GölcükLütfiye Köyü’nde, 22 Haziran’da da YazlıkTobasan İlköğretim Okulu’nun bahçesi’nde sahnelenecek. OĞUZ YILDIZ Whataturk Michael Parenti’nin 24 Mayıs tarihinde Pi Artworks’de açtığı ilk kişisel sergisi ‘Whataturk’teki eserleri sanatçının 20032006 yılları arasında Türkiye’de oturduğu ve seyahat ettiği sürede gözlemlerinden oluşuyor. Parenti, farklı yaşam biçimlerini teşhir eden çağdaş Türkiye’de karşılaştığı geniş yelpazede insan manzaralarını işliyor. Sanatçı, Türkiye’de gördüklerini sert hatlarla değil, yumuşak renk geçişleriyle anlatıyor. Sergi, 23 Haziran tarihine dek sürecek. (Tel: 0 212 236 68 53) bir soru sormaya çalıştıklarını belirtiyorlar. Sanatçılardan Hülya Anbarlı projeyle ilgili olarak “Kimlik olgusu uzun süredir beni yakından ilgilendiriyor. Biz kimiz gerçekten? Ya da ‘bizim’ diyebileceğimiz bir kimlikten ne kadar söz edebiliriz? Bize dayatılanlara arkamızı döndüğümüzde geride ne kalıyor? Kimliklerimizden soyunmak mümkün mü? Bu projede galiba birazcık bunları deşmeye çalıştık. Sonuç mu? Sanırım benim için bir cevap yokb Henüz!..” diyor. Ülker Sokulluoğlu, iktidarın “bir başkasına kendi istediğini yaptırabilme gücü” olduğunu söylüyor. Gözde Yenipazarlı da çalışmadaki yapıtının altına şu notunu düşüyor: “Aynı mıdır çok şey olmayı istemekle, hiç olmayı istemek? Kimsin ya da Hiçkimse Ne önemi var ki varlığın ya da yokluğun Geldiğin kadar sessiz gideceğini bile bile… Biricik tanığı fotoğraf bu yolculuğun Sen istesen de istemesen de!” Kimileri istese de istemese de “derdi” olan 19 kadının çalışmaları Çizgilikedi Sanat Galerisi’nde 15 Ağustos’a kadar açık kalacak. Antiloplar Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu’nun oyunu Antiloplar, son iki oyununu izleyiciyle buluşturuyor. Bu yıl oldukça ilgi gören oyun, bir adam ve bir kadının Afrika köylerindeki insanlara su ulaştırmak için üç yüz kuyu açmaya çalışmalarını konu alıyor. Bu denli uzun uğraşlar sonunda yalnızca üç kuyuyu hizmete sokabilen çift, Afrika’daki son gecelerinde yerlerine gelecek kişiyi beklerken kendileriyle hesaplaşıyor. Antiloplar, bugün ve 23 Haziran tarihlerinde Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu’nda sahneleniyor. (Tel: 0 212 252 35 00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle