25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 3/10/07 15:58 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 6 EKİM 2007 CUMARTESİ 7 Fotoğraf: SERDAR AĞIR Ankine Hanım’ın ailesi kantocu olduğu ve Müslüman biriyle evlendiği için kızlarını reddetmiş. Ömer Bey de yıllarca çevresinden sevdiği kadının kimliğini gizlemiş. Ailesine Ankine’yi ‘Aylin’ olarak tanıtmış. Bugün 29 yaşında bir çocukları var ama onların çevreye ve toplumsal değer yargılarına karşı savaşı bitmemiş. Aksak ritimli kanto Sollama bozulursun Varoşların kendini ifade etme yollarından birisi de otomobiller. Çevresinde saygınlık ve prestij kazanmak adına kimi ‘modifiye’ arabasına yazı yazdırıyor, kimi birbirinden ilginç objeler yerleştiriyor Doğan görünümlü şahinlerin gündemde olduğu yıllarda, araçların arkasında da çeşitli yazılar görülmeye başlandı. Arabesk ve popüler kültür karışımı yazılar, zamanla, varoşların kendini ifade etme yolu oldu. Türkiye’nin her yerinde, gün içinde herkesin gözüne en az bir kez çarpmıştır bu yazılar. Sevgilisinin adından, askeri bilgilere, şarkı sözlerinden, alaylı sorulara dek şiirsel tümceler içeren yazılar, araçların süsü olarak kullanılıyor. İbrahim Erkal’ın “Canısı”, Mahsun Kırmızıgül’ün “Bebeğim” şarkılarının piyasaya çıktığı günlerde, özellikle Şahin ve Serçe’lerin arka camlarında bu sözler dikkat çekmeye başlamıştı. Bundan öncesinde ise Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay’ın minibüslerdeki rekabeti ön plandaydı. “Modifiye” diye nitelendirilen araçlarda, kollarını dışarı sarkıtarak son ses tekno müzikle coşarak gezen gençler, görüntülerinin dışında araçlarına yazdırdıkları yazılarla da en az dinledikleri ve çevreye dinlettikleri müzikler kadar dikkat çekiyor. Çelik jantlar, pencerelere takılan perdeler, değişik renklerde ışıklandırmalar... Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ercan Tatlıdil’e göre, kişi, aracındaki süslemelerle kendini ifade etme yolunu seçiyor. Bu kişilerin en büyük özellikleri ise aynı tür müzik dinlemeleri. Gürültüyle karışık aracın dışına taşan müzik, insanların şaşkın bakışlarını üzerlerine çekiyor. Sürücü farklı bir ruh haline bürünürken aynı zamanda beğenilme duygusuyla “tatmin” oluyor. Bazen arkadaki otomobile gönderme yaparak “çatla emi” yazısı, bazen de, lisede okuyan platonik aşkına aracının arka camında mesaj vermesinin altında yatan sosyolojik nedenleri Tatlıdil, “Orta sosyal çevrede yaşayan hiç kimse arabasının arkasına kafa sallayan köpek koymaz. Ancak bazı kesimlerde bu yaptığı konum ve saygınlık kazanmasını sağlıyor. Başka bir çevre de ise alay konusu olabiliyor” diye yorumluyor. Tatlıdil, Hollanda’ya araştırma yapmak için gittiği dönemde Türk mahallesine nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor: “1979’da Hollanda’da araştırma yaparken, Türk mahallelerinin konuşlanmalarını arıyorum. Bir baktım yoldan bir araba geçiyor. El sallayan, kafa sallayan aksesuarlar var içinde. ‘Tamam’ dedim. ‘Ben bunları takip edeyim.’ Onların gittiği yere kadar gittim, bir baktım tüm sokaklarda çamaşırlar asılmış. Burası bir Türk mahallesiydi.” Belli bir sosyal çevrenin insanlarının eşyayı işlevlerine göre kullandığını, bazı sosyal kesimlerde ise eşyanın kişinin kimliğiyle bütünleştiğini belirten Tatlıdil, “Alt sosyal çevrelerde eşya zamanla kimliğin bir parçası haline gelir. Arabasına bakar sürekli, temizliğini yapar, ona ‘özel’ jant takar. Fazladan ampuller, ışıklar, takmak sosyal sınıf değerlerini gösteriyor. O değerler de saygınlık kaynağı oluyor. ‘Babam sağ olsun’ yazısı babasının almış olduğu aracı simgeliyor. ‘Sollama bozulursun’ yazısıyla ‘ben hızlıyım’, ‘benim aracım çok iyi’ ve ‘ben çok iyi bir şoförüm’ demek istiyor.” Özellikle dolmuşlarda ve “modifiye” araçlarda bu durumun görülebileceğini belirten Tatlıdil, “Birey, araçta kimliğinin yansımasını, çevrede tanınmasını ister. Bu, kişilik özelliklerinin yansımasıdır. Yüksek sesle müzik açılır, el camdan dışarı çıkar, direksiyon tek elle tutulur, koltuk arkaya doğru yaslanmıştır. Bu tip araçlarda mutlaka aksesuar da görürsünüz. Jantlar genelde alım gücüne göre şekillenir. O, saygınlığını artırabilmek amacıyla onu değiştirir ona farklı bir misyon verir. O misyon araca yüklenmez aslında kişinin araçta kendini görmesidir. Bazı araçlarda perdeler görürsünüz. Araçla kişinin kurmuş olduğu ilişkiler, kişinin kullanmış olduğu araca yüklediği anlamı ortaya koyar. Bu anlamın arkasında mutlaka kişinin o sosyal çevrede o araçla kazanmış olduğu prestij vardır” diye konuşuyor. Bu tip insanların sevgiyi ifade etme tarzlarının başka sosyal kesimlere göre “taciz” olarak değerlendirilebileceğini de vurgulayan Tatlıdil, şunları dile getiriyor: “Sevgiyi ifade etme tarzı sahip olduğu kişiliğin özelliklerinin yansımasıdır. Tanımadığınız güzel bir hanım görseniz ‘çok şıksınız efendim’ dersiniz. O adam da duygularını ifade edecektir. Şu cümleyi kurar: ‘Abla bi ihtiyacın var mı?’ bu aradaki fark cinsel tacize girerken bir başka çevrede saygınlık kaynağı oluyor. Bu çevrede ‘çok şıksınız’, ‘ışık saçıyorsunuz’, ‘bu sabah sizi görmek bizi mutlu etti’ gibi sözler iltifat ve kompliman olarak değerlendirilir. Öbür tarafta, yapılan farklı bir duruma giriyor. Sosyal çevre insanın nerede ne yapacağına ilişkin referans oluşturuyor. O mahallede kabul gören değerleri neyse onu paylaşıyor.” Hayatı boyunca belli sosyal çevreye gelmiş bir insanın aracının arkasına sallanan köpek kafası koymayacağını vurgulan Tatlıdil, şunları kaydediyor: “İçinde yaşadığı çevrede eşya saygınlık getirecek bir nesne haline gelmiştir. Sahip olunan, paylaşılan, ‘konum’ getiren yazılar kullanır. O süslemelerle kendi iç dünyasını yansıtır. Araç araçlıktan çıkar kendini ifade etme aracı haline gelir.” K ız Ermeni, sevdiği adam ise Müslüman. İki tarafın ailesi de evliliğe karşıdır. Üstelik kız bir de kantocu olmak ister. Yıl 1977. Aşk galip gelir. Aileler reddetse de vuslat gerçekleşir. Ama mücadele bitmez. Onların hikâyesi ‘aksak ritimli kanto’ gibi sürer gider. Samatyalı Ankine ile eşi Ömer Uğur’un dillere destan aşk hikayesi, Samatyalı Ankine’nin kantoya olan tutkusu 30 yıl sonra bir belgesele konu oldu. Yönetmen Yasin Ali Türkeri, Kültür Bakanlığı’nın da desteğiyle ZUHAL Ritmi: Aksak’ AYTOLUN ‘Hayatın adını verdiği filmiyle, önce kantocu olmak istediği için ailesi ve çevresi tarafından küçümsenen, daha sonra da sevdiği adamla evlenmek istediği için dışlanan Ankine’nin 30 yıldır hiç eksilmeden devam eden aşkını ve yaşamda sadece istedikleri şeyleri yapmaya çalıştıkları için yalnız bırakılan çiftin hikâyesini anlatıyor. 52 dakikalık belgeselde Samatyalı Ankine’nin yaşadığı tüm zorluklara rağmen ayakta kalabilme mücadelesi, aidiyet duygusunu yaşayamadığı dünyası ve izole yaşamı; kendisi, ailesi ve yakın çevresi üzerinden gözler önüne seriliyor. Çevrelerine karşı ördükleri duvarın ardındaki gerçek hikâyelerini, Ankine ve Ömer Uğur çiftinden dinledik. EMRE DÖKER MÜCADELE DOLU YAŞAM Samatyalı Ankine Hanım, 50 yaşında. Çocuk yaşlardaki müziğe ilgisi ile ilkokul yıllarında piyano, mandolin ve gitar dersleri alarak, radyoda müzik programlarını, piyesleri takip ederek geçirmiş vaktini. Âşık Veysel’den türküler söyleyen annesini dinler, babası kaval çalarken dizinin dibinde otururmuş. “Kendimi bildim bileli benim yaşamım hep müzikle geçmiştir. Ruhumun içinde böyle bir tutku olduğunu hep hissediyordum zaten” diyor Ankine Hanım. 9 yaşlarındayken mahallenin çocuklarını etrafına toplayarak, “İşte karşınızda Ankine” takdimiyle onlara gösteriler yaparmış. Yaşı ilerledikçe evde dikiş yaparak, plak satın almaya başlamış. 20’li yaşlarda tanıştığı Ömer Bey’e tutkuyla bağlanmış Samatyalı Ankine. Ve yine aynı dönemde yarışmalara katılmaya başlamış. O zamanlar filizlenmiş içinde kanto aşkı Ankine Hanım’ın. Katıldığı çeşitli ses yarışmalarının dördünden birincilik, birinden de ikincilik almış. “O dönemde başlamıştı aslında aksilikler. Ömer Bey, katılmamı asla istemiyordu. O yanımda olmasa da katılacağımı bildiği için yine yanımda geliyordu ve çok tepkiliydi benim kanto yapmama” diyor. Ömer Bey, hep karşı çıkmış Ankine Hanım’a. Ailesi ile kanto aşkı yüzünden arası açılan ve ailesinin küçümseyip, aşağılayıp reddettiği Ankine Hanım, ‘Belki bir şeyler düzelir’ diye düşünmüş hep. Ailesinden çekinerek ve korkarak yaşamaya başlamış artık. Ancak durumu öğrenen ailesi ‘Bizim ailede kantocu yok’ diyerek son noktayı koymuş. Ailesinden gizli düğün salonlarında veya gazinolarda takma adıyla Aysun Işık olarak sahneye çıkan Ankine Hanım, Ömer Bey’le evlenmek istediğini söylemiş ailesine. Ailesinin ‘Müslüman bir erkekle evlenemezsin’ tepkisi karşısında yaşama karşı yine gardını düşürmemiş Ankine Hanım. Yılmamış savaşmış, susmamış söylemiş, kabul ettirmeye çalışmış ama nafile. Yine bir aksaklık çıkmış karşısına. Tıpkı 98’lik aksak ritimli kantoda olduğu gibi... Engelleri yıkar geçerim! Ailesinden önce kanto sonra evlenme tercihi nedeniyle dışlanan Ankine Hanım’a tepkiler bitmemiş hiç. Baskılar sadece sözlü olarak değil engellemelerle sürmüş. “Düğün salonlarında, eğlencelerde çok az paralarla sahneye çıktım. Tam çıkış yapacağım noktada da ablamın eşi engel oldu. Kısıklı Güzel İzmir Gazinosu’nun sahibiyle görüşüp, en ihtiyacım olduğu zamanda beni işten çıkarttırdı. Orası benim çıkış yapacağım, adımı duyurabileceğim yerdi” diyor Ankine Hanım. Ama, “Asla vazgeçmedim. Aşağılandım, küçümsendim ama bunlar ayıp değil. Gizlenecek ya da saklanacak şeyler hiç değil. Ben zaten hep küçük düşürüldüm tercihlerim sebebiyle. Ne kantodan vazgeçirebildiler, ne de aşkımdan” diyebilecek ve yaşamını da bu yönde kurabilecek kadar da güçlü bir kadın Ankine Hanım. ‘O benim her şeyim’ dediği Ömer Bey, kanto yapmasını istememesine rağmen, aralarında çıkan şiddetli kavgalarla bile vazgeçmeyen Ankine Hanım’ın tutkusunu görerek kabullenmek zorunda kalmış ve bir an olsun Ankine Hanım’ı yalnız bırakmamış. Hatta 3 yaşlarındaki oğulları Arda bile, bırakacakları kimse olmadığı için geceleri annesinin sahne aldığı yerlere gitmek zorunda kalmış. Bankacılık yapan Ömer Bey, Ankine Hanım’ı eşinden dostundan saklar olmuş. Keza Ömer Bey’in ailesinden de saklanmış bazı gerçekler. İki kişi kalmışlar yaşamda. Daha çok kenetlenmişler birbirlerine. Ömer Bey, çevre baskısından çekinmiş, kabullenememiş, zaman zaman şiddet dahi uygulamış ama bir yandan da desteğini esirgememiş. Ek işlere başvurmuşlar hep, geçinebilmek için. Su satmışlar, garsonluk yapmışlar, gündüz veznede görev yapıp akşam sahneye çıkmış Ankine Hanım, Ömer Bey’de sahne arkasında oğulları Arda ile onu izlemiş. “Ben olsaydım çoktan pes ederdim” itirafında bulunuyor Ömer Bey. Ankine Hanım ise haykırıyor içindeki mücadele aşkını: “Ben pes etmem arkadaş... Ben olayların üzerine giderim. Yıkar geçerim engelleri.” Neler kazanmış, neler yitirmiş, artık hesabını tutmuyor Ankine Hanım. ‘Mücadele etmekten aşkımızı bile yaşayamadık’ diyor ama hala da kararlı doğru bildiği değerlerin peşinde koşmaya. Ne Ermeni, ne Türk, ne Müslüman ne Hristiyan... İnsanların insan olarak varolabileceği, mutlu olacağı meslekleri yapabileceği, başkalarının kabullenemediği değerler yüzünden yalnızlığa itilip kimsesiz kalmayacağı, illa Ömer Bey’le yaşayacağı ve illa kanto yapacağı bir yaşam kurabileceğini göstermek istiyor bu belgeselle de. “21. yüzyılda Samatyalı bir kantocu gelmiş geçmiş buralardan. Bu bilinsin istiyorum” diyor gözleri dolarak. 30 yıllık kanto yaşamında Alaattin Şensoy, Hayri Pekşen, Eyüp Uyanıkoğlu, Mediha Şen Sancakoğlu, Bülent Oral, Arif Sami Toker, Hüdai Aksu gibi isimlerle çalışmış olan Samatyalı Ankine, unutulmamak, paslanmamak, yaşlanmamak, yaşlandırılmamak için, dans etmek istediğini dile getiriyor her fırsatta. “Dans etmek, kanatlarımı takıp uçmak istiyorum. Durdurmayın beni, önüme engel koymayın, imkân sağlayın engelleri aşar geçerim. Doyamadım kantolara. Ben kantoyla güçlüyüm, kantoyla varım” diyor ve bir anda başlıyor Erol Büyükburç’un kendisi için yazdığı kantoyu seslendirmeye: “Samatyalı Ankineyim Kantoların delisiyim Alınyazım böyle imiş Siz söyleyin ben nideyim” BU ANLATILMALI! ? Samatyalı Ankine’yle 4 yıl kadar önce, Edward’ın Armonisi belgeselinin çekimleri sırasında Goethe Enstitüsü’ndeki konserde kanto yaparken karşılaşan Yasin Ali Türkeri, “Hala kantocu var mı?” diye düşünmüş önce. 1970’lerden bu yana kanto geleneğinin hem izleyici hem de icra eden açısından bittiğini düşündüğü sırada Samatyalı Ankine’yi görmek onun için yeni bir dosya olmuş. Ancak tanıştığında bambaşka bir dünyanın içine girmiş. Bir mücadeleler ve tutkular dünyasına... “Ankine Hanım’ı gördüğümde akıntıya karşı kürek çekiyordu sanki. Ancak tanıştığımda gerçekten durumun böyle olduğunu deneyimledim. Hikâye farklılaştı. Hem Ankine’nin dansı hem de Ömer Bey’le evlilikleri, katmerli bir izolasyonu gösterdi bana. Tutkuyla bağlı oldukları değerler, onların yalnızlıkları olmuştu. Bu anlatılmalı diye düşündüm” diyor. Ankine Hanım, çok sevdiği ve uğruna çok mücadele ettiği eşi Ömer Bey’le... (Fotoğraf: UĞUR DEMİR)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle