Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 08 3/1/07 16:51 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? İberya ? Acemi Öğrenci, Avcı Öğretmen Si ne ma İki dünya arasında 8 İç savaşın sona ermesinden beş yıl sonra, 1944’te İspanya General Franco’nun boyunduruğundadır. Ofelia (Ivana Baquero) annesi Mercedes’le (Maribel Verdu) birlikte dikta yönetimine karşı duranları av hayvanları gibi öldüren üveybabası zorba Yüzbaşı Vidal’ın (Sergi Lopez) evine taşınır. Genç kız bu yeni evde bir labirent bulacaktır. Bu gizemli labirentin efendisi Pan ona büyülü krallığın prensesi olduğunu söyler. Bu özel evrenin içerisinde genç Ofelia canavarlarla karşılaşırken üvey babası Franco’nun diktatörlüğü adına direnişçileri avlamayı sürdürmektedir. Kendini sosyalist imge yanılsamalarına adayan Meksikalı yönetmen Guillermo Del Toro, son çalışması Pan’s Labyrinth’de (Pan’ın Labirenti/2006) izleyiciyi düşsel, coşku dolu bir trajik masalın içine çekiveriyor. Film, Del Toro’nun hiç vazgeçmediği temalarla dolu: Franco, masumiyetin yitirilişi, dev bakterilere dönüşen, gözleri ellerinin içinde bulunan yaratıklar. Guillermo Del Toro ilginç bir sinemacı, Blade 2 (2002), Hellboy (2004) gibi hem geniş kitlelere seslenen filmler hem de Cronos (1993) gibi ince duyarlıklarla bezeli beyinsel projeler üretebiliyor. Vampir temasını özgün, şiirsel bir dokuyla yansıttığı Cronos’la Miramax’ın yaratıcı kardeşleri Weinstein’ların dikkatini çeken Del Toro’ya değişime uğrayan hamamböceklerinin ürpertici öyküsünü anlatan Mimic’i (1997) çekme önerisi kısa sürede gelmiş. (Iberia) Carlos Saura’nın yeni yapımı İberya; flamenko, klasik dans, bale ve modern dansı bir araya getiren bir müzik ve dans filmi. Goya Ödülleri’nde üç dalda aday olan ve 25. Uluslararası İstanbul Film Festivali de dahil onun üzerinde film festivaline konuk olan yapım, İspanyol besteci İsaac Albeniz’in İberya adlı eserinden esinlenerek ortaya çıkmış. Yaşayan en önemli İspanyol sanatçılarla çalışan yönetmen; hazırlıkları, provaları, her sahnenin doğuşunu seyirciyle paylaşarak tutku ve yaratıcılığın hakim olduğu dünyayının perde arkasını da sergilemiş. Filmde dansçılar Sara Baras, Antonio Canales, Jose Antonio, gitaristler Manolo Sancular, Gerardo Nunez ve Jose Antonio Rodriguez, piyanist Rosa Torres Pardo, Chano Dominguez ve yaşayan en büyük Cantaor Enrique Morente yer alıyor. (School For Scoundrels) Old School’un yönetmeni Todd Phillips’in yeni filmi Acemi Öğrenci, Avcı Öğretmen; New York’ta yaşayan ve hayatını park cezası keserek kazanan sorunlu Roger’ı anlatan bir komedi. Billy Bob Thornton (Kesişen Yollar, Orada Olmayan Adam) ve Jon Heder’ın (Napoleon Dynamite) başrolleri paylaştığı film 1960 yılında aynı isimle çekilen İngiliz komedisinden uyarlandı. Öz güven eksikliği çeken Roger, gizemli Dr. P’nin verdiği kendini geliştirme kursuna katılarak kendine güvenmeyi ve kadınlara yakınlaşabilmeyi öğrenmeyi amaçlar. Bu sayede sevdiği kız olan Amanda’ya açılan Roger hiç beklemediği bir rakiple karşı karşıya gelecektir. ??????????????????????????????????? ASLI SELÇUK DEHŞET VE ESTETİK TEK BİR VARLIKTA Çocukluğundan beri gotik romantizmden ve baroktan etkilenen yönetmen William Wyler’ın gergin, korkutucu bir ortamda geçen, aşk öyküsü ile gotik romantizm arasında gidip gelen Wuthering Heights’ı (Rüzgarlı Bayır/1939), Alfred Hitchcock’un Rebecca’sı (1940), Joseph Mankiewicz’in Dragonwyck’i (Ejderin Şatosu/1946), Lewis Allen’ın The Uninvited’ı (Esrarengiz Uçurum/ 1944) olağanüstü etkilemiş. İlk izlediği The Uninvited atmosferiyle Del Toro’yu yazınsal anlamda da büyülemiş. Mario Bava’nın La Maschera del demonio (Şeytanın Maskesi/1960) ile I Tre volti della paura (Korkunun Üç Yüzü/1963) ona saf dehşet ve gözalıcı estetiğin tek bir varlıkta toplanabileceğini göstermiş. Bava’nın filmlerinin ardından Guillermo daha sekiz yaşındayken Super 8 kamerasıyla tuhaf kısa metrajlar çekmeye başlamış. Meksika’daki Cizvit okulunun banklarındra oturup düşler kurmayı sürdüren delikanlı bir yandan da Dick Smith’in özel efekt derslerine gitmiş. Bir ara gazetecilikte yapan sinemacı Alfred Hitchcock’la ilgili bir kitapta yazmış. Yüksek bütçeli Hellboy onu öylesine yormuş ki Blade 3 ile Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nı yönetmeyi reddetmiş. “Hellboy’un ardından bana gelen önerileri geri çevirdim, özellikle B tipi gore olanları. Ancak özgür olabileceğim, Pan’ın Labirenti gibi projelere yöneldim” diyen Del Toro, Mimic ve Blade 2’nin arasında Pedro Almodovar’ın çağrısıyla İspanya’ya gittiğini belirtiyor. Orada hayalet öyküsü The Devil’s Backbone’u (Şeytanın Omurgası/2001) çekerken onbeş yıllık projesi Pan’ın Labirenti’ni yaratma güdüsünün depreştiğini irdeliyor: “Gerekli sermayeyi toparlayabilseydim Pan’ın Labirenti ilk uzun metrajım olabilirdi. Şeytan’ın Omurgası’nda İspanya iç savaşı, General Franco’nun faşistlerine karşı Cumhuriyetçiler’in direnişi, hamile bir kadının İngiltere’de kocasının restore ettiği eve gelmesi, genç kadının bahçesindeki labirentte yolunu kaybetmesi, labirentte karşılaştığı Satyr’le yakınlık kurması, Satyr’in ona ilişkilerinden doğacak çocuğu kurban etmesi karşılığında labirentin kapısının açılacağı, birlikte sonsuza dek mutlu yaşama vaadini vermesi gibi benzer temalar içeriyor”. PERİ MASALLARI SEVGİSİ Pan’ın Labirenti, Del Toro’nun duygusal dünyasının, peri masallarına olan sınırsız sevgisinin açık bir izdüşümü. Tarihi olayları ve film türlerini yenilikçi bir bakışla yansıtmayı seven sinemacı: “Düşsele başvurmak insana yaşamda gerçek canavarların labirentlerde değil yanıbaşımızda olduğunu gösteriyor. Faşizm bana göre dehşetin tam doruğudur, ruhu öldürür, kişiyi yavaş yavaş siler. Bundan ötürü Yüzbaşı Vidal Şeytan’ın gerçek canavarıdır” diyerek Vidal’ın faşizm için sınır tanımazlığını, ne olsa yapabileceğini vurguluyor. Ona göre Vidal onur, zerafet, baştan çıkarma gibi faşizmin gözboyayan her türlü yapay süslerini de taşıyor. Filmin genç kahramanı Ofelia’yı kendi dingin, araştırmacı çocukluğuna benzeten Del Toro, İspanya’da Kelt efsaneleri, Viktorya dönemi peri masallarıyla dolu zengin bir mirasın olduğunu da açıklıyor. Pan’ın Labirent’ini yaratırken yönetmeni birçok şey etkilemiş: “Hermes’le Penelope’nin oğlu olan Pan’ı çekerken Antik Yunan’dan, Lewis Carroll’dan, J. M. Barrie’den, Charles Dickens’dan, Oscar Wilde’dan, Lovecraft’dan, Goya’nın en karanlık tablolarından, özellikle Satürn’ün Oğlunu Parçalaması’ndan, Arthur Rackham’in sapkınlık, cinsellik dolu çizimlerinden, etkilendim, sonunda ortaya hem melez hem de türdeş bir düşsel evren çıktı. Katolik olmasına karşın Luis Bunuel’in Tanrıtanımazlığı da beni etkiledi” diyen Guillermo Del Toro kendini yüzeyde yürekli bir aile babası saydığını ama derinlerde Hellboy olduğunu, çok zor şeyler yaşadığını, babasının kaçırıldığını, şakağına tabanca dayatıldığını açıklıyor. Hollywood’da, İspanya’da, Meksika’da çalışan yaratıcı sonunda sadece salt filmlerinde bir aidiyet duygusunu yaşadığını vurguluyor. Ölümün eşiğinde, aşkın baş ucunda ALPER TURGUT Lütfen Beni Öldürme (Stranger Than Fiction), bir yazar tarafından hayatı kontrol edilen bir adamın tirajıkomik ve gerçeküstü öyküsü... Film, gerçekle düş arasında bocalayan Harold Crick’in sıradan hayatından sıyrılıp kendisini yeniden keşfetmesini anlatıyor. Lütfen Beni Öldürme’yi “Finding Neverland”, “Monster’s Ball” ve “Stay” gibi kalburüstü filmleriyle tanınan Marc Forster yönetiyor. Forster, bir süre önce Türkiye’de de vizyona giren filmiyli ilgili olarak, “hayatı boyunca uykuda olan ve bir anda uyanıp ne kadar az zamanı kaldığını, hepimizin yapmak istediği bir şeyi yapması, öyküsünü değiştirmesi gerektiğini anlayan birinin öyküsü olarak gördüm” diyor. Lütfen Beni Öldürme’nin başrollerinde ise genellikle komedi filmleriyle haşır neşir olan Will Ferrell, yetenekli oyuncu Maggie Gyllenhaal, iki Oscar’lı usta aktör Dustin Hoffman, komik kadın Queen Latifah ve ünlü İngiliz aktris Emma Thompson var. Senaryosunu Zach Helm’in yazdığı yapımın müzikleri Britt Daniel ve Brian Reitzell’a ait. Kahramanımız Harold Crick (Will Ferrell), kendi kuralları olan, ekstra kontrollü ve sıradan bir hayatın içinde debelenen gayet mutsuz bir adamdır. Yetmez, üstüne maliye müfettişliği gibi sıkıcı bir işte çalışır. Her günü istisnasız birbirine benzer ve Harold, adımlarını dahi sayan mükerrer bir yaşamın girdabında savrulur durur. Ta ki bir iç ses, hayatını altüst edene dek... Günlerden çarşambadır ve tıkır tıkır işleyen saati bozulmuştur. Harold uyanır ve dişlerini fırçalamak için lavaboya yönelir. Birden bir kadın sesi duyan Harold adeta şok geçirir. Çünkü evde tek başınadır. Küçük dilini yutması ise gerçeği değiştirmeyecektir. Beyninin içinde çınlayan kadın sesi, çoktan Harold’un hayatını tüm ince detaylarına dek anlatmaya başlamıştır. Yolda, işte ve her yerde sadece kendisinin duyduğu ses ile boğuşup duran Harold, yakında öleceğini öğrenince yardım almaya karar verir. Kahve hastası, yüzme hocası ve en önemlisi gedikli bir edebiyat profesörü olan Jules Hilbert’in (Dustin Hoffman) yanında soluğu alır. Jules, Harold’a “sen zaten yaşayan bir ölüsün” imasında bulunur ve kendisini yaşamın kollarına bırakmasını öğütler. TAKINTILARA ELVEDA... Ve Harold, vergi denetimi için gittiği bir fırında, mükemmel kurabiyeler yaratan dövmeli ve cazibeli Ana Pascal’a (Maggie Gyllenhaal) aşık olur. Kısa sürede tüm takıntılarına ve tekdüze dünyasına “elveda” der. Son günlerini iyi geçirmek ister ve yeni bir yaşam için kollarını sıvar. Kravatını bir kenara atar, gitar çalıp şarkı söylemeye başlar, vs. vs. Yine birgün Jules’in yanındayken Harold sesin sahibini televizyonda görür. Bu ünlü romancı Karen “Kay” Eiffel’den (Emma Thompson) başkası değildir. Mutlak trajediyle biten eserleriyle tanınan Kay, kahramanlarını öldürmeden son noktayı asla koymaz. Tam 10 yıldır Harold’un hayatını yazan yarı deli Kay, gerçek bir yaşamı kontrol ettiği eserinin sonuna gelmiştir. Harold, “roman mutlu sonla bitsin” diye Kay’in peşine düşer. Söz artık Harold’in tanrısı Kay’dedir. Karşısında bir sanat eserinin kalıcılığı veya bir adamın hayatı gibi seçenekler vardır. Harold’in yaşayıp, yaşamayacağına sadece Kay karar verecektir. Ben bu anı daha önce de yaşamıştım duygusu sizin için yabancı değilse yapımcı Jerry Bruckheimer (Karayip Korsanları, Pearl Harbor) ve yönetmen Tony Scott’ın (Spy Game, Devlet Düşmanı) yeni filmi Deja Vu ilginizi çekebilir. Denzel Washington, Paula Patton, Val Kilmer ve James Caviezel’ın başrolleri paylaştığı film ABD’de 60 milyon doların üzerinde gişe hasılatı elde etti. Bir suç olayını araştırmakta olan ajan Doug Carlin, hiç beklemediği bir anda deja vu’nun rehberliğine başvurur. Masum insanların hayatını kurtarmak için beyninin en derinlerinde yolculuğa çıkan ajan Carlin, eski bir aşkıyla karşı karşıya gelince geçmişi araştırarak ipucu toplamaya çalışır. ? Deja Vu