22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 02 28/3/07 15:02 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 Özgün ofis mobilya tasarımcısı Alparda Mobilya, dünya çapındaki başarılarına bir yenisini daha eklemeye hazırlanıyor Merhaba Zengin kız, fakir oğlan... Zalim baba, fedakar anne... Raj Kapoor’un 1951 yapımı ünlü ‘Avare’si. Türk seyircisini Hint sineması ile tanıştıran film. Filmi seyreden herkesin aklına hemen meşhur şarkısının sözleri gelmiştir... “aawaaraa hooon...” Film fabrikası Hindistan’da çekilen filmlerin hemen hepsinde konu neredeyse aynıdır. Gerçi bir dönem Türk sinemasının da vazgeçilmez konusudur ya bu... İmkansız aşklar, entrikalar, para ve güç, fakir ama onurlu genç adam... Yılda binlerce film çeken Bollywood gibi Yeşilçam da aynı kısır döngü içinde kalmıştır yıllarca. Şatafatlı, canlı giysileri içindeki esmer güzeli kadınların kınalı elleriyle boy gösterdiği Bollywood sineması uzun süre görmezden gelinse de bugün dünyada kendine yer edinmek için emin adımlarla ilerliyor. Filmleri festivallerde ödül alıyor, oyuncuları jüri üyeliğine çağrılıyor. Buna paralel olarak yapımlar da değişim gösteriyor artık. Özgün projelere imza atan Hintli yönetmenler, yaşanmış toplumsal ve siyasal olayları peşi sıra perdeye aktarmaya başladı... Bu değişim ve gelişim kaçınılmaz olarak Bollywood’u ülke sınırları dışına taşınmaya itti. Seyircinin haklı talebiyle yapım şirketleri başka ülkelerde yeni mekanlar peşine düştü. Bu anlamda ilk durak olarak ‘insanlarını sıcak ve yakın buldukları’ Türkiye’yi seçtiler. İki ülke arasındaki temaslar bir süredir gerek sektörel gerekse resmi olarak sürdürülüyor... Yakında “Bu film Türkiye’de çekilmiştir” ibareli, Hint ve Türk oyuncuların yer aldığı Bollywood yapımı filmlerle karşılaşırsanız şaşırmayın... Gamze Akdemir’in araştırmasıyla Bollywood’u mercek altına aldık bu hafta... İyi hafta sonları... Ofiste son moda kırmızı 1967 yılında Hayri Alparda tarafından kurulan ‘Alparda Mobilya’ Türkiye’nin ilk ofis mobilyaları üreten firmalarından biri. Şirket 1992 yılında Türkiye’de bir ilke imza atıyor. O zamanlar Milano’da serbest bir tasarımcı olarak çalışan Defne Koz, Alparda için ‘Tomo’ ofis serisini tasarlıyor ve Alparda da üretiyor. Böylece Türkiye’de ofis mobilyaları konusunda yeni bir sayfa açılıyor, Alparda 1992 yılından beri ithal edilen mobilyaları örnek almak yerine tasarlanan özgün ofis ŞİRİN mobilyalarını üretiyor. Ofis mobilyaları konusunda GÜVEN oldukça iddialı olan Alparda şimdiye kadar pek çok önemli yerin mobilyalarını döşemiş: Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü; Türkiye Büyük Millet Meclisi Toplantı Salonu’nu; Amerika, İtalya, İngiltere ve Avustralya Büyükelçilikleri’ni; ‘BaküTiflisCeylan Boru Hattı’ ofislerini; Boğaziçi, Işık, Kadir Has, Koç ve Ortadoğu Teknik Üniversiteleri’ni; Tataristan Kazan kenti Parlamento Binası’nı; Dış Ticaret Müsteşarlığı Toplantı Salonları’nı, Türk Hava Yolları Genel Müdürlüğü’nü; Ritz Carlton, Swiss ve Kempinski Otelleri’ni ve daha pek çok yeri... Alparda ailesinin ofis mobilyalarıyla ilişkisi 1950’lere dayanıyor. Hukuk eğitimi gördükten sonra hakimlik ve avukatlık yapan Hayri Alparda sonraları ticarete ilgi duyuyor. Hayri Bey, ‘Koç Ticaret Şirketi’nin isteği doğrultusunda o şirkete geçiyor. O zamanlar Ulus’ta eski Sümerbank’ın karşısındaki mağazada Koç Ticaret, kırtasiye ürünleri satıyor. Ankara’da devlet dairelerinin yapılmaya başlamasıyla birlikte yoğun bir ofis mobilyası isteği doğuyor. Ofis mobilyaları o zamanlar Türkiye’de üretilmediği için Amerika’dan ithal ediliyor. Zamanla ofis mobilyası talebinde bulunanlar kırtasiye ihtiyaçlarını gideren Koç Ticaret’e başvuruyor. Koç Ticaret bu başvurular sonucunda ofis mobilyaları üretmeye başlıyor, Hayri Alparda da Koç Ticaret’in ofis mobilyaları kısmının Ankara Müdürü oluyor. Ardından kırtasiye gereçlerini tamamen bırakarak ‘Bürokur Anonim Şirketi’ adı altında ofis mobilyaları firması oluşturuluyor. Ofis mobilyası üretmeyi çok seven Hayri Bey 1967 yılında da ‘Bürokur’dan ayrılarak kendi şirketini, ‘Alparda Limited Şirketi’ni kuruyor. Hayri Bey’in oğlu Sinan Alparda, 1968’de henüz 20 yaşında, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde (bugünkü adıyla Gazi Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde) okurken Alparda’da çalışmaya başlıyor. Hikaye de böylece başlıyor. Sinan Alparda değeri çok olmuyor. Sonuçta siz bir mobilyayı kopyalarsanız, ancak onu çok daha ucuza verirseniz müşteri bulabilirsiniz. O da çok büyük bir mücadeleyi gerektiriyor ve firmaların etik değerlerini bozuyor. O yüzden özgün mobilyaların yapılmasının gerektiğini düşündük ve ilk kez 1992 yılında Defne Koz ile özgün tasarım ürünleri ürettik”. ‘Tomo’ grubu Türkiye’de bugüne kadar yapılmış ilk özgün tasarım mobilyası oluyor. Zaten bu serinin 9 çekmeceli ‘Tomotop’ klasör dolabı, mimar ve tasarımcı Alessandro Mendini tarafından 1996’da ‘Dünya Tasarım Yıllığı’na seçiliyor ve Bremen kentindeki ‘Übersee Müzesi’nde üç ay boyunca sergileniyor. Dolap, katı kuralların oluşturduğu alışılagelmiş ‘soğuk’ ve ‘ağır’ ofis düzenlerine bir tepki olarak üretiliyor. Alparda sonraları daima özgün tasarım ürünlerine değer veriyor ve birbiri ardına ofis mobilyaları tasarımları üretiyor. Hacettepe Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Hakan Ertek ve mimar Adnan Ural ile de seriler yapıyor. SÜREÇ TAKLİTLE BAŞLADI 1972’de Hayri Alparda’nın vefatından sonra Sinan Bey, Alparda’da yönetici olarak görev alıyor. Önceleri ithal edilen ürünleri örnek alarak mobilyalar üreten şirket zamanla çeşitli tasarımcılarla birlikte çalışarak özgün tasarımlar üretmeye başlıyor. Sinan Alparda bu süreci şöyle anlatıyor: “Türkiye’deki mobilya süreci her üretim ve sanayi kolunda olduğu gibi önce taklitle başladı. Sonuçta Türkiye 1950’li yıllarda toplu iğneyi bile ithal eden bir ülkeydi, ihtiyacı olan her ürünü dışarıdan alıyordu. Zamanla ithal edilen ürünler taklit edilerek ve örnek alınarak Türkiye’de üretilmeye başlandı. 1972’den sonra taklit ürünlerin katma değerinin fazla olmaması nedeniyle Alparda’nın kurum kimliğine uygun mobilyaların üretilmesi konusunda bir araştırma yaptım. Sonra 1990’lara kadar üretim kalitemizi yükseltmek için uğraş verdik, gelişmiş batı ülkelerinin markalarına kalite açısından ulaşmaya çalıştık. Fakat bunun da yeterli olmadığını gördük çünkü dış pazarda hiç bir zaman özgün olmayan ürününüzün TÜKETİME KARŞI... Sabit ve hareketli mobilya yapmanın yanı sıra projeli dekorasyon uygulamaları da yapan Alparda’nın en önemli özelliklerinden biri 30 yıl önce alınan bir mobilyanın hala Alparda’da üretiliyor olması. Yani mobilyalara ekleme yapmak gerektiğinde aynı serinin ürünleri bulunabiliyor, bir etajere ihtiyaç duyulduğunda ya da koltuğun yüzünün değiştirilmesi gerektiğinde eski mobilyaları tümden yenilemek şart değil. Bu noktada da Alparda, alınan her şeyin yerine yenilerinin çıkartılmasıyla eşyaların çabuk eskidiğinin hissettirilmesine ve insanların devamlı tüketmeye zorlanmasına karşı çıkıyor bir anlamda. Sinan Alparda da bu durumu şöyle açıklıyor: “Biz reklam olsun ya da şov olsun diye tasarım ürünü yapmıyoruz. Biz sürekli üreteceğimiz ürünlerin tasarımını yapıyoruz. Ürünlerimizin devamlılığını sağlıyoruz. Her ürünümüz Alparda’da hala üretiliyor ve satılıyor. Globalleşme ve üretimin hızlı ilerlemesi nedeniyle üretici firmalar size sürekli ürün yenilemeyi empoze ediyor. Bu da ekonomik olarak kullanıcıyı zorluyor. İnsanlar daima kendilerini her konuda geri kalmış hissediyor. Oysa Alparda köklü ve devamlı olan ürünler Alparda üretiyor.” bir ofisi nasıl giydirdiklerini şöyle anlatıyor: “Kurum kimliği firmanın yapmış olduğu işten başlayarak kullandıkları mobilyaya uzanan bir süreçtir. Bu süreç boyunca kurum kimliğini oluşturabilmek için firmaların özellik ve kimliğini araştırırız. Önceliğimiz firmanın ihtiyaçlarına göre kullanacakları ofisin açık mı kapalı mı olduğuna ve kullanılacak mobilyanın renklerine karar vermektir. Firmanın bu mobilyalarla vereceği bir mesaj vardır. Yalınlık, temizlik ve şeffaflık açık renklerle ifade edilirken, koyu renkler ağırlığı ve kuvvetliliği gösterir.” Ofis mobilyasında bu dönem kırmızı rengin moda olduğunu söyleyen Sinan Alparda, keskin olmayan yuvarlak ve yumuşak hatların tercih edildiğini, ahşapta ise açık renklerin favori olduğunu söylüyor. Ne fazla ne eksik Alparda’nın 40. yılı dolayısıyla dünyanın en başarılı tasarımcılarından biri olarak kabul edilen Aziz Sarıyer ile ‘Arc Sistem’, ‘Bow Sistem’, ‘Oval’, ‘Stop Sistem’ ‘Moon’ ve ‘Perch’ başlıkları altında yeni bir koleksiyon hazırlanıyor. Aziz Sarıyer mobilyaları ‘Üzerlerinde fazla ya da eksik hiçbir şey olmayacak. Her şey yeterince olacak’ felsefesiyle tasarlıyor. Bu yüzden de bu tasarımlarından bir vida dahi çıkarılamıyor ya da eklenemiyor. 50 parçalık bu seri, 2006 yılında katıldığı ‘İstanbul Tasarım Haftası’nın ardından, 2428 Ekim tarihleri arasında ‘Köln Orgatec 2006 Ofis Mobilyaları Fuarı’nda sunuluyor. Bu fuar dünyada yapılan ilk üç ofis mobilyası fuarından bir tanesi. 550 üretici firma ürünlerini sergiliyor ve 52 ülkeden 300 bin izleyici fuara katılıyor. İki yılda bir yapılan bu fuarda özellikle el işçiliği ile üretilen ve son derece modern görünen ‘Arc Sistem’ çok ilgi görüyor. ‘Arc’ serisi, Avrupa ülkelerinin yanı sıra; Japonya, Çin, Kanada, Hong Kong ve Avustralya gibi ülkelerin ofis mobilyaları tasarlayan şirketlerin web sitelerinde de gösteriliyor. Hatta mobilyaların satışı için şu anda Avrupa’da ve Orta Doğu’da 200 civarı firmayla da görüşmeler yapılıyor. Ayrıca Alparda’nın 2007 koleksiyonu İngiltere’de bir, Almanya’da ise iki dergide detaylı olarak yer alıyor. Aziz Sarıyer’in tasarımlarından çok kullanışlı olan ‘Moon’ masası da ‘20062007 Ev Dekor Uluslararası Tasarım Yarışması’nın yani ‘EDIDA’nın Türkiye etebının mobilya kategorisinin birincisi oluyor. 21 ülkeden seçilen birinciler Nisan ayında ‘Milano Fuarı’nda yarışacak ve ‘En İyi Tasarım’ ödülleri sahiplerini bulacak. Hatlar yuvarlak, renkler açık ESRA ALİÇAVUŞOĞLU esraali@yahoo.com Uyuyan Güzel’in doğa maceraları F otoğraf herkesin bildiği ancak dikkat etmediği şeylerle ilgilenmek için bir araçtır” diyor ünlü fotoğrafçı Emmet Gowin. Böylece, fotoğrafçının sıradanmış gibi görünen imgeler peşinde koşan sıradışı bir kişi olduğunu hatırlatmış oluyor bir bakıma. Aslında çoğu kez oldukça bilindik bir görüntüyü bize ulaştıran bir fotoğraf karşısında izleyici olarak hissettiğimiz beğeninin nedenlerini de açıklamış oluyor böylelikle. Tıpkı, fotoğrafçının hem yağmaladığını, hem koruduğunu, hem suçladığını hem de ilahlaştırdığını söyleyen Susan Sontag gibi fotoğrafın ve onu çekenin girdiği halleri de özetliyor. Sontag’ın fotoğrafçıyı tanımlamak için seçtiği kelimeler son derece düşündürücü aslında. Gerçeği, zamanı ya da adına ne dersek diyelim, o anı donduran fotoğrafçının; yağmalarken koruyan, suçlarken ilahlaştıran kısaca birbiriyle çelişiyormuş gibi görünen ama çelişmeyen bir yanı olduğunu görmezden gelmemek gerekiyor gerçekten de. Fotoğrafçının varolan bir görüntüyü yakalarken aslında bunun üzerinden yepyeni diller ortaya koyduğunu, yaratabildiğini unutmamalı. Örneğin estetik bir dil ya da masalsılık gibi... Fotoğrafın ilahlaştırma, aslına bakarsanız daha çok masallaştırma gücüne örnek olabilecek bir sergi var şu günlerde. Kadıköy’de 2000’li yılların başından itibaren çeşitli güncel sanat sergilerine ev sahipliği yapan Kargart, Seçkin Uysal’ın fotoğraf ve videolarının yer aldığı bir sergiyi ağırlıyor. “Uyuyan Güzel” başlığını taşıyan sergi, daha önce çeşitli etkinliklerde işleri yer alan sanatçının ilk kişisel sergisi... Uysal’ın fotoğrafları, iki farklı organizmanın, nesne ile doğanın birleştiği, birbirine eklemlendiği, hatta kimi zaman birbiri içinde eridiği anlar üzerine odaklanıyor. Doğal ve yapay olanın birbiriyle karışarak oluşturduğu yeni görüntüler bunlar aslında. Hiç bir görüntü kurgu değil; tamamen doğa ve nesnenin birbirlerine müdahale etme süreçleri ve bu sürecin kimi anlarında yakalanan görüntüler izledikleriniz. Doğanın kendi organizmasına ait olmayan nesneleri kendisinin bir parçası olarak içine katma eğiliminin göstergesi olarak da görülebilir bu fotoğraflar. Seçkin Uysal’ın yakaladığı her görüntü, gündelik yaşamda sıkça kullandığımız nesnelerin birer atığa dönüştüğü andan itibaren girdiği serüvenin sonucuna el atıyor bir bakıma. Bu nesneler, bir diş fırçası, bir eldiven, bir maske, onlarca izmarit ya da bir bütün ekmek olabiliyor. Ama tüm bu nesneler doğanın içine dahil oldukları andan itibaren gerçek işlevlerini yitirip bambaşka bir gerçekliğe dönüşüyorlar. Sergide, doğanın bu dönüştürme işleminin farklı biçimlerinin izi de takip edilebilir. Doğa kendisine ait olmayan bir nesneyi kimi zaman paslandırarak, kimi zaman kamufle ederek, kimi zaman küflendirerek, kimi zaman ise eriterek dönüştürme yoluna gidiyor. En ilginci bu sürecin sonucunda ortaya çıkan görüntünün yarattığı estetik ve şiirsel duygu. Tam bu noktada belki de fotoğrafın masallaştırma gücünden söz etmek gerekiyor; sanatçı da sergiye zaten masal tarihinin en güzel hikayelerinden biri olan “Uyuyan Güzel” adını vermiş. Şiirsel ve masalsı yanı ağır basan bu fotoğrafların gerçekten de Uyuyan Güzel masalında olduğu gibi gerçeğe ve eski hallerine dönüşmeleri için bir öpücüğe ihtiyaçları var. Ama doğa onları o denli başarılı dönüştürmüş ki, o öpücüğü kondurmamak belki de en doğrusu... Fotoğrafçının gerçeği değil, gerçeğin görüntüsünü sunan; izleyicinin de gerçeği değil gerçeğin görüntüsünü görmek isteyen ve bundan haz duyanlar olduğunu bir kez daha hatırlayabiliriz bu sergiyi izlediğimizde. Ama serginin bütünü sadece fotoğraflardan oluşmuyor. Seçkin Uysal, “Kırmızı” adlı videosunu da sergiliyor Kargart’ta... Hem videolarının hem de fotoğraflarının ortak bir dürtüden yol aldığını söyleyebiliriz Uysal’ın: Merak.... Tıpkı fotografladığı doğa ve nesne ilişkisinde olduğu gibi “Kırmızı” adlı videosunda da bireyin nesnelerle ve diğer bireylerle kurduğu iletişim üzerine kafa yoruyor sanatçı. İnsanın röntgenleme, bakma ve bundan haz alma arzusunu harekete geçirecek sanal bir ortam yaratıyor ve tam da merak ve hazzın devreye girdiği anda bu iki duyguyu tatminsiz bırakan bir imgeyle karşılık veriyor izleyenlere. Seçkin Uysal’ın Kargart’taki bu ilk kişisel sergisinin danışmanlığını Beral Madra, sergi tasarımını ise Ebru Şenol üstleniyor. Kadıköy’de daha doğrusu “karşı yakada” yok denecek kadar az gerçekleşen güncel sanat etkinliklerinden biri olduğu ve daha da önemlisi doğanın dönüştürme gücüne masalsı bir biçimde şahitlik etmek için bu sergiyi mutlaka görün. Kargart, “Seçkin Uysal “Uyuyan Güzel”, 119 Nisan tarihlerinde ve hergün 12.0024.00 saatleri arasında izlenebilir. Kadife Sokak, No: 16 Kadıköy, 0216 449172526 İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu, Mustafa Doğan Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle