Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C 1 SPOR FUTBOL EKİM SALI BAKINCA Spor Siyaset SERDAR KIZIK Toplumlarda spor, değişik süreçler geçirdi. Tarihin farklı zamanlarında, farklı düzen ve yönetimlerde değişik amaç ve yaklaşımlarla kullanıldı. İnsanlığın ilk dönemlerinde hızlı, güçlü, dayanıklı, çabuk kısacası atletik yetenekleri gelişkin bireylerin daha iyi avcı oldukları anlaşıldı. Böylece üretim ilişkilerinde, bunun yansıması ortaya çıktı ve toplumsal işlevlerde avcılar yükseldi. İlk olimpiyatlarda sporcular, neredeyse kutsandı. İmparatorlar, krallar, prensler toplumlarının iyi kılıç kullananı, en iyi ata bineni, en iyi güreşeni, en iyi ok atanı olmak için çaba gösterdi. Hitler, spor yoluyla “Alman ırkının üstünlüğünü” kanıtlamaya çalıştı. Franko, faşist düzenini sürdürmek, toplumu siyasetin dışında tutmak için “futbolu” işaret etti. Sosyalist ve kapitalist sistemler, güçlerini kanıtlama uğruna olimpiyatlarda, dünya şampiyonalarında, gövde gösterisi yarışına girdi. Ülkelerin spordaki başarıları güç göstergesi oldu. 1972 olimpiyatlarında Filistinli El Fetih grubu “seslerini duyurmak” için 11 İsrailli sporcuyu öldürdü. 12 Eylül döneminde “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu...” sloganı topluma yerleşti. Devletin zirvelerinden “Çocuklar, gençler siyaset değil, spor yapsın” uyarıları geldi. “Spora siyaset karışmasın” dendi. Bazı anneler, babalar çocuklarına “Koşma, futbol oynama, terler, üşütür, hastalanırsın” dedi. Kimi öğretmenler, beden eğitimi dersinde fizik, kimya, matematik işledi. “Kızların beden eğitimi dersine girmelerine gerek yok” dedi, kimi okul yöneticileri. Öte yandan Afrika’nın yoksul çocukları, gençleri bireysel kurtuluşları, geleceklerini güvenceye almak için spora yöneldi. Bugün karşımızda devasa büyüklükte bir endüstri... Spor kılıktan kılığa sokulunca bir karmaşa mı doğuyor? Hayır... Spor olgusu, tarihsel yolculukta değişik biçimlere bürünüyor, değişik amaçlarla kullanılıyor. Ancak temel bir gerçek var ki, “Sporla siyaset karışmasın” yargısı, tarihin ilk dönemlerinden bu yana boşa çıkıyor, temelsiz kalıyor. Nasıl kalmasın? Politika insanın, insanlığın, toplumların tümünü ve her bir olguyu kapsıyor. Yoksa Mustafa Kemal, neden 19 Mayıs’ı, “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak ilan etsin? Niçin, genç cumhuriyetimiz henüz birkaç aylıkken 1924 yılı bütçesine, onca yokluğa, yoksulluğa ve borca karşın bir altının 10 lira olduğu dönemde 50 bin lira gibi önemli bir ödenek koysun? Paris’te yapılacak olimpiyatlara en iyi biçimde hazırlanmaları için İdman Cemiyetleri İttifakı’nın emrine 17 bin lira neden versin? Niçin dünyada ilk kez beden eğitimini zorunlu kılan devlet adamı olsun?.. Dünya kadınlarının olimpiyat oyunlarında, ilk kez 1928 yılında piste çıktıkları göz önüne alınırsa, Türk kadınını 1926 yılında neden atletizm pistlerine soksun? Neden, “Sporda muvaffak olabilmek için her türlü yardımdan ziyade, bütün milletçe sporun mahiyetinin ve değerinin anlaşılmış olması gerekmekte, onu kalpte muhabbet ve vatani bir vazife olarak telakki eylemek lazımdır” desin? Sporun önemini ve doğru bir politik yaklaşımı yansıtan Mustafa Kemal’in bu tutumunu, iyi kavramak ve özümsemek gerek... Erman Şarcı (ortada) ünlü teknik adam Branko Stankovic ve Nedim Günar’le birlikte. Dil bilmek yetmez U F U K TA N I Ş A N 957 yılında Üsküp’den Türkiye’ye göç, İETT’de işbaşı ve Yugoslav hocaların tercümanlığı... Erman Şarcı’nın yaşamındaki bu 3 dönüm noktası onu çok sevdiği sporla iç içe olmasını sağladı. Teknisyen olarak İETT’de görev yapan Şarcı’nın spora olan ilgisi kısa sürede fark edildi ve sportif faaliyetlerin başına getirildi. Voleybol, güreş, atletizm, masa tenisi, boks gibi branşlarda büyük başarılara imza attıktan sonra Fenerbahçe’de tesadüf eseri tercümanlığa başlayan spor adamı halen Türkiye Futbol Federasyonu Dış İlişkiler Görevlisi olarak çalışıyor. Teknik direktör tercümanlığını yapmaya nasıl başladınız? O zamanlar Fenerbahçe Teknik Direktörü olan Abdullah Gegiç ile tanışmak istiyordum ve bir gün idmanı izlemeye gittim. Bir kaç futbolcunun saha içinde yaşadığı gerginlikten sonra içeri girerek Gegiç ile oyuncular arasındaki iletişimi sağladım ve hoca bu hareketimi beğenerek bana tercümanlık teklif etti. Böylece kariyerim başlamış oldu. Sonra Gegiç Eskişehirspor ile anlaşınca çevirmenlik kariyerim kısa sürecek sandım. Ancak bir Beşiktaş maçı öncesi eski Galatasaray Başkanı Suphi Batur beni çağırdı ve görev vermek istediğini söyledi. Kaleperoviç’in tercümanlığına getirildiğim o sene Galatasaray lige kötü başlamasına rağmen şampiyon oldu. Yugoslav çalıştırıcıların Türk futboluna yaptıkları katkılar nelerdir? Öncelikle Türk futboluna yeni bir soluk getirdikleri tartışılmaz bir gerçek. Kendi ülkelerinin ekolleriyle bizim futbolumuzun ilerlemesine yardımcı oldular. Ancak tesislerin ve sahaların kötü ve yetersiz olması bunun önüne geçti. Futbol tercümanlığı size göre nedir? Futbol tercümanlığı sadece yabancı dil bilmek değildir. Aynı zamanda futbolu ve futbolcuların psikolojilerini de bilmeniz gerekiyor. Sonuçta futbolcuları motive eden her zaman tercümanlar olmuştur. Başarımdaki en büyük pay burada gizliydi. Hoca ile futbolcular arasında köprü kurdum ve kendimi sevdirmesini bildim. Onlara her zaman bir baba gibi yaklaştım ve her konuda motive etmeye çalıştım. Yeri geldi hocanın gözü, kulağı oldum. Yabancı hocalar için halkı tanımak ve halkın içine girmek çok önemlidir. Son dönemde bu fazla önemsenmese de benim görev yaptığım yıllarda teknik adamların Türkiye’yi ve Türkleri tanımasına yardımcı oluyordum. Sonuç olarak tercüman, hocaya hem ülkeyi, hem rakibi, hem de kendi futbolcusunu tanıtarak onun işini yarı yarıya kolaylaştırmalıdır. Kariyeriniz boyunca ilginç olaylar da yaşamışsınızdır mutlaka... Gerçekten unutamayacağım anılarım oldu. Mesela Fenerbahçe’de Veselinoviç’in tercümanlığını yaptığım sırada, Bursa’da şampiyonluk maçına çıktık. Maçı kazandık ve herkes çılgınlar gibi sevindi. Fakat hoca bir kenara çekilmiş, sanki takım şampiyonluğu kaçırmış gibi kara kara düşünüyordu. Ona sorunun ne olduğunu sorduğumda, Altılı Ganyan’ı tutturduğunu ve Yugoslavya’dan akrabalarının bunu öğrenmelerinden korktuğunu söyledi. Biz de İstanbul’a döndügümüzde gizlice hipodroma gidip çeki aldık. Ancak o zamanlar orada devamlı bulunan bir muhabir bunu görerek çalıştığı gazetenin spor sayfasında ‘‘Ligde lider, altılıda lider’’ manşetinin atılmasını sağladı. Bu haberden sonra Kapıkule’den güruhlar halinde Veseniloviç’in misafirleri gelmeye başladı. Bir keresinde de, kaldığı otel odasının banyosunda bayılan ve boğulmak üzere olan Kaleperoviç’in hayatını kurtardım. 11 EPosta:serdarkizik?cumhuriyet.com.tr