Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 12/10/06 16:01 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 14 EKİM 2006 CUMARTESİ 3 Küllerinden doğan bir aşk: HAKAN DİRİK Derinlerde başlar “sevda” denilen yangın. Tehlikeyi sezersin ama, adrenalin tutkunları gibi bırakırsın kendini sıcaklığın içine. Dumanı genzi yakmaya başladığında artık çok geçtir, geri dönmek için. Hele alevler vücudunu yakmaya başladı mı, nafiledir kaçış çabası. Uyansan bile etkisinden kurtulamadığın rüyalar misali, koşmaya çalıştıkça kapaklanırsın yere. O artık kalbindedir. Görmeden, dokunmadan olmayacak, onsuz geçen anlar buruk tatlar bırakacaktır damakta... Aşkın da mı diyalektiği var acaba?.. Nedendir bilinmez, alevler etkisini yitirip, yangın kontrol altına alınınca “hoyratlık dönemi” başlar. Önceleri el yakmayan, sıcaklığı haz veren kor ateşler, maşayla tutulur. Gözünden sakındığın, gözüne batmaya başlar, ki yangın artık küllenmiştir. Böyle bir aşk hikayesi yaşanıyor İzmir’de, ama sonu farklı bitmeye namzet. Bir zamanlar kentin, kentlinin kalbine yerleşen “Kemeraltı”, indirildiği tahta yeniden oturmaya çalışıyor. “Sevgiliye” ilişkin anılar canlanıyor. Bir aşk, küllerinden yeniden alevleniyor. Kemeraltı Gizemli tarih ayakta tutuluyor HİKMET ÇETİNKAYA Kordonboyu şairleri, bestecilerin duygu kaynağıdır... Gençlik yıllarımın en önemli durağıdır, benim için Kordonboyu ve Kemeraltı... Tarihin derinliğini bulurum iki yerde de... Ama ben Kemeraltı’nı anlatacağım... Elbet tarihini değil, anılarımı... Tarihten günümüze dingin bir akarsu gibi gelen Kemeraltı’nı Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, çok önemsiyor. Başkan Tunçağ, o ünlü Havra Sokağı’nı “Anadolu pazar kültürü”nün bir simgesine dönüştürmüş. Sokakta tam dokuz havra var. Ne derler? Bir kahvenin kırk yıl anısı vardır!.. Kızlarağası Hanı’nın ortasında yer alan kahvehanede, Türk kahvesinin eşsiz tadını yudumlarken eski günlere dönüyorum... Birden aklıma Kemeraltı Çarşısı’nın girişindeki Ankara Palas Oteli geliyor... Gözlerimi yumuyorum... İnceden bir yağmur çiseliyor... Attilâ İlhan’la birlikte oturmuş sohbet ediyoruz... Miyop gözlerini kısmış Attilâ İlhan, gazeteleri okuyor... Bense o çok sevdiğim “Böyle Sevmek” adlı şiirini mırıldanıyorum: “ne kadınlar sevdim zaten yoktular yağmur giyerlerdi sonbaharla bir azıcık okşasam sanki çocuktular bıraksam korkudan gözleri sislenir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir hayır sanmayın ki beni unuttular hâlâ arasıra mektupları gelir gerçek değildiler birer umuttular eski bir şarkı belki bir şiir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir yalnızlıklarımda elimden tuttular uzak fısıltıları içimi ürpertir sanki gökyüzünde bir buluttular nereye kayboldular şimdi kimbilir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir” ESKİ SEVGİLİ Her aşkta olduğu gibi hüzün var biraz Kemeraltı’nın hikayesinde. Ekonomik gerekçeler de yadsınamaz bir gerçek. Antik dönemin alışveriş merkezi İzmir Agorası’nın hemen yanı başında, İpek Yolu’nun batı ucunda yer alıyor tarihi çarşı. İzmirlilerle flörtü o dönemden kalma. İpek Yolu’nu izleyen deve kervanlarıyla İzmir’e getirilen mallar, buradaki hanlara indirilir, Cenevizli tüccarlar tarafından limandan gemilere yüklenerek ihraç edilirmiş. O günlerin “mahcup” Kemeraltı’sı, yan sokakları ve arastalarıyla “kapalı” bir çarşı görünümündeymiş. Ama bir özelliği var ki, onu hiç yitirmemiş. Cami, kilise, havra hep iç içe olmuş. Yıllar sonra bazıları kente “gâvur” gözüyle bakmaya yeltense de, bu hoşgörü ortamı eksik olmamış İzmir’in kalbinden. Uzun yıllar öncesinin ticaret merkezi, yakın geçmişte de kentlinin, hatta bölge insanının “gözdesi” olmayı sürdürmüş. İğneden ipliğe, baharattan giyime akla gelen ne varsa, her türlü gereksinim için Kemeraltı’nın yolunu tutmuş İzmirli, Egeli. Akhisar’da birileri mi evlenecek, doğru İzmir’e, Kemeraltı’na... Aydın’da sünnet mi var, ver elini Kemeraltı... Ticari önemi, sosyal yönünü de güçlendirmiş bölgenin. İnsanlar buraya akın edince, sinemalardan tutun da akşamcıların yolunu ezberlediği mekanlar buraları mesken tutmuş. Esnafı kentliden kazanmış, Kemeraltı kentlinin gönlünü kazanmış. AHLAKSIZ TEKLİF... Sonra, o malum “hoyrat dönem” başlamış. Küreselleşme rüzgarlarıyla birlikte her boş araziye bir alışveriş merkezi, her köşe başına bir markanın şubesi açılınca Kemeraltı’nın yolu da yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuş. Güzelim tarihi yapılar, önce bilinçsiz ellere, sonra kaderine terk edilmiş. Yıllarca ekmeğini buradan kazananlar, göçle gelen yatırımcıların “ahlaksız tekliflerine” boyun eğmek zorunda kalmış, “sevgiliyi” onların kollarına bırakmış. Böylelikle Kemeraltı profili Muzaffer Tunçağ de, kentlinin gözündeki algılanma biçimi de değişmiş. Adım başı seyyar satıcılar, yolda yürümeyi zorlaştıran çığırtkanlarla dolmuş bölge. Kentlinin yüreğinde barınan son “aşk kıvılcımları” da sönmek üzereyken, “Bu sevda burada bitmez” diyen zihniyet dikildi, yok oluş sürecinin karşısına. 1999 yılında Konak Belediyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’yle “Kemeraltı Koruma Amaçlı İmar Planı”nın ilk bölümünü tamamladı. Bölgedeki tarihi binalar tespit edildi, eski aşkın yeniden dirilmesi için “eylem planı” hazırlandı. O dönemdeki çalışmalar, belediyedeki görev değişikliği sonrası, alışık olduğumuz üzere kenara atılmadı, daha da ileri götürüldü. Hatta, “birinci öncelik” olarak ele alındı ve planın ikinci etabı da tamamlanma aşamasına getirildi. Böyle olunca da meyveler kısa sürede olgunlaştı ve yavaş yavaş toplanmaya başladı. İzmirliler, yeniden Kemeraltı’na uğrar hale geldi. Bir zamanların “harabelik” görüntüsündeki Kızlarağası Hanı’nda oturup çay, kahve içmek, buradaki el emeği ürünlere alıcı olunmasa da bakmak, yine olağan karşılanıyor. Bu çabaların yoğunlaşmasında Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ ve ekibinin tutumu önemli rol oynuyor. Çünkü Tunçağ da Konak’ı ve Kemeraltı’nı “İzmir’in kalbi” olarak görüyor. Kemeraltı’nı ayağa kaldırma çalışmalarıysa, salt kent estetiği adına değil, günümüz koşullarının ticari kaygılarına da yanıt verecek biçimde gerçekleştiriliyor. Bunu yaparken de bölgedeki esnafı çatısı altında toplayan Tarihi Kemeraltı Derneği’yle işbirliği yürütülüyor. Böylelikle bölgeden kazanan esnafın Kemeraltı’nı sahiplenmesi amaçlanıyor. Tunçağ, 2 bin 700 dönümlük alanı kapsayan Kemeraltı’nın dünyada eşi zor bulunacak bir çarşılar bütünü olduğunu, bu anlamda “dünya kültür mirasının” önemli bir parçası olduğunu dile getiriyor. Bölgenin çevresindeki tarihi yapılarla da önemini katladığına dikkat çeken Tunçağ, bu özellikleri şöyle sıralıyor: “Tarihi hanlar, oteller, farklı dinden insanların dua ettiği camiler, havralar, kiliseler burada. Roma İmparatorluğu’nun en büyük alışveriş mekanlarından birisi olan Agora, şimdi evlerin altında kalmış olan antik tiyatro ve stadyum ile tarihi Roma yolu, kente tepeden bakan Kadifekale, şadırvanlar, Emir Sultan Türbesi, dönertaş gibi sebiller, tarihi çınarı ile Altınpark, Hatuniye Camisi ve çevresi, tarihi konaklar eski kentin kalbini oluşturuyor. İpek Yolu’nun batısında önemli bir ticaret merkezi olan iç limanın, bugünkü Kızlarağası Hanı’nın önüne kadar geldiğini biliyoruz. Kalenin koruduğu limanın kıyısındaki dükkanlar, limanın iç kısmındaki kervansaraylar, günümüz çarşısının tarihi köklerini oluşturuyor.” Bir yalnızlık tutar insanın elini... 70’li yıllardır... Gece sessizliği içinde körfezin ışıklarıyla buluşurken, Veysel Çıkmazı’ndaki sıra sıra meyhaneler dolmaya başlar... Bodrum Meyhanesi’nde bir akşamüstü Halikarnas Balıkçısı’nı, Şadan Gökovalı’yı, Sezer Tansuğ’u, bestekar Ali Rıza Avni’yle Avni Anıl’ı görürsünüz... Gazeteci Özdemir Hazar, Orhan Suda, Erol Akıncılar, Ziya Hanhan, romancı Kemal Bilbaşar... Oradalar mı acaba?.. Ah o güzelim gençlik günleri... Koltuğunun altında siyah şemsiyesi ve şapkasıyla Tayyar Eraslan görünür. Yanında tiyatrocu dostu Tuncer Necmioğlu, Rutkay Aziz, ozan Rahmi Saltuk görünür Veysel Çıkmazı’nda... O da ne? Vasıf Öngören de gelmiş İzmir’e... Saatler geçer gider... Karşıyaka vapuru son seferini yapmıştır... Konak’tan Pasaport’a geçilir. Kahveler içilir. Nargileciler sıradadır... Bir bakarım Oktay Kurtböke’yle Öcal Uluç, koyu bir sohbete dalmıştır orada... Oktay Kurtböke ikinci nargileye çoktan başlamıştır... Anılar güzel şey!.. Onlar yaşanmaz, yaşatılır... Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, Kemeraltı’nın gizemli tarihini ayakta tutuyor... Bravo başkan!.. Çıkmaz sokakta kaybolmak... OZAN YAYMAN Siz hiç çıkmaz sokakta kayboldunuz mu? Biz kaybolduk. Sokağa girerken karıştırmadık da, çıkarken epey dolandık. Çıkmaz sokakta kaybolunur mu; kaybolduk. ‘Bir masada kentin unutulmaz gazetecilerinden, edebiyat adamı Besim Akımsar oturuyor’ dedik. Onun, adalet çivisinin yerinden çıkması karşısında, ‘‘Evet dostum, evet. Bu meseleler hallolacak sürati mümküniyetle’’ deyişini duyduk. Yan masa, Halikarnas Balıkçısı’na ayrılmış yine. Anılara bir daldık ki... Sokağın başında akan insan hallerini izledik de, her birinde ayrı ayrı kaybolduk. ‘‘Veysel Çıkmazı’’ burası. Bir kentin, bir dönem kalbinin attığı sokak. Kemeraltı’nı bilmeyen yoktur. İzmir’in adıyla özdeş şenlik alanı. Oraya salt çarşı demek bizce biraz ayıp olur da... Kentlerin tiyatroları, sineması, konser salonları, sergi mekanları, kitapçıları, kafeteryaları olur da meyhaneleri olmaz olur mu? İzmir’de, Veysel Çıkmazı’nda toplanmış meyhanelerin en hası. Akşamcıların buluşma adresi, Kemeraltı’na Konak tarafından girildiğinde sol kolda hemen. O dönemlerde iletişim olanakları bu denli etkili değil. Ama herkes bilirmiş ki, çıkmazda buluşulacak. Eş, dost oradadır nasıl olsa denilerek adımlar hep Veysel Çıkmazı’na doğru atılmış yıllar yılı. Havanın kararmasıyla Ferit Baba’nın yoklama yapmaya başladığı anlatılır. Öğretmeni, sendikacısı, esnafı, edebiyatçısı, gazetecisi, emeklisi hepsinin çıkmaz bir sokakta, taş plaktan gelen nağmeler eşliğinde neşeyi muhabbet eylediğini düşünsenize. Ay, Teknal, Karadeniz, Şükran meyhaneleri, sağlı sollu küçük tektekçileri. Herkesin masası ayrı. İstanbul’un Çiçek Pasajı ne ise İzmir’in de Veysel Çıkmazı o. Ne bir kavga ne tartışma. Gelenlerin hepsi ‘‘ağır abi’’. Sadece bir geceyi Veysel Çıkmazı’nda geçirmek için kente gelenler olduğu söyleniyor. Eski yıllara dair bu anlatılanların hepsi. Anılarda, fotoğraf albümlerinde saklı artık geçmiş yılların adabı. 1980’li yıllarla bir bir kapanmaya başladığı anlatılıyor meyhanelerin. ‘‘Değişen insan modeliyle birlikte cazibe alanlarının farklı yerlerde biçimlenmeye başlamasına, bir de dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura faktörünün eklenmesi, Veysel Çıkmazı’nı dibe vurdurdu’’ deniliyor. Sokağın dokusunun bozulması tam da Özfatura zamanında başlamış. Meyhaneleri işletenlere karşı çeşitli engeller. Dışarıya masa atılmasının önüne geçiliyor, ruhsatların iptali gündeme geliyor. İşletmeciler, mahkeme kararıyla ruhsatlarına sahip çıkıyorlar. Bir yere kadar direnmişler ama sonunda pes ederek bırakıp gitmişler. Yerlerini konfeksiyon mağazaları almış. Şimdi sadece bir tanesi kapılarını açıyor. Sokağın müdavimleri Karedeniz Meyhanesi’nde buluşuyor. Ama orası da yakında, diğerleri gibi anılarda kalırsa kimse şaşırmasın. Bir dönem yapımcıların, film stüdyosuna dönüştürmek istedikleri sokak şimdilerde arka tarafa çıkıyor. Çıkmaz denilen tarafına kapı açılmış. Ne diyor İlhan Berk güncelerinde: ‘‘Çıkmaz sokağı olmayan şehre şehir mi derim ben...’’ Bir bir azalıyor sanki zamanında ilmek gibi işlenen dokular. Yok olan sadece doku da değil. İnsanları da özletiyor kendisini. Ferid Hezgül de onlardan birisi. Veysel Çıkmazı’nın unutulmazlarından. Denir ki: ‘‘Halikarnas Balıkçısı’’nın kente mirasıdır Ferit Baba’’. 1947 yılında İzmir’e yerleşen balıkçının en uğrak mekanı Kemeraltı’ndaki Bodrum Meyhanesi. Ferit Baba daha genç ve Bodrum Meyhanesi’nin garsonu. Cevat Şakir’e servisi hep o yapıyor. Gel zaman git zaman derken abi, kardeş ilişkisi başlıyor. Ferit Baba birikimleriyle Veysel Çıkmazı’nda mekan açıyor ve balıkçı da onun peşi sıra sokağın müdavimlerinden birisi oluyor. Sokakta şu an açık kalan tek meyhane de Ferit Baba’nın kente bıraktığı miras olarak kabul görüyor. Cevat Şakir’in masasına 1973’teki ölümünden sonra fotoğrafı çerçevelettirilip konuluyor. Şimdi duvarda asılı. Diğer müdavimlerin fotoğraflarıyla yan yana. Ne olursa olsun yine de, 17 buçukluk kültürünü yaşatmak için direniyor sokak. 17 buçukluk... Yarım şişenin de yarısı rakıya meyhanelerde verilen ad. Tek isteyenler, ayak üstü atıp gidenler. Kesmediğinde, ‘‘delikmiş bu bardağın altı’’ diyerek tazelenmesini dileyenler. Hepsi Veysel Çıkmazı’nın şimdilerde tek başına kalan Karadeniz Meyhanesi’nde. Gelenlerin çoğu eski zaman insanı. Sohbetler koyu mu koyu. Ayak üstü ama, yoldan geçenin ‘‘hadi girelim’’ diyeceği gibi bir yer de değil. Hedef seçilerek gidilen bir mekan. Dinledikçe bir kentin geçmişini ve seyrettikçe hala yaşattıklarını başka başka olup, o kente yeniden aşık olma mekanı aslında Veysel Çıkmazı.