25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ta rih çe 12 Resmi iddianın aksine, şehre Unkapanı civarından savaşla, Topkapı’dan ise barışla girildi Fethi doğru okumak ERDOĞAN AYDIN Türkiye’de yaşanan garipliklerden biri de tarihe bakış açısıdır. Örneğin Osmanlının kendisinin bile yapmadığı bir şeyin, yani İstanbul’un fethinin, 29 Mayıs 1953’ten itibaren milli bir kutlama gününe dönüştürülmesi bunlardan biri. Oysa tarihin bütününe olduğu gibi İstanbul’un fethine soğukkanlılıkla yaklaşmak, bugün gerek sağlıklı bir yurttaşlık bilinci oluşturmak gerekse dünyaya barışçıl bir gözle bakmak açısından büyük bir önem taşıyor. İstanbul’un fethi, tarihsel olarak ömrünü tüketmiş, ancak imparatorluk misyonuyla yüklü bir şehir devletinin, İmparatorlaşmanın eşiğindeki Osmanlı tarafından ele geçirilmesi gibi doğal bir süreç aslında. Fetih, Osmanlı iktidarının iç ve dış siyasetteki ağırlığını arttırmak, coğrafi ve psikolojik bir otorite merkezi gereksinimi açısından zorunlu, devasa Osmanlı karşısında direnebilme potansiyellerini yitirmiş Bizans için ise kaçınılmaz bir sondu. Ne ki bu gelişme, toplumları “Kâfirler” ve Müslümanlar olarak ikiye ayırıp, ‘kafirlere’ ait toprakların ele geçirilmesini ‘hak’ görmek şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımla kutlanıyor. Bu yolla “gaza” geleneği bir övünç nedeni kılınarak, buradan dinsel ve milli “üstünlük” bilinci sağlanmaya çalışılıyor. Bu yaklaşım, bizzat tarihi çarpıtması bir yana, halklar arası kültürel düşmanlık temelinde toplumu kontrol ihtiyacıyla örtüşüyor. Böylesi öznelliklere alabildiğine açık olan tarih bilimi, İstanbul’un fethini bu her iki türde de okumaya olanak sağlar. Ancak birinci yaklaşım, nesnelliği bir yana, tarihin bu ilkel dönemleriyle aramıza mesafe koyarak demokratik ve barışçıl bir toplumsal atmosferin oluşumuna olanak sağlarken, ikincisi, teokratik, fetihçi ve totaliter eğilimleri güçlendirir. Özetle İstanbul’un Fethini, onun sayesinde elde edilen iç ve dış otorite açısından anlamak ve barışçıl bir dünya açısından bu gibi yayılmacı yönelimlerle aramızda mesafe koymak gerekiyor. Özellikle günümüzde tarihin, “ötekine” karşı yayılmacı bir ruh hali yaratma kaygısından uzak yazılmasına olan gereksinim her zamankinden büyüktür. Kaldı ki diğer Türkmen ve Müslüman beyliklere karşı savaşın Hıristiyanlara karşı savaştan hep daha baskın olduğu Osmanlı tarihini, antiHıristiyanlık temelinde yazmak şeklindeki bir tarih doğru da değildir. Nitekim Fetih, II. Mehmet’in gerçek iktidar olabilmesini sağlarken, yapılan ilk iş, Müslüman ve Türkmen geleneğinden Veziri Azam Çandarlı Halil Paşa’yı ipe çekip, tüm iktidarın devşirme sınıfına devredilmesiyle devletin reorganizasyonu olmuştur. Hümayun’da Çandarlı Halil teklifin kabulünü önerirken devşirme ve din adamlarından oluşan çoğunluk savaşa devam kararı verir. Savaş iki taraf açısından da olağanüstü acımasızlık ve kahramanlıklarla karada, denizde ve yeraltında (tünellerde) sürer. Ancak yinelenen saldırılara ve büyük yıkımlara rağmen şehrin olağanüstü direnişi sürer. Osmanlı saflarındaki moral bozukluğu ve tartışmalar artar. Bu sırada Macarların Bizans’a yardım geleceği bilgisinin de alınması üzerine II Mehmet topyekün saldırı kararı verir. Son Saldırı Başarının garantilenmesi amacıyla askere üç gün yağma sözü verilir. Bu, şehrin içte de ciddi bir tahribata uğratılması demektir. 28 Mayıs’ta Mehmet, komutanlarına hitaben: “Ey benim paşalarım, beğlerim, ağalarım ve bu savaşta yoldaşlarım. Benim sizleri buraya kadar getirmekten gayem, (...) yapılmasını düşündüğüm genel hücumda daha büyük bir hamiyet ve şecaat gösterilmesine sizleri tahrik ve teşvik içindir” derken, Konstantin de, askerlerine; “Mert olmanızı sizden istirham ediyorum. Ruhlarımızın bütün fedakarlığı ile bu şerirlere mukavemete teşvik ederim. Sevgili vatanımız için hayatınızı vermeye mecbur olduğunuzu hatırlayınız” diyerek moral vermeye çalışır. Gece yarısı genel saldırı başlar. Saldırı düzeni savaşın bütün acımasızlığının yeni bir kanıtıdır. Osmanlı ordusu üç dalga olarak aralıksız saldıracak ve Bizans’ın günlerdir uykusuz, yiyecekleri tükenmiş askerlerinin yorgunluktan çözülmesini sağlayacaktır. Birinci saldırı şeyhlerinin teşvikiyle savaşa getirilen gazacıların yanı sıra Hıristiyan köylerinden toplananlarca gerçekleştirilecektir. Bu tümüyle gözden çıkarılmış olan eğitimsiz ve düzensiz birliklerin görevi; düşmanı olabildiğince yormak, cephanelerin tükenmesini ve cesetleriyle hendeklerin dolmasını sağlamaktır. İki saat sonra tüm savaşabilme yetenekleri tükenen bu birliklerin yerine Rumeli ve Anadolu sipahileri savaşa sürülür. Ölü ve yaralıların doldurduğu hendeklere merdivenlerini dayayarak surlara tırmanırlar. Merdivenler itilir, taş ve kaynar sular dökülür, sura çıkmayı başaranlar öldürülür. Bu güçlerin de savaş yeteneğini yitirmeye başladığı noktada Osmanlı topçusu kendi askerlerinin de bulunduğu surlara top ateşine başlar. Fatih ara vermeden üçüncü dalga olarak özel eğitimli askerleri yeniçerileri savaşa sürer. F ethi iki türlü ele almak mümkün: Birincisi, tarihsel olarak ömrünü tüketmiş, ancak imparatorluk misyonuyla yüklü bir şehir devletinin imparatorlaşmanın eşiğindeki Osmanlı tarafından ele geçirilmesi gibi doğal bir süreç. İkincisi, insanları ‘Kâfirler’ ve ‘Müslümanlar’ olarak ikiye ayırarak ‘kâfirlere’ ait toprakların ele geçirilmesini ‘hak’ görmek şeklinde özetlenebilecek ‘gaza’ geleneğinin topluma yeniden egemen kılınması yanı sıra dinsel ve milli üstünlük bilinci sağlamak. ŞEHRE NASIL GİRİLDİ? Yeniçeriler ‘Allah Allah’ nidalarıyla saldırıya geçer ve pek çok noktadan birinci surları aşmayı başarıp iç surlar önünde çarpışmaya başlarlar. Ancak bu sırada umulmadık bir gelişme gerçekleşir ve Bizans askerleri Osmanlı karargahına teslim olma teklifi iletirler. Bu gelişme üzerine Fatih dahil komutanlar bu teklifi kabul etme eğilimi gösterirken Akşemsettin ve Molla Gürani, “Askerin içine fesadın düşmesine bile sebep olarak” (S. Tansel) savaşın devamından yana baskı yapar. Çünkü barış, kiliselerin cami, halkın bütünüyle köle yapılmasından vazgeçmek anlamı taşımaktadır. Sonunda uzlaşmaya varılır; tahribatın daha da artmasını engellemek için Topkapı civarından şehre barışla girilir. Bu kapsamda Aksaray’a kadar olan bölgedeki kiliseler cami yapılmaz, ancak şehir talandan, şehrin 60 bin kişilik halkı ise köle olmaktan kurtulamaz. Söz konusu bu teslim önerisine neden olan gelişme ise o sırada Osmanlı askerlerinin Haliç tarafından savunmayı kırarak içeri girmiş olmasıdır. Osmanlıların Unkapanı civarından şehre girdiği haberi savunma komutanı Justinyani’ye gelir gelmez, artık şehri terketmeleri için İmparatoru iknaya çalışır. Konstantin ise kaçmayı reddederek içeri girenleri püskürtmek umuduyla o bölgeye yönelir, ancak Azap erleriyle girdiği çarpışmada ölür (Tursun Bey). Bunun üzerine Topkapı çevresindeki ana saldırıyı göğüsleyen Bizanslılar da teslim olmaya karar verir. Özetle resmi iddianın aksine şehre Unkapanı civarından savaşla, Topkapı’dan ise barışla girilir; ancak resmi tarih şehre girişi Fatih’in yönetimindeki Topkapı’dan gerçekleştiğini kayıt altına alacaktır. FETHİN GELİŞİMİ Olağanüstü bir hazırlıktan sonra 200 bin kişilik ordusuyla 5 Nisan günü Bizans’ı boydan boya kuşatan II. Mehmet, şehrin kayıtsız şartsız teslim olmasını ister. Buna karşılık Konstantin, 2000 Latin destek kuvveti yanı sıra 4973 askeriyle Osmanlı’ya teslim olmayı reddeder. Hoca Sadettin Efendi’nin deyişiyle “şahin ile serçenin dövüşmesi gibi olmayacak bir iş” söz konusudur; ama buna rağmen “serçenin” “şahine” karşı sergilediği direniş öylesi büyük olacaktır ki, savaş 29 Mayıs’a kadar 53 gün sürecek, Osmanlı ordusu 50 bin civarında kayıp verecektir. 6 Nisan günü büyük topun ateşlenmesiyle Bizans halkı için cehennem günleri başlar. Sürekli top ateşinden sonra nihayet iyice örselenen şehre 18 Nisan gecesi topyekün bir saldırı gerçekleştirilir. Ancak surlar boyunca arazinin Osmanlı askerlerinin ölüleriyle dolacağı bu saldırıdan sonuç alınmaz. 20 Nisan gecesi yardıma gelen 4 geminin önünü kesmeye çalışan 150 parçalık Osmanlı donanması da ağır bir yenilgi yaşar. Durumdan faydalanmaya çalışan Bizanslılar, Osmanlı’ya senede 70 bin altın verginin yanı sıra şehrin zaptiyesinin Padişah tarafından belirlenmesiyle barış önerir. Toplanan Divan ı H oca Sadettin Efendi’nin deyişiyle ‘‘şahin ile serçenin dövüşmesi gibi olmayacak bir iş’’ söz konusudur; ama buna rağmen ‘‘serçenin’’ ‘‘şahine’’ karşı sergilediği direniş öylesi büyük olacaktır ki, savaş 29 Mayıs’a kadar 53 gün sürecek, Osmanlı ordusu 50 bin civarında kayıp verecektir. 6 Nisan günü büyük topun ateşlenmesiyle Bizans halkı için cehennem günleri başlayacaktır. Ş ehirdeki olağanüstü direnişin kırılmaması üzerine II. Mehmet, 28 Mayıs’ta topyekun saldırıya geçer. Başarının garantilenmesi amacıyla askere üç gün yağma sözü verilir. Bu, kentin içte de ciddi bir tahribata uğratılması anlamına gelecektir. El ele veren TNT ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, çocukları kitapla buluşturuyor Hedef 2 milyon kitaba ulaşmak Reklam Yaratıcıları Derneği, iki yıldır önemli bir kampanya düzenliyor: ‘‘Dilinizden Utanmayın’’ adını taşıyan bu kampanya, sıradan dursa bile, hatta kısmen gözlerden uzak kalsa bile çok ciddi bir toplumsal öneme sahip. Kampanyanın amacı Türkçedeki kirlenmenin önüne geçmek, özellikle reklam Klasikler, gençlik dünyası dahil tüm medyanın klasikleri, çocuk kullandığı dilin temiz klasikleri, üniversite kalmasını sağlamak. hazırlık kitapları ve Kampanya Türk Dili çocuk hikâyeleri, Derneği’nin 2006 Yılı psikoloji kitapları, Basın Ödülü’nü kazandı. öğretmen eğitim TNT ve Çağdaş Yaşamı kitaplarına ihtiyaç var. Destekleme Derneği’nin örnek Kitap Toplama Kampanyası’nın 7’nci yılı için kaleme aldığımız bu yazıyla, Reklam Yaratıcıları Derneği’nin ‘‘Dilinizden Utanmayın’’ kampanyasının ne ilgisi var demeyin. Çok ama çok basit, basitliğinin yanı sıra, toplumsal sorumluluk adına önemli bir bağlantısı var her iki kampanyanın. Dilbilimcilere, eğitimcilere ve sosyologlara göre, okuma becerisi yoksunluğundan kaynaklanan ekonomik, politik, sosyal sorunlar, ister gelişmiş, ister gelişmekte olan, isterse az gelişmiş olsun tüm ülkelerin başını ağrıtan bir sorundur. Çocukların okumasının sağlanması dil gelişimi konusunda evrensel okuryazarlık sorununun açık bir çözümüdür. Bu temel ve basit ilkeden yola çıkarak, Türkiye’nin görmüş olduğu en başarılı kitap toplama kampanyasına imza atan TNT ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, 6 yılda 1 milyon 350 binden fazla kitap toplayarak binlerce okula ulaştırdı. Hakkâri, Yüksekova, Şırnak, Mardin, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Erzincan, Giresun, Tokat, Yalova, Zonguldak gibi illere gönderilen kitaplar, sessiz sedasız bir şekilde, binlerce çocuğun evrensel kültüre gelecekteki katkısının altyapısını hazırladı. Bu yıl, 5 Eylül tarihinde sona erecek 6’ncı kampanya ile toplanan kitap sayısı 2 milyona ulaşacak. Kampanyaya katılmak oldukça zahmetsiz ve kolay. 5 Eylül tarihine kadar 444 0 868 numaralı telefonu ücretsiz olarak arıyorsunuz, ayırdığınız kitaplar gelip sizden alınıyor. Bir annenin şiddete karşı duruşu G ünümüzde şiddet ilkokula indi. Bu ürkütücü durumun en önemli sebeplerinden biri çocukların kendi kültürümüze ait olmayan iletişim bombardımanı altında kalması. Onları eğitme ve eğlendirme misyonu Batman, HeMan, Action Man’lerin elinde kaldı. Genç bir anne olan Şiirsel Taş, şiddetin yanı sıra kapalı mekânlara mahkum, VCD, DVD, PSP, SMS kısaltmalarıyla kuşatılan bir ortamda önce kendi çocuğunu doğayla ve sevgiyle tanıştırmak için yola çıkmış. Kurduğu düşleri 4 yaşındaki kızı Okyanus Pera’nın kulağına fısıldamış. Daha sonra da ‘‘Düşkurdu bir düş kurdu’’ adıyla kitaplaştırmış. HAFTA SONU 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle