Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C SPOR FUTBOL KASIM SALI Sakatlıklar cenneti! P r o f . D r. B U R H A N U S L U Y azının başlığı birbiriyle ters düşen iki sözcüğü biraraya getiriyor. Sakın bir yanlışlık var sanmayın. Sakatlanan bir kişi acı çekiyor, işlerini, antremanını yapamıyor demektir. Burada Cennet kelimesi nereden çıkıyor derseniz, herhalde bu yıl dahil geriye doğru bir beyin cimnastiği yapmanız gerekecek. Türkiye’ye transfer olan sporcuların özellikle futbolda en az yüzde 5060’ı sakat olarak gelmektedir. Geçmişte olan bu gelenek, günümüzde de devam etmektedir. Geçenlerde Hürriyet Gazetesi’nin spor sayfasında okuduğum bir manşet haber tüylerimi ürpertti. “Lanetli Kulübe...” Güzide bir spor kulübümüzün kadrosunda kulübede oturan sporcularının nasıl sakatlandığı anlatılıyordu. Maç yapmadan sakatlanma, bu da literatüre geçecek bir konu. Bunun yanında bir başka güzide kulübümüzde 3 sporcunun omuzlarının çıkması. Bu da ayrı bir literatürlük olay. Günümüzde spor daha çok fizik güce bağlı olarak yapılmaktadır. Eğer bunun yanında tekniğin iyi, yeteneğin varsa yıldız sporcu ünvanını almaktasın. Tabii bu ülkemizde bu bir, iki maç oynadıktan sonra alınmakta ve ondan sonra istersen yerde otur sana bu unvan daima yakıştırılmaktadır. Sporcunun elinde olmayan nedenlere, saha şartlarına, zemine bağlı sakatlık her zaman olabilir. Ya da karşı takım oyuncusunun yaptığı kasti hareket sonrası sakatlıklar meydana gelebilir. Ancak bu elde olmayan nedenlerin dışındaki sakatlanmaları kısmen önleyebiliriz. SPORCU KENDİ VÜCUDUNU BİLMELİ S akatlık nasıl önlenecek ya da azaltılacak diye soracak olursak, öncelikle bu sporcunun kendisini ve vücudunu tanımasıyla başlar. Vücudunun durumu nedir, adale, kemik durumları nasıl, esnek mi değil mi, daha önceki sakatlıkları ne durumda bunların hepsinin bilinmesi gerekir. Daha sonra kondisyon durumu önem arz eder. Sporcu kendi vücudunu tanırsa ve eksikliklerini bilirse ya yardım alarak ya da kendisi, o spora uygun hale gelmek için gerekeni yapar. Kondisyonu yetersiz, esnekliği olmaya bir sporcu maçın bırakın tamamını, yarısını bile zor çıkarır. Yürüyen, gezen sporcu ünvanını eline her zaman geçirebilir. Böyle bir sporcu her zaman sakatlanmaya müsaittir. Bunun dışında sporcunun düzenli uykusunu alması, gıdasına dikkat etmesi, geçici performans artırıcı ilaçlar almaması, antremana yorgun çıkmaması gerekir. Vücudun ve beynin uyumlu çalışması ve yeteri kadar dinlendirilmesi gerekir. Beslenmenin önemine değinmeden geçemeyeceğim.Kötü ve düzensiz beslenme sakatlıkların baş nedenleri arasında gelir. Yağı ve benzini düşük bir araba kalitede olsa nasıl ki her zaman sorun çıkarırsa, kötü beslenme de her zaman sakatlık riskini artırır. Proteinler, yağlar ve karbonhidratlar belirli oranda ve düzenli şekilde alınmalı, ihtiyaç halinde bunlara vitaminler, mineraller eklenmelidir. Alkol ve sigara sporcu sağlığının başlıca düşmanlarıdır. Sigara ve alkol tüketen sporcular yok mudur. Tabii ki vardır. “Peki bunların kaçı başarılı?” diye soracak olursak, herhalde bir elin parmakları kadardır diyebiliriz. Bunlar hiçbir zaman örnek olarak gösterilmemelidir. 10