01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 NİSAN 2011 SAYFA 8 DEPREM GERÇEĞİ, YAPI DENETİM ve İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ ayhan emekli Dünyamızın ve ülkemizin bir gerçeği olan depremin inşaat mühendisliği hizmeti almayan yapılardaki yıkıcı etkisi can ve mal kayıplarıyla felakete dönüşmektedir. Bu nedenle binalarımızı “deprem güvenli yapılar” olarak tasarlamamız ve inşa etmemiz İnşaat Mühendisliği mesleği ve kamusal sorumluluklar açısından yapı denetim’i hayati derecede tartışılmaz önemli ve zorunlu kılmaktadır. Ülkemizi ele aldığımızda son yüzyıl içersinde, 1903 Malazgirt Depreminden, 1999 Marmara Depremine kadar çeşitli büyüklüklerde 192 deprem hasara yol açmıştır. Depremlerde hayatını kaybeden insan sayımız yaklaşık 100 bin, yaralanan insan sayımız da yaklaşık 250 bin olmuştur. Yıkılan ya da ağır hasarlı konut sayısı ise 650 bin civarındadır. Can kaybının 1000 kişiyi aştığı depremlerin sayısı 12 olup, büyüklükleri; 6,7 ile 7,9 arasında değişmektedir. Türkiye, afet nedeniyle yıllık ölen 950 kişi sayısıyla dünyada üçüncüdür. Richter Ölçeği ile 5,5’in üzerinde meydana gelen deprem sıklığı ile de dünyada altıncı sırada yer almaktadır. Öte yandan canlı görüntülerini izlediğimiz 11 Mart tarihinde Japonya’da meydana gelen 9,0 büyüklüğündeki deprem dünyanın en son tanık olduğu büyük felaket oldu. Ülkemizde yaşadıklarımızın aksine deprem etkisine maruz kalan binaların güvenli olduklarını, insanların bulundukları konutlarını, işyerlerini terk etmediklerini gördük. Asıl yıkıcı etki deprem sonrasında 25 dakikada kıyıya ulaşan, 10m yüksekliği aşan tsunami dalgalarıyla meydana geldi. Karadan birkaç km. iç kısımlara kadar ulaşan dev dalgalar, onbinlerce insanın canını kaybetmesine ya da yaralanmasına neden oldu. Felaketin nedeni ülkemiz topraklarında yaşadığımız depremlerde yıkılan binalarımız iken Japonya’da ise dev tsunami dalgalarıydı. Nüfusunun yüzde 98’i deprem tehlikesi altında yaşayan ülkemizde konutların % 67’si kaçak ya da ruhsatsızdır. Türkiye’de mevcut yapı stokunun durumu, can ve mal güvenliği açısından büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Yakın geçmişte yaşamış olduğumuz depremler ve zaman zaman karşılaştığımız diğer doğal olayların acı sonuçları bu savımızın temel gerekçesini oluşturmaktadır. 1950 sonrası dönemde Türkiye’de yaşanan hızlı kentleşme ve sanayileşme süreci sonucunda özellikle büyük kentlerimizde bulunan yapıların önemli çoğunluğunun imar yasası dışında tamamen kaçak olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Getirilen imar afları kentsel alanlarda imarlı ve imarsız; yapılaşma sürecinde de ruhsatlandırılmış ve ruhsatsız olmak üzere denetimsiz, güvensiz, mühendislik hizmeti almayan büyük bir yapı stokunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye’de afet ve deprem gerçeğine ve yürürlükte bulunan yasalara rağmen; yasa, yönetmelik ve plan hükümlerine aykırı yapılaşma sürekli olarak var olmuştur. Bu bağlamda kaçak ve mühendislik hizmeti görmeden veya plan ve projelere aykırı olarak üretilen . * yapıların oluşturduğu kentlerimizin, deprem ve benzeri olaylara karşı can ve mal güvenliğini sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Yine 1966 Varto, 1967 Adapazarı, 1970 Gediz, 1971 Bingöl, 1975 Lice, 1983 Erzurum, 1992 Erzincan, 1995 Dinar, 1998 Adana Ceyhan, 1999 Gölcük ve Düzce ile 2003 Bingöl depremleri yapı stokumuzun depreme karşı güvenli olmadıklarını açıklıkla ortaya koymuştur. 1999 Gölcük ve Düzce depremleri sadece ruhsatsız (kaçak) ve ruhsata aykırı yapıların hasar gördüğü bir deprem olarak değil, ruhsatlı ve yapı kullanma izni olan birçok yapının da önemli ölçüde hasar aldığı, yıkılan kamu binaları ve buralarda kaybettiklerimizle belleklerimizde acı izler bırakan bir deprem olarak da tarihe geçmiştir. Sonrasında hazırlanan çeşitli raporlar, ülkemizde bulunan konut probleminin sayısal olmaktan çok, kalite problemine dönüşmüş olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle “imar aflarıyla” yasallaştırılan kaçak yapı stokunun, kentlerimizde doğal afet ve deprem açısından büyük risk alanları oluşturduğu da bilinen bir gerçektir. Kamu kuruluşu niteliğindeki TOKİ inşaatlarının ve Kamu Kurumlarınca yapılan işlerin; gerekçesi ne olursa olsun denetim dışı bırakılması düşündürücüdür. TOKİ’nin bugüne kadar çok sayıda denetimsiz olarak inşa ettiği konutların yanında insanların kullandığı ya da toplu halde bulunduğu okul, hastane, sosyal tesis, köprü vb. yapıları da ürettiği dikkate alındığında tehlikenin boyutunun katlanarak büyüyeceği açıktır. Ne yazık ki yapı denetimi yasası bu yönüyle, denetimsizliği teşvik eden düzenlemeleri de gerçekleştirmiş olmaktadır. TOKİ inşaatlarının denetlenememesi önemli bir eksiklik olarak kalacak, kalite ve yapı güvenliği açısından önemli zafiyetler içeren sonuçlara neden olacaktır. Bu inşaatların projelerinin meslek odaları tarafından, inşaatlarının da yapı denetim firmaları tarafından denetlenmesinin sağlanması mutlaka gerçekleştirilmelidir. Yapı denetim uygulamasının geçtiğimiz dokuz yıl içinde yürürlükte olduğu sınırlı alanda da olsa, yapı güvenliği sorununda olumlu bir gelişmeyi sağlamıştır. Yapı denetim sistemi güvenli geleceği bugünden kurmanın tek yoludur. Ancak yukarıdaki tespitler ışığında yasal, yönetsel ve uygulamaya dönük olarak köklü değişiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda; Kamu görevi yerine getiren Yapı denetim kuruluşlarının güvenilen, saygı gösterilen kurumlar olmasını sağlayabilmek için yetkilendirilmelerine ilişkin koşulların doğru düzenlenmesi gerekmektedir. Yapı denetçileri, mesleki eğitim ve sınav başarısından sonra sertifikalandırılmalıdır. Bugünkü sertifikalama sistemi ve sonrasında da cezalandırma yoluyla belirli bir kaliteye ulaşma yönteminin başarısız kaldığı ortadadır. Bu durum gerek proje, gerekse yapı denetiminin gerçek anlamda yapılma şartını ortadan kaldırmaktadır. Yapı Denetiminin anahtarı “Mesleki Denetim”, onun olmazsa olmaz koşulu da TMMOB’ye bağlı meslek odalarının yürüttüğü “Yeterlilik ve Belgelendirme” faaliyetleridir. Bu nedenle yapı denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsilleri sağlanmalıdır. Denetçi Belgelerinin verilmesi ve takibi TMMOB’ye bağlı Odalar tarafından yapılmalı, yapı denetimi mekanizmasında yer alan meslektaşların sicillerinin tutulması ve meslek içi eğitimler TMMOB’ye bağlı ilgili Odalarca yapılmalıdır. Bütün kamu yapıları, TOKİ ve benzeri kuruluşların inşaatlarının denetimi yapı denetim yasası kapsamına alınmalıdır. İnşaat sektörünün asli öğelerinden olan müteahhitliğin tanımı ve sorumlulukları üzerindeki belirsizliği giderecek düzenlemeler yapılmalı, yapı ile ilgili uzmanlığı olmayan meslek sahiplerinin yapım işini üstlenmesi engellenmelidir. Yapı üretim sürecinde bulunan meslek insanlarının sertifikalı olması, meslek içi eğitim seminerlerine ve kurslarına katılmalarının zorunlu olması, sistemin sağlıklı işlemesi açısından son derece önemlidir. Yapılarda şantiye şefi bulundurma zorunluluğu teknik ve bilimsel kurallara dayandırılmadığı için doğru uygulanamamaktadır. Bir mühendisin 30.000 m² sınırına kadar birçok işin şantiye şefliğini üstlenebilmesi “imzacılık” olarak adlandırdığımız bir sistemi özendirmektedir. Gerek yapılar için, gerekse yapı üretim sürecinde bulunan ve sorumluluk üstlenenler için, “Mali Sorumluluk Sigortası” ve “Mesleki Sorumluluk Sigortası” mevcut değildir. Bu durum tüketici ile teknik elemanları güvence dışı bırakmaktadır. Yapı denetim uygulamasını sağlam bir zemine oturtacak yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası sistemine geçilmelidir. Sonuç olarak, yapım sürecinde yer alan her kişi ve yetkili kurum üzerine düşen görevleri tam olarak yerine getirdiği takdirde, deprem gibi doğal afetlerde binalarımızın yıkılması ve can kayıplarının olması mümkün değildir. Bu süreçte; Biz İnşaat Mühendislerine düşen görev, yürürlükteki standart ve yönetmelikler çerçevesinde proje üretmek ve denetlemek, Yapı Denetim Firmalarına düşen görev, sorumluluklarını aldıkları inşaatların proje ve yapım denetimlerini yürürlülükteki yönetmelik ve standartlara uygun olarak yapmak, Belediye ve diğer yetkili kurumların görevleri, yapı sürecinin ciddi bir süreç olduğu bilinciyle, mühendis ve mimar kadrolarını sayısal ve niteliksel olarak güçlendirmek, bu kadroların hiçbir politik baskı altında kalmadan görevlerini yapmalarını sağlamak, Merkezi hükümetlerin ise sırf politik çıkarlar amacıyla sık sık başvurdukları “İmar Affı” uygulamalarına kesinlikle son vermeleri, Vatandaşlarımızın ise, bina alırken o binanın ne kadar mühendislik hizmeti aldığını sorgulamak olmalıdır. Deprem güvenli yapı için, tüm binaların İnşaat Mühendisliği hizmeti alması gerçeğinden hiç sapmamalıyız. * İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle