Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 07 30/11/06 16:19 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 2 ARALIK 2006 CUMARTESİ 7 HAYATIMIN KONTROLÜ ELİMDE zlem Düvencioğlu bir tesadüf sonucu geldiği bu noktada “hayatımın kontrolü elden kaçıyor” hissine kapılıyor mu zaman zaman? Bir teklif gelir, bir teklif daha, sonra başka bir tanesi… Derken bir gün bir bakarsın, hiç aklından geçmeyen bir yerdesin. Böyle endişeleri olmaz mı insanın acaba? Bu konuda da gayet net: “Hayır!” Öyle bir kendine güvenle söylüyor ki bunu. Her şeyi çoktan çözmüş kafasında. “Çoğu ünlü insan daha çok teklif almak için gündemde olmak istiyor. Herkesin kendine kalmış bir şey. İnsan özel hayatıyla da sürekli kamera önünde olmayı seviyorsa, ondan bundan ayrıldığını ilan etmek istiyorsa, etsin… Allah mutlu etsin onları. Ama ben yaptığım işle gündemde olmak istiyorum. Bunu böyle sürdüreceğim. Eğer ben bütün gün çalışıyorsam, para kazanıyorsam, insanlar bunu seviyorsa ne mutlu bana.” Ö Bazen dışlanmış Tepeden tırnağa siyahlara bürünmüş ve sadece gözlerini açıkta bırakan kar maskesiyle, kilitleri zorlamadan açıveren bir hırsız olarak girdi evlerimize. Gündüz vakti sahil boyunca koşarken görüyorduk. Boğaz’a bir koşuluk mesafedeki gecekondu evinde, alkole de kumara da Özlem Düvencioğlu, neredeyse bütün oyuncular belli olduktan sonra dahil düşkün abisi, iki küçük yeğeni ve tek ümidi olan lisedeki kız kardeşiyle yaşayan, olmuştu HırsızPolis dizisine. Çekimler başlamadan önce yapımcı, yönetmen, hayata tutunmaya çalışan ötekilerdendi. Bir polisi sevdi, bilmeden. Hayat, zor, oyuncular, senaryo ve prodüksiyon ekipleri tanışma toplantısında bir araya geldi. zalim ve tehlikeliydi. Aşk, imkansız. Seyirci bu imkansız aşkı sevdi. Ve Orada Özlem’i ilk kez gören herkes, başroldeki hırsız karakterine çok uygun bulmuş tekinsiz hayatları. ve “Tam senin tipin. Mavi sensin” demişti. Önce gülüp sonra isyan etmişti: “Herkes HırsızPolis dizisinin Mavi’si Özlem Düvencioğlu’yla, tesadüfen içine bana böyle diyor, bu rolü aldığımı söylediğim arkadaşlarım bile. Ben hırsız gibi mi dalıverdiği oyunculuk macerası ve Türkiye’deki yeni yaşamını görünüyorum!” Şimdi, birbuçuk yıl sonra hâlâ aynı ruh halinde. konuştuk. Geçen yıl bir mavi yolculuk için geldiği İstanbul’da “Nerem hırsıza benziyor benim” diye isyanda… Ama bu “iş”i ekranların Mavi’si olarak buldu kendini. Bunu artık biliyoruz. kotardığını gördük. Acaba role hazırlanırken, mesela araba Yugoslav göçmeni bir Türk ailenin Almanya’da doğup büyümüş çalma sahneleri için işin ustalarından feyz aldı mı? Hırsızlarla çocuğu olarak buradaki yeni hayatına alıştı mı, mutlu mu, görüştü mü? (Zira senaryo ekibi böyle bir çalışma yapmıştı…) kendini iyi hissediyor mu? Gözleri büyüyerek cevap veriyor: “Yok! Hırsızlarla görüşmedim ama oto pazarı olan yakın bir dostum var. Böyle insanları tanıyor, “İyi hissediyorum, evet. Bir yılda ne kadar alışabilirsen o yöntemleri biliyor. Ona böyle bir teklif aldığımı söyleyince çok kadar alıştım. Mutluyum burada. Ama tabii ki insanın gülmüştü zaten. Sonra bana gümüşten bir tespih hediye etti. Bu doğduğu büyüdüğü, alıştığı şeyler yok. O yüzden bir özlem ne dedim, ‘ağır takılacaksın’ dedi. Ben de evde bir yere astım birikiyor.” süs olarak tespihi. Neyse, arkadaşım o tür insanları tanıdığı “Nedir o alıştığı şeyler insanın, burada olmayan” diye için birtakım şeyleri anlattı bana. Bir de film seyrederek, oraya sorunca söyledikleri, başka bir ülkede hiç yaşamamış buraya bakarak hazırlandım. İstanbul’da oturup bir yere, sokaktaki insanları olanların da özlemi esasen. Yolda yürürken bir arabanın izlemek de güzel oluyor. Orada da çok şey görüyorsun.” Bunları söylerken altında kalıp ezilmemek için kendini sakınmaktan mesela, birden durup “Zaten hırsız tipi diyorsun ya. Nasıl bir şey ki bu” diyerek yakın yorulmuş. Dışarıdan bir arkadaşı geldiğinde, çocuk gibi zamanda başına gelen bir olayı anlatıyor: “Bir arkadaşımla İstiklal’de ensesinden tutup gezdirdiğini anlatıyor. “Arkama bakıyorum, yürüyordum. Adamın biri geldi, arkadaşımın montunun cebine elini yanıma bakıyorum. Çocukları kaldırım tarafından yürütürsün ya, soktu, kamerayı çıkarttı. Benim arkadaş tak diye tuttu elini. Adamı aynen öyle. Bıraksam, Allah korusun tak diye bir araba vurur… görsen ne hırsız dersin, ne bir şey. Normal bir vatandaş!” Gitti!” Bu yüzden en çok sakinliğini özlemiş, oraların. Almanya’ya Gülüyoruz beraber. “Tabii öyle olacak. Böyle bir tip yok seyahate gittiğinde (artık seyahat diyor), farkına varıyormuş bu özlemin. ki!” “Yoksa, bana niye öyle dediniz o zaman? Bir EMİNE ALGAN hissediyorum Herkes Mavi sensin dedi BURASI TÜRKİYE, OLUR BÖYLE! Günlük koşuşturmanın içinde bir de ünlü olmak, özgürlüğünü daha da kısıtlıyor mu peki, kendini burada özgür hissediyor mu? Yanıt net: “Hayır!” Özgür hissetmiyor ama bundan pek söz etmek de istemiyor. Meşhur olmanın dezavantajlarıyla pek ilgilenmiyor, umurunda değil. “Tabii ki birtakım şeyleri yapamıyorsun, basına yansır filan diye. Ama asıl derdim o değil. Ünlü olmakla ilgisi olmayan başka bir şey var burada. Tuhaf ya da yanlış bulduğum bir şeyi söylüyorum, diyorlar ki burası Türkiye, olur böyle. Tamam, anladım Türkiye’de olduğumu. Ben Türk’üm. Yurtdışında doğdum, o kadar. Ama beni Türk olarak görmüyorlar. Hep Almancı olarak bakıyorlar. Yabancı damgası var. İnsan kendini dışlanmış hissediyor.” Bir de aksanı yüzünden insanların tepkilerinden hoşlanmıyor: “Ben Almanya’da büyüdüm, o kadar çok yabancı arkadaşım vardı ki. Ama biz hiçbir zaman dışlamadık, onların Almancalarına gülmedik, alay etmedik, aksine yardım ettik.” Almanya’da evde ve haftada bir gün gittiği kursta Türkçe öğrendiğini, ama doğal olarak Almanca’sının daha iyi olduğunu hatırlatıyor. Yine de “Çok güzel konuşuyorum, bence takdir edilecek bir şey” diyerek hakkını da yedirmiyor. Hatta, aksanlı konuşmanın insanı özel kıldığı görüşünde. “Herkes aynı olsa, hayatın rengi kalmazdı…” Hem sanki burada herkes mükemmel mi konuşuyor? “Bu arada Almancam, İngilizcem, Fransızcam da bozulsun istemiyorum. Birkaç dil bilince böyle konuşmam normal.” Oyunculuk yapmaya başlayınca dört hafta diksiyon dersi almış. Şimdilik vakti olmadığı için ara vermiş ama oyunculuğu sürdürmek niyetinde ve kendi sesiyle konuşmak istiyor. Sesli çekilen HırsızPolis’te bir tek onun sesi dublaj. Ve bundan kurtulmak istiyor: Burada oyunculuğa başlamadan önce Almanya’da fotomodellik de yapıyordu Özlem Düvencioğlu. Bunu sürdürmeyi düşünüyor mu? Mankenlik değil ama fotomodellik yapabileceğini söylüyor. şey mi var hırsızda, bakınca anlaşılıyor mu? Yoo. Ummadığın insanlar…” ÇINAR’LA KAHVE İÇERKEN YAKALANDI Yeşilçam’ın Fotoğraf: UĞUR DEMİR kötü adamlarından Erol Taş Ünlü olmanın sonuçlarıyla pek ilgilenmese de magazin haberlerine konu az buz dayak yememişti seyirciden. olmaktan kaçamıyor tabii. Mesela geçenlerde set dönüşünde evine bırakılırken Tecavüzcü Coşkun olarak kayıtlara geçmiş arabada “yakalandı”… Coşkun Göğen’i sokakta görüp de yüzüne “Evet ya, sorma. Çok tuhaftı. Bir suçluyu yakalamışlar da sanki” diyor tükürmeyen azdı. O kadar gerilere gitmeye de gerek gülerek. İşine bakarken de magazincilerden kurtulamıyor tabii. Bir iki yok, daha iki yıl önce bir dizi film kahramanının arkasından hafta önce, dizideki aşkı Timuçin Esen’le de Rumeli Hisarı’nda kahve cenaze namazı kılındı bu ülkede. Televizyonda, sinemada içerken yakalandı. Fotoğrafın altında “Yeni bir aşk mı doğuyor” diye gördüklerine kendini kolayca kaptırıveren bir seyirci kitlesi var başlık vardı. Gülüyor yine. yani. HırsızPolis’i de hırsızları sevdiriyor filan diye eleştirenler “Çekim vardı orada, seti bekliyorduk. O arada çekmişler. İnsanlar oluyor mudur? “Oluyor tabii. Çünkü hırsızı kahraman olarak izliyorlar. da zaten böyle şeyler okumak istiyor. Her Perşembe oturup diziyi Ben de diyorum ki sinemada böyledir. Mafya babaları var, dan dan dan izliyorlar. Seni Mavi olarak, Çınar olarak görüyorlar.” onu bunu vuruyor ve insanlar onlara tapıyor. Ve dizideki aşkı gerçekte de görmek istiyorlar, deyince daha da gülerek Bir de dizide hırsızlık yapan karakterler; ekliyor: Aksak’tan tut Mavi olsun, Jilet olsun, Arsen, “Dizide bile olmuyor ki! İmkansız!” Kaporta hepsinin başka, sevilen tarafları var. Çok güzel lafları var, hareketleri var, Neyse… Seyirci artık ona hırsız olarak alıştı. O da oyunculuğa alıştı. Geçen yıl insanlar bayılıyor. Ne yapalım, sinemada yapılan bir röportajında “Şimdilik böyle bir şey çıktı, bakalım. İstediğim hırsız seviliyor.” Zenginden alıp fakire veren kahraman Robin zaman bırakır giderim” demişti. Şimdi fikri değişti mi, artık burada mı yaşayacak Hood’a geliyor laf. Kendisine yakın buluyor mu, onaylıyor mu diye sorunca kararlı bir tonla konuşuyor: “Ben turist değilim! Kendime şöyle diye sorunca örgütlülüğün kıymeti çıkıyor karşımıza: “Güzel çizgiler koymak istemiyorum. ‘5 yıl buradayım, 10 yıl şuradayım…’ böyle bir şey yok. şeyler yaptı ama çözüm diye görmüyorum bunu. Ben şu anda buradayım, mutluyum, para kazanıyorum, insanlar yaptığım işi seviyor. Zenginden alıp fakire verirsin. Ee, nereye kadar? Eğer daha da güzel adımlar atabilirsem neden olmasın. Zaten o röportaj yapıştı kaldı Sistem değişmezse, sen istediğin kadar üzerime. Üstelik böyle bir şey demedim. Bir okudum, şaşırdım.” zenginden al fakire ver. Bir kişi Sistem değişmeli dengeyi düzeltemez.” Kırım Savaşı’nın 150. Yılı Sergisi Yarımadası’nda gerçekleşiyor. Savaşın temel nedeni ise büyük devletler arasında Ortadoğu toprakları üzerinde yoğunlaşan çıkar çatışmaları. Sonucu ise çok ağır: Yaklaşık 100 bin Rus, 17 bin 500 İngiliz, 90 bir Fransız, 35 bin Osmanlı ve 2 bin alan ‘Kırım Savaşı’nın 150. Yılı Sergisi’ 9 Aralık25 Şubat Sardinyalı kaybediliyor. tarihleri arasında sanatseverler ile buluşuyor. Büyük İttifak Devletleri tarafından kazanılan bu bir bölümü Ömer M. Koç koleksiyonlarından savaş ve 30 Mart 1856’da imzalanan Paris seçilerek sergilenen orjinal eserler arasında, Amadeo Antlaşması sonrasında Osmanlı Devleti, Preziosi, Theodore Valerio ve Constantin Guys ‘Avrupalılar Ailesi’nin vazgeçilmez bir gibi ressamların yapıtlarının yanısıra; nadir parçası olarak tescil ediliyor. Savaşın bulunan kitaplar, mektuplar ve fotoğraflar da getirdiği ekonomik yükler ve Paris mevcut. Osmanlı orduları kumandanı Ömer Anlaşması sonrasında ortaya çıkan yeni Paşa’dan, Hemşire Florence Nightingale’e kadar siyasi oluşumlar imparatorluğun iz bırakan kişilerin cephelerden orjinal parçalanma ve çöküş sürecini hızlandırıyor. mektupları ve fotoğrafları; savaş anısına ‘Kırım Savaşı’nın 150. Yılı Sergisi’, bu çıkartılmış madalya, nişan ve birbirinden ilginç büyük savaşın, beraberinde meydana gelen hatıra eşyaları ve savaştan izlenimler içeren o siyasi olayların, etkin konumdaki şahsiyetlerin döneme ait kitaplar izleyiciyice sunuluyor. ve bölgenin coğrafi ve etnografik Ekim 1853Ocak 1856 tarihleri arasında yapılan özelliklerinin tüm dünyadaki yansımalarını Kırım Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. ortaya koyması açısından önem taşıyor. Sergi y.y’daki siyasi ve ekonomik gelişmelerine damgasını vurmuş en önemli olay olarak kabul ediliyor. “Staffordshire Seramik Figür, Kırım Sa ile birlikte, gösterime sunulan eserlerin vaşı İttifak Hatırası”, Sultan Abdülme detaylı resimler ve açıklamalar eşliğinde ele Osmanlı İmparatorluğu kuvvetlerinin İngiltere, cid, Kraliçe Viktoria ve İmparator III. Fransa ve Sardunya’nın yanında Rusya’ya karşı Napoléon el ele tutuşmuş halde, yak alındığı ve konu ile ilgili makaleler içeren mücadele verdiği bu savaş ağırlıklı olarak Kırım laşık 1855. (Ömer M. Koç Koleksiyonu) büyük boy bir katalog da yayımlanıyor. ehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi önemli bir V sergiye ev sahipliği yapıyor. Kırım Savaşı’nın 150. yılında savaşı ve savaşın beraberinde meydana gelen siyasi olayları ele “Kırım’a gönderilmek üzere Haydarpaşa ve Selimiye Kışlası civarında bekletilen İngiliz birlikleri”, Amadeo Preziosi imzalı ve 11 Mayıs 1854 tarihli, 63x96cm; dönemin İngiliz Elçisi Lord Stratford Canning için sanatçı tarafından özel olarak çalışılmış. (Ömer M. Koç Koleksiyonu)