19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 14 31/8/06 17:10 Page 1 CUMARTESİ EKİ 14 CMYK 14 2 EYLÜL 2006 CUMARTESİ ü yk Ö Gece Yolcusu Gecenin bir vakti, kadın ve adam derin uykudayken, büyük bir gürültüyle vuruldu kapı. Kadın, yatağın kenarına bir kedi gibi kıvrılmış, sessiz soluksuzdu; düşünde, akşamdan beklediği adamı görüyordu. O anda, düşünde adama sokulmuşken vuruldu kapı, kadın yatmakta olduğu tek kişilik somyadan öyle bir fırladı ki, az kalsın yerde yatan adamın üzerine düşecekti. ‘‘Hay Allah!.. Ne oluyor? Ödüm koptu!’’ dedi. Sustu bir süre, geceyi dinledi. Kendi kendine: ‘‘Kim acaba? O mu?.. O olsa niye kapıyı böyle vursun ki?’’ diye söylendi, yarı sersem, uykulu gözlerle. Sonra seslendi, somyanın üzerinde, öyle otururken: ‘‘Kim o!’’ Yine sustu. Kulak kabarttı, yanıt yoktu. ‘‘Rüya mı gördüm?.. Kapının vurulmasını rüyamda mı?’’ Tam bunları düşünürken, kapı, bu kez daha küçük yumruk darbeleriyle dövüldü. Yerde, sünger döşeğin üzerinde sırtüstü uyuyan adam da uyanmış, pencereden giren ve odaya alacakaranlık bir hava veren boşluğa dikmişti gözlerini. ‘‘Kapıya vurdular, duydun mu? Kimdir acaba, bu saate?’’ ‘‘Yat sen!’’ diye azarladı adamı, kadın. ‘‘Kimse kim, ben bakarım!’’ Kadının aklından, düşünde kalan adam geçiyordu. Düşlediklerinin çoğunu ona yaşatan, iki yıldan fazla bir zamandır evin üçüncü kişisi... O!.. ‘‘Dostum, sevgilim, erim!’’diye mırıldandı sessizce. Kalktı, kapıya yürürken bir hırka buldu, sırtına attı. Adam gözlerini tavana dikmiş öyle bir noktaya bakıyordu. Tavandaki ışık yumağı arada bir kararıyor, ay, sanki dışarıda sütbeyazına çevirdiği geceyi aydınlatmaktan vazgeçiyordu. Belki de geceyi ısıtan ay, bulutların arasına girip saklanıyor, orada adamı gözlüyordu; ne yapacaktı? O ilk uyandığı andaki yumuşak yüz ifadesi yerini, itilmiş, horlanmış küskün bir görüntüye bırakmıştı. Öfke yumağına dönüşmüş duyguları, patladı patlayacak noktasında donup kalmıştı sanki. Yine sordu, bu kez biraz sert, kadın kapıya doğru yürüyordu. ‘‘Kimdir acaba? Yoksa Cimşir mi geldi?’’ ‘‘Uyu sen!.. Ne işine gelen? Yat! Ben gelene kadar yat, uyu! Öksürmeden, aksırmadan yat! Gözüme uyku girmedi? Ben bakarım dedim!’’ Adam yanıt verecek cesaret bulmadı kendinde. Kadın, o itici, öfkeli sesiyle öyle bir sıralamıştı ki sözleri, biraz daha sindi adam. Yattıkları odanın kapısına uzandı kadının eli, öyle orada, kapının kolunda bekledi bir süre. Geceyi düşündü, gördüğü düşü anımsamaya çalıştı. Akşamdan da nasıl canı istemişti? Onu? Cimşir’i... Kapıyı açarken, ‘‘İnşallah odur!’’ diye geçirdi içinden. Hole çıktı, dış kapıya yöneldiğinde bir kez daha kapı vuruldu. ‘‘Geldim!’’ Yürüdü, kapının ardında durdu. ‘‘Kim acaba,’’ diye geçirdi içinden, ‘‘Ya yabancıysa, tanımadığım?..’’ ‘‘Kim o?’’” Kısık bir sesle sormuştu, kulağını kapıya dayadı. ‘‘Benim, Cimşir, aç çabuk?’’ ‘‘Cimşir?’’ ‘‘Evet, benim, çabuk aç!’’ Kapının kilidine anahtarı sokmaya çalıştı. Bütün gövdesi, sıtmaya tutulmuş gibi, tir tir titriyordu. ‘‘Demek Allahtan ne isteseydim, bu gece, hepsi de olacaktı ha!’’ Bütün gece, keşke gelse, arkadaşlarına gitmese, diye dua etmişti. O arkadaşları, birahanede birlikte çalıştıkları arkadaşları. Kızlar, kadınlar... Ölesiye kıskandıkları... Birileri bunların gece birahane kapandıktan sonra, orada çalışan kadınları da yanlarına alıp pavyona gittiklerini söylüyordu. Kimlerdi söyleyenler? Şimdi anımsamıyordu, ama sanki bütün mahalle söylüyordu, bir uğultu halinde. Aklından hiç çıkmayan bir uğultu, söylenenler... Hatta, her seferinde birlikte kadınlardan birinin evine dönüp, içkiye orada devam ettiklerini, o kendi halinde, halim salim patronlarının da son günlerde bunlara katıldığını söylüyorlardı. Birkaç kez, akşam, birahanenin önünden geçmiş, çaktırmadan içerideki kadınlara bakmıştı. Ne de süslü püslüydü orospular! Renk renk boyanmışlar, kimi ayakta, kimi masalarda, güleç yüzlüydüler hepsi de... Ama biliyordu ki Cimşir ondan vazgeçmezdi. Delisi olmuştu. Bunu söyleyip durmuyor muydu? ‘‘Seninle yatmak, seni koklamak canıma can katıyor. Ölüyorum sana... Doymuyorum sana... Şu moruk bir ölse, kaçamak yapmadan, rahatça sevişsek seninle, korkusuz, açık açık... Bağırarak söylesem seni istediğimi, bu evin içinde, çıplak, kimseden çekinmeden...’’ Böyle diyordu, delirmiş gibi, hiç durmadan konuşuyordu. Sonra birden susuyordu, sesi kesiliyordu, bu kez usul usul, birileri duyacakmış gibi, kısık bir sesle: ‘‘Yoksa böyle gizli olduğu için mi güzel kız? Ha?.. Söyle kız! Ondan mı güzel? Haram mal tatlı olur derler ya... Ölmesin be! Yaşasın ulan!.. Ne ziyanı var? Parası var, sana da bakıyor... Ölmesin de, beni herkese oğlum, önceki karımdan oğlum, köyde yaşardı şimdiye kadar, çağırdım, gel, dedim, geldi, diye anlatsın...’’ ‘‘Ne oldu ulan? Bir türlü açamadın!’’ ‘‘Karanlık, bulamıyorum anahtar deliğini, ne yapayım.’’ ‘‘Lambayı yak bulamıyorsan.. lambayı!’’ ‘‘Doğru ya! Lambayı niye akıl edip açmıyorum ki? Bende akıl mı koydun geleli, hayatıma gireli... Ay ne diyorum... Kapıyı öyle bir vurdun ki, bende akıl mı koydun, diyecektim.’’ ‘‘Daha konuşuyor ya!’’ ‘‘Dur! Yaktım lambayı. Hah... şimdi açıyorum.’’ Kapıyı açtı, gördüğünde, önünde dikilip kaldı; öyle donuk, şaşkın baktı adamın yüzüne, üstüne başına. Dili tutulmuş gibi, sessiz, soluksuz... Adam itti, ‘‘Çekil! Daha kapıda duruyor,’’ dedi, bozuk bir sesle. Kadın çekildi, adam girdi, salonun ortasında durdu bir zaman, baktı kadına. Kadın arkasından gelmiş, yanına yaklaşmış, aynı korku, şaşkınlık karışımı bir ifadeyle bakıyordu adama, tek söz söylemeden. ‘‘Öyle bakma, şofbeni yak çabuk, yıkanmam gerek!’’ ‘‘“Ne oldu?’’ dedi kadın, adamın söylediklerini sanki duymamıştı, ‘‘Bu halin ne?’’ ‘‘Sorma! Hemen yıkanıp gitmem gerekiyor.’’ ‘‘Gitmen mi?.. Nereye?’’ ‘‘Nereye?.. Bilmiyorum. Buradan, bu şehirden uzaklaşmam gerek. Nereye olursa, çabuk ol!’’ Kadın sarıldı adama, aşağıya çekti. ‘‘Ne yapıyorsun?’’ Dinlemedi, yine çekti. ‘‘Gel,’’ dedi kadın, ‘‘gel içeriye. Ne oldu, anlat!’’ ‘‘Adam bıçakladım, birahanede.’’ ‘‘Nee!.. Nasıl?’’ ‘‘Sorma dedim! Su ısıt, bu üstümdekileri yak, kaçmam gerek, dedim.’’ ‘‘Biliyorum!’’ ‘‘Tamam, tamam!’’ dedi kadın, banyoya koştu... ‘‘Sarıl bana! Okşa!..’’ Yaşlı adam, gözlerini tavana dikmiş, konuşmaları anlamaya Banyodaki küçük yolluğun üzerine çöktüler... çalışıyordu. Ancak bir iki sözü duyabildi, o da seslerini Yaşlı adam yataktan kalktı, kapıya yürüdü. Ses yoktu. yükselttiklerinde. Oydu, Cimşir! Oğlu! Oğlu mu?.. Yoksa Kapıyı hafifçe araladı, banyonun ışığı yanıyordu... düşmanı mı? Öldürmek isteyip de öldüremediği bir düşman Mutfaktaki kalın saplı bıçağı düşündü, gizlediği yeri... Gidip mı? Düşman!.. Oğul!.. Düşman!.. Oğul!.. Ne dedi?.. almalıydı... Ancak kapı sesi? İki kapıyı geçecekti. Duyulur ‘‘Kaçmam gerek,’’ dedi. Kaçak!.. Hayatlarından çıkacak... muydu?.. Duyulurdu... Belki de bir tuzak peşindeydiler, Burnunun dibinde! Yanıp tutuştuğu, artık dokunmasına bile sonra kaçacaklardı. Kendisine tuzak! Ölüm!.. Kendi ölümü! izin vermeyen kadını... Burnunun dibinde! Ona kaçacağını Salonun ortasında kanlı cesedini görüyordu, serilip kalmış... söyledi, doğru mu? Neden kaçıyor? Bir suç mu işledi? “Orospu!” dedi içinden, kapıyı kapattı. Bir süre öyle kapının Şofbeni yak, dedi, yıkanacağım, dedi, yak bütün ardında durdu. Ne yapacağına karar veremiyordu. Açsa, üstümdekileri, dedi... Ne oluyor?.. Neden yıkanacak? Yoksa gitmeden bir daha, genç karısı, bacağına, kıllı yumuşaklığına, salona çıksa mı? Bıçağı sakladığı yerden alsa, sonra bir cesaret, girse banyoya, bıçağı kaldırıp kaldırıp... Eli kapının göğüslerine dokumasına izin vermeyen karısı, yine onun koluna gitti, caydı. Ona kıyabilir miydi?.. Onun olmadığı koynuna mı girecek? Oğlum, diye tanıttı herkese, oğlum! dünyada yaşayabilir miydi?.. Gidip yatağa uzandı, kadını Yoksa yine kapının o yanında, halının üstünde, solukları düşledi... odayı mı dolduracak?.. Kime anlatabilir, kime oğlum karımla Birisi gelmiş, kahvede, masasına, öyle bakmıştı yüzüne. O yatıyor, diyebilir? O zaman kabullenmekten başka çaresi var zaman saçı sakalı birbirine karışmış, tam bir inziva halinde, mı?.. Çaresi yok mu? Yok mu çaresi, söyle, yüreğine sor, dünyadan elini ayağını çekmiş biriydi. Kadını öleli bir yıldan korkan yüreğine, sinen yüreğine? Aldın ya bıçağı, korka fazla zaman geçmişti. Kahve köşelerinde pineklemekle, korka, çarşıdan, satıcıya bir türlü ne istediğini anlatamadın, geceleri evinde baykuş gibi tek başına günleri sonunda aldın ya!.. Dana keseceğim, dedin adama, 1951 tüketmekle geçiyordu ömrü. İki oğlu da sonra da yok yok, öküz, dedin yılında Iğdır’da Almanya’daydı. Annelerinin ölümüne öfkeyle, bir hain öküzü keseceğim, doğdu. 1980 yılında birkaç gün sonra da çekip dedin. Adam öfkenden, HASAN Ege Üniversitesi İşletme gelmişler, gitmişlerdi. Biliyordu, işleri bakışlarından, sesinin tonundan Fakültesi’ni bitirdi. İlk ağırdı, gitgide zorlaşıyordu. anladı düşünceni, verdi... O zaman ÖZKILIÇ öyküsü, ‘‘Anamın Umudu’’ Orada da işsizlik çoğalıyordu. kabullenmekten başka çaren var 1974 yılında Demokrat İzmir Almanlar işten atmak için mı? Bir kez de kendine gelse ya... gazetesi sanat sayfasında bahane arıyorlardı, bir gün Gelip koynuna girse. Nasıl da yayımlandı. Çıkış, Edebiyat Cephesi, bile geç kalamazlardı. özledi kokusunu! O, önceleri Öykü, Küçücük Gerçek Sanat, Gittiler, bir damın altında yaptığı gibi yapsa, üste çıksa, Everensel Kültür, Adam Öykü, İnsancıl, yalnız kaldı... kendinden geçse, kalkıp kalkıp Papürüs, Güney ve Agora gibi İşte o birisi, sonradan inse... Önceleri... Ya dergilerde öyküleri yayımlanan öğrendi ki, adam bir kadın sonraları?.. Sonraları yavaş Özkılıç’ın 3 öykü kitabı bulunuyor. simsarıydı, o gelip yavaş uzaklaştı. Daha Cimşir yoktu, gelmemişti. Gelip de seni kahvede bulmamıştı. Evine girip çıkmamıştı... ‘‘Şofbeni yaktın mı?’’ ‘‘Gel, yaktım.’’ Adam aceleyle girdi, üzerindeki kanlı giysileri çıkardı. Kadın ona bakıyordu, giysileri yerden alırken. Adam çıplak kaldığında yaklaştı, sarıldı, her yerini öpmeye başladı. ‘‘Bırak! Ne yapıyorsun? Acele çıkmalıyım!’’ ‘‘Seni sevmeden göndermem!’’ Kadın hızla soyundu. Önce göbeği, o kışkırtan çukuru, sonra küçük göğüsleri çıktı meydana. Sonra her yanı, çırılçıplaklığı adamın aklını başından aldı. ‘‘Ne olacaksa olsun!’’ Çekti kadını kendine, ‘‘Seni nasıl bırakıp gideceğim... Ben ne yaptım!’’ Kadın, ‘‘Gittiğin yere beni de götür.’’ ‘‘Gelir misin?’’ ‘‘Seninle ölüme bile!’’ oturmuştu masasına. Kadın alıp satmıyordu, bilinen gibi, o bir pezevenk değildi. Ama yine de bir yerlerden, özellikle Doğu’dan kadın buluyordu; evde kalmış, yaşı başı geçmiş, karısı ölmüş erkeklere. O kadınları parayla anasından babasından satın alıyordu. Çoğunun nikâhı yoktu. Çoğu da geldikleri evlerde ziyan olup gidiyorlardı. Yaşlı koca ölüyor, kadın ya sokaklara düşüyor ya da hemen bir başkasına satılıyordu. Bunları duymuştu, adamın da bu işin simsarı olduğunu biliyordu. ‘‘Bu iş böyle olmaz, bir dam altında yalnız ömür geçmez,’’ dedi. ‘‘Ben bilirim yalnızın halini. Çaresini de yalnızca ben bulurum dayı. Hem nasıl istersen. İster yaşlı, orta yaşlı, istersen genç, güzelini... Oğlanların Almanya’da, söyle göndersinler parayı, sana kız alıyım, kız,’’ dediğinde, adama bakıp kalmıştı, ağarmış saçı, sakalıyla. Adam daha konuştu, çaylar geldi, boş bardaklar gitti, adam durmadan konuştu. Akşam karanlığı bastırdığında anlaşmışlardı, üç beş güne kadar yola çıkacaklardı. Nereye gidecekleri belliydi. Köy köy, kasaba kasaba biliyordu kadın simsarı gidecekleri yöreyi. Yeterince parası vardı, oğullarına haber vermemeye karar verdiler, engellemesinler diye. Kalktılar, birkaç gün sonra trene bindiler... Dağ başında bir köydü, üç beş toprak damlı ev derenin yamacına konmuştu. Çocuklara, yaşlılara baktığında, yoksulluğun tek görülen şey olduğunu onların yüzünde, gözlerinde gördü. Kendisi de, mahallesinde oturanlar da çok zengin, refah içinde değildiler. Ancak böylesi yüzleri, böylesi umutsuzca bakan gözleri ilk kez görüyordu. Kanı dondu, hiç konuşmadı. Köylüyle, karşılayanlarla kadın simsarı konuştu, sohbet etti. Akşam, kızın evine girdiklerinde, bir de böyle bir yoksulun evini gördü. Buyur edildiler, yere, kilimin üzerindeki yıpranmış mindere çöktüklerinde, kız ortada yoktu. Anası, babası bir de on beş yaşlarında erkek kardeşi vardı. Adamla kadının yaşını anlamak zordu. Yüzleri bir çaput gibi buruşmuş, yaşlarını tahmin etmek mümkün değildi. Bir insanın belki de ancak bu kadar yaşayabileceğini düşündü. Ancak bedenleri öyle değildi. Zayıf, çelimsiz ve daha genç. Öyle oturdular, bir süre kimse konuşmadı. Sonra hoş geldiniz evimize, dedi kızın babası. Anası konuşmuyordu, oğlan da kapıya yakın, sessizce ayaklarının dibine bakıyordu. Simsar söze girdi, işinin ehli olduğu zaman geçtikçe daha da ortaya çıkıyordu. Onun sözünün ortasında kapı açıldı. Kız, elinde bir tepsi çayla içeri girdiğinde, bu köye uymayan tek varlığın bu kız olduğunu düşündü. Baktı kıza, giyimine, saçına başına, güzelliğine, şaşırıp kaldı. Zaman ilerledikçe bu başkalığın sadece giyim kuşamla ilgili olmadığını, bunun, kadının kadınlığından geldiğini hisseti. Yanındaki simsarın kulağına eğildi, ‘‘Ben bununla başa çıkamam, doğru şey mi yaptığımız, istersen kalkalım,’’ dedi. Adamın yüzü boza çaldı, ‘‘Sen delirdin mi,’’ dedi. ‘‘İsteyecek olursa, böyle bir kız bırakılır mı burada? Dur bakalım hele, bence bu kız istemez, zaten iş olmayacak, bekle bir, acele etme.’’ Çayları yudumlarken, kızın babası anlattı... Kız önceden biriyle evlenmiş, adam genç yaşta kalp krizinden ölmüş. Kız çıkıp gelmiş evine. İyi ki çocuğu olmamış. Bir yıl sonra bir başka köye, bir delinin birine vermiş kızını. Bilmiyormuş tabi adamın huyunu suyunu önceden, nereden bilsin? Adam götürdüğü günden, kız elinden kurtulup da babasının evine kaçıncaya kadar kıza yapmadığını bırakmamış. Öyle şeyler yapmış ki kıza, kırk yıl düşünsek aklımıza gelmezmiş. Adam zalim, adam duygusuz bir adammış. Sanki evine kadın değil de bir düşman götürmüş ki, düşmana bile bu eziyet yapılmaz. Bir erkek karısını döver de sever de. Ama bu adam kadını idareden düşürmüş, morarmamış, çürümemiş yerini bırakmamış, öyle zulüm yapmış kıza. Ne istiyorsun el kadar körpeden be adi adam! İstemiyorsan bırak gelsin babasının evine. Önceleri bilmiyorlarmış, sonradan çıkmış ortaya, adam esrarkeşin biriymiş. Her türlü kötü ahlakın içinde bir adammış. Kız canını zor kurtarmış. Kız geldikten sonra adam kapıya dayanmış, karımı isterim, diye. İşte o zaman almış tüfeğini, çıkmış dışarı, ant içmiş, eğer kapımdan çekip gitmezsen, seni öldüreceğim, demiş. İyi ki adam korkup gitmiş, yoksa şimdi cezaevinde olurmuş... Düşündüğü gibi olmuştu, simsar simsarlığını yapmış, adamı da, karısını da ikna etmiş, köyden kadınla ayrılmışlardı, hep kendiyle hesaplaşarak. İşte bunca felaketi yaşayan kız, şimdi karısı olan Yeter! Karısı!.. Koşarak gelmişti yanında buraya, bu büyük kentin varoşlarındaki tek katlı, bahçeli evine. Nerdeyse buradaki evlerin hepsinden güzeldi evi. Oğulları Almanya’dan her gelişlerinde evi elden geçirmiş, banyosundan mutfağına, boyasına, kapı pencerelerine kadar yenilemiş, şirin bir ev çıkarmışlardı ortaya. Yeter, bu eve gelmişti yanında, uzun zaman onun sokağa çıkmasına izin vermemişti. Kıskandığından değil, konu komşudan utandığından, bu yaşında gidip kızı yaşında bir kadını kendine eş olarak getirdiğinden utanıyordu. Ama komşu kadınlar dinler mi, hemen gelmişler Yeter’i görmeye, kutlamaya. Yeter, ilk zamanlar, hatta ilk bir iki yıl ne kadar mutluydu, ne çok seviyordu evini. Ona nasıl da özen gösterirdi; yemesine, içmesine, temizliğine... Bir tek oğulları karşı çıkmıştı. Karşı çıkmaktan da fazla, nerdeyse babalarını yargılamışlar, öfkeyle ilk yıl gelişlerinin ardından bir daha gelmemek üzere çekip gitmişlerdi... Sonra Cimşir... Düşman! O gelmişti, köyden arkadaşıydı babası, iyi kötü günleri birlikte yaşamışlardı, hep sahip çıkmışlardı birbirlerine, iki sadık dosttu onlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi... onun oğlu, soysuz, çıkıp gelmiş, kahvede bulmuştu onu, sarılıp elini öpmüştü, babasının iki ay önce öldüğü haberini verince çok üzülmüştü, fazla oturmamışlar, evine buyur etmiş, etmez olaymış, dili kuruyaymış o an, buyur etmeyeymiş evine!.. ‘‘Hey gidi günler,’’ dedi yatakta, gözleri tavanda. ‘‘Neydim, ne oldum. Kim bilir daha ne olacağım?’’ Sesler duydu, içeriden, sonra konuşmaları. Yine kalktı, kapıya dayadı kulağını. ‘‘Hayır!.. Ben de geleceğim, seni bırakmam! Olmaz!’’ ‘‘Nereye geleceksin? Benim gideceğim yer belli mi? Adam öldürdüm ben, adam! Polis şimdi damlar buraya. Yalnız gitmem lazım, çekil önümden!’’ ‘‘Demin öyle demiyordun. Koynuna aldın mı her sözü veriyorsun!’’ ‘‘Fazla konuşma! Bu elbiseleri yak. Hiçbir yerde kan izi kalmasın.’’ ‘‘İyi git o zaman. Yalnız git! Belki de bekleyenin var. Birahanede çalışan o orospulardan biri!’’ ‘‘Saçmalama! Çekil şurdan! Hadi eyvallah, kapıyı çabuk kapat, benim buraya geldiğimi kimse bilmesin, yoksa başın belaya girer, ona göre!’’ Kapı açılıp kapandı. Kadın ardından, ‘‘Allah belanı versin!.. Ne işler açtın başımıza, ben ne yapacağım şimdi?’’ diye söylendi, bir süre sonra sesi kesildi. Oraya, kapını ardına çöküp kalmıştı. Adam, hemen uzaklaştı kapıdan, yatağa girdi, yorganı çekti başına. Birden, yüreğinin, yaşlanmış, yorgun düşmüş yüreğinin atışları hızlandı. Sevinci, karanlıkta nerdeyse yüzünde ışıyacaktı. Karanlıkta gülümsedi. Sonra, bir süre sonra gözleri doldu. ‘‘Sevinçten,’’ diye düşündü. ‘‘Sevinçten!.. Nice zamandır ağlamamıştım, ağladım!’’ Kapı usuldan açıldı, kadın bir gölgeydi, geldi, yatağına yöneldi, sonra vazgeçti, döndü, yerdeki adamın başucunda durdu. Eğildi ağırdan, yorganı bir ucundan kaldırdı, baktı adama alaca karanlıkta. Adam titredi. Kadının kokusunu çekti içine, gözkapaklarının ardında, geceliğin içinde dimdik duran göğüsleri gördü; sert beyaz bacağını, yine titredi, ağlayacaktı, kendini zor tuttu, kadın yorganı kaldırdı, adamın yanına girdi...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle