Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 1 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ Selviye Kadın Yazlıktayız. NEDRET Geçen yıl yaz sonu kapatıp GÜRCAN gittiğimiz yazlık evimizin temizlik işi var. Bize uygun, eli yüzü düzgün ve çalışkan temizlikçi bir kadın bulmasını bahçıvandan istedik. Vahit, her zamanki iş görücü duruşuyla, ‘‘Tamam abi, siz hiç dert etmeyin, ben hallederim...’’ dedi. Halletmiş! Ertesi sabah saat dokuza doğru ağzında sigarayla, sigara bozuğu gevrek sesli, ufak tefek, hafif kırıtmalı, ayakları manken yürüyüşüne ayarlı, gözleri yerde, otuz yaşlarında bir kadın geldi. Adı Selviye. Temizlik için eve gelen bu kadında hep düşündüğüm bir şeyi görmüştüm ilk bakışta: Bir kadın güzel olmayabilirdi.. olmasındı.. ama bir kadın güzel yürümeliydi.. bu bile bir kadını güzel göstermeye yeterliydi. Selviye Kadın güzel değildi; çirkin de sayılmazdı, ama güzel yürüyordu; üstelik, ayağındaki terliğimsi ayakkabılarıyla, günlük giysisiyle ve ağzındaki sakızla... Böyle bir manken benzerliği olabilir miydi? Benim gözlemim bu idi. Bunu ona açıklamış olsaydım, kim bilir ne yapardı? O ise işin farkında bile değildi... Eşimle balkonda kahvaltıdaydık. Selviye Kadın, çalımla kuru bir ‘‘Günaydın’’dan sonra, ‘‘Çayın altını söndürmeyin!’’ dedi. Karım hafif gülümsemeyle, ‘‘Peki, söndürmeyiz, istediğin kadar içebilirsin!’’ dedi. Ardından ben söze girdim, ‘‘Taze simitimiz de var, erkenden fırından aldım, yürüyüş yaparken...’’ dedim. İki omzunu da kaldırarak bir şey söyleyecek gibi oldu, simit önerimi önemsemedi sanki, fısıltılı bir sesle ‘‘Bakarız...’’ dedi, sustu. Sigarasının dibindeki köz neredeyse dudaklarına yapışacaktı. Sakızla sigarayı bir arada nasıl idare edebiliyordu? Sigarayı ağzından eliyle alamadı, bahçeye doğru bakındı, tükürür gibi yaptı. Karım, ‘‘Dur! Al şunu’’ dedi, izmariti söndürmesi için önümüzdeki çay bardağının altlığını masanın ucuna doğru sürdü. Selviye Kadın, ‘‘Korkma Hanım, ben temizliğe geldim buraya, o kadarını da biliriz yani...’’ dedi. Sigarayı çay tabağının kenarında söndürdü, sakızı da yanına yapıştırdı. Sırtını döndü, yüzünü yola doğru çevirdi, bir rastlantı, sabahtan çocuklarıyla denize giden, omuzları plaj şemsiyeli tanıdığı bir aileyi gördü, onlara seslendi, ‘‘Bugün buradayım, yarın size geleceğim...’’ dedi. Onlar, ‘‘Tamam, bekliyoruz’’ deyip yürüdüler. Selviye Kadın, çalımlı bir havayla yüzünü bize çevirdi, bakışıyla da ‘‘Bakın nasıl da tanınan biriyim ben!’’ der gibiydi. Sonra elini başına götürdü. Başındaki yeşilli beyazlı tülbenti çözdü, uzun kara saçlarının altından çekip çıkardı, eliyle döndürüp top yaptı, beline soktu. Saçlarını önce iki yana sallayıp omzunun üzerine serpti, sonra avuçlayıp ensesine topladı. Maviye çalan gözleri, incecik kaşları, dar alnı, düzgün burnu, çizgi gibi dudakları ve çene yapısıyla zayıf, solgun, az kırışıklı yüzünün görünümü daha belirginleşti. Ucuz türden torbamsı çantasını yanındaki plastik balkon koltuğunun üzerine koydu. Bitişiğindeki koltuğu da masanın altından çekerek oturdu ve bir ‘‘Off’’ çekti: ‘‘Ayol, minibüste piştim! Allah sizi inandırsın, evden çıkalı bir saati geçti, köyden geliyorum’’ dedi. Minibüs sürücülerine de değinerek sözünü sürdürdü: ‘‘Yirmi dakikalık yolda dur kalk, indir bindir.. yirmi kez duruyorlar kör olmayasıcalar!..’’ Selviye Kadın soluk soluğaydı. Oturur durumdayken altındaki koltuğu çevirip yüzünü balkondan bahçeye doğru döndü, ayağa kalktı, ellerini balkonun ahşap korkuluğuna dayadı, hafif eğildi. Denize karşı ilk öksürük nöbeti iki dakika kadar sürdü. Sonra yerine oturdu. Elini çantasına daldırdı, bir iki dakika kadar içini yokladı, oradan sigara paketiyle çakmağını bulup çıkardı. Gözucuyla bizi yokladı. Yeniden sigara yakacaktı belki de; çekindi... paketle çakmağı bir süre elinin altında tuttu. O sırada ellerine, parmaklarına baktım; ince ve yorgundu... Bir benzetişle de yıkanıp kurutulmuş çamaşırlar gibiydi, kar beyazlığında ve biraz buruşuk... Parmakları elinin altında duran sigara paketiyle oynuyordu. Belli ki sigara içmek istiyordu. Karım durumu anladı, ‘‘Ciğerlerini dökeceksin kız! Sendeki bu öksürük sigaradan’’ dedi. Selviye Kadın, kükrer gibi, ‘‘Sökülsün de bir göreyim hani, ben bu zıkkımı genç kızlığımdan bu yana içiyorum!..’’ dedi. Sonra anlattı: Köylerinde mallı mülklü komşularının oğlu olan delikanlı, ‘‘Seni sevdiğimi biliyorsun. Gel seninle üç beş konuşalım’’ diye bir gün Selviye’yi kandırıp ahırlarına götürmüş. ‘‘Genç kızdım.. gördükçe karşılıklı bakışırdık. Arkamda önümde dolaşırdı. Bundan başka öyle kötü bir şey yok aramızda. Orada yarım saat kadar şundan bundan konuştuk. Bana ‘Seni alacağım, gönlüm sende Selviye kız’ dedi. Arkalıksız tahtadan kanepemsi bir yerde aralı olarak oturuyorduk. Birden yanıma yanaştı, kolunu boynuma atmak istedi. Kendimi çektim. Korkudan da tir tir titremeye başladım. ‘Hemen kalkalım, bir gelen olur buraya’ dedim. ‘Biraz daha oturalım, söyleyeceklerim var sana’ dedi. Az az orama burama dokunmaya başladı. Elini tuttum, ‘Hayır, şimdi olamaz!’ dedim. ‘Kız, karanlıkta kim görecek bizi’ dedi. ‘Buraya konuşmak için geldik; başka şey yasak!’ dedim. İçtiği sigaradan bir nefes almamı istedi. Babam içerdi, evimizde her zaman bir tütün kokusu olurdu. Merak edip, bir gün evde babamın paketinden bir sigara içmiş, hoşlanmıştım. Bir değil birkaç nefes çektim. ‘Nasıl?’ dedi. ‘Eh, işte...’ dedim. Madem bulaştın, devam et; ölmezsin... Hem sigara tutuşunla içişin sana yakışıyor!’ dedi. Karanlık ahırda yakıştığını nereden görmüştü ki? O an bu aklıma gelmedi. Beni aptal mı sandı ne? Utanmadan bir de keyif bağışlamaya kalktı. Zaten sigaranın sonuna doğru dünyam değişmiş, soluğum tıkanmış, midem ağzıma gelmişti. Sonra da öksür ha öksür! İçinde esrar falan mı vardı bilemedim. Dön başım dön... Beni kıvamına getirdiğini sanarak bir eliyle kerpeten gibi belimi kavradı, öbür elini entarimin içini daldırıp ileriye doğru kaydırmaya başladı, silkindim, ‘Dur lan!’ dedim, ‘Çek elini oradan, çek!’ Sinirlendi. ‘Demin entarinin üstünden ellerken seslenmedin ya, bunun üstü de bir altı da bir’ diye bacaklarıma yapıştı. Asılıp, elini çektirdim. ‘Evleneceğiz kız; bir ellemekle ne olur ki?’ dedi. ‘Nikâhlanıp evlendiğimiz gün ellersin!’ dedim. ‘Öpüşmek de mi yasak?’ dedi: ‘Hepsi yasak! Dokunursan çığlık atarım...’ dedim. Vuracaktı, elini kıvırdım. Boşluğumu buldu, bacağımın derinine bir çimdik attı ki... İşte oymuş... ‘Ahırınız başına göçsün!’ dedim kaçtım oradan. Evlenmek için değil, eğlenmek için beni seçtiğini o an anladım. Hafta geçti, attığı çimdiğin morartısı geçmedi çürüğün. Hortlayasıca, canından yanasıca, iki gözü kör olasıca beni bu boka o alıştırdı. Pas vermiyorum diye gitti köyde bir başka kızı sigaraya alıştırdı!!!’’ Selviye Kadın’ın gözleri fıldır fıldır; bu tür konuşmalarına ne tepki vereceğimizi gözlüyordu. ‘‘Eee, ben böyleyimdir; yani harbi! Sigaradan açılınca anlatmadan edemezdim derdimi. Canınız sıkılmaz ben çalışırken, fıkra da anlatırım...’’ dedi. Karımla ‘Kaybetmezsek bulduk’ der gibi bakışıp güldük. Yeniden bir sigara daha yakmak için tuttu orta parmağını yay etti. Uçlu Samsun paketinin altına vurdu, yarısına kadar çıkan sigarayı çekti, dumanı bol olsun diye eliyle yuvarladı, tütününü gevşetti. ‘Poof’ sesiyle alevlenen çakmağıyla ikinciyi yaktı. Karım, ‘‘Zıkkım olduğunu da biliyor, yine de içiyorsun, birini daha şimdi söndürdün yani...’’ dedi. Bir soluk mutfağa girdi ve Selviye’nin çayını getirdi. ‘‘Ben ince ‘‘Bey Abinin yüzü denize dönük. Hem ben şu kıyıcıkta hallederim...’’ ‘‘Aniden içeriye girebilir; şalvarını çıkarırken görebilir...’’ ‘‘Adam sende.. beni görse ne olur? Deniz burnunuzun dibinde, evin önünden geçen bikinililerin suyu mu çıktı? Çıplakların cirit attığı yerde benim çıplaklığımdan ne çıkar? Zaten sığırcık kuşu gibi kurumuş kalmışım!..’’ ‘‘Yok canım, vücudun iyi, dipdiri duruyorsun. Burada soyunman doğru olmaz; gel banyoda bari değiş...’’ ‘‘Amma kıskançsın be Hanımcım. Sen fıstık gibi bir hanımsın. Benden ne köy olur ne kasaba!.. Yani, ‘Korkma!’ Deniz ateş almaz!’’ Selviye Hanım banyoda üstünü değişti. Çakmağını ve sigara paketini çantasına koyarken yedek sigara paketini de göstermeden edemedi: ‘‘Ben’’, dedi, ‘‘yedeksiz dışarı çıkmam.’’ İş yaparken yarım saatte bir balkona çıkar içermiş. ‘‘Günde iki paketi geçmem...’’ diye de ekledi. ‘‘Ben de iki paket içerdim; söylemiştim sana ya, sonra kan geldi!’’ PORTRE Şair Nedret Gürcan 26 Haziran 1931’de Dinar’da doğdu. 1947’de Buca Ortaokulu’ndan mezun oldu. 23 yıl Dinar Belediye Meclis üyeliği ve 14 yıl da CHP İlçe Başkanlığı yaptı. Kızılay Cemiyeti Başkanı olarak çalıştı. Halen Dinar’da ticaretle uğraşan şair, Edebiyatçılar Derneği üyesi. İlk şiiri 1948 yılında ‘Anadolu’ gazetesinin (İzmir) sanat ekinde, diğer ürünleri ise ‘Varlık’, ‘Yeditepe’, ‘Türk Dili’, ‘Şairler Yaprağı’, ‘Kervan’, ‘Varan’, ‘Güney’, ‘Pazar Postası’ gibi dergilerde yayımlandı. Şairin 1953 yılında ‘Yaşadıkça Aşk’, 1956 yılında ‘Festival’, 1963 yılında ‘İki Beyaz Çizgi’, 1972 yılında ‘Bulut İndi’, 1996 yılında ‘Tutkun ve Kırgın’ ve 1999 yılında ‘Beş Çayı’ adlı eserleri yayımlandı. belli bardaktan içmem, büyüğü yoksa su bardağı da olabilir...’’ dedi. Günlük çay bardaklarımızın tümü aynıydı. Dolapta konuklar için tuttuğumuz kenarları süslü porselen bardağa çayı aktarıp üstünü ekledi ve Selviye’nin önüne sürdü. Karıma, ‘‘Elinize sağlık Hanımefendi’’ demeyi de ihmal etmedi. İçine çektiği sigara dumanını havaya üflerken öksürük dalgaları arasında söyledi bunu. Ben, ‘‘Selviye Hanım; bak, bir şey anlatayım sana’’, dedim. ‘‘Bir gün öksürürken ağzımdan kan geldi, kanser korkusuyla iki yıl önce bıraktım, eşim zaten hiç içmedi... Evde sigara falan yok; sana ikram edemeyeceğiz. Kusura bakma...’’ Şöyle bir doğruldu, ‘‘Sizde yoksa site bakkallarında var!’’ dedi. Eliyle de bakkalların bulunduğu yönü gösterdi. Selviye balkonda çayını içerken karım bir göz işaretiyle beni içeriye çekti, kadın duymasın diye fısıldadı: ‘‘Kaybetmezsek bulduk! Bu kadın oynağın, fingirdeğin biri, bu gidişle bizi terbiye edecek herhalde...’’ Tam o sırada sabah yürüyüşü yapan, siteden bir tanıdık uğradı. Kadının durumunu anlattım. Ve ‘‘Sizde yoksa bakkalda sigara var’’ dediğini söyledim. ‘‘Bilirim Selviye’yi, ona Fosforlu Selviye de diyorlar burada, bir filmden alıntı olarak. İçinde bir kötülüğü yok’’ dedi, ‘‘Bize de gelmişti, bize de yaptı numarasını, sonunda tepemi attırdı, kolundan tutup balkona getirdim, zaten tüy gibi hafif, kuş gibi çırpınıyor, balkondan sarkıtıp aşağıya atacağım. O ise, ‘Ohh, at ülen beni, at ülen erkeksen at... Hem bu site kurtulsun benden hem ben bu siteden kurtulayım!’ demez mi? Karımla gülmekten yerlere yattık. İşte bu kadın öyle bir kadın. Ama Allah’ına çalışkan ve iyi yürekli...’’ Selviye Hanım balkonda yarım saate yakın süre çay ve sigara keyfi yaptı. Gırgır olsun diye ona, ‘‘Bir de kahve ister misiniz?’’ diye sordum; ‘‘ ‘misiniz’ de ne oluyor Bey Abi.. ‘misin’ dersen daha iyi olur’’ dedi. ‘‘Daha yorulmadım ki. İşe yeni başlayacağım. İkindi çayından sonra kahve içerim. Nasıl bir kahve içtiğimi de o zaman söylerim...’’ diye yanıtladı beni. Mizahın ta kendisiydi bu Selviye Kadın.. Balkondaydım. Masada sabah gazeteleri vardı. Başlıklarına göz atarken içerden karımın sesi geldi, dinledim. Selviye’yle aralarında şu konuşma geçiyordu: ‘‘Hanımcığım, ben nerede soyunup giyineceğim?’’ ‘‘Arka bahçe girişinde ardiyemiz var. Işıklı ve temizdir. Rahatlık için bir sandalye, elbiselerini asmak için askılar falan var...’’ ‘‘Burda soyunsam olmaz mı? Öyle yerlerde bunaltı geliyor bana...’’ ‘‘Olur mu canım. Eşim balkonda oturuyor.’’ Yanıtını hemen yapıştırdı: ‘‘İki yıl olmuş, hâlâ ayaktasın! Demek oluyor ki o kan sigaradan değilmiş...’’ Temizlik ürünlerini eşimle bir tepsiye ve kovalara yerleştirdiler, evin temizlik kurallarını bildirmek için eşimle üst kata çıktılar. Biraz sonra alt kata inen eşim, ‘‘Çekeceğimiz var bundan...’’ dedi. Arada bir yanına giden eşime Selviye’nin nasıl çalıştığını sordum: ‘‘Çenesi gibi çalışması da güçlü...’’ dedi. Eşim memnuniyetini belirtti. Bizim perhiz yemeklerini beğenmeyebilirdi. Öğle yemeği için site fırınından pide yaptırmamız gerekiyordu. Karıma ‘‘Tamam’’ dedim. Yukarı katın balkonunu yıkarken aşağıdan seslendim: ‘‘Selviye Hanım, öğle için pide yaptıracağım. Kıymalı mı, peynirli mi? Bir mi, bir buçuk mu istersin?’’ Bir yanıt versin diye başımı kaldırdım. O da başını balkondan aşağıya doğru eğdi ve, ‘‘Kıymalı bir porsiyonla doyarım ben. Yanında ayran da olsun. Karpuzunuz vardır zaten. Pideyle iyi gider. Ama, pideleri sakın Hacı Bey’de yaptırma, malzemeden çalıyor! Hacı’sı da Bey’i de dursun gözü kör olmayasıcanın... Bir zahmet girişteki site fırınına kadar yürüyüver...’’ Site fırınının eve uzaklığı öğle güneşinin altında on beş dakikaydı... Selviye Hanım ikindi olmadan temizliğini bitirdi. Ardı ardına ‘‘beş çayı’’nı içti. ‘‘Yoruldum ve terledim. Banyoya girip bir duş alsam olur mu?’’ dedi. Kahve ikram edersek banyodan sonra olmalıymış. Eşim, ‘‘Kocam çok titizdir, banyoda yıkanmanı istemez’’ dedi. Bahçedeki duşu önerdi: ‘‘Kusura kalmayın ama, benim mayom falan yok. Donumla da herkesin gözü önünde duşa muşa giremem...’’ dedi. ‘‘Seni görmezler’’ dedi karım: ‘‘Çırılçıplak olsan da dönüp kimse bakmaz, zaten bizim bahçedeki duşu güller ve çamlar biraz kapatıyor...’’ diye mutfaktan seslendi Selviye’ye. Selviye Hanım karımı yanıtladı: ‘‘Üstümü görseler umurum olmaz da altımda don var; ayıp olur. Ben zaten hiç sutyen kullanmam Hanımcım, zaten memelerim iyice küçüldü, sağılmaya sağılmaya kurudu zavallıcıklar! İki çocuğumu da ahırımızdaki iki ineğin memeleri besledi...’’ Sonra da biraz sinirli, iş giysisini ardiyede çıkarıp şalvarını giydi, balkona geldi, karıma, ‘‘Hile yapamaz mıydım? Alttaki banyonun temizliği sırasında duşumu da alsaydım ne olacaktı ki? Kolumdan tutup çıkaracak değildiniz ya...’’ dedi. Söze karıştım: ‘‘Selviye Hanım’’ dedim. ‘‘Sigarayı bırakırsan her şey düzelir; seni sigara kemiriyor!’’ Elini göğsünün üstüne tuttu, ‘‘Yani memelerim de mi?’’ dedi ve bir kahkaha attı, sonra da elini gömleğinin düğmelerine götürdü, bir bir açmaya başladı: ‘‘Yapma! Açma, ayıp oluyor!’’ dedim. Karım da mutfaktan koşup geldi; ‘‘Selviye Hanım rica ederim, gömleğin düğmelerini ilikle...’’ diyordu ki Selviye Hanım düğmeleri açılmış olan gömleğini ikiye ayırdı, sutyensiz memeleri ortaya çıktı. ‘‘Görün bakın işte, aralarından ter iniyor. Neresi ayıp bunun? Bana banyonuzu açmamanız ayıp olmuyor da memelerimi açmam mı ayıp oluyor? Bunlar benim genç kızlığımda portakal büyüklüğündeydi, şimdi mandalina kadar bile değil! Sigara içmezsem neyi düzelecekmiş bunların? Lafın boku! Kusuruma bakma Beyciğim ama, kim ki sigarayı bırakır, içenlere ‘içme’ diye ‘ükelalık’ yapar, ondan kork! Bizim köyde elli yıl içki içenin biri, Hacı’ya gitti geldi de önüne çıkana içki nutukları çekmeye başladı... İçip içip sokaklarda uyurdu! O içki nutukları atmaya başladıktan sonra köyde içki içen daha da fazlalaştı! Boşver. Bakın nasıl ter içindeyim...’’ Ona, ‘‘Selviye Hanım, banyo için kusura bakmayın. Nasıl ki senin kuralların var: Çay bardağı, pide fırını, Hacı Bey, kahve gibi.. bizim de kurallarımız var. Karşılıklı uymak zorundayız. Bak, kahveni de kendi elimle ben yapacağım. Nasıl içersin?’’ dedim. ‘‘Çok şekerli içerim’’, dedi. Sigaraya uzandı, masada duran çakmağı kaptım. ‘‘Olmaz, ayıp!’’ dedi. ‘‘Hayır, ayıp değil’’ dedim. ‘‘İki yıldır çakmak taşımıyorum. Sigara yakma zevkini tadayım istedim.’’ Büyük alevli çakmağı çaktım. Sigaradan ilk yorgunluk dumanını çekip savururken Selviye Hanım, ‘‘Ne diyeyim ayol! Gönül almayı da biliyorsunuz...’’ dedi. Şunu da sözlerine ekledi: ‘‘Bey Abi, o kadar söyledim Hacı hakkında ama yine de pideyi Hacı’dan almışsın. Yuttu sanma beni. Yutmam; onun pidesi kötü marka gibidir; yüzünü yansıtır; yarısı bayat et, yarısı vıcık vıcık yağ! Gördün, nasıl güçlükle yedim. Aç olmasaydım köpeğe verirdim!..’’ Selviye Kadın, dönüş hazırlığını yaptı ve giderken önüme dikilip elini uzattı. Külhani ağızla, ‘‘Düş!..’’ dedi. ‘‘Ne düşeyim Selviye Hanım?’’ dedim. ‘‘Ağanın eli tutulmaz; ne düşersen düş’’ dedi. Otuz bin lira verdim (yıl 1985). ‘‘Beş daha, beş daha Bey Abi, lütfen!’’ dedi. Gündeliğinin otuz bin olduğunu öğrendiğimi kendisine söyledim. ‘‘Tamam, ama denize bakan evlerden otuz beş alıyorum!’’ dedi. ‘‘O neden?’’ diye sordum. ‘‘Şerefiye parası!’’ diye yanıtladı beni. Kalakaldım. İlçemde belediyede meclis üyesi olduğum sıralarda yol geçirdiğimiz ve yollarını genişlettiğimiz evlerden ‘‘şerefiye parası’’ alırdık... O aklıma geldi. Selviye Kadın bu, kaçın kurası!.. Zorunlu ve gönüllü olarak istediği parayı düştüm! ‘‘Eline sağlık Selviye Hanım, memnunuz senden, özleyeceğiz seni. Haftaya yine bekliyoruz...’’ dedim. Güldü. ‘‘Ben de özleyeceğim sizi!’’ dedi. Sigarası ve sakızı ağzındaydı. Çalımlı manken yürüyüşüyle yola koyuldu, onu köşeyi dönünceye dek izledim. ü yk Ö HAFTA SONU 12 K