14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 5/10/06 15:20 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 7 EKİM 2006 CUMARTESİ 7 Güneydoğu’yu baleyle tanıştıran Tan Sağtürk, seferberlik ruhunun sürekli olması gerektiğini vurguluyor Seyirci Seyircisalı Salıgünü Fransız Devlet Balesi tarihindeki ilk yabancı olma unvanını taşıyan Tan Sağtürk, Türkiye’ye döndükten sonra projeleri arasında olmamasına rağmen Tan Sağtürk Bale ve Dans Eğitimi Merkezi’ni açtı. ‘‘Erkekten dansçı mı olur?’’ klişesi onunla birlikte rafa kalktı. Baleyi, dansı yaşamak isteyen insanlar için, yeterli devlet desteği olmadan okullarını Güneydoğuda açtı, kitleler oluşturdu. Dans yarışmasını bir televizyonun kabul etmesinin mucize olduğunu söyleyen Sağtürk, tüm ilgi ve gelişmelere rağmen yine de kimseye baleyi önermiyor. Çünkü Bizans entrikalarından sağlam çıkabileceklerine inanmıyor... Bale okulu açmaya nasıl karar verdiniz? ‘‘Bale okulu açmak benim yapmak istediğim projeler arasında yoktu. Şunu keşfettim: Bale okulu açtıkça, eğitim verdikçe, bir çatı altına toplamaya başladıkça kendimizi insanlara anlatmayı daha iyi becerir hale geliyoruz. Konferansalara ve toplantılara gittiğimde katılımcıların çocuklarına bu mesleği anlatmak nasıl olurdu diye düşününce, çok daha uzun zamana yayılırdı. Bu yolla çıktık meseleye, iyi olduğunu da düşünüyorum çünkü birinci okul açıldıktan sonra diğerleri peşi sıra açılmaya başlandı. Tek başına başladım sonra ekibimiz oluştu. Sadece İstanbul’la sınırlı kalmadı, Güneydoğu Anadolu’ya okullar açıldı. Kitleler oluştu.’’ Milli Eğitim Bakanlığı’yla ortak bir projeniz oldu mu? ‘‘Hayır, sadece okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlı. O şekilde bakarsanız evet, ortak proje denilebilir. Milli Eğitim Bakanlığının mutlaka yararı var, ama zararı da olabilir. Çünkü büyük bir kurum ve bünyenin içine giriyorsunuz, ne kadar hızlı hareket edecek olursanız olun yine de sizi eğitim mekanizmasında hantallaştırabiliyor. Ama başka bir kontrol mekanizması oluşmadığı için siz bu çatı altında Tan durmak zorundasınız.. Bana teşekkür Sağtürk Dans Merkezi etmek ve tebrik etmekten başka bir şey programlarından bahseder misiniz? yapmadılar. Negatif bir iletişimim ‘‘Ben sadece bildiğim dans derslerini programa koydum. Ne olmadı ama bakanlığa bağlı bir kurs, pilates, ne de oryantal ders veriyorum. Bunlar belki çok pratik, hızlı öğrenilebilecek dersler ama iyi bildiğiniz, çok iyi ekiple çalışabileceğimiz okul olarak her şey daha hızlı dersler koyduk. Klasik bale, modern dans var, tango ve latin dansları var.’’ olabilseydi keşke gibi bir Çocuklarla da çalışıyorsunuz? duygumuz da yok değil.’’ SABİHA KURTULMUŞ gri giyinir Güneydoğu’da hangi illerde açıldı, halkın tepkisi nasıl? ‘‘İlk olarak yedi yıl önce Diyarbakır’da, daha sonra Samsun’da, Mardin’de, Batman’da, Kahramanmaraşta, Ankara, İzmir, İstanbul, Çanakkale’de ve en son Kayseri’de iki hafta önce açıldı. Şu anda birkaç yerde daha açılacak. İlgi nasıl derseniz, ilgi fazla. Çünkü işin güvenirliliği var. Bana güvendiklerini hissediyorum insanların. Ayrıca ilk defa bale okulu açılmış buyursun teşrif etsin insanlar diye düşünüyoruz. İnsanların destek vermemesi, gelmemesi çok ters gelirdi. Öyle bir şey olmadı tabii, çok fazla bir katılım oldu ve insanlar orada bulunmaktan çok mutlu oldular. Ekibimle beraber son derece mutlu ve sistemli bir çalışma şekli yarattık. Sadece anlamayadığım bir şey oldu bugüne Liderlikle markalaşma arasında çok fark olduğunu düşünüyorum ben. Ne yazık ki insanlar için bile bugün markalaşma sözünü edebiliyoruz. Hepimizi bağlar hale geliyor. Sorunun cevabı benim herhangi bir strateji belirlemeden yola çıkmış olmam. Sonuçta kendimizi şu anki konumda bulduk. Belki de her yaptığmız işi son işimiz gibi yapmak. Tabii ki bir işi başarıyla sonuçlandırdığımızda şimdi ne yapacağız diyoruz ama hiçbir zaman bir menajer veya imaj makerlık söz konusu olmadı. Olmamalı da bence. Push edilen ve çevreme çok para kazandıran biri değilim. Ama artık şunu söyleyebilirim: Bir dansçı, Tan Sağtürk var.’’ Projelerinize devlet desteği gelmedi mi? ‘‘Kişi olarak bana saygı duydukları için bir araya geldiğimizde hem maddi hem de manevi destek bulabilen bir insanım ama benim bulabilmem önemli değil. Önemli olan bu işi kabullenebilen dünyanın modern yüzü bizde de olmalı ve bunu çok iyi yapmalıyız diyebilen bir hükümetimizin varlığı gerekiyor. Fakat şu ana kadar her şey beklenildiği gibi oldu ne yazık ki. Elbette bütün sanatçılar, hepimiz bu konuları konuşabiliriz, bu özgürlüğe sahip insanlar olduğumuzu düşünüyorum. Gerçek yardımlardan bahsediyorum sembolik maaşların ödenmesinden değil. Mukayese ettiğimiz zaman Avrupadaki ülkelerin birçoğuyla çok zayıf olduğumuzu düşünüyorum.’’ Yurdışındaki sahne deneyiminizden sonra Türkiye’deki izleyici kitlesini nasıl değerlendiriyorsunuz? ‘‘Özellikle Güneydoğu bölgesindeki algılamanın çok saf olduğuna inanıyorum ve çok keyif alıyorum orada gösteri yaparken. İstanbul daha bir yamalı bohça gibi. Ama şöyle bir şey var; çaba sarfeden insanı alkışlıyor Türk seyircisi. Sıcak bir seyircimiz var bunun dışında. Yurtdışıyla kıyaslayamazsınız. Sadece ülke değil, her şehirde farklı. Belirli bir kültür birikimi olan ülkenin tonları farklı oluyor. Almanya’nın kasabalarında, köylerinde bile artık dans topluluğu var. Modacı gibi olmalı, yeni bir kıyafet dikmeli ki dünyada bir lokomatif olsun. Küba mesela Rusya’yı teknik açıdan çok fazla geçmiş durumda. Dans tekniklerini en üst seviyede geliştirmeye çalışıyor. Seyirci de öyle. Gözlemlerimiz oluyor, mesela Salı günü gri giyiniyor seyirciler. Perşembe günü çok kritik bir seyirciyle karşılaşırsınız. Cumartesi matine yapılır ve çok alkışlamayı seçerler. Pazar günü ise çok durgun. Alkış, aynı seyirci ve performans olsa bile çok durgundur. O yüzden yurtdışıyla kesinlikle kıyaslayamayız. Ama Türkiye’nin en güzel seyircisi kesinlikle Ankara’dadır. Her şeyi gözlemleyen, yerinde alkışlayan, sizinle frekans oluşturabilen bir seyirci.’’ kadar, onu söylemem lazım. Neden bugüne kadar yatırım yapılmadı, neden ilgilenilmedi? Neden bu kadar zamandır Doğuyu tanımamışız? 2,53 saat uçakla Avrupaya gidebilen insan neden bir saatlik mesafedeki Doğu illerine gitmemiş. Bunları anlamakta güçlük çekiyorum. Seferberlik ruhunu sürekli taşıması gereken bir milletiz. Hiçbir şey kolay değil. Bir ada olduğumuzu düşünüyorum ve tüm çevremizden kuşatılmaya çalışılıyoruz. Ekonomik kuşatılma baskılarının çok olduğunu düşünüyorum. Bu alanda insanların çok fazla çalışması ve projelerini uygulaması gerektiğini düşünüyorum. Neden benim dışımda çok fazla örneği olmamış. Fakat bir taraftan da avantaj sağlıyoruz kendimize, çünkü Cumhuriyet tarihinin ilk bale ve dans okulları bunlar.’’ Türkiye’de bu kadar proje üretip kendinizi sevdirmeyi nasıl başardınız? ‘‘Çeşitli liderler, kişiler türeyebilir, çıkabilir bunlar da çeşitli vasıflardan dolayı o konumu elde etmiş insanlardır. Şunu söylemek gerekirse, uzun süreye dayalı hiçbir liderin ya da kişinin artık markalaşma adı altında olmadan varolması gerektiğini düşünüyorum. Yani isim markalaşması bir ürünün markalaşması gibi olmamalı. ‘‘Dört yaşından itibaren klasik bale dersi almak gerekiyor. 7’den 70 herkes beraber ders alıyor, içlerinden yeteneklileri keşfediyoruz. Sınıfları oluşturuyoruz, o sınıflara aldıklarımızı da konservatuara sokmaya çalışıyoruz. Yetenek keşif merkezleri buraları.’’ Yeni projeniz var mı? ‘‘Fame’nin Türkiye versiyonuna beş yıldır hazırlanıyorum. Tam dans yarışmasının arkasından çok iyi olabilir. Televizyon için reyting, benim için de kalite önemli, orta yerde buluşabiliriz diye düşünüyorum. Kayseri’de açılan okula çok önem veriyorum, Türkiye’nin gururu olabilecek konumda. Öğretmenlerimiz Türkiye’nin her yanına gidip geliyorlar. Kayseri de bunun son ayağı oldu. Dilkom, dersane, tıp okulu var, Neşe Erberk kreş ve yetenek merkezi var bu kompleksin içinde. Kayserili iş adamları büyük bir yatırım yapıyorlar bu alanda. Artık Kayseri sadece pastırma ve iş adamlarıyla ünlü olmayacak, bir prototip olacağını düşünüyorum.’’ Onun güldürü malzemesi Almanya’daki Türkler ZUHAL AYTOLUN Almanya’daki Türklerin uyanıklıklarını, Almanların onlara verdiği tepkileri, sokaktaki insanları ve özellikle görev başında yaşadığı olayları anlatıyor kalabalıklara. Murat Topal bir polis... Yoksa ona ‘standup’çı mı demeli? Murat Topal, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Almanya’nın Kreuzberg kentinde 9 yıldır polis olarak görev yapıyor, ama standup’tan da kopamıyor. Eee... Ne de olsa Topal’ın sohbet malzemesi bol. Bu malzemeyi insanlarla daha rahat paylaşmak için ücretsiz izne ayrılacak kadar da standup’a bağlı. ANILAR MERAK EDİLİYOR Baletbalerin olmak isteyenlere ne önerirsiniz? ‘‘İlk önce olmamalarını öneriyorum. Çünkü çok zor ve hayatlarını adamaları gereken bir meslek. Çok kısa süreceğini düşünüyorum. Bütün o kadar çalışmışlık, yıpranmışlık, kıskançlıklar, Bizans oyunları, sakatlıklarlar... Bütün bu engelleri aşarlarsa dünyanın en büyük hazzına ulaşacaklarını düşünüyorum, Nirvana gibi... Ama daha kolay mesleklere yönelmelerini öneriyorum. Profesyonel anlamda yapılan her türlü dans çok zor bence, hobi olarak yapsınlar. Yapamazsam ölürüm gibi düşünürlerse yapılacak hiçbir şey yok.’’ Sizi diğer sanat dallarında da görüyoruz, oyunculuk, sunuculuk... ‘‘Tabii Türkiye’de isminiz biraz bilindiğinde değişik projeler gelmeye başlıyor. Ben oyunculuğu sıkıldığım zaman oynadığım bir tavla oyununa benzetiyorum. Ama hiç kimse dansı tavla oyunu gibi görsün istemem, oyuncular da aynı şekilde benim böyle görmemi istemeyebilirler. Ama bana nefes aldırıyor tavla, oyunu çok güzel çünkü. Fakat sahnedeki iddiam ve kuvvetim yok.’’ Topal Hamburg’tan Heillbronn’a kadar bir çok yerde sahnelediği gösterilerinde hep farklı tepkilerle karşılaşmış. ‘‘İnsanlar her yerde aynı esprilere aynı tepkileri vermiyor. Ancak yine de hiç gülmeyen bir toplulukla karşılaşmadım. Hepsinde mutlaka bir ucundan yakalayıp devam ediyorum. Zaten standup’ın özünde bu vardır, spontane gelişen olaylarla insanları etki altına almak daha kolay olur’’ diyor. Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da insanların bir polisin yaşadıklarını merak ettiğini söylüyor Topal, ‘‘Polisler nelerle karşılaşıyor, neler yaşıyor insanlar çok merak ediyor. Özellikle Türklerle yaşanan olaylara çok gülüyor insanlar. Başlarda arkadaş ortamlarında anlattığım hikayelerimi, onların ısrarı üzerine 2004’te ilk kez Berlin’de Comedy Club’da ‘open stage’ yani herkese açık bir sahnede 4 dakikalık bir gösteri halinde sundum. Oradan aldığım enerjiyle de devam ediyorum’’ diyor. Murat Topal, Goethe Enstitüsü İstanbul ve Lamia Congress&Event Management’in ortaklaşa düzenlediği ve geçen hafta beşincisi yapılan ‘Almanca Kabare Akşamları’na ‘Türkleştirilmiş İşler’ adlı gösterisiyle konuk oldu. İstanbul’da ilk kez sahneye çıkan Topal Türkiye’de yaşayan Almanlar ve Almanca bilen izleyicilerle ‘işte Türk zekası’ dedirten anekdotları paylaştı. İşte gösteriden bir anekdot. Düğünde gelenekler karışınca... Bu hikâye Türk olan bir arkadaşımın düğününe gittiğimde başıma geldi. Almanlar evlenmeden önce porselen tabak ya da bardak kırarlar. Bu onlar için bir gelenektir. Arkadaşım Mehmet, Alman bir kızla evleniyordu. Bunun için bir sürü porselen tabak ya da bardak toplayıp getirmişti. Babası da bu kadar çok porselenle ne yapacaksın diye sorup duruyordu. Durum anlaşılınca babası hemen şöyle bir cevap verdi: ‘‘Saçmalama bunları neden kırıyorsun sen sakla onları sonra pazarda satarız. Yerine plastik tabak çanak götürürüz.’’ Mehmet’in evlendiği kızın annesi durumu farkedince çok sinirlendi ve yaşadıkları yerin kültürüne ayak uydurmaları gerektiğini söyledi. Mehmet’in babası da ona gelenekleri gereği takı takılması gerektiğini hatırlattı ancak Almanlarda böyle bir gelenek olmadığından gelinin ailesi para yerine çay seti getirmişti. Ama mutlaka bir şeyler takılması gerektiğini görünce getirdiği bardaklardan birini kızının gelinliğine bir şekilde tutturdu ancak orada durmayan bardak tabii ki yere düştü ve böylece evlilik öncesi ilk porselen kırılmış oldu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle