22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 5/12/07 16:00 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK Engelli değil kör ve sağır bir insanım Dünyada sadece 52 kişide görülen bir hastalığa yakalandığında üniversite son sınıftaydı Murat Kefeli. Gazetecilik hayalini hastalığıyla kaybetse de yazmaya başladı. Şimdi tek amacı edebiyat dünyasında güçlü bir yer edinmek. Üniversite yıllarında gazeteci olmayı planladı. Kendisini bu hayale hazırladı. Okul bittiği yıl işitme kaybı başlayınca, hayalinden vazgeçip, bilgisayar programcılığına yöneldi. Bir süre sonra gözlerini de kaybedince, hayata yazarak tutunmaya karar verdi. Kendi öyküsünü anlattığı “Anne Neden Ben” geçtiğimiz ay pisaya çıktı. Sırada kuşak ve mezhep çatışmasını anlatan bir başka çalışması var; “Penceremden Gökyüzüne Bakarken”. O kitabı da 34 ay içinde tamamlamayı planlıyor. Kendisine işitme ve görme engelli denilmesini istemeyen 28 yaşındaki Murat Kefeli, “Ben, kör ve sağır bin insanım” diyor. Kefeli’nin şimdi tek amacı, edebiyat dünyasında güçlü bir yer edinebilmek. Bunun için, görmüyor ve duymuyor olmasına rağmen, her gün saatlerce çalışıyor. Murat Kefeli, üniversite son sınıftayken, işitme kaybı yaşadı. Hastalığa tanı konulması yıllarca sürdü. Sinir, kas testlerinin tümü yapıldı. Hatta anjiyo bile oldu. Hastalık bir türlü isimlendirilemedi. “Psikolojik bir durum” denildi ve Murat’ın deyimiyle deli hastanesine yatırıldı. Ancak bir süre sonra yeni testlere başlandı. Sonunda doktorlar hastalığın fiziksel olduğunu ve nöropatinin az görülen bir türünü yaşadığını söylediler. Dünyada sadece 52 kişide görülen ve Türkiye’de ilk olduğu belirtilen hastalık Murat’a şöyle tarif edildi: “Nasıl bir elektrik kablosunundaki koruyu madde eridiğinde kablolar birbirine çarpar, aynı şekilde Murat’ın da sinirlerinin üzerindeki koruyucu bir madde eriyor ve sinirler işlevini yitiriyor.” Doktorlar hastalığı tarif ederken, kabullenilmesi zor bir bilgi daha verdi aileye. “Bu hastalığın bir tedavisi yok. Çözüm sinirlerin yenilenmesi olabilir. Ancak bununla ilgili ne Türkiye’de, ne de Avrupa’da bir çalışma yok” dedi. Sesleri ve görüntüleri yitiren, çok sevdiği müzikleri dinleyemez, filmleri izleyemez, kitapları okuyamaz olan Murat, parmak uçları ve tabanlarında da his kaybı yaşıyor. Hastalığa hala alışmaya çalıştığını söyleyen Murat, süreci de şöyle anlatıyor: “Gözlerimi ve kulaklarımı bir sabah uyandığımda kaybetmedim. Yavaş yavaş oldu ikisi de. Bu benim için aslında bir alışma süreciydi. Kendimi karanlığa hazırlamaya başladım. Bilgisayarda fare yerine kısa yollarla çalıştım, zaten klavyeyi on parmak kullanabiliyordum. Duşa girdiğimde ışığı açmamaya başladım. Para kazanmak için neler yapabileceğime baktım. Bir kör telefonlara bakabilir ama ben aynı zamanda sağırım. Koku uzmanlığı yapabileceğimi düşündüm. Ama Türkiye’de öyle bir alan yok. Daha önce radyoda program yapıyordum. Ona devam edebilirim diye düşündüm. Şu halimle 6 ay programı sürdürebilirim. Fakat daha sonra kendinizi yenilemeniz, okumanız, gazeteleri takip etmeniz gerekiyor. Bunun olmayacağına karar verdim. Tek seçenek yazmaktı benim için.” Anne ve babasının kaldığı evin hemen altında, bir odada yaşayan ve neredeyse tüm işlerini kendisi yapan Murat için en zoru iletişim kurmak. Bu konuda kendi geliştirdiği alfabeyi kullanıyorlar. Anne, baba Murat’ın avucunun içine yazıyor anlatmak istediklerini. Bu arada Murat’ın parmaklarının her biri bir aile ferdini temsil ediyor. Anne, baba, abla, yeğenler geldiğinde Murat’ın elinde kendilerine ait olan parmağı tutarak geldiğini haber veriyor. Bir tek Prenses diye adlandırdığı, yeğeni Aslı’nın parmakta yeri yok Çünkü Murat onu kokusundan tanıdığını söylüyor. Murat, yazmanın dışında babasıyla su kabaklarından lamba yapıyor. Hafta sonu Prenses dediği yeğeni geliyor. Onunla filmler, kitaplar üzerine sohbet ediyorlar. Bu arada Murat’ın Prenses’ten aldığı bir söz var. O da lise bittiğinde, iletişim fakültesini kazanacak ve muhabir olacak. Sıradan olan her şey Murat için mucize gerektiriyor ve Murat film izlemeyi, koltuğuna oturup, kahvesini içerken, gazetesini okumayı, müzik dinlemeyi, aynada saçlarını düzeltmeyi özlüyor ve “Doğuştan kör ya da sağır olsanız, bunları özlemezsiniz. Ama ben hepsini yaşıyorum ve hepsinin tadını biliyorum” diyor. 6 8 ARALIK 2007 CUMARTESİ GÜRSU KUNT Yaşama bağlayan ritimler Ö zürlüler Vakfı, psikolojik, fiziksel ve mesleki gelişimi engelleyen çevresel ve sosyal engellerin kaldırılması ve ‘farklı olan’a saygıyı bir kez daha hatırlatmayı amaçlayarak bir dizi etkinlik düzenliyor. Bu etkinliklerden biri de Yaşar Morpınar’la ritim atölyesi. 2006 yılında zihinsel engelli çocukların anneleri tarafından, onların yaşama tutunmaları, üreterek yaşamla bağlarını arttırmalarını ZUHAL hedefleyerek 2006 yılında Tomurcuk Özel Eğitim AYTOLUN kurulan ve Rehabilitasyon Merkezi’yle ortaklaşa çalışma yürüten Morpınar’la Tomurcuk’ta buluştuk. Morpınar, kooperatife destek veren gönüllülerden. Zihinsel engelli çocuklara ritim atölyesi yaparak, konserlere hazırlıyor. Tomurcuk’a gittiğimizde atölye çalışması başlamıştı. Zihinsel engellilerden oluşan ritim grubundaki çocuklar, yaşadıkları başarma sevinci ve mutlulukla devleşmişti sanki. Çaldıkları ziller renklendirirken salonu, darbukalar da yüreklere dokunuyordu. 98’lik ritimler bir anlamda insanın kafasına kafasına vuruyordu. “Yaşamda hiçbir şey engel ve bahane olamaz”ın sesleriydi bunlar... “Gözlerime bakın” diyerek göz teması kurmaya çalışıyordu Morpınar. Çocuklar pür dikkat. Üretmenin verdiği haklı gururla bakıyorlar çevrelerine. Morpınar sayesinde onlarla tanıştık ve onların gözlerinden baktık dünyaya. Ve yine onlar sayesinde gördük ki yaşama sevinciyle beslenen gönüllülerin de bambaşka dünyaları var. Morpınar da onlardan biri... Yaşar Morpınar, yaşamını üst düzey bir yönetici olarak sürdürürken, 51 ülkeden topladığı birbirinden ilginç 204 müzik aletiyle oradan oraya koşuyor, projeler yürütüyor, zaman kavramını yıkıyor ve ‘engel’in engel olmadığını gösteriyor sürekli adın geçiyor, diğer evlerde de durum farklı değilmiş” demiş zihinsel engelli çocuklardan birinin babası. “Büyülenen onlar değil, benim aslında” diyor, “Daha önce hiçbir ilişkim olmayan zihinsel engellileri tanıyıp, onların birer sevgi yumağı, tertemiz birer sayfa olduğunu gördükçe onlara daha da çok bağlandım. Ritim ile terapi yapmak gibi. Ben enstrümanlarım ve üç kuruşluk ritim bilgimle bir çaba içindeyim. Bir konuda yeteneği, bilgisi, özelliği olan insanlar da keşke böyle bir çaba içinde olsalar. Keşke bu insanlarla haftada bir de olsa bütünleşseler. Çevremde de benim faaliyetlerime özenen, takdir eden oluyor ama bir de vakitleri olsa!..” Şimdilerde bir araba dolusu enstrümanla oradan oraya koşan Morpınar, her kullanımın ardından aletleri tek tek çıkarıp siliyor, kurulayıp bir sonraki aktivitede kullanılmak üzere kaldırıyor. “Kırılırsa ikamesi zor, hatta imkansız olan parçalar da var ama bir de kime, ne amaçlı bir yararı dokunulduğu düşünülürse, varsın kırılsın..” diyor vazgeçmeyeceğini söylediği tutkusuyla ilgili. vurmalılarından Djembe, Sabar, Tama (Talking Drum), Udu drum, Fas, Mısır, Bahreyn ve envai çeşit Türk darbukaları, İran koltukaltı, Azeri, Kolombiya, Ramazan ve Çingene davulları, İsviçre Hang’ı, Avustralya Aborjinlerin Dijiridoo’su, Vietnam ve Kamboçya üflemelileri, İsveç Flütü, İran Santuru, Hindistan tablası, İspanyol Cajonu, Tibet zili, Kızılderili sallamalıları, Kudüm bunlardan bazıları. GÖNÜLLÜ EĞİTMENLİK 1.5 yıl önce Galata Derneği Yöneticisi Cem Tüzün’ün “Senin şu meşhur koleksiyonu derneğimize getir de insanlara müzikal bir sunuş yapalım” demesiyle bir kamyonet dolusu enstrümanı Galata Derneği’ne taşımış Morpınar. Galata söyleşisinin hemen ardından Prof.Dr. Lütfiye Eroğlu’nun koordinatörü olduğu Kültür Karıncaları’nın 2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi’nde yer almasını teklif etmesiyle gönüllülük süreci başlamış. “Yaşar bey, bizim çocukları büyülemişsin, evde Kültür karıncaları Yaşar Morpınar, zihinsel engelli çocuklara eğitim veren Tomurcuk Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi yaklaşık 5.5 aydır ara vermeden her cumartesi 2.5 saat perküsyon çalışması yapıyor. ‘Tomurcuk İstisnalar Müstesna Perküsyon Grubu’ adını verdikleri ekiple ilk konserlerini 16 Kasım’da Tomurcuk Gecesi’nde veren topluluk, ikinci performanslarını da 6 Aralık’ta Harbiye Askeri Müze’de Özürlüler Vakfı’nın Özürlüler Haftası açılış konserinde gerçekleştirdiler. Yine aynı grup ile 11 Şubat Dünya Ritim Günü ve 15 Haziran’da Galata Kulesi’nin meydanında Galata Şenliklerinde konser verecekler. Morpınar’ın gönüllü olarak yürüttüğü bir diğer proje de Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın Kültür Karıncaları projesi. Kısıtlı sosyo ekonomik bölgelerdeki ilköğretim okullarında, 2010 yılına kadar 2010 öğrenciye ulaşarak İstanbul’un ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmasının 4 ögesi olarak seçilen hava, su, toprak ve ateş temalarından su temasını ritimlerle hayata geçirecekler. İçinden deniz geçen şehir İstanbul’da suyun öneminin ritimsel boyutunu, konuyu çağrıştıran ve akılda kalıcı hale getiren çeşitli enstrümanları tüm katılımcı öğrencilerle birlikte kullanacaklar. Yaklaşık 1 yıl önce başlanan bu proje için her Cumartesi ve Pazar çalışmalar sürüyor. Yakında da yetenekli öğrencilerle toplu bir ritim konseri vermeyi planladıklarını söylüyor Morpınar. Ayrıca Paşakapısı Kadın Ceza ve İnfaz Kurumu Müdürü Güngör Altın ve uzman psikolog Yücel Sözer işbirliğiyle cezaevinin sosyal aktiviteleri kapsamında ritim atölyesi yapan Morpınar, “Paşa Gönüllü Kadınlar Ritim Grubu”nu kuracaklarını söylüyor. Morpınar, bugün saat 16.00’da Galata Derneği’nde bu üç projede yer alanlarla bir de söyleşi gerçekleştirecek. Tüm bunların yanı sıra Sivil Toplum Kuruluşları’ndan gelen müzikli sohbet ve konser davetlerine itirazsız katılan Morpınar’ın gelecek planları arasında, Beyoğlu 75.Yıl Çocuk ve Gençlik Vakfı’ndaki sokak çocukları ve Mor Çatı Kadın Sığınma Evi için projeler de yer alıyor. BİR MÜZİK TUTKUNU Yaşar Morpınar, ODTÜ Kimya Mühendisliği 78 mezunu. Son 4 yıldır da üst düzey yönetici olarak çalışıyor. Onu ilginç kılan 25 yılda 51 ülkeden topladığı ağırlıklı perküsyon olmak üzere 204 müzik aletiyle 8 yıldır çaldığı müziği sosyal projelerde kullanıyor olması. Kolleksiyonunu arabasına yükleyip, zihinsel engelli çocuklarla kurduğu ‘Tomurcuk İstisnalar Müstesna Perküsyon Grubu’na oradan kısıtlı sosyo ekonomik bölgelerdeki ilköğretim okullarından çocuklarla 2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri için hazırladıkları Kültür Karıncaları projesine ve Paşakapısı Kadın Ceza ve İnfaz Kurumu’nda “Paşa Gönüllü Kadınlar Ritim Grubu” ile yaptığı ritim atölyesine gönüllü olarak koşuyor. Vurmalı çalgılara tutkusunun çocukluğunun geçtiği Kasımpaşa’ya dayandığını söylüyor Morpınar. Küçüklüğünde yaşadığı bu semtteki romanların özellikle macun satarken ki klarnet, keman ve darbuka ile kitleyi etkileyen ‘müzikal pazarlama teknikleri’ni icraları esnasında gözünü darbukacıdan ayıramazmış hiç. O günden bu yana da perküsyon aşkıyla yaşıyor Morpınar. Kasımpaşa yıllarında annesinin Eyüp’ten aldığı toprak darbukanın ruhuna, 70’li yılların başında Okay Temiz’i bir konserde izleyerek, kendisine hayran kalışı eklenince başlamış Morpınar’ın kolleksiyonerliği. Kolleksiyonunun annesinin hediyesinden sonra ilk enstrümanı bakırdan dövme Antep darbukası ile de 25 yıldır toplamaya devam ediyor. Sallanan, silkelenen, üflenen, titretilen, vurulan ve bunları yaptıkça da birbirinden değişik sesler çıkaran onlarca aleti var. Afrika İLK KİTABI PİYASADA Önce hastalığıyla ilgili küçük küçük notlar almaya başladığını, bunu bir anlamda da doktorlara kendisini daha iyi ifade etmek üzere yaptığını söyleyen Murat, ardından kitap yazma fikrinin doğduğunu söylüyor. Kendi hikayesini yazdığı kitabı önce iki bölüm halinde çıkarmayı düşündüğünü belirten Murat, gözlerini düşündüğünden hızlı kaybedince, bir kerede çıkarıyor hepsini. İkinci kitabı Hayal Adası’nı yeğenleri için yazdığını söyleyen Murat Kefeli, “Bu daha çok yeğenlerim için deneyimlerimi yazdığım bir çalışma. Aşk, güçlü olmak, üniversite, siyaset üzerine. Belki bu basılmaz ama internet üzerinden yayınlanabilir. Penceremden Gökyüzüne Bakarken adlı bir diğer çalışmamı 34 ay içinde bitirmeyi düşünüyorum. Kuşak ve mezhep çatışmalarını içeren bir kitap” diyor. Yayıneviyle yapılan anlaşma gereği, Murat’ın kitabının satışı 2 binin üzerine çıktığında, Murat da satıştan pay almaya başlayacak. Bu onun için çok önemli. Murat yazmanın kendisi için bir çıkış yolu olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Alternatif fazla olmayınca, yaptığınız işte de başarılı oluyorsunuz. Kulaklarımın olmaması, beni iyi bir bilgisayar programcısı yaptı. Şimdi gözlerim de yok. Ama yazıyorum. Belki bundan sonraki kitaplarda geriye dönüp baktığımda, ilk yazdıklarımı çok amatörce bulacağım. Daha çok pişmek için de yazmaya devam edeceğim. Okuyucunun vay be demesi benim için çok önemli.” Murat, en sevdiği yazarların Aziz Nesin ve Yaşar Kemal olduğunu söylüyor. Ayrıca kütüphanesinde Nazım Hikmet’in ve Uğur Mumcu’nun tüm kitapları var. Bir de yüzlerce filmden oluşan, zengin bir arşivi. Murat’ın bir de yapılacaklar listesi var. Bunun başında da Paris ve Eyfel Kulesi’ne gitmek yer alıyor. Ancak artık gitse bile sadece kuleye dokunmakla yetineceğini söylüyor. Bir de paraşütle atlamak var. Ama bunun da olanaksız olduğunu söylüyor. Anne Şadiye Kefeli ise Murat’ı sağlığına kavuşturmak için çok sayıda doktora gittiklerini, ellerinde ne var yoksa sattıklarını o yüzden de içinin rahat olduğunu söyleyerek, “İyiki elimizde satacak bir şeyler vardı. Ya olmasaydı. İşte o zaman kafamda hep soru işareti kalırdı. Acaba bir doktora daha gitsek, durum daha farklı olur muydu diye düşünürdüm. Şimdi içimde öyle bir kuşku yok” diyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle