27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 10/10/07 16:30 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 13 EKİM 2007 CUMARTESİ rih Ta Fanatizmin savaşı eçen hafta 820. yıldönümü vesilesiyle, Kudüs’ün Selahattin Eyyübi tarafından Haçlılardan geri alınmasını anlatmışım. Bu hafta, bu tarihten 88 yıl önce, Kudüs’ün işgal edilişiyle sonuçlanan Haçlı seferlerinin, yani tarihin yaşadığı en barbar akınlardan biri olan bu sürecin gelişimini irdelemek istiyorum. Avrupa’da (sonraki hafta irdeleyeceğim) bir dizi nedenle fanatizmin yüksel(til)işinden sonra Papa Urbanus II., 1828 Kasım 1095’te topladığı Clermont Konsili’nde resmen Haçlı Seferi ERDOĞAN çağrısında bulunacaktı. Urban Clermont Konsili’ndeki AYDIN konuşmasında, tüm Hıristiyanlara iki hedef belirtiyordu: Doğu Hıristiyanlarına yardım ve Kutsal toprakların kurtarılması! Başka bir deyişle Anadolu’nun ve Kudüs’ün zaptı. Urban, Türklerin İstanbul için ne derece tehlikeli olduğunu mübalağalı bir şekilde anlatıyor ve Doğulu Hıristiyanların Batılı kardeşlerinden yardım beklediğini söylüyordu. Düşüncesine göre İspanya’da Müslümanlara karşı sürdürülen savaş ile doğuda yapılacak mücadele eşdeğerde idi: “Hıristiyanları bir yerde Müslümanlardan kurtarıp başka bir yerde Müslümanların mezalim ve baskısına maruz bırakmak fazilet değildir.” Haçlı çağrısı yaparken Urban, ayrıca bu seferin büyük bir hac yolculuğu olacağını belirtiyor, bu sefere katılacaklara günahlarından af ile kilisenin hacıların şahısları ve malları için daha önce vermiş olduğu koruma güvencesini tekrarlıyordu. (I. Demirkent, Haçlı Seferleri Tarihi, s.89) e ç G Haçlıların Kudüs’e Ettiği Fatihlerin bu üç dinin kutsal şehri Kudüs’e reva göreceği şiddet korkunç olacaktır: “Haçlılar, zincirden boşanmış deliler gibi yolarda, evlerde ve camilerde oradan oraya koşturup önlerine çıkan herkesi, erkek kadın veya çocuk olsun hiç fark gözetmeden durmadan öldürüyorlardı. Katliam bütün öğleden sonra ve izleyen gece içinde devam etti. Mescidül Aksa’dan sarkan Tankred’in sancağı da, oraya iltica etmiş olanlara hiçbir himaye sağlamadı. Ertesi sabah güneş doğarken buraya zorla giren bir haçlı güruhu, içeride kimi bulduysa yere serdi. Tarihçi Raimundus aynı sabah tapınakların bulunduğu mahalleye giderken cesetler ve dizlerine kadar çıkan kan birikintileri içinden geçmek zorunda kalmıştı.” (Runciman, age., c.I, s.221) Vahşet Müslümanlarla sınırlı kalmaz: “Kudüs Yahudilerinin durumu da aynı derecede korkunç olacaktı. Bunların çoğu, çarpışmaların ilk saatlerinde, kentin kuzeyinde bulunan mahallelerinin savunmasına katılmıştır. Fakat evlerine doğru çıkıntı yapan duvar cephesi çöküp, sarışın şövalyeler sokakları işgal etmeye başlayınca, Yahudiler dehşete kapılmışlardır. Cemaatin tümü, atalardan yadigar bir hareketle dua etmek üzere en büyük havrada toplanmıştır. Frenkler bunun üzerine bütün çıkışları kapatmış, sonra da bu çıkışların etrafına odun yığıp ateşe vermişlerdir. Dışarı çıkmaya çalışanlar, civar sokaklarda öldürülmüşler, diğerleri canlı canlı yakılmıştır.” (Maalof, age., s.13) Kurtarılmaya gelinen Doğu Hıristiyanları da bu fanatizmin etkisinden kurtulamayacak, geçmiş günleri aratan ağır bir baskı ve dışlanma yanında, en küçük bir muhalefette ağır işkencelere uğrayacaklardır. Nomiku, sefer süresince yaşananlara ilişkin “Asırlardır Bizanslılar ve Araplar savaşıyorlardı, ama taraflardan hiçbirisi kendisini böylesine adi ve hayvanca bir derekeye asla indirgememişti” diye yazacaktır. İÇİNDE SÜT VE BAL AKAN ÜLKE Birkaç yıldır Papa’nın desteği ve yönlendirmesiyle Avrupa kentlerini dolaşan ajitatör keşiş Pierre I’Hermite’in dinleyicilerinden pek çoğu, onun kendilerini içinde bulundukları sefaletten kurtarıp Mukaddes Kitap’ın, içinde süt ve bal aktığını bildirdiği ülkeye götürmeyi vaat ettiğine inanıyorlardı. Burada yolculuk sert şartlar içinde ve güç geçecekti. Deccal’in orduları ile baş edilmesi lazımdı. Fakat hedef, altın ve pırıl pırıl parlayan Kudüs idi. (S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, c.I, s.90) Pierre I’Hermite gibi fanatiklerce yürütülen bu dinsel koşullandırma kampanyaları, çok büyük problemlerle boğuşmakta olan halkta ve asilzadelerde ciddi bir etki yaratmıştı. “Halkın o sıralarda göstermekte olduğu coşku ve heyecanın tarifi mümkün değildi. Kitlesel bir deliliğe yakalanmıştı insanlar. Bunlardan zekaca en geri olanları ancak bu suretle cennete gidebileceklerine inanırken bir kısmı da gidecekleri o bilinmez memleketlerde kolaycasına zengin olup döneceklerine, bazıları da kendilerini istismar eden feodal efendilerinin gaddarlıklarından ancak bu suretle kurtulabileceklerine inanmakta idiler.” (H.A. Nomiku, Haçlı Seferleri, s.24) Yürütülen kampanyalar Avrupa’da öylesine çok etkili olur ki, kısa zamanda 1 milyon 300 bin civarında gönüllü toplanır. “Tüm bu güruh, kökleşmiş kararlılığını vurgulamak için, kalın çuha kumaştan haçlar keserek elbiselerine iliştiriyor ve bu nedenle kendilerine ‘Haçlılar’ lakabını uygun görüyordu. Yaratılan bu cinnet atmosferinin ilk kurbanları ise Fransa’daki Yahudiler olacaktır. Böylece kimsenin karşı durma cesareti gösteremeyeceği bir hegemonya sağlandıktan sonra, ‘Sans avoir’ (çulsuz) lakaplı asilzade Walter ve Keşiş Pierre gibi fanatik maceracıların öncülüğündeki ilk düzensiz Haçlılar yola koyulurlar. Oysa onlardan yardım isteyen Bizans da dahil olmak üzere dünyanın diğer yerlerinde böylesi bir fanatizm söz konusu değildi. Nitekim Balkanlara girip de, oradaki Ortodoks halkın kendi amaçlarıyla ilgilenmediği gibi herhangi bir haraç vermeye de yanaşmadığını görünce davranışlarını değiştirip tam bir vahşet ile etrafı talan etmeye başlayacaklardı” (age., s.28) eaydin?cumhuriyet.com.tr 1 Kudüs’te tapınağın tahrip edilmesi 2 Yahudilerin kellelerinin kesilmesi 3 Haçlı seferlerinin 1200’lü yıllarda İngiltere’de başlanan, 14’üncü yüzyılda İspanya’da bitirilen tasviri SAVAŞ DÜZENİNDE VE MIZRAKLAR HAVADA Artık Hısnelekrat (Kürtlerin Kalesi), Arga, Sayda gibi birkaç istisna hariç, çevre halk ve emirler için karşı çıkılamaz bir “afet” konumu elde etmiş olan Frenklere karşı direniş göstermez. Hâlâ birbirleriyle çarpışmaya devam eden kendi egemenlerine olan güvensizlik yanında Frenk vahşeti halkı ve şehirleri iyiden iyiye yıldırmıştır. Frenkler işte bu korku hegemonyasının avantajıyla, çevre halktan at, yiyecek, elbise, değerli maden ve klavuz desteği alarak Kudüs’e doğru hızlanarak yol alırlar. Daha önce Haçlıların Selçuklularla savaşlarını sevinçle karşılayan Mısır Fatımi Halifeliği de korkulu bir bekleyişe girer. Bu özgüven yitimi ile Kudüs’ü adeta Haçlılar karşısında kaderine terk edecektir. Fatımi Veziri elEfdal’in, Fatımi sınırı olan Köpek Nehri’nde Haçlılara, hacıların silahsız olarak Kudüs’e girmeleri ve kuzeydeki toprakların kendilerine kalması karşılığında anlaşma teklif eder. Ancak Haçlıların binlerce kilometre yol ve yüzlerce savaştan geçerek kapısına geldikleri bu ‘kızıl elma’dan vazgeçmeleri düşünülemezdi. Nitekim “Kudüs’e hep beraber, savaş düzeninde ve mızraklar havada gireceğiz!” diyerek onu muhatap almazlar. Kudüs Valisi İftiharüddevle, kenti savunacak önlemleri yoğunlaştırır: Yiyecek stoku yapar, olası bir sızıntıya karşı Doğu Hıristiyanlarını şehirden çıkarır, civardaki kaynak ve kuyuları zehirletir, saldırganları arkadan taciz edecek atlı ve okçuları örgütler ve büyük bir orduyla desteğe geleceğini sandığı Veziri elEfdal gelene kadar şehri savunmaya hazırlanır. Şehri kuşatan Haçlılar “Ellerinde tek bir merdiven olmadığı halde surlara kudurmuş gibi saldırmadan önce, başlarında avazı çıktığı kadar ilahi söyleyen papazları olduğu halde, duvarın dibinde dinsel bir geçit töreni yapar. El Efdal’in, Frenklerin kenti dinsel nedenlerle ele geçirmek istediklerini anlatmış olmasına rağmen, bu denli kör bir fanatizm İftihar’ı gene de şaşırtır.” (Maalof, age., s. 75) Bu zikir hali kararlılık şehir halkının moralini bozar. Buna rağmen ciddi bir direniş sergilenir, ancak yardım gelmez ve şehir 15 Temmuzda düşer. KORKUNÇ BAŞLANGIÇ “Katolik Macar Kralı ucuz fiyata bol gıda sağladığı halde yağma yaparlar. Bulgar arazisinde benzer olaylar görülür. Sürülere el koyan Haçlı ile Bizans valisi çatışır. Çulsuz’un ordusunu keşiş Pierre’in kafilesi izler. Haçlılar bir Macar kentini yağmalar ve Hıristiyan halkı kılıçtan geçirirler. Macar Kralı, ordusuyla Haçlıları kovalamak zorunda kalır. Belgrat çevresinde halk, sürüleriyle ormanlara kaçarak Haçlıdan korunmaya çalışır. Daha sonra yağmacılık nedeniyle BulgarHaçlı savaşı olur. Bir Alman rahibin komutasındaki üçüncü kafile ise, yine yağmacılık nedeniyle Macar Kralı tarafından kırıma uğratılır. Yahudi kırımı yaparak ilerleyen bir başka kafile de, Macarlar izin vermediğinden dağılır. Bunları şövalyeleriyle baronlar ve dükler izler. Ne var ki bunların da tutumları farklı değildir. Edirne bölgesini yağmalarlar. Bizans İmparatoru Aleksios ile çatışırlar. Uzun pazarlıklardan sonra bunlar feodal töreye göre sadakat yemini ederek İmparatorun vasali olurlar. Bizans İmparatoru bunları aceleyle Anadolu’ya geçirir.” (D. Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, c.4, s.17856) “Haçlı askerleri vahşi bir hasletle istedikleri Asya’ya ayak basar basmaz, görülmemiş bir hınçla oradaki Hıristiyan ve Müslüman halka saldırır ve bu suretle, kısa zamanda tüm yöre hırsızlık, ırz düşmanlığı ve cinayet olaylarıyla, dehşetle karşılaşmış oldu. Anna Komninos’un yazdıklarına göre, yolda rastladıkları tüm çocukları kılıçtan geçiriyor, parçalara ayırıyor ve onları ateşte pişiriyorlardı.” (Nomiku, age., s.29) Yaşananlar neresinden bakılırsa bakılsın korkunçtur ve tabii önce yerel egemenlerin sonra da halkın silahlanıp onlara karşı kendini savunmasını beraberinde getirir. Sonuçta ilk Haçlı kafileleri Kudüs’ten henüz çok uzak topraklarda, Balkanlarda ve Anadolu’nun batı taraflarında önemli oranda erirler. Ancak arkalarından, Godefroy de Bouillion komutasında 700 bin kişilik düzenli Haçlı ordusu gelmektedir. Godefroy Anadolu’ya gelir gelmez İznik’i kuşatır. Kuşatmanın uzaması üzerine Haçlılar ellerindeki esirlerin kafa ve kollarını keserek mancınıkla şehre fırlatarak dehşet yaratırlar. Bu korkunç durum karşısında İznik, kendini Frenklerden kurtarmak için Bizans’a teslim olunca, Frenkler İznik’ten vazgeçip Suriye’ye doğru yola çıkacaklardı. DEHŞET HALKI FELÇ EDİYOR Kudüs’e yaklaştıkça yıkıcı vahşet daha da artar. Haziran 1098’de Antakya’yı ele geçiren Haçlılar korkunç bir katliam ve yağma gerçekleştirirler. Ama Suriye’nin Maara kasabasında yaptıkları daha da korkunç olacaktır. Milisleriyle direnen bu kasabanın ele geçirildikten sonra uğradığı vahşet, Keşiş Robert’in notlarında şöyle anlatılır: “Bizimkiler, yavrularının öcünü alan dişi aslanlar gibi sokak ve meydanlarda koşuyor ve bir türlü, kılıçtan geçirmenin o bitmez tükenmez heyecanını dindiremiyorlardı. Ellerine geçirdikleri gençleri, çocukları hatta yılların çökerttiği yaşlıları bile öldürüp parçalıyorlardı. Yakaladıklarından hiç kimse kurtulamamıştı. Hatta ölülerin karnını dahi içlerinde bir şey bulma ümidiyle deşip bakıyorlardı. Sokaklardan oluk oluk kan akıyor, her tarafta ceset yığınları görülüyordu.” (Nomiku, age., s.31) Maara’daki dehşet, kurbanların sayısından çok onlara uygulanan muameleden kaynaklanmaktadır. “Maara’da bizimkiler yetişkin putataparları yani Müslümanlarıkazanlarda kaynatıyorlar, çocukları şişe geçiriyorlar ve kızartarak yiyorlardı.” Frenk kronikçi Raoul de Caen’in bu itiraflarını Maara yakınlarında oturanlar okuyamayacak, ama görüp duyduklarını hayatlarının sonuna kadar hatırlayacaklardır. Olaylar zihinlerde silinmesi zor bir Frenk imgesi yaratacaktır. Vakanüvis Usame ibn Münkid, bugünü şöyle yazacaktır: “Frenkler hakkında bilgisi olan herkes, onları tıpkı hayvanların güç ve saldırganlık üstünlüğüne sahip oldukları gibi cesaret ve coşkuyla çarpışma üstünlükleri olan, ama bunun dışında bir şeyleri bulunmayan hayvanlar olarak görmüşlerdir.” Maara olayı(ndan sonra), dehşetten felç olan insanlar artık zorlanmadıkça direnmemektedir. Ve istilacılar, arkalarında dumanı tüten yıkıntılardan başka bir şey bırakmayarak güney yönündeki yürüyüşlerine tekrar koyulduklarında, Suriyeli emirler onlara iyi niyetlerini kanıtlamak üzere bir sürü armağan götüren ve ihtiyaç duydukları yardımı yapmayı öneren elçiler göndermekte acele etmektedir. (A. Maalof, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, s. 6365) Deprem riskine karşı Geoduvar… Geosentetik duvar, çevreye duyarlı, doğal yapıya uygun yeni, estetik, uzun ömürlü ve oldukça kullanışlı bir sistem… Artık görüntüsü kaba ve maliyeti daha yüksek olan beton duvar yerine geosentetik tekstil malzemesi ve doğadaki uygun sıkışabilir malzeme kullanılıyor. Ve dahası bu malzeme, ısıdan ve nemden etkilenmiyor. Uygulamada ise hiç demir kullanılmadığından korozyon riski de ortadan kalkıyor ve yapı 120 yıl sapasağlam kalabiliyor. Bakım gerektirmeyen Geoduvar, deprem sırasında gücü yapıya eşit olarak dağıttığı için dünyada da depremde en güvenilir sistem olarak biliniyor. ABD ve Kore’nin kullanım ve ithal konusunda öncülüğünü üstlendiği geotekstil (zemin için yapılmış tekstil), yakın zamanda Türkiye’de de üretilmeye başlandı. Türkiye böylelikle gelecekte, Hollanda, ABD ve Yunanistan’dan bu malzemeyi ithal etmek zorunda kalmayacak. Erozyona karşı da etkin bir çözüm olan geosentetik, suyun akış hızını kesmesinin yanı sıra tohum hazneleri sayesinde tohumun akmasını önleyerek kolay yeşillenmeyi sağlıyor. Sistem, nehir ALPER TURGUT yatağı korumaları, dalgakıran, menfez gibi yapıların yanı sıra bahçe istinatları gibi bireysel kullanım alanlarında da uygulanabiliyor. Geosentetik donatılı istinat yapıları, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde yeni yeni kullanılıyor. (Geosentetik malzemesi, özel polimerden yapılmış bir ürün… Geo, coğrafya ve zemin anlamına geliyor. Zeminde kullanılan tekstile de geotekstil deniliyor.) Türkiye Geosentetikler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Togan Alper, geosentetik duvarın Türkiye’de ilk kez 1999 yılındaki büyük Marmara Depremi öncesinde denendiğini belirterek, “Altunizade’de karayollarının bir işiydi bu… Datalar toplandı ve gayet iyi bir sonuç ortaya çıktı. Zaten ilk kez 1960’lı yıllarda deprem bölgesi olan ABD’nin Kaliforniya eyaletinde kullanıldı bu sistem. Los Angeles ve San Francisco’dan sonra Japonya’nın Kobe kentinde de sağlamlığı bir kez daha belgelendi. Bilim adamları, Geoduvar’ın güvenilirliği konusunda ortak bir noktada buluştular. Böylelik deprem ve erozyona karşı gücünü kanıtlayan bu sistem tüm dünyaya yayılmış oldu” diye konuşuyor. Özel sektörde, karayollarında ve çok özel otoyollarında, iyi bir performans sergilediği için tercih edilen geoduvarın, geleceğin yapı modeli olduğunu vurgulayan Alper şunları söylüyor: “Örneğin Karadeniz otoyolundaki Ordu geçişinde, 27 metre yükseklikteki bir istinat yapısını, Baltalimanı’ndan ikinci köprüye çıkan yolda 23 metrelik istinat duvarını inşa ettik. Bu yükseklikteki toprağı sadece tekstil tutuyor. Yani beton, demir gibi klasik yöntemlerde kullanılan malzeme bu sistemde yerini doğayla dost malzemelere bırakıyor. Asfalt konusunda da geotekstil, biçilmiş bir kaftan… Alt yapının zayıflığı nedeniyle, yollarda delikler oluşur, asfalt çatlamaya başlar. Geosentetik malzemeyi, toprak dolgusunun altına koyarak mükemmel bir zemin yaratıyorsunuz. Hem asfalt maliyetinden kurtuluyorsunuz hem her sene yapılan yol çalışmaları nedeniyle trafik aksamıyor. Trafikte harcanan benzin parası da sahibinin cebinde kalmış oluyor. Ancak şu unutulmamalı. Bu genel mühendislerin bilmediği yeni bir uzmanlık konusu… Çok güvenli olan bu sistem basit çalışıyor ancak uzman mühendis ve müteahhitlerin işin başında durması gerekiyor.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle