22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 15 31/8/06 16:06 Page 1 CUMARTESİ EKİ 15 CMYK 2 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 15 ’lar haydi yuvaya Okul öncesi eğitimi alan çocuklar, ilköğretime daha kolay uyum sağlıyor ve daha başarılı oluyorlar. 36 yaş grubundaki çocukların, bu ve daha birçok nedenle anneleri çalışmıyorsa bile ilköğretimden önce en az 12 yıl iyi bir okul öncesi kurumuna gitmesinde büyük yarar var. Uzmanlar, her çocuğun yuvaya başlama yaşının farklı olabileceğine dikkat çekiyorlar. Çünkü, bazı çocuklar, yaşıtlarıyla birlikte olmayı çok küçük yaşlarda anne/büyükanne/bakıcıya tercih etmeye başlarken, bazı çocukların bir süre daha birebir ilişkiye ihtiyaçları olabiliyor. YaPa Yayınları’nca hazırlanan ‘‘Okul FİGEN ATALAY Öncesi Eğitim Denetim Rehber Kitabı’’nda, okul öncesi eğitimin temel ilkeleri şöyle sıralanıyor: ? Her çocuk bir bireydir. ? Okul öncesi dönem insan hayatının temelidir. ? Gelişmede özel alıcı dönemler vardır. ? Eğitim çocuğun ihtiyaçlarına duyarlı olmalıdır. ? Gelişimin bütün yönleri birbirleri ile ilişkilidir. Bu nedenle eğitim çocuğun bütünlüğünü gözetmelidir. ? Çocuğun aktif katılımı ve ilgisi önemlidir. ? Eğitim demokratik bir ortamda gerçekleştirilmelidir. ? Oyun çocuklar için en uygun öğrenme yöntemidir. Çocuğun eğitimi katılım, çevre ve bilginin etkileşimidir. Anneli yuva eğitimi Özel Yüzyıl Işıl Anaokulu’nda 1224 aylık bebekler ve anneleri için ‘‘anneli grup’’programı bulunuyor. Bu grubun asıl amacı, ‘‘anne ve çocuğun eğitimsel olarak düzenlenmiş bir ortamda, birbirlerini farklı özellikleri açısından tanımaları ve keşfetmeleri’’. Anneler, böyle bir sosyal grupta, çocuklarının gelişimsel özelliklerini ve çocuklarıyla aralarındaki dinamikleri benzerleri ile paylaşma, farklı çözüm ve ilişki biçimlerini gözlemleme olanağı buluyorlar. Anneler bunun yanı sıra çocuklarının 12 aylıkken bile kendilerinin yapabileceği şeyler olduğunu fark ediyorlar. Bu fark ediş, çocuğa daha çok alan bırakmayı ve fırsat tanımayı mümkün kılarak kişilik gelişimini destekliyor. Anneli gruba devam eden çocuklar, sosyal, duygusal, bedensel ve dil gelişimleri açısından da destekleniyorlar. Haftanın 3 günü, günde 1.5 saat olan bu programda çocuk, anne ve eğitimciler birarada bulunuyor. AÇEV’in Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü ile birlikte gerçekleştirdiği ‘‘Yaz AnaokullarıOkul Öncesi Eğitim Programı’’ kapsamında bu yaz 330 çocuk eğitim aldı. Okul öncesi eğitim alamamış, sosyo ekonomik açıdan risk altında bulunan dar gelirli ailelerin çocuklarına eğitimde ‘‘Eşit Fırsat’’ sağlamayı hedefleyen program, Adana, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır illerinde açılan 22 ana sınıfında, 20062007 öğretim yılında ilköğretim 1. sınıfa başlayacak olan 6 yaşındaki çocuklara uygulandı. 10 hafta süren program, çocukların zihinsel, sosyal, duygusal ve fiziksel gelişimi ile dil kullanım becerilerini okula başlamadan önce desteklemeyi amaçlıyor. AÇEV danışmanları ve öğretmenler,programa katılan çocukların okula kayıt yaptırıp yaptırmadığını da takip ediyor, müdürler ve annelerle işbirliği yapılarak çocukların kaydının yaptırılması sağlanıyor. S ergi ! Mimarlığa adanmış ömür Garanti Galeri, 16 Eylül’e kadar Mimarlığa Adanmış Bir Ömür: Fotoğrafçı Julius Shulman isimli sergiye ev sahipliği yapacak. Frankfurt’taki Alman Mimarlık Müzesi(Deutsches Architektur Museum, Frankfurt am Main) tarafından düzenlenen sergi, Shulman’ın 1930’lardan günümüze kadar çektiği fotoğraflardan geniş bir seçki sunuyor. Sergide ayrıca 96 yaşındaki Shulman’ın yaşamını anlatan bir film de yer alıyor. (0 212 293 63 71) 330 miniğe yaz okulu Tem Sanat karma sergi Yirmi birinci yılını süren Tem Sanat Galerisi, Nişantaşı’ndaki etkinliklerini büyük ustalardan genç ustalara uzanan karma bir resim ve heykel sergisiyle sürdürüyor. Sergide, Cemal Tollu, Hakkı Anlı, Zühtü Müridoğlu, Sabri Berkel, Abidin Dino, Fahir Aksoy, Adnan Varınca, Mürşide İçmeli, Ömer Kaleşi, Alecos Fassianos (Yunanistan), Yuri Kuper (Rusya), Nevin İşlek, Güngör İblikçi, Muhsin Kut, Oktay Anılanmert, Mehmet Güler, Zeki Fındıkoğlu, Hüseyin Ertunç, Fevzi Karakoç, Abdulkadir Öztürk, Gülden Artun, Nur Özalp, Miharu Shiota (Japonya), Talat Enlil, Yüksel Özen, Arslan (Rusya), Selma Gürbüz, Artemis (Yunanistan) ve Bilgehan Uzuner’in eserleri yer alıyor. (0 212 247 08 99) figenatalay?yahoo.com Faks: 0212 343 62 74 Unutmayın Annebabalar ve öğretmenler, Her çocuğun kendine özgü olduğunu, Gelişim hızının bazı dönemlerde yavaşlayıp bazı dönemlerde hızlanabileceğini, Çocuğun içinde yaşadığı yakın ve uzak çevrenin gelişim üzerinde etkili olduğunu, Çocuğun gelişiminde onu zorlamanın yarardan çok zarar getireceğini, Gelişim temposu ile uyumlu desteklerin, çocuğun gelişimine önemli katkı sağlayacağını, Gelişimin tüm alanlarının önemli olduğu ilkesinden hareketle çocuğun çok yönlü gelişiminin hedef alınmasının önemli olduğunu, Çocuğun ve çocukluğun mutlu bir yaşantı olarak ele alınması gerektiğini lütfen unumayın. Gölgesiz kız masalları Sanatçı Hale Güngör’ün ‘‘Gölgesiz Kız Masalları” başlıklı dördüncü kişisel resim sergisi 14 Eylül’e kadar Galeri Artist Çukurcuma’da izlenebilir. Hale Güngör 1981 yılında Adana’da doğdu. 1996 yılında İrfan Korkmazlar ile heykel, Gülçin Aksoy ile resim çalışmalarına başladı. İzleyiciye sevgilerle NEDRET GÜVENÇ Tiyatroda oyuncular kadar seyircininde sorumluluğu ve disiplini vardır. Seyircide disiplin deyince, aklıma hemen başlangıç yıllarında Tepebaşı Dram Tiyatrosunun fuayesinde Muhsin hocanın yazdırdığı küçük çerçeveler içindeki yazılı uyarılar geliyor. Çok basit, çok ilkel ama dönemine göre uygun uyarılar. Çünkü oyuncular kadar seyircinin de yetiştirilmesi, tiyatro eğitimli bir seyirci olması önemli. 195051 sezonunda, ben o tiyatroya girdiğimde çerçeveler hala yerindeydi. Okuyunca çok şaşırmıştım, utanmıştım, ancak zaman içinde, örneğin 70’li yıllarda bile o uyarıların gerektiğine şahit oldum. ‘‘Oyuna saatinde gelmeyenler salona alınmaz.’’, ‘‘Oyun esnasında yüksek sesle konuşulmaz.’’, ‘‘Perde açıldıktan sonra, tiyatroda fındık fıstık yenmez.’’, ‘‘Tiyatroya küçük çocuk getirilmez’’ vs. gibi. Ancak seyircide disiplin deyince akla sadece bunlar mı gelmeli?.. Yıl 1927. Bir Darül Bedai İzmir Turnesi. Oyunlar Kordon boyundaki Tayyare Sinemasında oynanacak. İlk oyun, bir Fransız adaptesi. Çite Keramet. Perde açılmasına 78 saat kala, tüm ekip sahnede, akşamın hazırlığı içinde. Ekipte, Büyük Muhsin Muhsin Ertuğrul, Baba Behzat Behzat Budak, Küçük Kemal, Muvahit Bey, Vasfi Rıza Zobu, Sayit Köknar, Hazım Körmükçü, Refik Kemal Arduman, Galip Arcan ve diğerleri. Kadın rollerinde dönemin ünlü oyuncuları, genelde Rum ya da Ermeni asıllı hanım sanatçılarımız var. Dekor kuruluyor, ışık düzeni, efekt, müzik, vs. düzenlemesi, kostüm ve aksesuar sandıkları açılıyor, sahne üzerinde her şey her yerde. İşte tam o karmaşanın içinde, loş salonun gerisinden yakışıklı bir genç yüzbaşı sahneye doğru ilerliyor ve şefle görüşmek istiyor. Muhsin Hoca acele ilerliyor, yüzbaşıya hoş geldiniz, buyurun falan diye, yüzbaşı; ‘‘İyi günler efendim, fazla vaktinizi almayayım, bu akşam Gazi Paşamız oyununuzu teşrif edecekler, onu bildirmek için geldim. Ancak daha önce, oynanacak olan eseri okumak istiyorlar. Bu mümkün mü?’’ diyor. O tarihte Gazi İzmir’de. Muhsin Hoca büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla; ‘‘Tabi, derhal derhal yüzbaşım, biraz müsaade.’’ diyor ve heyecanla kulise koşup oyunun tekstini soruyor. Kimsede cevap yok. Oyun defalarca oynandığı için, herkesin ezberinde, ne var ki, oyunun yazılı bir metni olmalı, olmalı da, şimdi nerde? ÇİÇEKLER GİBİ GÜZELSİNİZ... Derken Behzat baba birden hatırlar, ‘‘Oyun bende, otelde bavulumda’’ der. ‘‘Koş Behzat, çabuk Behzat...’’ Zavallı Behzat baba, İzmir’in o Mayıs sıcağında, otel de Karşıyaka’da. Koşa koşa Pasaport iskelesi, vapur, ver elini Karşıyaka. Sonuçta oyun gelir, ama kapağı yok. Üstelik eski Türkçe, sayfalar yırtık pırtık, perişan. Acele oyuna yeni temiz bir kapak yapılır, perişan sayfalar ütülenir, toparlanır, Çifte Keramet allanıp pullanıp bir faytonla dolu dizgin Gazi Paşa’ya ulaştırılır. Çünkü o her yönüyle örnek bir liderdir. Ve Kemal Paşa böylece o akşam izleyeceği oyunu önceden okuyarak gider tiyatroya. Oyundan sonra tebrik için Kemal Paşa kulise geçer, hepsini kutlar, teker teker ellerini sıkar. O sırada, aktör Muvahit beyin yanında eşi Bedia’yı görür, işte orada ona ünlü sahneye çıkma emrini verir ve ‘‘Biz kadınlarımızın güzel Türkçeleriyle, sahnelerimizi çiçekler gibi süslemesini istiyoruz’’ der. Ve genç Bedia’nın şahsında, sahneye çıkacak olan geleceğin tüm kadın sanatçılarına, ‘‘Sizler çiçekler gibi güzelsiniz’’ mesajını yollar. Aslında demek istediğim şu; acaba kaç Devlet Başkanı, gitmeden önce izleyeceği oyunu okumak istemiştir ki? Hiç... Biliriz, bazı örnek tiyatro kritikleri, önceden okuyarak giderler oyuna. Oyuna önceden okuyarak gitme modası, benim başlangıç yıllarımda az da olsa vardı. Ama şimdilerde var mı bilmem. Gelelim seyircide disipline. Meslek hayatım boyunca, ben ister istemez bu durumu çok gözledim. Son zilden sonra, salon kapıları kapanıp da ışıklar sönünce perde açılır, sahne ışıkları yanar ve ilk repliklerden itibaren seyircioyuncu beraberliği başlar. Bizden onlara, onlardan bize bir algılama, bir duygu ve anlam birlikteliği başlar. İşte o birliktelik, tiyatronun büyüsü, tiyatronun vazgeçilmezliğidir. Ve işte bu anda, karşılıklı saygı ve disiplin çok gereklidir, tabi olursa!.. Örneğin, ihtiyacı gelmiştir, kalkar yerinden biri, tak tak tak ayak sesleriyle saygısızca salonu terk eder, oyun kopar. Veya geç gelmiştir, aynı tak taklarla koşa koşa yerine oturur, hışır hışır yerleşir, oyun kopar. Cep telefonu çalar, utanmadan açar konuşur, ben bunu yaşadım, hem de Almanya’yla konuştu bir hatun, salondan gelen ‘‘Hiişşştt, yavaş, ayıp, sus, sussss’’ sesleri hatuna vız geldi. Mavi Yapraklı Ev. O gece oyun başladıktan bir süre sonra, en ön sırada oturan tombul bir küçük hanım, çıtır çıtır şam fıstığı yemeye başladı ve kabuklarını yere, ayaklarının dibine atıyordu. O sırada ben de mizansen gereği, köpek taklidi yapıyor ve yerde emekliyordum. Dayanamadım, hızla ona doğru ilerleyip, ‘‘Ayıp ayıp yeme, çok ayıp’’ dedim. Çok şaşırdı dondu kaldı, sağından solundan seyirciler güldüler, bir kadın onu ikaz etti galiba, ama genelde bu saygısızlıklarla piştiğimiz için, oyun pek etkilenmediydi. Ama aynı olay, bir Shtringberg ya da bir Nazım Hikmet oyununda olsaydı ne yapardık bilemem. Ramazan ayına rastlayan oyunların matinelerinde, iftar saati geldi mi, otomatikman paketler açılır, hazırlıklı gelen dini bütün oruçlu seyirci, bir yandan oyunu izler, bir yandan da orucunu açardı. Tabi çoğu seyircinin keyfi, oyunun da tadı kaçardı? Seyircide disiplin, kuşkusuz eğitimden geçer. Tabi okullarımızın müfredatında tiyatro adına eğitimsel ayrıntılar varsa. Alkışlamanın da bir disiplini vardır, çoğu seyirci coşkuyla alkışlarken, kimi seyirci elleri göbeğinde olayı seyreder. Sanatçılar selam verir, öne ilerler, geri gider, tekrar öne ilerler, tek tek gelip alkışlarını alırlar, alkış giderek yükselir, bravo sesleri falan derken, seyirci coşkuyla ayağa fırlar, ama onlar sakin yabancı, olayı seyreder, nedendir bilinmez. Zaten kendileri de bilmez, öyledir onlar, yabancı!.. Büyük opera sanatçımız Aydın Gün, İstanbul Devlet Operasını ilk kurduğu yıllarda, 196162 yıllarıydı sanıyorum, Klakör Alkışçı tutmuş. Oyunun bitiminde veya önemli aryaların sonunda, seyirciyi alkışa teşvik etmek ve bir anlamda alkış eğitimi vermek için. Çok da iyi etmiş, bu gerekli, çünkü zamanlı zamansız değil, gerektiği anlarda alkış, oyunun değerini arttırır, oyuncuya şevk verir. Perde kapandıktan sonraki alkış, oyunu taçlandırır. Oyuncunun seyirciyle göz göze geldiği, en mutlu andır, karşılıklı sevgi, coşku ve teşekkür anlarıdır. Aman Tanrım, alkış özlemişim! O coşkulu anlar doya doya yaşanmaz mı hiç!.. Sonuç olarak, seyircide disiplin başından sonuna kadar oyunu değerlendirmek, oyunun tadını çıkarmak, oyuncuseyirci beraberliğini hakkıyla yaşamak için o salonda en saygın bir biçimde yer almaktır. Seyircide disiplin, sanatsal bir eğitimdir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle