15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 16/11/06 15:33 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 18 KASIM 2006 CUMARTESİ rih Ta Savaşa neden girdik? Dünya Savaşına niye girildiği sorunu genellikle çarpıtılmış, ‘yokedilme korkusuna karşı mazlumluk’ temelinde açıklanmıştır. Oysa İttihatçıların bu ‘mazlumluk’ söylemi altında, bu savaştan Osmanlıyı genişleterek diriltme arzusu yatmaktadır. Bu bağlamda İttihatçı savaşperverliği salt işbirlikçi zorunlulukla açıklamak doğru olmayacaktır. İçeride üretilen yayılma hayalleri de, savaşa katılımda temel bir etken olacaktır. Büyük savaşta paylaşılmak istenen Osmanlı, bu paylaşıma karşı mevcudunu korumaya yönelik bir strateji izlemek yerine, kendini paylaşmak isteyenleri paylaşmak hayallerine kapılmıştı. Öyle ki Abdülhamit’in, mevcudu Panislamcılıkla korumak kaygısı bir yana atılıp, yeniden genişleme hesaplarıyla davranılacaktır. Bir yandan Panturanizmle Asya’ya doğru genişleme diğer yandan Panislamizmle Mısır’ın geri alınması düşlenecektir. Eldekini onarmak ve korumak yerine Bakü’nün petrollerine Mısır’ın pamuğuna göz dikilecektir. Bu genişleme yönelimi Yavuz Sultan Selim’in de yeniden güncelleşmesini getirecektir. Tasviri Efkar’ın 20 Ekim 1914 tarihli başmakalesinde de yazdığı gibi, Yavuz’dan, “İttihat ve Terakki’nin kurucusu, halk deyimiyle pir’i ve üstadı” diye sözedilecek, Onun “istilacı ve cihangir duyguların(ın, Napolyon’unkinden farkla) meşru ve hakimane esaslara dayanmakta” olduğu yazılacaktır. Goeben’e Yavuz isminin verilmesi de bu ortamın sonucu olsa gerek. Rusya’nın boğazları ele geçirme niyetine, bunu etkisizleştirecek arayışlar yerine, Kafkasya’yı ve Turan’ı almak hayaliyle karşılık verilecektir. Emperyalist alt yapıdan yoksun bir gücün emperyalist politikalara yönelmesinin kaçınılmaz sonucu ise çöküş olacaktır. e ç ERDOĞAN AYDIN Cepheye giden asker aileleri tarafından uğurlanıyor... GÜVENLİKLE YAYILMA ARASINDA Osmanlı Devletinin bütün yolları denediği ve başka çaresi kalmadığında savunma amacıyla savaşa girmek zorunda kaldığı tezi gerçeği yansıtmamaktadır. Rusya’nın Boğazları ele geçirmek dahil bir dizi emperyalist emel beslediği açıktı; ancak bu savaşı değil önlem arayışını gerektiriyordu. Kaldı ki Almanya’dan duyulan korku nedeniyle İtilaf devletlerinin Osmanlının tarafsızlığını elde etmeye çalıştıkları biliniyor. Ancak Enver bu durumu tarafsızlık ve güvenlik için değil, karşı taleplerle yayılma hayallerini gerçekleştirmek için kullanacaktı. İttihat ve Terakki’nin yönetimindeki Almancı ekipten olan Emir Şekib Arslan, bu noktada, Mısır’ı geri almanın “en önemli etken” olduğundan sözeder. İngilizlerin ellerindeki Reşadiye zırhlısını, Osmanlıların Almanlar yanında savaşa girmesinden kaygılandığı için teslim etmediğini, buna karşılık Rusların, Osmanlının tarafsız kalma sözü vermesi karşılığında İngilizlerin gemiyi vermesi yönünde arabuluculuk yaptığını aktarır. Ancak “Bunun yeterli olmayacağını, Türkiye’nin birçok talebi olduğunu söyledik. Çünkü itilaf devletlerinin tecavüzlerinin haddi hesabı yoktu ve Türkiye’nin haklarını geri alabilmesi için gereken fırsat buydu. En önemli sorun Mısır’dı. Türkiye, İngiltere’nin Mısır’dan çekilmesini ve Mısır’ın içişlerinde bağımsız, dışarıda Osmanlı halife ve sultanına bağlı hale getirilmesini istedi” diye yazacaktır. O günkü kritik dengelerde yürütülecek barışçıl bir diplomasi, Osmanlıyı pek çok badireden kurtarma olasılığı sunarken, bu olasılık değerlendirilmeyecekti. Görüşmelerde Mısır ve adalar talep edilmekte ve giderek Turan hayalleri geliştirilmektedir. Dahası tarafsızlık için görüşmeler sonuçlanmadan, Almanya ile birlikte savaş taahhüdünde bulunan gizli anlaşma imzalanacaktı. Arslan, “İngiltere’yi zırhlıyı teslim etme ve Türkiye’ye borç verme yanısıra, Rusya’nın da otuz yıl boyunca Türkiye’ye saldırmama sözü” konularında belli bir mesafe sağlandığını, ancak Mısır’ı talepteki ısrarı sonucunda anlaşma sağlanamadığını söyleyecektir. Oysa Mısır’ı geri almak konusunda imparatorlukçu hırslara yenilmemiş, dahası Orta Asya’ya yönelik Turan hayallerine saplanılmamış olsaydı, hiç kuşkusuz o korkunç kırım ve yıkım gerçekleşmeyecekti. Ancak EnverTalatCemal üçlüsünün emperyal hayalleri vardı ve tam da bu nedenle onlar, savaş dışı kalmanın değil, savaşa kiminle ve ne elde ederek katılacaklarının arayışındaydılar. Bu çerçevede birbirini izleyen komplo ve şoven kışkırtmayla halkı savaş cehennemine atacaklardı. İTTİHATÇI KILIKLI İMPARATORLUK RUHU Almanlarla yapılan 2 Ağustos Anlaşması görüntüde Rusya’ya karşı bir güvenlik önlemiydi.. Ama gerçekte açık bir saldırı stratejisinin ifadesiydi. Kuşkusuz Rusya’nın Osmanlı üzerinde emelleri vardı. Ancak Onlar, bu emperyalist emelden hareketle bir başka emperyalist emel sahibinin kuyruğuna takılıyor, dahası bizzat emperyalist bir politika izleyerek, Osmanlıyı yıkacak bir savaşa giriyorlardı. İmparatorluğun ruhu İttihatçı kılığında ayağa kalkmış, Alman militarizminin gücünden istim alarak Balkanları, Ege adalarını, Kıbrıs’ı, Mısır’ı, dahası Turan’ı ele geçirme hayalleri peşine düşmüştü. Bu bağlamda “Ruslara karşı kazanılacak bir zaferle Kafkasötesi ve Orta Asyadaki ecdattan kalma toprakları yeniden fethi olanağı” aranmaktadır. (P. Dumont) Nitekim 7 kasımda yayınlanan cihat (kutsal savaş) fertvası ile 11 Kasımda yayınlanan Hattı Hümayun, “Osmanlı yöneticilerinin böyle bir cihat ile yakın geçmişte kaybettikleri toprakların hiç olmazsa bir kısmını geri alabileceklerini sanmak” yanılgısınca şekillenmiştir. Özellikle 3 yere, Mısır’a, Kıbrıs’a ve Batı TrakyaMakedonya’ya sahip olunacağı umulmaktadır. Filipe ve Selanik hayalleri görülmektedir (Ş. Turan). Bu ise hem kendi gücünün farkında olmamak hem de büyük zayiatla çıkılan Balkan savaşından hiç ders almamaktı. Üstelik İttifak’ın savaşı kazanması halinde de, hayallerine ulaşmanın hiçbir garantisi yoktu. Tersine bu kez yalnızca Almanların yarı sömürgesi olma durumu sözkonusuydu. Bu ise emperyalistler arası güç dengelerinin belirlediği o günkü atmosfere göre daha da kötü bir seçenekti. Çünkü aralarındaki çelişkilerden yararlanma olanağı da kalmıyordu. Savaşın kazanılıp Turan’ın ele geçirilmesi halinde bile, bu kontrol Alman emperyalizminin oradaki jandarmalığından öteye geçemeyecekti. Çağın gerisindeki teknolojisi ile Osmanlının, ele geçireceğini hayal ettiği toprakları yönetmesi olanaksızdı. Dünya 15. yüzyılın dünyası değildi. Gelişkin teknoloji ve sanayileriyle rakipler sözkonusuydu. Dahası son 100 yılın gösterdiği gibi, yapısal dönüşüm gerçekleştiremeyen bir Osmanlının, büyük güçlerin sömürüsünü engelleme şansı yoktu. Diğer yandan Mısır’ın Osmanlıdan ayrılışı da, Fransız ve İngiliz işgali öncesi bizzat Mısır’ın yerel güçleriyle sağlanmıştı. Balkanlardaki bağımsızlık savaşları da keza, emperyalist kışkırtma ve desteklerle gerçekleşse de milli bir uyanışın kaçınılmaz sonuçlarıydı. Dolayısıyla kendini tüketen bir yeniden genişleme hayali yerine, niteliğini yükseltmeye ve milli uyanışlardan kaynaklı sorunlara barışçıl çözümler üretmeye yönelmeliydi. amaçlayan Pantürkist hareketi de kışkırtmaktaydı. Osmanlı yöneticileri çıkacak bir savaşta, Rusya’nın yenilgisi ile bu ülkünün gerçekleşebileceğini umduklarında, Almanya’ya yanaştılar” (O. Sander) İttihatçı muktedirlerin, Almanya işbirliğiyle bu savaştan “büyük Türkiye yaratma hülyası”na saplandığını yazan Rahmi Apak, şöyle devam eder: “Hem Panturanizm ve hem de Panislamizm hülyaları içinde yaşayan İttihatçılar (kuzey İran ve Türkistan’a yönelik) böyle maceralara girmek için yanıp tutuşuyorlardı... O zamanlar ben de heyecanlı bir Türkçü ve Turancı idim. Rütbem de üsteğmen idi. (...) 1914 sonbaharına doğru İstanbul’dan ayrılık hazırlıklarına başladık. Turan’a gidecektik. İran Azerbaycanı’na girip Azeri Türkleri ayaklandıracak, sonra Türkistan’a sızacak, oradaki Türklüğü silahlandıracak ve büyük Turan davası için çalışacaktık...” Turancı siyaset, Alman emperyalizmi tarafından, kendi yayılma politikalarının bir aracı olarak kışkırtılıp “bilimsel” olarak desteklenecekti (T. Timur). “Almanya’nın Osmanlı Devletine bakışında çıkara dayalı bir sevecenlik vardı. Rusya ile Osmanlının uğraşmasını istiyordu. Bunun ödülü de Orta Asya Türkleri ile birleşmesi konusunda yeşil ışık yakması ve Pantürkizmi desteklemesi olacaktı (B. Tanör). Bu kapsamda Osmanlı, Almanların elinde, Kafkasya ve Mısır cephelerinde Rus ve İngiliz güçlerine saldırtacakları “en büyük kara silahı” olacaktı. Oysa Osmanlı o sırada zaten kontrol edemediği, ulaşımı, haberleşmesi, güvenliği ve yeniden üretimini gerçekleştiremediği denli büyük topraklara hükmetmekteydi. Emperyalistlerin Osmanlıya dair bu denli rahat hesap yapabilmeleri, onunla bu denli rahat oynayabilmeleri de bundan kaynaklanıyordu. Bu koşullarda mevcut topraklarındaki yaraları onarmaya ve kalkındırmaya, bunun için savaş dışı kalmaya mecburdu. Mali durumu, ekonomik ve ulaşım alt yapısı, ordusunun donanım, eğitim ve komutası savaştan uzak durmasını zorunlu kılarken, o ısrarla savaşa yöneliyordu. Dahası İttihatçıların izlediği TürkçüTurancı siyaset de, hem iç barışı ve bütünlüğü olanaksızlaştırıyor hem de emperyalist müdahaleler için yeni bahane ve işbirlikçiler üretiyordu. Özetle izlenmesi gereken siyasetlerin tam tersini uygulayan Osmanlı kendi kuyusunu kazıyordu. TARİHİN DERSİ Savaşa katılmanın zorunlu olduğuna inanan Genelkurmay İstihbarat Şubesinde başkan yardımcısı olan Kazım Karabekir bile şöyle yazacaktı: “Diyebilirim ki bizim cihan harbi edebiyatımız, bazı eski Osmanlı padişahlarının harekete geçmeden önce yaptıkları kaba ve düşüncesiz palavracılıklarına benzedi: ‘Kahpe Moskof! Kahpe İngiliz! Sizi şöyle yapacağız, böyle yapacağız! Mısır’ı alacağız, Turan’ı alacağız!..” Bu atmosferde militarist ve şoven siyaset o denli büyük mevzii kazanacaktı ki, İttihatçı “Genel Merkez, savaş başladığı halde üç aydır hala savaşa girmediği için Enver Paşa’nın kahramanlığından şüpheye düş”ecekti. Ancak Enver, Cemal Paşa ve Talat Bey’le birlikte bu engelleri aşacak, “Almanların arzusu gerçekleşecekti”! K. Karabekir, devamla, Türk Genelkurmayı olarak kendilerinin bile, “Rusların saldırısıyla savaşa girdiğimizi sandık” diye yazacaktı. Bu sürecin de gösterdiği gibi demokratik denetimden yoksun ve şovenizmin etkisine girilen koşullarda toplumları ve ülkeleri bekleyen şey felaket olacaktır. Bu nedenle tarihten çıkarılacak en önemli derslerden biri, böylesi şoven rüzgarlara karşı durma basireti göstermek olsa gerek. MİLLİ İDEAL TURAN DAVASI! Oysa İttihatçıların çözümü TürkçüTurancı bir yayılmacılık olacaktı. Savaş, “Çarlık egemenliği altında yaşayan Türki halkların esaretten kurtuluşu” gerekçesiyle yayılmak için bir fırsat olarak kullanılacaktı. Bu kapsamda toplum ırkçı yayılmacı bir söylemle savaşa hazırlanacaktı. “Dünya savaşına katılmamız milli idealimizi gerçekleştirmek içindir. Devlet ve milletimizin ülküsü Moskof düşmanımızın ortadan kaldırılması ve bu suretle ırkımızın bütün kollarını kapsayacak doğal sınırlara ulaşmaktır” gibi ırkçıyayılmacı bir söylem iktidar katlarında yayılacaktır. (R. Akın) Alman emperyalizmi İttihatçıların bu kabına sığmaz hayallerini başarıyla yöneterek Osmanlı topraklarını temel sömürü alanı yaparken, insan kaynaklarını da kendi çıkarları uğruna ölüme sürülen bedava askerler olarak kullanacaktı. “Almanya, Rusya’ya karşı Osmanlı devletini yanına alabilmek için, Rusya’da yaşamakta olan Türklerin Osmanlı sınırları içine alınmasını eaydin?cumhuriyet.com.tr Yaz Gecesi Rüyası Sahne tozu Tersine Dünya Orhan Kemal’in romanından Mustafa Gültekin’in oyunlaştırdığı metin, Turgay Kantürk’ün rejisiyle müzikli, danslı eğlencesi bol bir taşlamaya dönüşüyor. Oyunda erkek ve kadın rollerinin yer değiştirdiği bir dünyada sınıf atlamak için zengin eş arayan erkekler, üçkâğıtçılıkla kısa yoldan para kazanmaya çalışan serseri kadınlar anlatılıyor. Bir kenar mahallede geçen oyun, toplumdaki kadın ve erkek rollerini mizahi bir üslupla tartışmaya açarken, toplumsal yapıdaki çarpıklıkları da gerçekçi bir biçimde gözler önüne seriyor. Gül Onat, Alican Yücesoy, Levent Tülek, Didem G Aydın, Özden Çiftçi, Zeyno Eracar, Esra Pamukçu, Görkem Z. Gönülşen, Ali Rıza Kubilay, Muhsin Kurtaran, Gülce Uğurlu’nun oynadıkları oyun, Bakırköy Belediye Tiyatrolarında bugün ve 25 Kasım’da sahneleniyor. Etna: Bedendeki Kuyu İstanbul Şehir Tiyatroları, Shakespeare’in yazdığı Can Doğan’ın dilimize çevirip yönettiği Yaz Gecesi Rüyası adlı oyunu, farklı bir yorumla seyirciyle buluşturuyor. Yaz Gecesi Rüyası’nda evlilik planları yapan Hermia ve Dimitri’nin başına gelen olaylar sahneleniyor. Düğünde oynamak için “Pyramus ve Thisbe’nin Ölümsüz Aşkı” adlı oyunu seçen Robin kafe çalışanları tüm aksiliklere rağmen bu oyunu düğün günü oynamaya kararlıdır ve tüm bunlara Robin Cafe’nin sahibi ve gecelerin kral ve kraliçesi olan Oberon ve Titania’nın arasındaki çekişme eklenir. Oyun bugün, yarın ve 2226 Kasım tarihleri arasında Ümraniye Sahnesi’nde izlenebilir. Repertuar tiyatrosu olmayı amaçlayan BiTiyatro’nun ilk oyunu “Etna: Bedendeki Kuyu”nun yazarı ve yönetmeni, ‘Theater an der Ruhr’ kökenli bir oyuncu olan Christine Sohn. Yazarın on oyunundan biri olan ve şiddeti sıradanlaştıran ve zorbalığı içselleştiren toplumun birey üzerindeki yıkımını konu alan Etna: Bedendeki Kuyu, Ahmet Cemal’in çevirisiyle ve Laçin Ceylan ile Nihat İleri’nin oyunculuğuyla 24, 25 Kasım tarihlerinde Ortaköy Afife Jale Sahnesi’nde, 21 ve 28 Kasım tarihlerinde Oyun Atölyesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. Antiloplar İnançla çıkılan bir yolculuk! Amaç; üç yüz kuyu açıp, Afrika köylerindeki insanlara su ulaştırmak! Ondört yılın sonunda sadece üç kuyu çalışıyor. Afrika’daki son gecelerinde yerlerine gelecek kişiyi beklerken yaşanan son gün hesaplaşması. Bir yandan topuğundaki solucan yuvasını yok etmeye çalışırken, bir yandan ‘’onların yaşamalarına mı, yoksa ölmelerine mi yardım edeceğiz?’’ sorusu... Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ve Işıl Kasaploğlu’nun yönettiği oyunda Cüneyt Türel, Lale Mansur, Bekir Aksoy rol alıyor. Antiloplar 25 Kasım’da Akbank Sanat’ta tiyatroseverlerle buluşacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle