Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Ocak 2012 Çarşamba 05 zonguldak c ‘İşçinin gür sesi duyuldu’ KEMAL KILIÇDAROĞLU CHP Genel Başkanı IŞIK KANSU ‘Büyük yürüyüşten çöküşe’ Yirmi bir yıl önce haklarının verilmesi için yasal her yola başvuran ama karşılığında baskı ve zulümden başka bir şey görmeyen Zonguldaklı madenciler, “Hak verilmez alınır” diye Ankara’ya yürüdüler. Tarihsel anlam Bu yürüyüş birçok açıdan hem tarihi, hem de işçi hareketi açısından son derece anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü sadece Zonguldaklı madencilerin, emekçilerin değil, halkın desteğini de almıştır. Anlamlıdır, çünkü mücadele etmeyen, büyük işçi kuruluşlarının yöneticilerine rağmen, işçiler kendi içlerinden çıkardığı sendikacılarla yürüyüşü gerçekleştirmişlerdir. Böylece, madencinin haklı ve gür sesi Türkiye’de olduğu gibi, Türkiye dışından da duyulmuştur. Anlamlıdır, çünkü Zonguldak’taki işçi eylemine kayıtsız kalan Ankara’ya gerekli mesaj verilmiş ve uzlaşma yolunu açmıştır. 21 yıl önce gerçekleşen bu güçlü ayağa kalkış, günümüzde özlemle hatırlanırken, Zonguldak havzasının mücadeleci geçmişine de yakışmıştır. Köklü mücadele Zonguldak Maden Havzası’nda bir Fransız şirketine bağlı olarak işletilen madenlerde çalışan işçiler, 1908 yılında, “terki eşgal” yapmışlar, yani iş bırakmışlar ve mücadeleci ruhu o zamanlardan Zonguldak’a taşımışlardır. Ankara’ya yürüyen 100 bini aşkın emekçi gücünü bu tarihi geçmişten ve o günkü haklı mücadelesinden almış, 4 Ocak 1991’de, “Ankara Ankara duy sesimizi” sloganlarıyla Türkiye’ye seslerini duyurmuşlardır. 21 yıl önce dalga dalga yayılan bu ses, günümüze de ışık tutmakta ve emekçilere, işçilere, köylülere yasal anlamda hak aramanın, üretimden gelen gücü kullanmanın ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Günümüzde; aş için, iş için mücadele etmesi gereken işçimizin, daha geniş bir pencereden Türkiye’ye bakarak, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler için de mücadele etmesi gerekmektedir. Diliyorum ki bugünkü işçiler; yaşamını işçilerin hak ve özgürlükleri için adamış olan Kemal Türkler, Abdullah Baştürk, Şemsi Denizer, Halil Tunç gibi işçi liderlerini örnek alsın… Onlar üretimden gelen güçlerini kullanarak, işçileri örgütlemiş, işçi hareketini etkinleştirmiş ve Türkiye’nin temel sorunları karşısında da duyarlılıklarını göstermişlerdir. Çünkü onlar şu ilkeyi çok iyi biliyorlardı: “Kurtuluş yok, tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz…” Onlar hep beraber olmayı seçtiler ve kazandılar… 21 yıl önce Genel Başkanımız Karaoğlan Ecevit’in Zonguldakı’ndan Ankara’ya yürümek için yola çıkanları saygıyla anıyor, onların izinden giden ve “Emek en yüce değerdir” diyenleri de sevgiyle selamlıyorum. Ü Madenci Yürüyüşü’nün arkasındaki bilinçli zekâ Önder Aker’in anısına... lkenin üzerinden 24 Ocak 1980 sömürgeleşme kararları, 12 Eylül karabasanı geçmiş. Üstüne cuntanın onayladığı birkaç partinin sandık demokrasisi ile iktidarı eline geçiren ANAP gelmiş. Aslına bakarsanız, hepsinde Turgut Özal imzası var. 24 Ocak kararları öncesi, Süleyman Demirel azınlık hükümeti, MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) Başkanlığı’ndan yani işveren sendikası yöneticiliğinden tutup getirmiş Başbakanlık Müsteşarlığı’na oturtmuş. O da, CUMHURİYETÇİLER, MADENCİ YÜRÜYÜŞÜ İÇİN ZONGULDAK'TA (Soldan sağa) Ali Sirmen, Muzaffer İzgü, İlhan Selçuk, Şükran Soner, Gencay Şaylan, Uğur Mumcu, Deniz Topaloğlu, Tayfun Gönüllü, Işık Kansu. (Fotoğraf: Işık Kansu belgeliği) Ecevit ve Zonguldak RAHŞAN ECEVİT Bülent Ecevit 1957 ve 1961 seçimlerinde Ankara’dan milletvekili olmasına rağmen, 1965 seçimlerinde ilk kez Zonguldak’tan adaydı. Bunda Zonguldak’taki CHP örgütünün rolü vardı. CHP Parti Meclisi, işçilerin yoğun olduğu bölgelerde ve özellikle Zonguldak’ta, işçi aday gösterilmesinde ısrar ediyordu. Zonguldak il örgütü ise işçi kontenjanı yerine Ecevit’i istedi. Sendikacı bile değildi ama İsmet İnönü kabinesinde Çalışma Bakanı olarak işçi haklarıyla ilgili çalışmaları yüzünden istiyorlardı. İl örgütü ve milletvekilleri Bahçelievler’deki evimize geldiler, çok ısrarcı oldular. Sonuçta, aday yoklamalarında rahatlıkla seçilip, ardından da milletvekili oldu. Türkiye’yi onunla birlikte dolaşırken görmediğimiz il ve ilçe kalmadı. İnsanlarımızı yakından görmek, dinlemek, bazen Zonguldak’ta olduğu gibi yüreğimizi daraltıyordu. Zonguldak’taki madenlerin durumu, işçilerimizin çalışma koşulları iç karartıcıydı. O geziler sayesinde bugün Zonguldak dahil Türk halkının ne durumda olduğunu, nelere ihtiyaç duyduklarını en iyi bilenlerdeniz. Bülent Ecevit ve CHP yönetimlerinin işçilere sağladığı hakların bugün önemli bölümünün ellerinden alınmış olduğunu görmek benim için büyük üzüntü kaynağıdır. görevini yapmış, emeği ezecek, sosyal devleti gölgeleyecek kökü dışarıda neoliberal programı uygulamaya sokmuş. Bakmışlar, bu program öyle demokrasiyle filan gidecek gibi değil, içerdeki kanı köpürte köpürte 12 Eylül’e, yani darbeye, dolayısıyla tüm hakları sindirmeye, bastırmaya götürmüşler işi. Sonra aynı işlevi yürütecek ANAP’a devretmişler yönetimi. 1980’in başından 1990’lara değin Türkiye; dönemin yağdanlıklarının ifadesiyle “tonton”a, yani Turgut Özal’a ve prenslerine teslim edilmiş. O yıllarda işçi muhabirliği yaptığım için çok iyi anımsıyorum. Özal’ın Aydınlar Ocağı’ndan getirdiği bir prensini de Çalışma Bakanlığı’nın müsteşarlığına oturtmuştu. Bakanlar yönetmiyordu aslında bakanlığı, Müsteşar Kutlu Savaş’ın dediği dedikti. O günkü kadroya göre, KİT’ler (kamu iktisadi teşebbüsleri) ülkenin üzerinde yüktü. Dolayısıyla orada çalışan işçiler de... KİT’ler satılacak, işçilerin hakları daraltılacak, ücretleri düşürülecekti. Kutlu Savaş’ın da çabasıyla Kamu İşveren Sendikaları kuruldu. Onlar, toplu sözleşmelerde eşgüdüm sağlayarak, işçi ücretlerini geriye çektiler, toplu sözleşmelerdeki hakları budadılar. Turgut Özal’ın “tek adam” olduğu ANAP iktidarının ilk yıllarında bu gerici atak büyük ölçüde başarıya ulaştırıldı. Kamu işyerlerinde işçi sayısı azaltılırken, işçi ücretleri ve emeğin kazanımları birer birer geri alındı. Semra Özal ve papatyaları ülkede Lale Devri’ni yaşarken; işçilerin alım gücü düştü. Henüz kıdemi belli bir düzeye gelmemiş yani emekliliğe yaklaşmamış kamu işçisi, kazanımları yitirdiğini anlayınca öncelikle bu duruma seyirci kalan sendika yönetimlerine karşı isyan etti. Türkİş’e bağlı sendikalarda on yıllardır ağalık yapan sendika yöneticileri, koltuklarından birer birer devrilmeye başladı. Sendikalardaki bu kan değişimi, bir büyük karşı çıkış için Türkİş yönetimine de tabandan dinç bir itişe neden oldu. İşte, bırakın Türkiye’yi, dünyada görülmemiş yöntemlerin kullanıldığı “1989 Bahar Eylemleri” böyle başladı. İşçiler her gün hasta olduklarını ileri sürerek topluca vizite eylemlerine çıkmaya başladılar. Yollarda çıplak ayak yürüdüler, caddelerde “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” diye bağırdılar. Adı konuşmamış bir genel grev yaşanıyordu. Bütün siyasetleri iki elini birleştirdiğinde bir araya getirdiğini sanan Çankaya’nın şişmanı (Turgut Özal), şaşırmıştı... Dönemin Çalışma Bakanı İmren Aykut o da işveren sendikası yöneticiliğinden gelmişti eylemci sendikalara karşı önlem almak için gelenekçi sarı sendikacılarla Ilgaz dağında gizli toplantılar düzenledi. Ne çare; itici güç gerçekten işçiydi. Sendikacılar; bu selin karşısında duramıyorlardı. Büyük Madenci Yürüyüşü işte bu selin çağlayanıdır. Hedefini saptamış, 10 yıl boyunca “işçi”ye “düşmanlık” yaptığını belirlediği Turgut Özal’a doğru, yani Çankaya’ya doğru yola çıkmıştır. Ancak, bugün bile kahraman gibi görülmeye çalışılan kimi sendikacıların çok bildimci, yetersiz, sağgörüden yoksun tutumları yüzünden yalnızca bir ücret pazarlığı ile söndürülmüştür bu büyük yürüyüş. Bahar Eylemleri’nin ve Büyük Madenci Yürüyüşü’nün asıl dalgası siyasetin kıyılarına vurmuş, kendini beğenmiş ANAP iktidarı ve kadrolarını yerle bir etmiştir. Onun yerine gelen Demirelİnönü koalisyonu, emek hareketindeki bu atılımcı, ilerici kıvılcımın üzerine su dökmüş, Tansu ÇillerMurat Karayalçın koalisyonu tümüyle söndürmüş, Bülent Ecevit’in kurduğu koalisyonda ise ABD’den gönderilen yeni Turgut Özal olarak tanımlayabileceğimiz Kemal Derviş ile toprağa verilmiştir. Kemal Derviş’in yarattığı ortam, bugün yeni 12 Eylül dönemine taşıdı emek hareketini. Bakın etrafınıza, hiç emeği konuşan var mı? Yok kimlik hakları, yok etnik haklar, yok cemaat hakları filan, gargara yapıyoruz. Başımızda yine Turgut Özallar, idare edip gidiyoruz.