12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 12/10/06 16:00 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 14 EKİM 2006 CUMARTESİ rih Ta Papa, Manuel II’nin ERDOĞAN AYDIN Papa’nın, “İslamın silahlı ve akılsız, Hıristiyanlığın ise barışçıl ve akıllı” olduğu mesajı veren konuşması, 2006 yılına tevarüs eden bir Haçlı ruhu olarak ciddi bir sorun örneği oluşturmuştur. Salt tarih alanından bile ona dair söylenmesi gereken daha epeyi şey var. Papa’nın, söz konusu fikrini Manuel II. Paleologos üzerinden gerekçelendirmesinin meşruiyeti bile ciddi bir tartışma konusu. “Papa, Manuel II’nin nesi olur?” şeklindeki ironik başlığıyla (23 Eylül 2006, Radikal) soruna bu bağlamda değinen Haluk Şahin, “Papa’nın Bizans İmparatoru Manuel II Paleologos’un sözlerinden yararlanmaya hakkı olup olmadığını soranlara rastlanıyor. Öyle ya, Bizans İmparatoru ‘günahkâr’ bir Ortodoks idi. O dönemin en büyük teolojik kavgaları Katoliklerle Ortodokslar arasındaydı. Manuel II acaba imparatorluğunu perişan etmiş olan Katolikliğin şiddet kullanmayan barışçıl bir inanç olduğuna mı inanıyordu?” diye soruyor. Soru oldukça anlamlı. II. Manuel’in, Katoliklik hakkında İslam’dan farklı düşündüğünü sanacak kadar saf bir Papa ile karşı karşıya olmadığımız kesin. Ama bu kadar rahat alıntıladığına göre, en azından dinleyicilerinin öyle düşünmesini istediği, hatta yekpare bir Hıristiyanlık algısı yaratmaya çalıştığı da kesin. e ç nesi olur? AHLAKİ SORUN Oysa tarih bambaşka bir gerçeğe işaret ediyor. Ortodoks inançlı halk için bugün bile unutulmaz vahşetteki Konstantinopolis işgal ve yağmasının anıları, (1204), II.Manuel (13501425) için henüz çok tazeydi. Üstelik Hıristiyanlığın Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasındaki çelişki öylesine “uzlaşmaz”dı ki, bazı tarihçiler, Haçlıların bu saldırısını bunun “mantıki sonucu” (M. Balard) görürler. 1453’te II.Mehmet’in kuşattığı zaman bile Ortodoks halkın ciddi bir kesiminin duyguları, “Bizans’ta Papanın serpuşunu görmektense Osmanlının sarığını görmek yeğdir” şeklindeydi. Nitekim bu duyguyla, Osmanlıya karşı son ana kadar çarpışacak, ama Katolik Kilisesiyle birleşmeyi kabul etmeyeceklerdi. Bu bağlamda dindar ve entelektüel kişiliği de dikkate alınacak olursa, II. Manuel’in Katolikliğe karşı epeyi sorunlu bir bakış açısına sahip olduğu kesin. Dolayısıyla mezarından kalkabilmesi halinde Papa Benedik’in yakasına sarılacağı kesin. Birincisi, İslamiyet hakkındaki düşüncelerini doğrudan ifade etmek yerine, 600 yıl önceki bir ifadesini paravan olarak kullanması nedeniyle. İkincisi böylesi alıntı istismarı yapan Papa’nın, tarih boyunca Ortodoks inancını tasfiye etmeye çalışmış, üstelik bu yolda katliam silahını da kullanmaktan çekinmemiş bir geleneğin yetkilisi olduğunu unutturmaya çalışması nedeniyle. Görüldüğü gibi, kendi düşüncesini, Hıristiyanlık içi tarihsel muarızına söyletmek gibi ciddi bir ahlaki sorunla karşı karşıyayız. Tarihteki en büyük yağma ve kırımların, en büyük sekterlik ve iç baskıların, yani kılıçlı bir siyasetin mirasçısı olduğunu unutan Papa’nın, İslamiyete dair yaptığı tek yanlı suçlama, ne denli kaba bir çifte standart ve ne tipik bir Haçlı zihniyetinin temsilcisi olduğunu gösteriyor. Bu da AB üyeliğimize karşı çıkarken nasıl bir zihniyet arka planıyla davrandığını gösteriyor. çevrilebilecek herşey yağmalanıyordu. Kiliseler bu yağmadan en küçük anlamda kurtulamıyor, mezhep farklılığı temelinde Ortodoks kutsal yerlerin yağması dinen meşrulaştırılıyordu. Sökülebilenler sökülüyor, sökülemeyenler tahrip ediliyordu. Ölmüş imparatorların mezarları bile açılıp yağmalanıyordu. Altın ve gümüşler dışında tunç levhalar bile paraya çevrilmek üzere eritiliyordu. Şehrin estetik birikimleri, heykeller, tablolar Roma’ya, Venedik’e, Paris’e ve diğer Avrupa şehirlerine taşınıyordu. Her alanda korkunç bir kırım gerçekleştirilecek Ortodoks direncin ve Haçlı seferlerinin başarısızlığının acısı Konstantinopolis’in halkından çıkarılacaktı. Latin komutan Flandre kontu Baudouin, Latin İmparatorluğu adıyla yeni kurulan devletin, İmparatoru seçilirken, Venedikliler de kentin sekizde üçünü, en iyi limanlarını, Ege adalarını Batıdan gelen yolların denetim hakkını ve Latin patriğini atama yetkisini alacaklardı. Latinlerin girdikleri şehir dünyanın o dönemdeki en gelişkin merkeziydi . Robert de Clarri; “Dünya yaratıldığından beri, ne İskender’in ne Şarlman’ın zamanında, ne onlardan önce ne de sonra bu kadar soylu, bu kadar zengin bir mülk ne görüldü ne de fethedildi” diye kaydedecekti. (Tania Velmans) FELAKET Latin Krallığı, Bulgarların ve İznik’e kaçan Bizanslılar’ın yinelenen hücumları sonucunda1261 yılında yıkılacak, Bizans İmparatoru Aleksi Paleolog İstanbul’a gelerek imparator olacaktı. Bizanslılar 25 Temmuz 1261’de Konstantinopolis’i geri aldıklarında bir harabeyle karşılaşacaklardı. 1204’teki tahribat sonrasında Latinler şehri onarmamıştı. Kiliselerin bazısı ahır olarak kullanılmış, saraylar içerde yakılan kömür nedeniyle simsiyahtı. Hipodrom harap olmuştu. Şehrin nüfusu 50 bine düşmüştü. Öyle ki Konstantinopolis 1204 felaketinin izlerini birdaha asla silemeyecekti. (R.Matran) Bu sürecin sonucunda taraflar birbirlerini aforoz edecekti. Öyle ki bu aforozlar 1964 yılına kadar sürecek ve iki kilisenin, iki mezhebin ilişkisini de belirleyecekti. Kudüs’te yağma Papa II. Urban’ın 1095 tarihli Clermont’taki çağrısıyla başlayan Haçlı Seferleri, Hıristiyanlığı silahlı siyaset haline getirirken talan ve kırımın da en barbar uygulamalarından birini gerçekleştirecekti. kadar Ortodoksların da Katoliklere karşı kuşku ve nefreti klişelere dönüşmüştü: Rahiplerin 4. Haçlı seferi ordularına seslenişlerine tanık olan Khoniates, farkına vardığı gerçeği, “lanet olası Latinler (...) bizim mallarımıza göz dikmişler ve ırkımızı yok etmek istiyorlar (...)” diye dillendirecekti. Gerçekten de söz konusu rahipler, “sapkın Yunanlılara saldırmanın caiz olduğunu” ileri sürüyorlardı (M Balard). Bizans içi taht kavgaları da bu fetih amacının bahane olarak kullanılacaktı. Bu kapsamda II. İsaakios’un çocuklarından tahta çıkamayanın talebi Haçlılarca Temmuz 2003’te şehre saldırma gerekçesi olacaktı. Bu saldırıyla III. Aleksios’u devirip kardeşi IV. Aleksios’u imparator yapacaklardı. Ama bu bir yardım olmaktan öte işbirlikçi bir kral edinerek kente yerleşme, zenginlikleriyle gözlerini kamaştıran kenti yağmalama ve Ortodoksluğun Katolikleşmesini sağlama operasyonundan başka bir şey değildi. Daha bu işgal öncesinde başlayacak olan vahşet, 5 Temmuz 2003’te yerleştikleri Yahudi gettosunu ateşe vererek bütün Yahudileri yakarak öldürmeleriyle (D. Jakoby) kendini gösterecekti. Ancak IV. Aleksios, Haçlılara verdiği 200 bin Mark ve 10 bin asker sözünü yerine getiremeyeceği gibi Patrikliği de Papalığa katılmaya ikna edemeyecekti. Bu temelde başlayan baskılar karşısında Halk, Latinlere ve işbirlikçi İmparatora karşı ayaklandılar. Arap tarihçi İbn elEsir, bu döneme ilişkin; “Frenkler halka çok ağır vergiler koydular ve ödeme olanaksız hale geldiğinde, bütün altınları ve mücevherleri, hatta haçların ve mesih ikonalarının üzerinde olanlarını da aldılar. Rumlar bunun üzerine ayaklandılar, genç hükümdarı öldürdüler, sonra Frenkleri şehirden atıp kapılara barikat kurdular. Mevcutları çok az olduğundan Kılıçaslan’ın oğlu Konya Sultanı Süleyman’a yardıma gelmesi için haber yolladılar. Ama o bunu yapamadı” diye yazacaktı. ÖLÜM ÇANLARI Clermont Konsili sonucunda Haçlı Seferini başlatan II. Urban’un gerekçesi Türk yayılmasına karşı Doğu Hıristiyanlarının yardımına koşmaktı. Oysa “Bizans adına Anadolu’yu kurtarmak” (BarreauBigot) bahanesiyle başlayan bu savaşlar, belli bir zaman sonra Ortodoksluğun asimilasyonu ve Bizans’ın fethi amacına dönüşecektir. İşin Müslüman ve Yahudilerle ilgili korkunç barbarlık boyutu bir yana, Bizans’la ilgili kısmı bile, bu “kutsal savaş” eyleminin ne denli korkunç bir bağnazlık olduğunu göstermeye yeter. Kiliseler arasında süren görüşme, yazışma ve tartışmalar da bu hakimiyet savaşının diplomatik kılıfı olarak şekilleniyordu. Bu koşullarda Bizans’ın, İslam yayılması karşısındaki sıkışıklığı ve yardım talebi, Papalığın bu hakimiyet amacını gerçekleştirmesi için bir fırsat olacaktı. “Kâfir Türklere karşı doğudaki kardeşlere yardım”, gerçekte Doğunun ideolojik aygıtını ortadan kaldırmak ve kardeşlerin asimile edilmesini hedefliyordu. Kendi yardım talepleri sonucunda başlamış olsa da, Bizans imparatoru ve halkı, Haçlı seferlerinin kendi egemenlik alanlarına yönelik tecavüzlerinden hoşnutsuzdu. Yol güzergahının boğazdan geçmesi de, onları olası bir işgale karşı korkutuyordu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma kaygısına düşmüşlerdi. Buna karşılık Latinler açık bir diyet beklentisi içindeydi. Bu süreçte iyice yükselen dinsel bağnazlık nedeniyle, Bizans’ın bu mesafeli duruşu ve Papalıkla birleşmemesi düşmanlık olarak görülüyordu. Nitekim Alman İmparatoru VI. Heinrich 1195’te Konstantinopolis’ten geçme iznini kopardığında “aslında Bizans İmparatorluğunu fethetmeyi ve başkentini ele geçirmeyi düşlüyordu”. Bizans İmparatoru III. Aleksios’u aşağılayan ve ek vergi talebinde bulunan mektubunu da bunun ortamını hazırlamak için kaleme alıyordu. (Robert Matran). Bizans için adeta ölüm çanları çalıyordu, ama henüz Müslümanlardan değil, atalarının yardım istediği Katolik Hıristiyanlardan! KILIÇLI SİYASET Kuşkusuz “kılıçlı siyaset” tüm dinlerin ve imparatorlukların doğasında var. Kendi doğal yerleşim alanındaki halkın haklarını kutsamak yerine, başka halkların toprakları ve inanç özgürlükleri üzerinde hak iddia edebilen her ideolojinin ortak bir özelliği ile karşı karşıyayız. Böylelerinin tarih boyunca temel sorun çözme yöntemi kılıç olmuştur. İşin içine Tanrı’yı karıştırdıklarında ise sorunun ahlaki boyutu daha da büyümüştür. Bu noktada kılıcın fiilen kullanılması da gerekmiyor. Onun varlığıyla halkları ve inançları boyun eğdirmek, değişmeye zorlamak veya haraca bağlamak da aynı anlama geliyor çünkü. Oysa insanların, hiçbir dışsal müdahale olmadan yaşama ve inanma hakkından daha kutsal bir şey yok. Ancak bazı kurum ve zihniyetlerin kendi silahlı siyasetlerini ‘meşru bir hak’, ötekinin yaptığını ise ‘hak ihlali’ görmek gibi bir çiftestandardı var; ne yazık ki bu ruh, 2006 yılında bile aramızda dolaşmaya devam ediyor. Siyaset ile kılıç arasındaki bu ilişki sadece farklı dinler arasında değil, aynı dinden farklı mezhepler ve otoriteler arasında da korkunç katliamlar şeklinde karşımıza çıkabiliyor. Kendilerini ‘Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi’ gören otoriteler, bu ideolojik önkabulün verdiği uzlaşmazlıkla kendilerine direnen her türden seçeneği ezme veya yargılama yoluna gidebiliyorlar. Bunu ‘Tanrının isteğini yapmak’ olarak meşrulaştırıyorlar ve bu durumdan kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için faydalanıyorlar. Bu nedenle ‘kutsal savaşın’ sonunda ekonomik birikimlerin talanı gerçekleşiyor. İŞGAL VE YAĞMA Halk işbirlikçi kral IV . Aleksios’u ve babası II. İsaakios’u boğup Haçlıları şehirden kovmayı başaracaklardı. Ancak ardından gelen büyük saldırıyı göğüsleyemeyerek Nisan 2004’te yenileceklerdi. Haçlıların bundan sonra gerçekleştireceği yağma, tecavüz ve tahribat korkunçtu. Öyle ki kutsal mekanlar dahil, pek çok yer yakılacaktı. Kadınlara tecavüz edilirken kitlesel katliamlar yaşanacaktı. Paraya 4. HAÇLI SEFERİ 1204 öncesinde taraflar arasındaki farklılık azalacağına iyice billurlaşmış, Katoliklerin Ortodokslara karşı olduğu Dünyanın Süsü S İ ergi ürkiye’nin önde gelen yayınevlerinden Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Ekim ayında Fransız ressam Nathalie Miel’i konuk ediyor.’’Dünyanın Süsü’’, 1999 yılında Heybeliada’da bir ay yaşamış ve birçok eser ortaya çıkarmış olan sanatçının Türkiye’deki ilk kişisel sergisi. Dünyanın birçok yerinde sergi açmış olan Miel, eserlerinde Doğu, İran Minyatürleri ve Fransız Primitiflerinden esinleniyor. Sergi, 28 Ekim tarihine kadar Arkeopera Sanat Galerisinde görülebilir. Tel: 0 212 249 92 26 T İnsan Manzaraları rticle Sanat Galerisi “İnsan Manzaraları” karma resim sergisi ile yeni sezonu açıyor. Genç kuşak olarak da adlandırılan Mimar Sinan Üniversitesi mezunlarının çalışmalarından oluşan karma sergi, sanatçıların farklı yorumlarının yansıdığı figüratif çalışmalar ve portre ağırlıklı seçimlerden oluşuyor. Sanatçılar arasında Fulya Çetin, Levent Morgök, Nurhan Altay, Zulal Ertürk, Esma Erdok, Hakan Cingöz, Aslı Şarman, Özlem Kumru bulunuyor. Bugün açılan sergi 7 Kasım’a dek Article Sanat Galerisi’nde gezilebilir. (0 212 251 86 07) A ‘Çeyrek’li kutlama stasyon Sanat Akademisi bu yıl kuruluşunun 25. yılını, “Çeyrek” başlıklı sergi ile kutluyor. 26 sanatçının katıldığı sergide yer alan 70 kadar yapıt, farklı malzeme ve içeriklere sahip. Sergi, her bir sanatçının kurumun geçirdiği bu sürece kendi katılımlarını anlatıyor. Nilüfer Adam, İpek Akarca, Şehnaz Atalay, Merih Ateşoğlu, Nurten Balcı, Güler Çağlar, Nurcan Doğmuş, Ömer F. Düzenli, Handan Gökhan, Türkan Gürkan, Berna İkbal, İnci Kaymak, Müjde Kılıçkıran, Betül Kiper, Nuran Koçdur, İkbal Özateş, Berta Penso, Selma Sarmusak, Deniz Şentay, Nuran Süalp, Şener Taciroğlu, Zerrin Topçu, Özden Tür, Esin Umay, Necla Umur, Nihal Ügüdür’ün katıldıkları sergi, 18 Ekim tarihine kadar Ayasofya Müzesi Sergi Salonu’nda görülebilir. Tel: 0 212 219 29 71 Beyoğlu Geceleri ransız Kültür Merkezi, Timurtaş Onan’ın 20042005 yılları arasında geceleri Beyoğlu’nda çektiği fotoğraflar ve ses kayıtlarından yola çıkarak hazırladığı “Beyoğlu Geceleri” isimli audiovisuel enstalasyon çalışmasına ev sahipliği yapıyor. Daha önce, 2005’de İstanbul Fotoğraf Evi’nde, İtalyan Kültür Merkezi’nde Fotoğraf dergisi tarafından düzenlenen 2. Ulusal Fotoğraf Sempozyumu’nda, Almanya Brünsbüttel Stadt Gallerie’de Alman, Japon ve Türk obje sanatçıları ile birlikte PositionsDirections isimli etkinlikte ve 2005 Saydam Günleri’nde sunulmuş olan sergi, 27 Ekim tarihine kadar Fransız Kültür Merkezi’nda izlenebilecek. F eaydin?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle