19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 31/8/06 17:10 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK Si ne ma 10 SUNGU ÇAPAN Bilindiği gibi, 5 yıl önce 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi denen o gökyüzünü tırmalayan, teknoloji harikası, İkiz Kulelerin, bir grup gözü kara, köktendinci El Kaide militanı tarafından tezgahlanmış, o tarihe kadar görülmemiş bir terörist saldırısı sonucunda yerle bir edilmesi, günümüzün ali kıran baş kesen ülkesi ve dünyanın dayısı kesilmiş ABD’yle pekala özdeşletirebileceğimiz, çağlar öncesinde tüm Avrupaya hükmetmiş o görkemli Roma imparatorluğunun fethedilmesine benzetilmişti. Kuşkusuz SSCB’nin dağılmasından sonra oluşan yeni dünya düzeninde, medeniyetler çatışmasını körükleyip kızıştıran ve tüm Batı alemini, özellikle de Anglosaksonları terörize eden bu korkunç terör eylemi, yaklaşık yarım yüzyıl kadar sürmüş o iki kutuplu Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ni yerde, suda, havada ve uzayda alt etmek için göbeğini onca çatlatmış, Yeşil Kuşak oluşturup her anlamda eğittiği Usame Bin Ladin’leri yetiştirmiş , büyük bir silahlanma yarışına girmiş zorba Sam Amca’nın emperyalist ülkesini şöyle bir salladı ve sarstı derinden, malum. 11 Eylül 2001’den bir yıl kadar sonra çevrilmiş, yıllardır toplumculuğundan hiç ödün vermez İngiliz usta Ken Loach’tan, Meksikalı Alcjando Gonzales Inarritu’ya, Amerikalı Sean Penn’den, Hintli Mira Nair’e, İranlı Samira Makhmalbaf’tan, Bosnalı Danis Tanovic’e kadar uzatılacak, farklı kültür ve kökenlerden gelen 11 tanınmış yönetmenin bu korkunç terör eylemi hakkındaki görüş ve yorumlarına dayanan, 11 dakikalık, 11 bölümden bütünlenen 11’09’01 11 Eylül’ün (2002) 4 yıl ardından sinemanın pek de ilgi göstermediği bu küllenmiş ama hassasiyetini yitirmemiş konuya ilişkin, İngiliz nesnelliği, ciddiyeti ve özeniyle kotarılmış, yeni bir film, yerinde bir zamanlamayla gösterime girdi dün: United 93 Uçuş 93. Ateş açan İngiliz askerlerinin sivil hakları için yürüyüş yapan kuzey İrlandalılardan 14’ünü öldürdüğü, kanlı 30 Ocak 1972 pazar olarak tarihe geçmiş, kara gündeki gerçekten yaşanmış olaylara odaklanan ve 2002 Berlin festivalinde Altın Ayı ödülüyle alkışlanan, sıkı bir dramitik belgeselden çok ağır ve okkalı bir siyasal sinema örneği izlenimi uyandıran Bloody SundayKanlı Pazar’ıyla (2002) tanıdığımız, ayrıca çok satan casusluk ve macera romanları yazarı Robert Ludlum’dan uyarlanan, Matt Damon’lu devam filmi, büyük bütçeli, büyük stüdyo aksiyonu The Bourne SupremacyMedusa Darbesi’yle (2004), açıldığı farklı sularda da kulaç atabileceğini örnekleyen, ustası Ken Loach’ın gerçekçi, muhalif ve hümanist çizgisini sürdüreceğe benzer, 1955 doğumlu İngiliz yönetmen Paul Greengrass, yazıp yönettiği Uçuş 93’ü, 11 Eylül saldırılarında ölenlere adamış. Depp ve Burton yine birlikte Coppola’dan yeni bir film... Bu yazın en popüler filmi Karayip Korsanlarının yakışıklı aktörü Johnny Depp, farklı filmleriyle tanınan yönetmen Tim Burton ile altıncı kez bir araya gelmeye hazırlanıyor. Daha önce Edward Scissorhands, Ed Wood, Sleepy Hollow, Corpse Bride ve Charlie and the Chocolate Factory filmlerinde birlikte çalışan ikili bu sefer Sweeney Todd adlı Broadway müzikalini beyaz perdeye taşıyacaklar. Tony ödüllü oyun, Sweeney Todd’un kendini haksızca hapsedenlerden öcünü almasını görsel açıdan zengin ve garip bir şekilde anlatıyor. Filmin 2007 sonunda vizyona girmesi bekleniyor. Baba filmlerinin efsanevi yönetmeni Francis Ford Coppola yeni filmi Youth Without Youth’u tamamlamak üzere. Son filmi The Rainmaker’dan sonra yönetmenliğe 10 yıl ara veren Coppola, Rumen yazar Mircea Eliade’nin aynı adlı romanını beyaz perdeye aktardı. Filmin montajını bitirmek üzere olan yönetmen başrolde Tim Roth ve Bruno Ganz’a yer vermiş. Film şimşek çarpan yaşlı bir adamın gençliğine dönmesini konu ediyor. Bu sayede inanılmaz bir hafıza ve kavrama gücüne ulaşan Dominic, olağandışı mesajlar almaya başlar. Bulgaristan ve Romanya’da çekilen film 2007’de gösterime girecek. ??????????????????????????????????? ‘Alo ane teröristlerin kaçırdığı bir uçaktan arıyorum’ Uçuş 93 United 93 / Yönetmen, senaryo: Paul Greengrass / Kamera: Barry Ackroyd / Müzik: John Powell / Oyuncular: Ben Sliney, Christian Clemenson, Khalid Abdalla, Cheyenne Jackson, Trish Gates, Opal Alladine, Erich Redman, Tara Hugo, Lewis Alsamari / İngiltere 2006 (UIP) ????????????????????????????????????? Günah ve masumiyeti buluşturan film ALPER TURGUT Suç dünyasında kanlı bir gezinti ve karşınızda son yıllarda çevrilmiş en iyi mafya filmlerden birisi: Running Scared... Günahın ve masumiyetin sıkça karşılıklı sahne aldığı, sağlam bir örgü ve bunun yanında merak uyandıran ilginç bir öyküye dayalı, bağır çağır aksiyon... Bir filimden istediğiniz her şey Running Scared’de var. Drama, gerilim, polisiye... Running Scared adı üstünde korkup kaçmak... Hâl böyleyken tempo hiç dinmiyor... Delifişek rejisör Quentin Tarantino’nun methiyeler dizdiği Running Scared’in yönetmeni ve senaristi ise Wayne Kramer... Beyin Avcıları (Mindhunters) ve Vegas’ta Son Şans (The Cooler) filmlerini de hem yazıp hem yöneten Kramer, 2006 mahsulü bu son eseriyle adeta kariyerinde sıçrama yaratmış. Kramer, filmini kendine özgü (hallice estetik) çekim teknikleriyle süsleyip, teknolojik efektlerle desteklemiş... Çorbaya ancak güzel bir çorbaya benzeyen senaryosu, kuvvetli kurgusuyla Running Scared, (Sezar’ın hakkı Sezar’a) kaliteli ve kotarılmış bir yapım. Sonuçta bildik birçok filmi andıran ama hiç birine benzemeyen Running Scared, sizi iki saat süren soluk soluğa bir maceranın ortasına çekiyor. ABD’nin orta yerinde cirit atan İtalyan ve Rus mafyası, kirli polisler, örgüyü çözme uzmanı federaller (FBI), sızma işinin ustası ‘‘köstebekler’’, her dem suçlu zenciler, hispanikler, çocuk katili ruh hastası sapık çift, belalı kadın satıcısı ve ondan kurtulmaya çalışan tecrübeli hayat kadını, vesaire, vesaire, vesaire... Uyuşturucu, silah, bomba, kan, ölüm, gözyaşı hep iç içe... Tamı tamına 267 ‘f.ck’ kelimesinin geçtiği hayli küfürbaz filmin odağında ise bir çocuk ve onunla birlikte kaybolan (hikâyenin şifresi) gümüşi bir altı patlar var. Uyuşturucu taciri bir çetenin faal gediklisi Joey Gazelle’yi Hollywood’un yeni esas oğlanı Paul Walker canlandırıyor. Aktris Vera Farmiga (güzel olduğu kadar yetenekli de) ise Joey’in eşi Teresa Gazelle rolünde dört dörtlük bir iş çıkartıyor. Ünlü karakter oyuncusu Chazz Palminteri, detektif Rydell ile bir lerinden ünlü John Wayne’nin saplantılı hayranı Anzor ‘Duke’ Yugorsky ile adeta harikalar yaratıyor. Joey Gazelle’nin İtalyan soslu melanet çetesi, siyahilerden oluşan bir başka şer cephesiyle eroin alışverişindedir. Ve o esnada içeriye silahlı ve kar maskeli dört adam girer. Artık çatışma kaçınılmazdır. Kurşunlar bitip, barut tükenince nasıl bir belaya bulaştıklarını anlarlar. Zencilerle birlikte ölen dört adam, tepeden tırnağa cürüme bulanmış polislerdir. Mafya babasının oğlu Tommy ‘Tombs’ Perello (Johnny Messner), tam delil niteliğindeki suç aletinden kurtulma görevini Joey’e verir. Eve dönen Joey, tabancayı yok edeceğine çocukların oynadığı bodrumdaki zulasına saklar. Komşunun oğlu Oleg de oyuncak niyetine revolvere el koyar ve beraberinde götürür. Oleg’in üvey babası ise western özentisi Duke’dur. Duke şiddeti adamakıllı içselleştiren acımasız Rus mafya ailesinin hafif sıyırmış kısmen iyi kalpli üyesidir. Annesi Mila’nın (Ivana Milicevic), her zamanki gibi Duke tarafından hırpalandığını gören Oleg, kirli silahı ateşleyip huzursuz yuvadan kaçar. Bundan sonra Joey ve sevdikleri için her şeyin ters gitmesi kaçınılmazdır. ASAP BOZUCU BİR SEYİRLİK Jenerik akarken, tel gibi gerilmiş, betibenzi atmış, mırıl mırıl mırıldandıkları arapça dualardan güç alan, göreve çıkmazdan önce son namazlarını kılıp United Airlines’in 93 sefer sayılı uçağına binen, El Kaideci 4 teröristi sergileyerek başlayan Uçuş 93, tırışkadan hikayeler anlatan, kolay tüketilir, yalınkat ticari filmlerden değil kesinlikle. Seyirciyi oyalamaktan, eğlendirmekten, kendinden geçirmektense düşündüren, sarsan, etkileyen, belgeselle kurmaca arasında gidip gelen asap bozucu bir seyirlik. ABD’de 11 Eylül’de köktendinci Müslüman teröristlerce kaçırılıp belli hedeflere yönlendirilen 4 uçaktan ikisi, Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzeygüney kulelerine çarptı bütün dünyanın ekrandan maç izlercesine seyrettiği bir şekilde, Pentagon’a niyetlenen üçüncüsü de amacını gerçekleştiremedi bilindiği gibi. Pek bilinmeyen, hedeflediği iddia edilen Beyaz Saray yerine, parçası kalmayan 4 terörist, 40 yolcusu ve mürettebatıyla Pennsylania’da boş bir araziye düşerek paramparça olan, Birleşik Havayolları’na ait dördüncü uçakta yaşananlar. İşte Grangrass’ın yere çakılan bu uçakta ölenlerin yakınlarıyla görüşerek senaryonsunu yazıp Londra’daki Pinewood stüdyolarında, tanınmamış oyuncularla çektiği bu film, duygusallıktan uzak, soğuk, mesafeli bir yaklaşımla uçakta yaşananların yeniden canlandırıldığı, sürükleyici bir ‘docu drama’. Gergin teröristler, sıradan yolcuları, işlerini artık otomatiğe bağlamış pilot ve hostesleri tanıdığımız, durgunca seyreden ilk bölümden sonra hızlanarak temposu yükselen filmin ikinci yarısına gerçek zamanlı bir anlatım egemen. Tuvalette hazırlanmış, bele sarılmış, uyduruk bir bomba tehdidiyle ele geçirilmiş uçakta finaldeki düşüşe kadar, dehşetengiz çığıklar eşliğinde, panik ve kargaşa içinde yaşananlara, an an tanık oluyoruz, son 3540 dakika süresince. Bunun sıradan bir uçak kaçırma olmadığını farkedip topluca saldırdıkları teröristlerin sonunda hakkından gelen yolcuların, kokpite girmelerine karşın yere çakılmayı önleyemedikleri filmde sivil ve askeri yetkililerin çaresizliği de vurgulanıyor. Deneyimli Barry Ackroyd’un dinamik kamerası ve John Powell imzalı müziklerinin de katkısıyla, seyirciyi fokur fokur kaynayan, bir terör kazanının içine çekmeyi başaran, yarısından fazlası tek bir mekanda geçmesine karşın gitgide hızlanarak hareketli ve sürükleyici bir tempoya ulaşan, çeşitli ayrıntıları da gözümüze sokan yazar yönetmen Paul Greengrass, alışılmış film kahramanlarının yerine, konturları belirgin çizilmiş, sıradan yolcuları, anaç tavırlı hostesleri, nefret edilesi bir gaddarlıkla yansıtılmış arap teröristleri ve acz içindeki, kifayetsiz askeri siyasiidari yöneticileri karşımıza getirdiği bu gerçekçi ve zorlu filmiyle meraklısını havadaki cehennemi bir yolculuğa çıkarıyor 110 dakikalığına. Sonuçta tavsiye edilecek bir eğlencelikten çok düşündürücü zorlayıcı bir sinema anlayışının, son derece canlı kılınmış, etkileyici bir eseri Uçuş 93. Belki de yılın en tartışılmalı filmlerinden biri. kez daha (belki alışkanlık) performansını zorlama zahmetine bile katlanmadan kötü adam görevine soyunuyor. Son dönemlerin en çok adını duyaran çocuk oyuncusu Cameron Bright, Oleg Yugorsky ile tabiri caizse döktürüyor. Çek asıllı sıkı aktör Karel Roden ise, gelmiş geçmiş en esaslı kovboy karakter Animasyon filmlerinin yakaladığı başarı ve ilerleyen post prodüksiyon teknikleri sinemacıları yeni deneyler yapmaya itiyor. Amerika’da geçtiğimiz ay gösterime giren A Scanner Darkly, video ile animasyonu birleştiren, Rotoscoping adı verilen yeni bir teknik içeriyor. Bu yöntemle önceden çekilen sahneler kare kare işleniyor ve animasyona benzer bir görüntü elde ediliyor. 46 yaşındaki Amerikalı Richard Linklater, farklı tarzlarda başarılı yapımlar çıkarmış bir yönetmen. İlk büyük başarısını Ethan Hawke ve Julie Delpy’nin başrolünü oynadığı romantikƒ dram Before Sunrise ile kazanan Linklater, daha sonra western türündeki Newton Boys, müzikal komedi School of Rock ve Before Sunrise’ın devamı niteliğindeki Before Sunset’le dikkatleri üzerine çekti. Rotoscoping tekniğini ilk olarak 2001 yılında Waking Life adlı filminde kullanan yönetmen geçen 5 yıl içinde animasyon efektini mümkün kılan Rotoshop programındaki gelişmeler üzerine ‘A Scanner Darkly’yi çekmeye karar verdi. Filmdeki animasyonun her dakikası için 500 saatlik emek harcandı. Çıkan sonuç animasyon olmasına rağmen Karanlığı taramak ERDEM KOCA oyunculuğu es geçmeyen Linklater, Keanu Reeves, Robert Downey Jr., Woody Harrelson ve Winona Ryder gibi ünlü ama kaliteli bir kadro kurmayı başardı. Linklater, A Scanner Darkly’yi ünlü bilim kurgu yazarı Philip K. Dick’in aynı adlı romanından uyarladı. Yazarın kişisel uyuşturucu deneyimlerinden etkilenerek kaleme aldığı bilinen romanı ilk olarak Charlie Kaufman, yönetmen Terry Gilliam için senaryolaştırmışdı ancak filmin yönetmeni değişince senaryo da ortadan kalktı. Son 44 yılda Screamers, Total Recall, Minority Report, Paycheck ve Blade Runner gibi birçok filme kısa hikâyeleri ve romanlarıyla hayat vermiş Philip K. Dick filmde unutulmamış ve hem yazara hem de önceki romanlarında yarattığı karakterlere göndermeler yapılmış. Yakın gelecekte Los Angeles’ta geçen filmin konusu D adında beyinde hasara yol açan çok etkili bir uyuşturucunun tüm şehri etkisi altına almasını anlatıyor. Bob (Keanu Reeves) hem D’yi yok etmek için gizli görevde çalışan bir polis, hem de D’nin kullanıcısı ve satıcısı olmuş bir müptela olan iki yaşamın arasında gidip gelmektedir. Uyuşturucunun karıştırdığı hafızası ve şizofreni ile içinde bulunduğu karmaşık durumda mücadele etmeye çalışan Bob’un çevresinde, gerçek yaşamda da uyuşturucuyla bağlantıları olmuş Robert Downey Jr. ve Woody Harrelson’ın canlandırdığı renkli karakterler vardır. Özgün müzikleri, caz müzisyeni ve besteci Graham Reynolds’a ait olan filmde Radiohead ve Thom Yorke’un da şarkıları bulunuyor. Bağımsız sinemacıların gözdesi, sadece 3.500 dolar fiyatındaki Panasonic AGDVX100 ile DV formatında çekilen film, post prodüksiyonu tamamlandıktan sonra sinemalarda gösterilmek için 35 mm’ye aktarıldı. Filmin Türkiye’de gösterim tarihi henüz daha belli değil ancak ilk 24 dakikası internette www.ign.com adresinde izlenebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle