19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 3/1/07 16:53 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 6 OCAK 2007 CUMARTESİ 3 Sıtkı Kösemen ve ‘Yeni Fotoğraflar’ı Fotoğrafların anında ulaşılabilir kıldığı şey gerçeklik değil, görüntülerdir diyor Susan Sontag. Yazarın sözünü ettiği biçimde, uzun zamandır gerçekliğin yerine geçen ve kolayca ulaşılabilir olan görüntü dünyasını kabullenmiş durumdayız; görüntünün gerçeğin yerini alıyor olması eskisi gibi kaygılandırmıyor bizleri. Hatta gündelik yaşamdaki kimi ayrıntıların gerçek olmasının, anlaşılır ve görünür olmasının olmazsa olmaz koşullarından birine eşlik ediyor görüntü dünyası. Sıtkı Kösemen’in şu günlerde Galerist’te sergilediği fotoğraflardan kimileri bu görüntü dünyasına alışmış olan bizlerin bütündeki ayrıntıdan ne denli uzaklaştığını, hatta bu ayrıntıların farkına varmak için görüntünün yardımına ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatıyor. Dikkat çekici olan ise fotoğraf aracılığıyla elde edilen kimi görüntülerin sıradan ve doğal olanı hoşa gidecek denli ilginçleştirmesi. Elbette bunda görüntünün gerçeklik boyutlarından öteye taşınmasının katkısı yok değil. Örneğin, sergide izleme olanağı bulduğumuz yara bandı üzerindeki insan kılları, bir nar meyvesinin “iç organları” ya da yerdeki çimenler gibi kimi fotoğraflar, büyütülmüş görüntünün eşliğinde sanki daha önce hiç görmediğimiz bir gerçeklik duygusuna neden oluyor. Geçen yıllarda, Urart Sanat Galerisi’nde “GülTen”, Platform Güncel Sanat Merkezi’nde “Mavi Gök”, Galerist’te “Baharlar”, Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde “Derin Bodrum” gibi kişisel sergileri ile izleme olanağı bulduğumuz Sıtkı Kösemen genellikle temalar çerçevesinde çalışan bir fotoğraf sanatçısı…. Kösemen, Mavi Gök sergisinde Rusya’dan Türkiye’ye hayat kadınlığı yapmak üzere gelen bir kadının otel odasındaki ruh durumlarını ele almış; Baharlar da insanın belleğindeki fotoğrafları yaratabilme denemesine girişmişti. Bu kez belli bir tema çerçevesinde çalışmayan Kösemen, “Yeni Fotoğraflar” başlığı ile geçmiş projelerinde yer alan bazı fotoğrafları ve yeni çalışmalarını sunuyor. 19952006 yılları arasında gerçekleştirdiği çalışmalarından 42 parçalık yeni bir sergi oluşturan Kösemen, bir bakıma, kendi fotoğraf yaklaşımının çeşitliliğini de izleyenlere sunmuş oluyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz, görüntünün gerçekliğin yerine geçmesi bağlamında belki de sanatçının bu ESRA ALİÇAVUŞOĞLU sergideki fotoğrafları gerçekliği yeniden keşfetmek için daha yakından bakma çabası güdüleyebilir izleyene. Kösemen’in farklı dönemlerde çektiği pek çok fotoğrafı yan yana getiren bu serginin sanatçının temel izleğini de ortaya koyduğu ifade edilebilir. Kösemen’in sergisi rastlantısal birlikteliklerden oluşan kompozisyonların ve belleğin saklı tutmak istediği kimi görüntülerin bir araya getirilmesinden oluşuyor sanki. Aslında bir anlamda rastlantısal olarak yanyana gelen, işlevinin dışında herhangi bir şeye dönüşen nesnelerin cenneti sayılabilir yaşadığımız coğrafya… Örneğin Henri CartierBresson’un 1960’ların ortasında Silifke’de çektiği, bir sütun başlığı üzerinde yer alan kovayı ve sigarasını tüttüren yaşlı kadını görünür kıldığı çalışmasında olduğu gibi rastlantısal ama gerçeküstü olmayan sahnelerin varlığını hatırlayabiliriz. Kösemen de bu sergideki kimi fotoğraflarında tıpkı Henri CartierBresson’un sözünü ettiğimiz çalışmasında olduğu gibi yan yana gelmesi oldukça zor nesnelerin peşine düşüyor ve tuhaf manzaraları objektifi ile yansıtma yolunu seçiyor. Dış mekanda, ocakbaşı’ndan fırlamış büyük bir mangal, yanında uydu anteni ya da minimalist çizgili bir koltuğun iki yanına yerleştirilmiş tüpler tuhaf bir manzara yaratsa da şaşırtmıyor bizi. Gerçeküstücü kompozisyonlu değil, aksine püri pak gerçek kompozisyonlar bunlar. Sıtkı Kösemen’in izleyicinin görüntü belleğini harekete geçiren fotonatürmortlarının, manzaralarının yanı sıra kurgu ve temalı çalışmalarından biri olan “Sultan’ın Hamamı” adlı fotoğraf dizisinin bir bölümünü de sergide izlemek mümkün. Hamam kurnası ve kadın bedeninin birlikteliğinden cinsellik izlekli bir dizi yaratan Kösemen, kimi nesnelerin cinselliği hatırlatan özelliklelerine dikkat çekiyor. Kösemen’in Galerist’teki sergisi gözün kaçırdığı, fotoğrafın ise ulaşılabilir kıldığı “görüntüleri” izlemek için hepimize bir fırsat sunuyor. Sıtkı Kösemen “Yeni Fotoğraflar”: Galerist 21 Aralık 2006 13 Ocak 2007, İstiklal Caddesi, Mısır Apt., 311/4 Beyoğlu, İstanbul, Tel: 0212 244 82 30, Fax: 0212 244 82 29, PazartesiCuma 10.00 – 18.00, Cumartesi 12.00 – 18.00 Sokağın dili bu kez rögar kapakları Bir yerlere ulaşmaya çalışırken, işe giderken, bazen yürüyüş yaparken bile her gün defalarca geçtiğimiz sokaklara ne kadar aşinayız? Posta kutuları, apartmanların giriş kapıları, tabelalar, çöp kutuları, duvarlar, çitler, bahçeler, korkuluklar, rögarlar, yerlerdeki karo taşları... Sokakların bizlere söylediklerini ne kadar duyabiliyoruz? Aidiyet hissi taşımayıp çoğu zaman tükettiğimiz yollara en son ne zaman içtenlikle baktık? Adnan Tönel’in sokağın dilini yansıtma amacıyla yola çıktığı çalışmalardan biri de rögar kapaklarını fotoğraflamak. Tönel, 9 Ocak10 Şubat tarihleri arasında Nişantaşı Egale sanat galerisinde sergilenecek ‘Rögarlar’ isimli fotoğraf sergisinin bir yazara ya da yönetmene esin kaynağı oluşturacağına, kaybolan sokak kültürü ve estetiği için de bir toplumsal uyanış olabileceğine inanıyor. ZUHAL AYTOLUN Prag BÜYÜLÜ DÜNYAYA GİRİŞ Tiyatro yönetmeni ve oyuncu olan Tönel’in rögarlara ve filmlerde gördüğümüz dehlizvari koridorlarına ilgisi gençlik yıllarına dayanıyor. Projenin kafasında oluşmaya başladığı zamanlarda ‘burası acaba masallarda ve filmlerde gördüğümüz büyülü dünyaların giriş kapıları mı’ diye bir öyküleme yapmış. Geçmişten geleceğe giden bir anlamlandırma yaptığı bu tür koridor türü alanlara oyunlarında ve performanslarında da yer vermiş hep. Bir kapaktan yani geçmişten girip, koridordan başka bir kapaktan geleceğe çıkmayı ve çıktığında da kirlenmiş, kapkara olmuş bir şekilde hedeflediği noktaya ulaşmayı canlandırmış kafasında. Var olan dünyanın gösterilen yerde değil gizli saklı bir yerlerde olduğu söylemiyle hareket eden Tönel, bu tür koridorları da düşünüp kurgulamış ve gizli dünyayı aramak için yollara düşmüş. Rögar kapağı deyip geçmeyin. Tüm atıkları kapatmanın yanı sıra elektrik, telefon ve ana şebekelere bağlantısını sağlayan bu kapaklar, hem kentsel mimarinin de bir parçası hem de tarihin tanıkları... Fransız Devrimi’nde Cumhuriyet Devrimini savunan insanlar tarafından bir ayaklanma malzemesi olarak kullanılan rögar kapakları aynı zamanda sehpa, avize gibi endüstriyel bir tasarım ürünü olarak da kullanılabiliyor. Ancak Tönel’in özellikle vurguladığı nokta rögarların sokaklarda yaşaması gerektiği. “Bizlerle aynı yaşam alanını paylaşan rögarlar sadece fotoğraf olarak sergileniyor. Zaten bu kent eşyalarını da sergileme amaçlı asıl vatanı olan sokaklardan koparılması sakillik olur. Sokağın dilini korumak gerekir çünkü onlar bir anlamda aynadır. Ancak çevresel kirlilik bu kent eşyalarını görmemize engel teşkil ediyor. Her değeri yitirdiğimiz gibi bu tür ayrıntıların da üzerini örtüyoruz” diyor. Tabyalar Gelibolu’ya müze oldu OZAN YAYMAN Anadolulu Mehmet’in yanı başındaki arkadaşı, Anzak Er’ine, “Nerelerden kopup gelmişsin, neden çökmüş bu mahsunluk üzerine” dediği; “Bir devrin battığı yer”de; “Dert edinme arkadaşım” diyen Mehmet’in, “Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet sen de artık bizdensin” söyleminin anıtlaştığı yerde; Bülent Ecevit’in bu tırnak içindeki dizelerinin ışığında parlamaya başladı Gelibolu’da, dünün siper ve korunakları olan günümüzün anıtları. Yedi düvel bir araya geldi ve bir ülkeyi teslim alma hamlelerini yaptıysa eğer, elbette karşı çıkışın ve ardından kazanılar zaferin de anıtları olacak. Bu anıtlar içerisinde, 1915 ruhuna mekan olan “Namazgan Tabyası” ve “Ertuğrul Tabyası” uzun süren uğraşların ardından ayağa kaldırıldı. Ancak bu kez çarpışmalara mekan olsun diye değil, bir devrin battığı yerin öyküsü kitlelere simgeler aracılığıyla aktarılsın diye. Necmettin Halil Ona’nın “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir” haykırışını dizelere döktüğü yerdeyiz. Otuz üç bin hektar alan üzerine kurulu bulunan Gelibolu Yarımadası’nın şahit olduğu Çanakkale Savaşı sırasında sıkılan kurşunların tamamının toplanması halinde tüm yarımadanın iki buçuk santim kalınlığında zırhla kaplanabileceği söylenir. Böylesine büyük gürültü, patırtının çıktığı yerde 1807 yılında deniz doldurularak yapılan ve günümüzde halen emsalsiz askeri mimariler arasında gösterilen “Namazgah Tabyası”nın şahitlikleri de pekçok dizeye konu olmuş, söylencelerdeki yerini almış durumda. Kilitbahir Kalesi’nin solundaki Namazgah Tabyası ilk bakışta küçük tepelerden oluşan arazi parçası diye algılanıyor. Öyle de olması gerekmiş, çünkü top bataryaları ve cephaneliklerin kamufle olması amacıyla konuşlandırılmış. kullanım dışına çıkarıldığını söyleyen Prof. Dr. Sipahioğlu, “Yasak ve girilmez bölge olarak kaderine terk edilen tabya alanına girilmiş ve haşmetli yapı ahır, çöplük ve izbelikten bugünkü müze konumuna getirildi” diyor. Kültür Bakanlığı tarafından röleve, restitüsyon, restorasyon ve çevre düzenlemesi için başlatılan proje uyarınca tabyanın bonetinin müze merkezi olması amacıyla adımlar atıldığını ve ardından yaşayan müze kavramına uygun olarak fikirler geliştirildiğini söyleyen Prof. Dr. Sipahioğlu, “Çeşitli maketler, bilgisayar simulasyonları, belgeseller, enstalasyonlar, grafik panolar gibi uygulamalar devreye alınmıştır” diyor. Modern denilen zamanların ilk amfibik çıkarma harekatının gerçekleştirildiği Gelibolu Yarımadası’nın Ertuğrul Koyu’nu koruyan, Ertuğrul Tabyası da restorasyon geçirerek farklı bir çehreye büründü. Çalışmalar öncesinde yarısı toprak altında duran tabyanın tamamının ortaya çıkarıldığı ve çöplerin ve molozların arındırıldığını söyleyen Prof. Dr. Sipahioğlu, “Şimdi tabyanın önünde 25 Nisan 1915 çıkarmasını yansıtan büyük bir dioromamaket ziyaretçileri karşılamakta. Temizlik ve kazı çalışmaları sırasında binlerce mermi, kişisel eşya ve şu anda müzenin en değerli parçasını oluşturan kopuk bir ayak bulunmuştur. Postalın tipinden, bunun bir İngiliz piyadesine, kemiklerin boyutlarından da bunun bir çocuk askere ait olması muhtemeldir” diyor. Toplumsal statü göstergesi Tabyanın yapımına 1770’te başlanır ve 1807’de ancak tamamlanır. Depremler yıkmış ama yeniden ayağa kaldırılmış. Gelinen noktada tabyayı yeniden ayağa kaldıran ekip içinde yer alan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sipahioğlu kaderine terk edilmiş biçimde bakımsız koşullar altında duran tabyaların tarihe tanıklık etme anlamında yeniden ayağa kaldırılmasının önemine değinerek, “Şimdi bu alan müze olarak yarımada ziyaretçilerini bekliyor” diyor. Namazgah Tabyası’nın cumhuriyet dönemiyle birlikte askeri birlikleri ağırladığı ve 1960’lı yıllardan sonra Adnan Tönel rag, Budapeşte, Viyana, Lefkoşa, Magosa ve Türkiye’den çektiği özel tarzdaki rögar kapağı fotoğraflarında, kendi içlerindeki çelişkiler de dikkatini çekmiş Adnan Tönel’in. Prag’da Franz Kafka’nın müze olan evinin sokağındaki rögarla, saray meydanındaki rögarların farklılık gösterdiğini söylüyor keza Türkiye’de de durum farklı değil. Rögar kapakları bir anlamda hiyerarşinin de göstergesi ve bu kapakları algılama her sınıfta farklılık gösteriyor. Kent mimarisinde estetik bir ürün olarak değerlendirilirken, varoş kültürlerde çok daha farklı anlamlandırmalar yapılıyor. Yurtdışındayken özellikle bakır, pirinç ve altın suyuna batırılmış gibi çok zengin, gösterişli ve soylu parçalar olduğunu söylüyor. Örneğin Viyana’da bir grafiti sanatçısı özenle çalışıp, her türlü girintiyi fosforlu renklerle boyayıp bir rögar kapağı tasarlamış ve bu kente ait eşyayı daha estetik kılmış. Özellikle Türkiye’de rögarların çöp kutusu olarak değerlendirildiğini gözlemlemiş Tönel: “Sadece atık suları kaynak noktasına ulaştırması dışında, bir arabanın yanaşıp sigara izmaritlerinin itinayla boşaltıldığı, mısırcıların yada bakkalların peynir tenekelerindeki sularını boca ettiği yegane noktalardan biri. Bu bizim topluma özgü bir davranış biçimi.” Rögar kapaklarını büyük bir kentin kendini ifade alanı olarak göstergebilimsel bir anlamlandırma yapmak gerektiğini de özellikle vurguluyor Tönel: “Bir grafik tasarım da olsa harflerin yazı tipine, büyüklüğüne, formlarına yada logolarına özen gösterilmesi, işlevinin ve estetik değerinin unutulmaması gerekiyor.” P Viyana Dolmabahçe
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle