22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 02 26/10/06 17:45 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 28 EKİM 2006 CUMARTESİ Merhaba Din ile bilimin çatışması tarih boyunca hiç bitmedi. İnsanlar sadece bugün değil yüzyıllar önce de savundukları gerçekler nedeniyle yargılandılar, öldürüldüler, hapse atıldılar. Giordano Bruno, rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri. Sonsuz evren görüşü din sapkınlığı olarak kabul edildi. Engizisyon mahkemesinde yargılandı. Dayanılmaz işkenceler gördü ama fikrini savunmaktan vazgeçmedi: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım. ” Ölüme mahkum edildi. 1600 yılında Roma’da Campo dei Fiori meydanında dili koparılıp diri diri yakıldı. Galileo Galilei, modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından İtalyan bilim adamı... Dünyanın döndüğünü söyleyince engizisyon mahkemesine çıkarıldı. iddiasından vazgeçmesi istendi yoksa Bruno gibi o da yakılacaktı. Bunun üzerine bir süre astronomiyle ilgilenmeyi bıraktı. Ancak 1618’de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle kavgası yine başladı. İki kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı kitabı nedeniyle mahkemeye çağrıldı. Kitabı yasaklandı, kendisi müebbet hapse mahkum oldu. Papa cezasını ev hapsine çevirdi. Gözleri kör oldu. Yaşamının son 8 yılını evinde geçirdi. 1642’de öldü. Muazzez İlmiye Çığ, bilim dünyasının “Son Sümer Kraliçesi” adını taktığı sümerolog. Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk bilim insanlarından birisi... 3 bin Sümer tabletinin çözümüyle çivi yazılı belgeler arşivininin oluşmasına büyük katkıda bulundu. Sümer ve Hitit kültürlerine ışık tutan 13 kitap yazdı. Dünya çapında haklı bir üne sahip oldu. 93 yaşında hala üretmeye hala araştırmaya devam ediyor. Geçen yıl yazdığı Vatandaşlık Tepkilerim adlı kitabında başörtüsünün kökeninin Sümerlerde “kutsal tapınak fahişeleri”ne kadar indiğini yazınca hakkında dava açıldı. Çığ ve kitabın yayıncısı İsmet Öğütücü “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve aşağılama ile hakaret” iddiasıyla 1 Kasım’da Beyoğlu Adliyesi’nde hakim karşısına çıkacak.. Sümer tabletlerinden öğrendiği “biliyorsun niye öğretmiyorsun” atasözünü şiar edinen Çığ, “bilim suçlusu” olarak alacağı cezaya aldırmıyor çünkü “vazifesini” yapıyor. Onu üzen tek şey ise toplumdaki suskunluk... İyi hafta sonları... Nuriye Teyze’yle hasrete yolculuk Yarım asır sonra İstanbul’dan Üsküp’e gitti, doğduğu köyünü doya doya gezdi AYKUT KÜÇÜKKAYA Oniki yaşındaydı... Anne ve babasıyla traktörün arkasına bindiğinde doğduğu köyüne son kez bakıyordu... O’na ‘‘Sen çocuksun, anlamazsın ayrılığı’’ diyorlardı... Ne var ki O’nun küçücük yüreğinde fırtınalar kopuyordu... Evinden, arkadaşlarından, okulundan ayrılmak ne kadar da zordu. Aradan tam 50 yıl geçmişti... Artık 62 yaşındaydı... Ayakları bir kez daha doğduğu topraklardaydı... Yaşlı gözlerle ayrılmıştı; gözleri yine yaşlıydı... Bir hasret yolculuğuydu O’nun ki. Ailesi 1956 yılında Üsküp’ten, Gavur Yovan’ın Köyü’nden Türkiye’ye, Sefaköy’e göçtüğünde ne elde vardı; ne de avuçta... Sefaköy o zaman Safra’ydı!.. Yarım asır sonra ise Nuriye teyzeyi Üsküp’ün Yuvanlı Köyü’ne oğulları uğurluyordu. Aslına bakarsanız otobüste bana düşen koltuk Nuriye Rençberler’in hemen arkasındaki numaraydı. Koltuğuma otururken 62 yaşındaki Nuriye teyzenin gözlerine çoktan oğulları Yavuz’dan, Fatih’ten, Kerim’den ayrılmanın hüznü yansımıştı. Protokol otobüsün ön koltuklarındaydı. Protokolden ayrı oturmamam gerektiğine karar verilip ön tarafa çağrılınca Nuriye teyze, gazeteci olduğumu öğrendi. Öne doğru ilerlerken Nuriye teyze de bana ‘‘Oğlum sizler önemli insanlarsınız. Sizlerin konuşacakları vardır’’ diye sesleniyordu... Asıl önemli olan, el üstünde tutulması gereken onlardı. Ben de Üsküp’ten Yuvanlı’daki evini buluncaya kadar Nuriye teyzenin peşini bırakmadım... Eeee... Ben de gazeteclik yapıp (!) Makedon çocuklarla Nuriye teyzelerini aynı sırada fotoğraflıyorum... O zamanlar 4 sene okuyorlarmış. Nuriye teyze de 4 yıl okuyor. Birer birer öğretmenlerini sıralıyor: ‘‘Mesut, İsmail, Rahim, Sezai...’’ Soyadlarını hatırlayamıyorum diye hayıflanıyor. Cuma günleri ise yabancı öğretmenler geliyormuş; Makedonca öğretmek için... Okulun merdivenlerini tırmanırken köyü terkedişi aklına geliyor. Babasının, evin ve ahırın kapısını kapatıp traktöre bindikleri o an. ‘‘Çocuk bu hatırlamaz diyorlardı’’ diye mırıldanıyor. Hala o sözleri unutmayan Nuriye teyzenin kelimeler boğazına diziliyor, ‘‘İçim cız etti oğlum’’ diyor. Tutamıyor kendisini, ağlıyor... Beraber köyün meydanına doğru yürüyoruz. Meydana geldiğinde yıkılan cami için ‘‘uçmuş’’ diyor. Hala ay yıldızın durduğu çeşmeden kana kana su içiyor. Bana da içiriyor... Un fabrikasına da bakıyor, o da yok. Aslında değirmenmiş... Ama ‘‘fabrika’’ diyorlarmış... Dere ise kurumuş... AH BENİM AĞACIM Köyün meydanını çevreleyen evlere bakıyoruz. ‘‘Bu mahalle bizim değil’’ diyor. Bu mahallenin kızlarıyla kavga ettiği günleri hatırlıyor... Biraz uzaktaki kavakları görünce yolu buluyor. Aşağı doğru inerken ‘‘Muti Çeşmesi.’’ Çeşmeyi yengesinin dedesi Mustafa Dede yaptırmış, çeşmenin adı da Muti Çeşme kalmış. Hala suyu akıyor. Nuriye teyze Muti Çeşme’den de su içiyor... Çeşmeden elli metre sonra 1944 yılında doğduğu evinin önüne geliyor. Biraz duraksıyor, evin kapısından hemen girmiyor... Şöyle bir süzüyor önce... ‘‘Ah benim dut ağacım’’ diye yaşlı ağacın gövdesini okşuyor. Kendi kerpiç evlerinden geriye bir şey kalmamış. Anılarını hatırlamaya çalışıyor. Dudağını ısırıyor, inadına eski günleri saat saat dakika dakika hatırlamak istiyor. Evin demir kapısında dururken, belki de belleğinde eski evini canlandırıyor. Ve birden ağzından iki kelime düşüyor: ‘‘Çok mutluyum!..’’ ‘İLK UYANDIĞIM YER...’ Köye gelinceye kadar herkes elleriyle tütün tarlalarını, lahana tarlalarını gösteriyordu. Özlem o kadar büyüktü ki Mahmutçular Köyü’ne uğramadan geçiyorduk... Nuriye teyzenin 50 yıllık hasretini dindirecek otobüsün tekerleri Yuvanlı Köyü’ne ulaştığında neredeyse bir saat geçmişti. Nuriye Rençberler ve diğerleri için bitmek bilmeyen bir saat!.. Köyün eski sakini mezarını arıyor, askerlik sonrası ölen ağabeyenin mezarını. İlk gözyaşları da süzülüyor gözlerinden Nuriye teyzenin. Mezarlık artık yok!.. Yine de ellerini açıyor, duasını ediyor... Birlikte ‘‘ilk uyandığım yer’’ dediği köyün okuluna giriyoruz. Nuriye teyze sınıfını buluyor, sonra da sırasına oturuyor. Etrafını da bir anda okulun şimdiki sakinleri Makedon çocuklar çeviriyor. Bu kelimeler herşeye değiyor. Evlerinin yeni sahibi Diço Doçenowski’yle koyu bir sohbet başlıyor. Diço, Nuriye teyzenin armut ağacına çıkıyor, hepimize dalından armutları koparıyor. Nuriye teyze dilimlediği armutları bizlere de tattırıyor. En güzelini ise çantasına koyuyor... Şu elleri öpülesi anneler gözyaşı dökerken bile çocuklarını unutmuyor!.. Sakine Özkan’ın kadınları “Uzun etek sana daha çok yakışıyor”… “Saçların kısayken o kadar masum görünüyorsun ki, seni böyle seviyorum!”… “Benim için zayıfla. Şişman kadınlardan nefret ederim.”… “Çalışmasan da olur, bugün benim için yemek yapsana.” Ol aşk öyküleri böyle başlar. Kadın, öyküdeki rolünden mutlu, erkekse yontuya başladığı için güçlüdür. Erkek bir elinde keski, diğerinde çekiç vurur da vurur. Burun biraz daha havaya kalkmalıdır, göğüsler dikelmeli, kalça yuvarlaklaşmalıdır. Her geçen gün keski daha hunharca saplanır, çekiç daha kuvvetli iner. Her çekiç darbesi kimliğinin bir yanını alıp götürmüş olsa da kadın mutludur, sevdiğinin ellerinde yeniden yaratıldığı için. Ol hikaye erkeğin elindeki kadının yontulacak tarafı kalmadığını anlayıncaya kadar devam eder. Kaç kadın yontucusuna karşı çıkar? Kendi kolunu, bacağını kendi yaratmak ister? Kaç kadın, yontucusunun kökeniyle TÜRKEL MİNİBAŞ anılmaktan, bilinmekten hoşnuttur? Kaç kadın yontucusunu unutmayı reddeder? Ya keski ve çekiç kadının eline geçtiğinde! Yontmak, heykeller yapmak bir egemenlik savaşına dönüştüğü sürece keskiyle çekicin kimin elinde olduğunun ne önemi olacaktır ki! Sakine Özkan’ın atölyesine giderken bu sorulara cevap bulamayacağımı biliyordum ama, daha önceki sergilerindeki kadınlarını hatırladıkça umutlanıyordum. O kadınlar ki bazen bir balerin inceliğinde, bazen bir deniz kızının yumuşaklığında ama hep dimdikti. Duygusaldılar ama eğilip, bükülmüyorlardı. Binlerce yıldır süregelen sömürüye kadın bedeninin karşı çıkışı da denebilir buna. Sanatçının tüm heykellerini Ayvalık’ta deniz kenarındaki bir atölyede yapıyor olması bu karşı çıkışı evrenselleştirmekte ve... Ege’nin bir yakasından diğerine uzanan bir el, bir omuz haline dönüştürmekteydi. Ayvalık’ın ünlü sarımsak taşını seçmesi de zaten bu nedenle… Ege’nin artık az bulunan sarımsak taşı yüzlerce yıl güneşle toprak, toprakla deniz, denizle güneş buluşmasının simgesi olarak algılanmış. Evlerin dış yüzeylerinde, balkonlarında sergilenmiş. Yıllar yılları devirmiş, Ayvalık evlerinin kadınını sarımsak taşıyla buluşturmak da Sakine’nin estetik gücüne kalmış. Sarımsak taşı dediğiniz pembemsi beyazlıkta hafif pürtüklü bir taş. Sanatçı bu yerel taşı aşkın yarattığı değişimin pürüzlerini temizler gibi zımparasıyla temizliyor, Afrikalı yontu ustaları gibi yontuyor. Sakine Özkan’ı özgün kılan da zaten yerel özellikleri çağdaş bir forma sokması. Atölyenin en manzaralı köşesinde yerimi alıp da onu izlemeye başladığımda umutlanmakta haklı olduğumu anlamıştım. Koca koca kayalar, mermer parçalarıyla uğraşan onca adamın arasında incecik bir kadın elinde elmas uçlu matkabı ve çekiciyle sürekli yontuyordu. Yüzünde ne taşı yontmanın sertliği ne zafer işareti, sadece özgürlüğün tutkusu okunuyordu. İnsanlığın, Afrikalılar’dan Anadolu topraklarına uzanan binlerce yıllık serüveni sarımsak taşında şekillenmeye başlamıştı bile. Arada bir kafasını kaldırıp Ege’nin maviliklerine dalıp yeniden taşıyla bütünleşiyordu. Bir an taşın kendi kendine şekillenip canlanacağını sanmıştım ki başını kaldırdı ne düşündüğümü anlamışçasına… “az kaldı birazdan özgürleşecek, sarımsak taşını işte bu yüzden seviyorum” dedi. Sakine Özkan aslında bir jeomorfolog. İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde master tezini hazırladığı günlerde başlayan denizgüneştaş buluşturması Paris’teki resim ve heykel derslerinde de devam etmiş. Prof. Dr. Nilgün Bilge’nin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki atölyesindeki çalışmalar bu buluşmayı daha da vazgeçilmez kılmış. Sonra, ver elini Afrika! İlk bakışta şaşırtıcı ama, Sakine Özkan’a göre çağdaş heykel sanatını anlamak için Afrika kültürünü öğrenmek şart. Ağaçtan yontma heykellerden taşa nasıl geçildiğini bilmeden taşı konuşturmak mümkün değil. 1999’daki Senegal serüveninin gerisinde de zaten bu merak var. O günden bu yana, çok gelmiş, değişmiş heykelleri. Afrika heykellerinin kaba ve yalın görüntüsünün ardındaki kıvraklık ve ritim sanatçının tezgahında çağdaş insan figürüne dönüşmüş. Taşa Sakine Özkan’ın kadın bilinci de katılınca Senegal’de başlayan serüven birden özgürleşivermiş. Sanatçıyı kendi kadınıyla baş başa bıraktığımda güneş yükselmeye başlamıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan o yorucu çalışmaya birazdan ara verecek… Yarın ki çalışmanın eskizlerini hazırlamak için Cunda Adası’ndaki evine koşturacaktı. Sanatçının “Yosun Kokan Kadınlar”dan sonra yaptığı son eserlerini görmek için önce TÜYAP’a sonrada İstanbul Sanat Fuarı’na mutlaka uğrayın ve… Sakine Özkan’ın kadınlarına dokunun. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu, Mustafa Doğan Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle