Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 08 26/10/06 17:41 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Karanlıklar Ülkesi: Evrim ? Koruyucu (The Guardian) Yönetmenliğini Kaçak’tan anımsadığımız Andrew Davis’in üstlendiği Koruyucu, Kevin Costner (Uzak Ülke) ve Ashton Kutcher’ı (Kelebek Etkisi) bir araya getiren bir aksiyon macera filmi. Efsanevi kurtarma yüzücüsü Ben Randall birçok tehlikeli görevden kurtulmayı başarmış ancak beklemediği bir şekilde eğitmenlik yapması için ülkenin en prestijli kurtarma okuluna gönderilmiştir. Kurtarma yüzücülerinin fırtına esnasında kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermek zorunda kaldıklarını iyi bilen Ben, yetenekli öğrencisi Jake’e bildiği herşeyi öğretmenin yanı sıra kendi yaptığı hataları tekrarlamaması için çalışır. Si ne ma 8 SUNGU ÇAPAN İngiliz boyunduruğunda 8 yüzyıl geçirdikten sonra 1920’li yılların başında özgür İrlanda’yı kurmak amacıyla başkaldıran, bağımsızlık ateşiyle yanıp tutuşan İrlandalıların işgalci İngiliz askerlerine karşı başlattıkları kurtuluş mücadelesi ve bu mücadeleye aynı saflarda katılan ama görüş ayrılığı nedeniyle sonunda düşman kardeşlere dönüşen İrlandalı iki kardeşin, yürek burkan bir finale bağlanan dramatik hikâyesi bekliyor Ken Loach hayranı bütün sinemaseverleri, ustanın bu yılki Cannes festivalinde Altın Palmiye’ye layık görülmüş son filmi Özgürlük Rüzgârı’nda. Bir ay kadar önce sondan bir önceki filmi Ae Fond KissDuygudan da Öte’yi seyrettiğimiz Ken Loach usta öteden beri Cannes festivalinin gediklilerindendir zaten, bugüne kadar 12 kez katıldığı Cannes’dan (1990’da Hidden AgendaGizli Dosya’yla, 1993’te Raining StonesYağan Taşlar’la jüri özel, 2002’de Sweet SixteenAfilli Delikanlı’yla en iyi senaryo ödülleri olmak üzere) 3 kez muzaffer çıkan Loach bu yıl 13. Cannes seferinde niyahet turnayı gözünden vurdu ve ustanın 40 yılı aşkın saygın kariyerini de göz önüne alan Cannes jürisi Özgürlük Rüzgârı’nı Altın Palmiye’yle taçlandırdı bilindiği gibi. (Underworld Evolution) 2003 yılındaki Underworld’ün devamı niteliğindeki Evolution, yine yönetmen Len Wiseman tarafından çekilmiş. Başrollerinde Kate Beckinsale, Scott Speedman ve Tony Curran’ın bulunduğu yapım, vampir (Death Dealers) ve kurtadamların (Lycans) asırlar beri süren mücadelesini anlatan bir fantastik aksiyon filmi. İlk filmde başını kendi türü olan vampirlerle derde sokan Selene, işleri yoluna koymak için vampirlerin kralı Marcus’u arar. Melez bir tür olan Michael da ona yardım etmektedir ancak daha güçlerini tam olarak kullanamaz. Marcus’u bulan Selene geçmişi hakkındaki sır perdesini aralarken bir yandan da türlerin geleceğini kurtarmaya çalışır. ??????????????????????????????????? Kardeş kardeşi vurur mu? Özgürlük Rüzgârı The Wind That Shakes The Barley/ Yönetmen: Ken Loach /Senaryo: Paul Laverty / Kamera: Barry Ackroyd / Müzik: George Fenton / Oyuncular: Cillian Murphy / Padraic Delaney, Liam Cunningham, Gerard Kearney, William Ruane Laurerce Barry, Frank Bourke, Orla Fitzgerald, Fergus Bourke / İngiltereİrlanda 2006 (1 Film) BAĞIMSIZLIK SAVAŞI Gizli Dosya’dan 16 yıl sonra yine İrlanda’nın kurtuluşu amacıyla kurulmuş IRA’nın (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) bu kez ilk yıllarına dönen Loach, Özgürlük Rüzgârı’nda, 20. yüzyılın başlangıcındaki (Rusya’da Sovyetler Birliği’ni doğuran Ekim devrimine paralel olarak Anadolu’ya Türkiye Cumhuriyeti egemenliğini getirecek olan milli mücadele yıllarıyla aynı) sancılı döneme denk gelen İrlanda’nın bağımsızlık savaşımına, ülkede patlak veren iç savaşa, siyasal bölünmelere ve terör eylemlerine bakıyor. İrlandalıların, İngilizlerin üstlerine gönderdikleri zorba ve zalim, özel birlikleri gerilla usulü savaşarak bezdirmesinden bıkan işgalci İngiltere’nin 1921’de Hür İrlanda’yı resmen tanımasının ardından İrlanda’yı bölen iç savaş sürecinde kendi seçimlerini yapan Damien ve Teddy O’Donovan’ın (Cillian Murphy ve Padraic Delaney) başını çektiği ‘Kardeş kardeşi vurur mu?’ çeşitlemesi bu insanlık dramasında, Loach usta kemarasını çevirdiği soruna bodoslamasına dalarken alışageldiğimiz o yalın ve duru anlatımını tutturuyor yine. Loach’un Carla’nın Şarkısı’ndan beri birlikte çalıştığı, değişmez senaristi Paul Laverty’nin tarihsel gerçeklere bağlı kalarak ve dönemin anekdotlarından, tanıklıklarından, kişisel anılarından da yararlanarak senaryosunu yazdığı film, İngiltere’nin ‘en eski ve son’ sömürgesi İrlanda’nın bağımsızlık savaşımına odaklanırken yüzyıl öncesinde günümüzün ABD’si konumundaki, o topraklarında güneşin hiç batmadığı Birleşik Krallık’ın emperyalist geçmişini de gözümüze sokuyor. 1920’de Cork bölgesindeki bir grup genç İrlandalının yaptıkları bir kriket maçı sonrasında, İngiliz askerinin zulmüne maruz kaldıkları, içlerinden birinin de sırf adını İngilizce telaffuz etmeyi reddettiği için öldürüldüğü, şiddet dolu bir sekansla açılan hikâyenin kahramanı Damien ve Teddy O’Donovan kardeşler. Tıp eğitimi için Londra’ya gidecekken istasyonda tanık olduğu bir başka zalimlik gösterisine tepki duyarak IRA’ya katılan zaten örgütün yerel yönetcilerinden olan hızlı devrimci ağabeyi Teddy’ye hayran, halim selim, aydın tavırlı, taşralı doktor adayı Damien’in giderek örgütün yargı ve kararların bizzat uygulayan amansız tetikçiye evrilmesini izliyoruz. Damien’in, canla başla örgüte çalışan manitası Sinead’ın (Orla Fitzgerald) da, koyun kırparcasına saçlarının kırkılmasıyla, halkı sürekli terörize eden işgalci İngilizin zulmünden nasibini aldığı filmde çatışmalarıvuruşmaları sona erdiren ateşkes ilanıyla İrlandalıların özerkliğini sonunda kabul ediyor kudretli İngiltere Birleşik Krallığı. Ne var ki aslında İngiliz çıkarlarını yine kollayan ve Hür İrlanda hükümetini eskiden olduğu gibi yine İngiliz kralına selam durmaya mecbur bırakan bu bağımsızlık antlaşması İrlandalıları ikiye bölüyor, doğru bildikleri yolda sonuna kadar gitmekten hiç şaşmayan O’Donovan kardeşleri karşıt saflara itiyor ve ülkede ‘solun sola ihanet ettiği’ bir iç savaşa yol açıyor. Kimi İrlandalı için tam bir İngiliz yutturmacası olan bu antlaşmauzlaşma sözde bir zaferdir, ‘İngiliz uşağı’ kimi İrlandalı içinse tam tersi. 0 07’nin dünya politikası ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Ian Fleming’in Majesteleri’nin casusu 007 James Bond’un serüvenlerini anlatan ilk romanı Casino Royale 1953’te yayımlandı. Başkan Kennedy, James Bond hayranlığını kamuoyuna açıkladıktan sonra ilk Bond filmi Dr.No 1962’de sinemaya uyarlandı. Bond’u bilinmeyen bir aktör Sean Connery oynadı. Soğuk Savaş döneminde doğan James Bond’un ilk serüveni başta olmak üzere Thunderball’da (Yıldırım Harekatı/1965) gizemli bir örgütün nükleer terörle dünyayı yönetme planları gündemdeydi. Batı dünyası The Spy Who Loved Me (Beni Seven Casus/1977) ve Golden Eye’da (Altın Göz/1995) yeniden tehdit altındaydı. Soğuk Savaş olgusunda Sovyetler Birliği, Kore, Çin aslında gerçek düşmanlar değildiler, gerçek düşman Spectre adlı bir örgüttü, bu örgütün tek amacıysa Sovyetler’e karşı Amerikalıları kışkırtmaktı. Peki dünyayı kurtarmak kime kalıyordu, elbette James Bond’a, yani İngiltere’ye. Bond filmleri düşman ülkelerden yalıtılmış barışçı bir dünya ütopyasına odaklanırlar. 1973’te Roger Moore’un Bond olmasıyla dizi sertlikten çıkıp espirili olmaya başlar, Soğuk Savaş etkinliğini yitirir. Uluslararası ilişkilerde bu kez BatıDoğu diyalogu önem kazanır, Soğuk Savaş’tan barış içinde birlikte yaşamak düzeyine geçilir. Dizinin ömrüyse şaşırtıcıdır: 35 yıl süresince 19 bölüm. Bond, Live and Let Die’da (Yaşamak İçin Öldür/1973) uyuşturucu mafyası ile savaşmayı da ihmal etmez. The Man With The Golden Gun’da (Altın Tabancalı Adam/1974) güneş enerjisinden lazer silah yapan kötü Scaramanga’yı alteder, Moonraker’da (Ay Harekatı/1979) uzaya gider, A View To A Kill’de (1985) elektronikle dünya pazarını denetimine almayı planlayan kurnaz Zorin’e karşıdır. Bond filmleri sürekli dönemin politik olayları, teknolojik yenilikleriyle doludurlar, popüler gündemi kaçırmazlar. Seksenlerin başında Bond’un KGB’den kurtulduğu sanılsa da yapımcılar zorunlu bir u dönüşü yaparlar çünkü ABD’de Ronald Reagan başkandır, yeni bir Yıldızlar Savaşı başlatır. Octopussy’de (Ahtapot/1983) Bond, Amerikan askeri üssünü ortadan ASLI SELÇUK kaldırmak isteyen eski Kızıl Ordu üyesiyle, Afgan suç ortağının imha planını durdurur. The Living Daylights’da (1987) ise Batı’nın tüm ajanlarını öldürmek isteyen KGB’nin planlarını bozar. Berlin Duvarı’nın yıkılması Soğuk Savaş’ın sona ermesinin göstergesidir. Bond artık Ruslarla uğraşmayacaktır, BatıDoğu düşmanlığına odaklanan yapımcılar yeni açılımların peşine düşerler. Golden Eye’da her an yalanla, ihanetle karşılaşan 007, eski komünist ajanların Batı’dan emir aldıklarını anlar, film tam bir kaosu tanımlar. Tommorow Never Dies’da (Yarın Asla Ölmez/1997) ise yeni çağa, iletişim çağına atlanır, Medya imparatorluğunun acımasız patronu 3. Dünya Savaşı’nı başlatmak üzeredir. James Bond, Rupert Murdoch gibi medya krallarıyla savaşır, mutlak silah artık atom bombası değildir, erk iletişimi elinde tutan patronlara geçmiştir. Tehlike artık yöneticilerdir. Die Another Day’de (Başka Gün Öl/2002) teknoloji, öykünün ve karakterin önüne geçmeye başlar. Yüzaltmış milyon dolar bütçeli Die Another Day’in getirisi 400 milyonu aşmıştır ama yapımcı MGM bunu başarı saymaz. 2004’te 21. Bond’un çekimi açıklanır. Ekonomik açıdan yapımı pahalı Londra stüdyolarının dışına taşıma yolları aranır, Prag’daki Barrandov Stüdyoları bulunur. 007 ilk kez adasını terkeder. Ekim 2004’te MGM’i Sony satın alır, Sony’nin isteği çok açıktır: 007 artık dünyayı dolaşmayacak, türlü tehlikelerden kaçmayacaktır. Son iki filmin senaristleri Neal Purvis’le Robert Wade, Batman Başlıyor’u çeken Christophe Nolan gibi öykünün başlangıcına, Fleming’in ilk romanı Casino Royale’e, genç Bond’un öldürme yetkisini, Aston Martin ve martini reçetesini nasıl aldığına yönelirler. Amaç Bond’u 21. yüzyıla taşımak, aksiyondan çok öykü ve karakterlere yoğunlaşmaktır. Yeni James Bond, içlerinde Ewan McGregor, Jude Law gibi ünlülerinde bulunduğu 200 aday arasından 37 yaşındaki İngiliz oyuncu Daniel Craig olur. Aynı gün eski Bond Pierce Brosnan’ın balmumu heykeli Madame Tussaud müzesinden kaldırılır. Bağımsız yapımların ünsüz aktörü, Steven Spielberg’in Münih’te oynattığı Craig, Bond rolü için: “Ne olursa olsun ilginç bir karakter, bunu dünyaca tanınmak, daha çok para kazanmak açısından söylemiyorum, ben bunlar için oyuncu olmadım, üstelik ün, para insanı tembelleştirir. Böyle bir ikonu oynamak bana çok çekici geldi” diyor. Casino Royale’de (2006) başat konu dünyamızı saran terördür, terörist ağını çökertebilmek için 007’nin dünya teröristlerinin bankeri Le Chiffre’i (Mads Mikkelsen) yüksek bahisli poker oyununda yenmesi gerekmektedir. Golden Eye’ın yönetmeni Martin Campbell filmin önceki Bond’lardan daha gerçekçi ve duygusal olduğuna değiniyor: “Romandaki bazı öğeleri günümüze uyarladık. Soğuk Savaş dönemindeki düşman Smersh grubunu daha çağdaş bir kötüye, uluslararası terör gruplarına, iskambil oyunu Chemin de Fer’i ise Texas Hold’em pokerine dönüştürdük”. 17 Kasım’da gösterime girecek Casino Royale’de öteki önemli rollerde Dame Judi Dench, Eva Green, Giancarlo Giannini var, çekimler Prag, Karlovy Vary, Bahama Adaları, Como Gölü, Venedik ve İngiltere’de yapıldı. BİR TARİH DERSİ 40 yıldır İngiltere’den iç savaştaki İspanya’ya, Nikaragua’ya kadar dünyanın dört bucağındaki toplumsal mücadelelere, ezilenlerin sorunlarına kemara tutan filmleriyle saygın bir isim yapan, 1936 Londra doğumlu, İngiliz sinemasının yüz akı Ken (neth) Loach, yönetmenlerimizden olageldi öteden beri. Ustanın, adını 18. yüzyılın tanınmış bir İrlanda baladından alan, Altın Palmiyeli son eseri içerdiği şiddetle iç burkuyor, Damien tarafından tedavi edilen ağabey Teddy’nin tırnaklarının kerpetenle söküldüğü işkence sahneleri kolayca dayanılır gibi değil. Her zamanki belgeselimsi tavrı ve gerçekçi yaklaşımıyla yine etkileyici ve düşündürücü, yeni bir siyasal sinema kurmacası kotarmış Loach, IRA’nın kurulduğu 8085 yıl öncesindeki mücadele sürecinin kargaşasıyla yansıtan, günümüzde (sözgelişi Irak’taki işgalle) de paralellikler kuran, dozunda bir duygusallıkla romantizmi nesnel gerçekçiliğiyle de harmanlayan bir insanlık draması imzalamış. Ustanın toplumsal gerçekçiliği, çok toplumsal ve çok gerçekçi bu kez. Drama, tarihi yeniden canlandırma, şiddetterör eylemleri ve bir çeşit HabilKabil çatışması arasında gidip gelen, aynı zamanda ibret alınması gereken ‘bir tarih dersi niteliği’ de taşıyan ve adını da 18. yüzyılın ünlü bir İrlanda baladından alan The Wind That Shakes The Baryel (Esen rüzgârda salınan arpa başakları), Loach’un artık demirbaş ekibi diyebileceğimiz kameraman Barry Ackroyd’la George Fenton’un müziklerinin de katkısıyla mutlaka görülmesi (ya da kaçırılmaması) gereken, tipik ve sağlam bir Ken Loach filmi özetle. Özgürlük Rüzgârı’nın başarısında oyunculukların da payı var, özellikle ana karakter Damien’i oynayan İrlandalı Cillian Murphy’ye dikkat. Radyo dünyasına hüzünlü yolculuk ALPER TURGUT Ünlü yönetmen Robert Altman, “A Prairie Home Companion” (Kır Evi Arkadaşı) ile radyo dünyasını anlatıyor. Yıldız yağmuruyla kotardığı müzikalini, komedi ve dramla harmanlıyor. Filmde yok yok. Ölüm, melek, aşk, hamile kadın, zalim patron, intihar eğilimi taşıyan genç kız, yaşı geçkin şarkıcı, kovboylar, şiir, espri... Ve herşeyden önemlisi müzik. 55 yıldır sinemanın içinde yer alan usta yönetmen Robert Altman bugün artık 81 yaşında... Sosyeteden İnsan Manzaraları (Short Cuts), Gosford Park, MASH, Nashville, Oyuncu (The Player) gibi bir çok yapıma imza atan Altman hala yazıyor, hala yönetiyor. Oscar’a 7 kez aday olan ancak heykelciği bir türlü kazanamayan Altman’a, akademi tarafından bu yıl yaşam boyu onur ödülü verildi. Altman, törende yaptığı teşekkür konuşmasında, işsiz kalmamak için geçirmiş olduğu kalp nakli ameliyatını 11 yıldır sakladığını söyledi: “Sanırım buraya sahte bir görünüşle geldim. Size karşı dürüst olmalıyım. 30’larının sonlarındaki bir kadının kalbine sahibim. Bu hesaba göre de bana Oscar ödülünü çok erken verdiniz, çünkü daha 40 yılım var...” Robert Altman’ın son eseri ise Türkiye’de ne zaman gösterime gireceği belli olmayan “A Prairie Home Companion”... Yazar, mizahçı, şarkıcı Garrison Keillor, kendi radyo şovunu Altman için kaleme aldı ve hatta başrolü kaptı. Film, Altman’ın yönetmenliğinde bir çok yıldızı biraraya getiriyor. Kadro müthiş ve adeta ünlüler geçidi gibi. Filmde, şarkıcı Johnson kızkardeşleri Oscar avcısı Meryl Streep (Yolanda Johnson) ve deneyimli aktris Lily Tomlin (Rhonda Johnson) canlandırıyor. Amerikalılar’ın yeni gözdesi 20 yaşındaki şarkıcıoyuncu Lindsay Lohan, Yolanda’nın depresif kızı Lola Johnson rolünde... Filme renk katan şarkıcı kovboylar ise Woody Harrelson (Dusty) ve John C. Reilly (Lefty)...Wanda Adında Bir Balık’la (A Fish Called Wanda) parlayan yetenekli aktör Kevin Kline, şovun güvenlik sorumlusu Guy Noir ile döktürüyor. Teksaslı zengin patron Axeman rolünü yönetmenoyuncu Tommy Lee Jones üstlenmiş. Filmin meleği rolünde ise ünlü yönetmen Quentin Tarantino’nun vazgeçilmezi Michael Madsen’in kızkardeşi Virginia Madsen var. ABD’nin Minnesota eyaletinin başkenti St. Paul’de (filmin çekimleri ise kardeş şehir Minneapolis’te yapılır) geçer öykümüz. Bir döneme damgasını vurmuş canlı radyo şovları tarihe karışmak üzeredir. Çağ değişmiş, radyonun yerini televizyon almıştır. Garrison Keillor’un (GK) A Prairie Home Companion şovu, 30 yıldır ünlü yazar F. Scott Fitzgerald’ın adını taşıyan tiyatro binasında yapılmaktadır. İşler gerçekten kesattır. Ve tiyatro binası satılır. Teksaslı işadamı binayı yıkıp otoparka dönüştürecektir. Film, şovun son gününü anlatır. Sahne arkasının diğer günlere nazaran daha hareketli olduğu günü... Bütün sanatçılar, program sorumluları, görevliler herkes en iyi şovu sunabilmek adına çırpınır. Paragöz patron da şovu izleyecekler arasındadır. Kuliste istisnasız tüm şarkıcılar anılar denizine yelken açmıştır, işsiz kalacaklar ise bundan sonra ne yapacaklarını konuşuyordur. Hüzün sarmıştır koca binayı... Ve bembeyaz kıyafetiyle “Tehlikeli Kadın” peydah olur. Bir gelin adayı iken radyodan dinlediği GK’nin esprileri onda gülme krizine yol açmış ve genç kadın arabasıyla yoldan çıkarak ölmüştür. Güzel melek namı diğer azrail, birilerinin canını almak için sahnede, kuliste gezinir durur. Sonra müzik devreye girer. İnadına şarkılar söylerler, ağlayacakken şakalar yaparlar...